ŞEYH FETHULLAH
181
Mürşidinin sağlığında ve vefatından sonra yirmi dört sene insanlara islâmı anlatan Muhammed Ziyâüddin-i Nurşinî, Birinci Cihan Savaşı sırasında müridleriyle birlikte Rus ve Ermenilere karşı cihâd etti, yaralandı ve kolunu kaybetti. Gerçek bir mürşid ve mücâhid olduğunu, Hocası Fethullah-ı Verkânâsî'ye lâyık bir zât olduğunu gösterdi.
HÂLLERİ
Şeyh Fethulîah Hazretleri kışın karda kızağına binip köylere irşâd için giderken Muhammed Ziyâüddîn-i Nurşînî'ye kendi kızağını çekmesini emretti. O'nun hocasının oğluna böyle muamele etmesine, Abdurrahmân Tâ-hî'nin diğer talebeleri itiraz ettiler: "Muhammed Ziyâüddîn, şeyhinin oğludur, onun için hatırını hoş tutması, onu incitmemesi, ona hürmet etmesi lâzım olduğu hâlde, nasıl olur da o, kızağa binip keyif sürerken şeyhinin oğlu zahmet ve meşakkatla kızağını çekiyor!" dediler. Onların bu itirazlarına Fethullah-ı Verkânîsî; "Üstadım Seydâ (Abdurrahmân Tâhî) oğlunu bana teslim etti ve ben de böyle hareket etmeyi uygun görüyorum. Yok eğer size teslim etmişse, bildiğiniz gibi hareket etmekte serbestsiniz!" şeklinde cevap verdi.
Şeyh Fethullah-ı Verkânisî, şeyhinin oğluna hürmet etmesi, önünden kalkıp arkası sıra gitmesi gerektiğini biliyordu. Fakat hocasının oğlunun kendisine hizmet edip manevî derece kazanması için böyle yapıyordu.
ilim ve fazilette yüksek derece sahibi bir velî olan Fethullah-ı Verkânisî, hocasının oğlundan başka pek
182
HATME-İ HÂCEGÂN SULTANLARI
çok talebe de yetiştirdi. Bitlis vilâyetine bağlı Mutki ilçesinin Ûhin (Yukarıkoyunlu) köyünde bulunan kendi oğlu Alâüddin-i Uhunî de en önde gelen talebelerinden ve halîfelerindendir.
Fethullah-ı Verkânisî Hazretleri uzun bir ömür sürdü. Ömrünün sonlarına doğru Bitlis'e gelip yerleşti, vefat edeceğini haber verdi.
Fethullah-ı Verkânisî'nin talebelerinden biri rüyasında İsa aleyhisselâmı gördü. Rüyasında İsa aleyhisselâm vefat etmişti. Kefenlendikten sonra mescidin kapısının yanında defin için hazırlanıyorlardı. İnsanlardan büyük bir kalabalık toplanmıştı. O kalabalıktan bir kimse İsa aleyhisselâmın cenazesinde bulundu. Onu defnettiler.
Rüyayı gören kimse bu rüyasını Fethullah-ı Verkâni-sî'ye haber verdi. Fethullah-ı Verkânisî, bu rüyayı bu asırda bulunan büyük bir velînin vefat edeceği şeklinde tâbir etti. Rüyayı anlatan talebe, Fethullah- Verkânisî'nin kendisinin vefat edeceğini anladı. Bir müddet geçtikten sonra Fethullah-ı Verkânisî vefat etti
Fethullah-ı Verkânisî vefatından iki sene kadar önce talebelerinden birine; "Sen niçin Hacc'a gitmedin?" diye sordu. Çünkü o, talebelerini her türlü hayırlı işlere teşvik ederdi. Ertesi sene olunca talebesi Hacc yolculuğu için gerekli hazırlıkları yapıyordu. Fethullah-ı Verkânisî Hazretleri, insanlara islâmiyeti anlatmak üzere çıktığı bir yolculuktan dönünce, yapılan hazırlıkları gördü. Hanımına:
-"Eğer Allahu Teâlâ'nın emri olmasa, onu bu seferden men ederim. Çünkü vakit daraldı, yâni benim, vefa-
ŞEYH FETHULLAH
183
tim yaklaştı. Talebelerimden en yakın olanı ve bana en faydalı olanı budur."dedi ve aradan fazla geçmeden vefat etti.
Vefatından bir sene kadar önceydi. Ramazan ayının otuzuncu günü sabah namazından döndükten sonra ocağın karşısına oturdu ve hanımına buyurdu ki:
-"Bu gece ay, evliyanın sultanı Seyyid Abdülkadîr-i Geylâni'ye gelerek; Esselâmü aleyküm ey Allahu Teâlâ'nın velî kulu. Ben Ramazan ayıyım. Sana geldim ve veda etmek istiyorum. Çünkü bu, son biraraya gelişi-mizdir," dedi.
Bu sözleri söyledikten bir müddet sonra ertesi sene Ramazan ayına erişmeden vefat etti.
Fethullah-ı Verkânisî, Sıbğatullah Arvâsî'nin talebelerinden birisine; "Ben vefat edinceye kadar başkasına söylememen şartıyla sana bir şey anlatacağım," buyurdu ve devam ederek:
-"Bana Sıbğatullah Arvâsî ve hocam Abdurrahmân-ı Tâhî ile üç huri geldi. Huriler gayet süsl.ü elbiseler giymişler, yüzleri ayın on dördü gibi parlar vaziyetteydi. Sıbğatullah Arvâsî ve hocam Abdurrahmân Tâhî bana; "Biz sana, bizimle beraber gelmen için geldik. Senin Al-lahü Tealâ'ya kavuşma vaktin yaklaştı," dediler. Ben onlara; "Hoş geldiniz", dedim. Onlardan huriler hakkında sordum. "Bu hurilerden biri Sıbğatullah Arvâsî için, birisi hocam Abdurrahmân Tâhî içindir. Diğeri kim içindir?" dediğimde; "Allahu Teâlâ o huriyi sana hediye gönderdi." dediler. Ben, onlara: "Benim hastalığım pek şiddetlendi. Huri nerede, ben nerede? Ben kendi derdimle
184
HATME-İ HÂCEGÂN SULTANLARI
meşgulüm", deyince onlar; "Allahu Teâlâ böyle emretti," buyurdular. Sonra; "Ben Rabbimin verdiklerine razıyım", dedim.
Bu konuşmalar sırasında bu üçüncü hurinin hocamın kızı olan hanımım olabileceği aklıma geldi. Dikkatle bakınca onun olmadığını anladım. Bu huri, Allahu Te-âlâ'nın hazînelerinden bir ihsanıdır, diye düşünüp Allahu Teâlâ'ya şükrettim".
VEFATI
Vefatından üç ay kadar önce talebelerinden birine: "Oğlum Alâeddîn'i sana teslim ettim. Sonuna kadar sana ders okutamayacağım," dedi. Sonra oğlu Alâeddîn'e dedi ki: 'Sana 'Vad'iyye Risalesi'nden ders okutuyordum. Geriye bir ders kaldı. Fakat bundan sonra okutamayacağım. Sana ders verme işini hocana bıraktım," buyurdu. Böylece vefatını işaret etti ve bu onun son dersi oldu.
Fethullah-ı Verkânisî, son zamanlarında bile Peygamber Efendimizin ve Ehl-i Beytinin sevgisiyle doluydu. Ölüm hastalığı sırasında Peygamber Efendimizin hayâtını ve güzel ahlâkını anlatan "Mevâhib-i Ledünniy-ye" kitabını ve şerhini mütâlâa ediyordu. Birinci cildini okudu.
Vefatından yedi gün kadar önceydi. Hanımı Tayyibe Hâtûna; "Lambayı tut. Bu kitabı bitirmeden bırakmaya gönlüm razı değil," dedi. Birinci cildi okuyup bitirdikten sonra; "Bana diğer cildi veriniz," dedi. Ona ikinci cildi verdiler. Okumaya devam etti. Sonunda okuyacak taka-
ŞEYH FETHULLAH
185
ti kalmadı. Ondan da üç sayfa kadar okudu. Hz. Ali ile Hz. Fâtımâ'nın evlenmeleri hususuna gelince durdu; kendinden geçip dalgın bir hâle geldi.
Hastalığı sırasında oğlu Alâeddîn'e âlim ve sâlihlerle beraber bulunmasını tavsiye etti. Ayrıca sadaka vermesini emretti. Çünkü sadaka, hastalıklarının şifâsı olacaktı. Ayrıca her sene bir kendisi, bir de hocasının ruhu için kurban kesilmesini vasiyet etti.
Vefat edeceği gün oğlu Alâeddin ve talebeleri yanına geldiler. O'na yönelerek oturup ağladılar. Fethullah-ı Verkânisî onlara baktı ve yüzlerinde üzüntü belirtilerini gördü. Onlara;
-"Ağlamayınız! Allahu Teâlâ benim hastalığıma şifâ verirse, sizin babanızım. Eğer şifâ bulamazsam, babanız yâni size sahip çıkacak olan Muhammed Ziyâüd-dîn'dir. Çünkü O'nun insafı diğer insanların insafından fazladır," buyurdu. Devam ederek; "Ölüm sarhoşluğu olan bu son ânımda, yıkanmam ve defnedilmem esnasında benimle ilgili hiçbir sünneti terk etmeyiniz,"dedi.
Fethullah-ı Verkânisî vefat edeceği günün sabahı ebedî yolculuk için gerekli hazırlıkları yaptı. Rabbinin huzuruna temiz çıkmak için gusül abdesti aldırdı. Sağ tarafının üzerine kıbleye karşı yatırılmasını istedi. Bir an evvel Allahu Teâlâ'ya kavuşmayı arzuluyordu. Zaman zaman diğer yanı üzerine de çeviriliyordu. Bâtınî haliyle Allahu Teâlâ'yı zikrediyordu. Yâni sesli olarak herhangi bir tesbîh veya kelime söylemiyordu. Vefatı yaklaştığı sırada misvakının yıkanarak kendisine verilmesini söyledi. Misvakını yıkayıp getirdiler. Bir defa dişlerini mis-
186
HATME-I HÂCEGÂN SULTANLARI
vakladı. Fakat, kollarını oynatacak takati kalmadığı için talebelerinden birisi misvakı alıp, onun dişlerini misvak-lamaya devam etti. Ayrıca hocasının halîfelerinden Molla Reşid'e; Yâsîn sûresini okumasını söyledi. Yâsîn-i şerif bitince, Şeyh Fethullah-ı Verkânisî; "La ilahe illallah" dedi ve yüzünün su ile mesh edilmesini istedi. Fethullah-ı Verkânisî'nin Allahu Teâlâ'ya kavuşma vakti yaklaştıkça yüzü güzelleşiyordu.
Nihayet 1899 (H. 1317) senesi Cemâziyelevvel ayının 21'inci Salı günü Bitlis'te vefat etti. Defin için gerekli hazırlıklar yapıldı. İnsanlar grup grup cenaze namazını kıldılar. Vasiyeti üzerine evinin yanında defnedildi.
Fethullah-ı Verkânisî'nin Bitlis'te bulunan türbesi sevenleri tarafından ziyaret edilmektedir. O'nun Nakşiben-diyye yolunun edeblerini anlatan bir risalesi vardır.
Dedi ki: İnsan bedeninde mevcut hastalıkları tedavi etmezse helak olur. Bunun gibi insanların ruhunda mevcut kibir, riya, hased ve benzeri manevî hastalıkları tedavi etmezse elbette helak olur.
O hep şöyle derdi: "Şerîata uymadıkça keşiflerle amel olunmaz. Tâ ki sahîh olsalar bile. Bunlar üzerine hüküm bina edilmez."
"Tarikattan gaye nefsi ıslâh etmektir."
"La maksûde illallah'dan maksâd, akıldan lüzumsuz düşünceleri ve gafleti def etmektir."
MUHAMMED ZİYÂUDDÎN
Kuddise sırruhu
Câmi-i kemâlâti'l-evliyâi'l-evvelin ve mecmai'l-âdâbi ve fuyûdâti'l-âhirîn, umdeti'l-İslâmi ve'l-müslimîn, umû-di'l-meşâyihı bi ecmaihim ve's-sâlikîn, nûri's-semâvâti ve'l-aradîn, sirâci'l-milleti ve'd-dîn, kehf'id-duafâi vel-mesâkîn, kutbi'l-eimmeti ves-sâlikîn, sultâni'l-âşıkîn, mevlânâ hazreti eş-Şeyh Muhammed Diyâuddîn. (Kadde
sallahu Sırrahu)
Geçmiş velillerin kemalatını zatında toplayan, onların bütün edep ve feyizlerini bünyesinde birleştiren, islam'ın ve müslümanların temel direği, bütün şeyhlerin ve saliklerin dayanağı, göklerin ve yerin nuru, müslümanların ve dinin ışığı, zayıf ve düşükünlerin sığınağı,
188
HATME-İ HÂCEGÂN SULTANLARI
imamların sülük ehlinin kutbu, aşıkların sultanı efendimiz, kamil-mükemmil Şeyh Hazret! Muhammed DİYA-
UDDİN (Allah sırrını yüceltsin)
Hazret lakabıyla ve Nurşînî nisbetiyle meşhurdur.
Babası : Abdurrahman Tâhî
Doğum yeri : Hizan'ın Usba köyü
Doğum târihi : 1855
Vefatı :1923
Kabr-i şerifi : Nurşîn'de
EĞİTİMİ
İlk eğitimini babası Abdurrahman Tâhî Hazretlerinin yanında aldı. Zamanının zahirî ve bâtınî ilimlerini tahsil ederek "Mollalık icazetini aldı.
Vefatına yakın babası onu en büyük halîfesi Fethul-lah-ı Verkânisî'ye emânet etti. Muhammed Ziyâuddîn Hazretleri babasının vefatından sanra Şeyh Fethullah Hazretlerinin irşadı ve eğitiminde kâmil bir insan olarak yetişti.
Mürşidi kendisini en ağır hizmetlerde kullanarak nef-sî terbiyeden geçirdi. Abdurrahmân-ı Tâhî Hazretlerinin kendisine emânet ettiği genç Muhammed Ziyâuddîn Hazretlerinin yetişmesi ve olgunlaşması için özel itinâ gösterdi. Nakşibendiyye yolu ve usûlüne göre 1889'da icazet ve hilâfet alan, tebliğ ile vazifelendirilen Muhammed Ziyâuddîn Hazretleri mürşidinin sağlığında on yıl, mürşidinin vefatından sonra yirmi dört yıl irşâd makamında Dîn-i İslâm için gayret gösterdi.
MUHAMMED ZİYÂUDDÎN
189
I
İRŞADI
Otuz dört yıl boyunca insanların dünyâ ve Âhiret saadetine kavuşmalarına gayret gösteren Muhammed Ziyâuddîn Hazretleri tasavvuf yolunda bulunmanın sohbet esâsından geçtiği prensibi üzerine hareket etti.
Sohbetlerinde Peygamber (s.a.v) Efendimize tâbi olmanın önemi üzerinde durdu. Zamanındaki seyyidler ve âlimlerle yüzyüze görüştüğü gibi onlara mektuplar da yazdı. İlmi ve faziletiyle insanları Hakk'a davet etti.
Muhammed Ziyâuddîn Hazretlerinin sevdiklerine ve talebelerine yazdığı mektupları 13 halîfesinden Muhammed Alâüddîn-i Ûhinî toplamıştır. "Mektûbât"adı verilen bu eserinde 114 mektup vardır.
HÂLLERİ
Tasavvuf yolunda bulunmanın esâsının sohbet olduğunu bildirerek buyurdu ki:
-"Biliniz ki sohbetsiz geçen zaman zarardır. Ömrün boşa geçmesidir. Bu ömrün hakkı, ilk önce tedricî olarak sohbetin tahsili yolunda sarf edip, mümkün olduğu kadar sohbeti terk etmemektir. Sonra tarikatta sonu olmayan edeblere uymaktır. Çünkü sohbet bütün kemâlatın, olgunlukların ve marifetlerin başlangıcıdır. Geçen zaman iade edilmez, kaza da edilmez. Ne olursa olsun sohbetsiz geçen vakitlere üzülmeli, belli zamanlarda yapılması emrolunan virdleri, vazifeleri terk etmemeli ve hocasını gözü kapalı olarak düşünmelidir. Zira tamamıyla yapılması mümkün olmayan bir şeyi tamamıyla da terk etmemelidir."
190
HATME-İ HÂCEGÂN SULTANLARI
MUHAMMED ZİYÂUDDÎN
191
Ziyâuddîn-i Nurşînî Hazretleri bir sohbeti sırasında Peygamber Efendimize tâbi olmanın önemine işaret ederek buyurdu ki:
- "Ey dostlarım! Hakîki saadet ve olgunluk, iki cihanın efendisi olan Peygamber Efendimize tâbi olmak , O'nun tebliğ ettiği İslâmiyetin boyasıyla boyanmak, bizzat emirlerine uyarak yasakladığı şeylerden sakınmakla mümkündür. Ayrıca, bunları başkalarına da yaptırmalıdır. Bir kimse başkasını İslâmiyetin emir ve nehiylerine muhalefetten men edecek kudrette olup da onu men etmezse, o kimsenin ortağıdır, yâni o işi birlikte yapmış sayılırlar. Bir kimse Peygamber Efendimizin sünnetini ve İslâmiyetin hükümlerini başkasına yaptırsa, ona hâsıl olacak ecir ve sevabından hiçbir şey noksan olmaksızın kendisine de hâsıl olur."
İlmi ve faziletiyle insanları hak yola davet eden Mu-hammed Ziyâuddin Nurşînî Hazretleri, aynı zamanda dini, vatanı ve milleti için savaşarak büyük kahramanlıklar gösterdi. Birinci Dünyâ Savaşında talebeleriyie birlikte Ruslara ve Ermenilere karşı kahramanca savaştı. Kardeşleri Muhammed Saîd ve Muhammed Eşref ile birçok talebeleri şehîd oldular. Din ve vatan uğruna yaptığı hizmetlerinden dolayı zamanının bütün âlimeri ve devlet adamlarının hürmet ve sevgilerine mazhâr oldu.
Birinci Dünyâ Harbine katılarak büyük kahramanlıklar gösteren Muhammed Ziyâuddîn Nurşînî Hazretleri, koluna isabet eden bir mermi sebebiyle felç oldu. Felcin bütün vücûda yayılmaması için Bitlis Askeri Hastanesinde sağ kolu kesildi. Fakat, Ziyâuddin Nurşînî Hazretleri
bu ameliyatın arkasından ağır bir hastalığa tutuldu. Talebeleri ve sevenleri o vefat edecek diye üzülüyorlardı. Bâzan kendinden geçiyor, bâzan da ayılıyordu. Bu hâl üzereyken bir gün şöyle buyurdu:
-"Rüyamda yanıma kalabalık bir velî grubunun geldiğini gördüm. Gavsü'l Azam Arvasî, Abdurrahmân Tâhî ve Şeyh Fethullah Verkanîsî de aralarındaydı. Dünyada mı kalacağım yoksa Âhiret'e mi intikâl edeceğim hususunda aralarında uzun müzâkereler yaptılar. Şeyh Fethullah Verkanîsî dünyada kalmanın daha hayırlı ve insanların hidâyete kavuşmalarına vesile olacağımı belirterek sekiz yıl daha yaşamamı teklif etti. Hazır bulunan büyüklerimiz de teklifi uygun görerek dağıldılar."
Nitekim Mnhammed Ziyâuddîn Nurşînî Hazretleri bu rüyanın dokuzuncu yılı başlarında vefat etti.
Muhammed Ziyâuddîn Nurşînî Hazretleri, babası Abdurrahmân Tâhî Hazretlerinin kabrinin bulunduğu Nur-şîn'den ayrı kalmak istemezdi. Fakat, insanlara İslâmiyetin emir ve yasaklarını anlatmak üzere çeşitli beldelere gitmesi gerekiyordu. Ömrünün son zamanlarında Azîzân'dan Nurşîn'e taşınmayı ısrarla istedi. Ailesinden bâzıları da Azîzân'da kalmak istiyorlardı. Azîzânlılar da Şeyh Ziyâuddîn Nurşînî Hazretlerinin köyde kalması için yalvarıp dil döktüler. Şeyh Hazretleri bütün bu ısrarlara rağmen; "Babam Abdurrahmân Tâhî Hazretlerinden uzak kalmaktan ve onun beldesinden uzakta vefat etmekten korkuyorum," diyordu.
Vefatından bir yıl önce hiçbir engele aldırış etmeksizin kesin bir kararlılıkla Azîzân'dan Nurşîn'e taşındı.
192
HATME-İ HÂCEGÂN SULTANLARI
MUHAMMED ZİYÂUDDÎN
193
Ömrünün son senesini Nurşîn ve civarında geçirdi. Ab-durrahmân Tâhî Hazretlerinin kaldığı ve gezdiği yerleri büyük bir özlem ve hasret içinde gezip hâtıralarını tazeledi.
Ziyâuddîn Nurşînî Hazretleri Nurşîn ve civarında bulunduğu sırada insanlara vâz ve nasihat ederek İslâmi-yetin emir ve yasaklarını anlatmaktan geri kalmadı. Talebelerine ve sevenlerine hitâb ederek buyurdu ki:
-"Allahu Teâlâ'ya ibâdet edip O'ndan korkunuz. O'nun razı olmadığı zahir ve batım şeylerden korunmaya, mühim şeylerden ve tâatiardan olan Allah'ın emir ve yasaklarını halka duyurmaya sıkıca sarılın. Fakat, ilk önce bir an dahi bedenden ayrılmayan nefs-i emmâre-ye Allahu Teâlâ'nın emir ve yasaklan bildirilmelidir. Çünkü, Allahu Teâlâ'nın nefsin şerrinden koruduğu kimseler bile nefs-i emmârenin şerriyle karşı karşıyadır. Zira nefs-i emmâre, sahibine günâhları tâat şeklinde gösterir. Bal içine zehir katar. Öyleyse sahibine bir şeyi yapmayı veya yapmamayı içinden geçirdiğinde, insanın onu şeriat ölçüsüyle ölçmesi lâzımdır. Doğru ise güzel, değilse onu kınayıp, islamiyetin emri doğrultusuna çevirmesi gerekir.
Nefse yapılan bu tebliğden sonra, insanlara Allahu Teâlâ'nın emreylediği şeyleri yapıp, yasak ettiği şeylerden kendilerini korumaları tebliğ edilmelidir. Ancak tebliğ eden kimse buna da dikkat edip kendini gizli kalb hastalıklarından korumalıdır. Bununla kendine nasihat etmeyi irâde etmelidir. Hattâ halka sohbet ettiği vakitte
bile, kendi nefsinden başka bir şeye hitâb etmemelidir. Yoksa sohbeti kalblere tesir etmez.
Yine tebliğ eden kimse, aldatıcı, hilekâr dünya hakkında korku üzere bulunmalıdır. Çünkü dünyâ insanlara gelinler gibi süslenir. Lâkin Allahu Teâlâ'nın sevdiği olgun bir velîden, ruhanî bir imdat almış kimseden başkası onun çirkinliğini anlayamaz.
Bu zamanda halkla yapılacak sohbet, insanları dünyâdan soğutmaktır. Umulur ki, böylece Âhiret işleri tatlı gelir. Çünkü, dünyâ ile Âhiret iki kuma kadına benzer. Birisi razı olunca, diğeri darılır. Allahu Teâlâ bizi ve sizi kendi muhabbetine, Resulünün muhabbetine muvaffak eylesin. Âmîn".
VEFATI
Vefat etmeden önceki son günün kuşluk vaktinde, "Üstâd-ı Azam Hazretleri hangi vakit vefat etmişti?" diye sordu. "Kaba kuşluk sırasında," diye cevap verildi. Öğleden sonra kadın, erkek ve çocuk bütün aile mensuplarını yanına çağırdı ve en büyük halîfesi Molla Muham-med Emîn'e, orada bulunanlara tevbe ettirmesini emretti. Kendisi de yastığının yanına oturarak şöyle buyurdu: -"Onlar, yâni bu yolun büyükleri iki gündür bana gerek ev halkımı ve buraya başvuranları irşâd etmemi ve bu işi Molla Muhammed Emîn'e havale etmemi telkin ettiler."
Molla Muhammed Emîn'in Allah yolunda tükenmez bir hazîne olduğunu belirttikten sonra şöyle konuştu:
194
HATME-İ HÂCEGÂN SULTANLARI
-"Önce ihlâsla tevbe ederek Allahu Teâlâ'ya yönelmeli, arkasından da Üstâd-ı A'zam Abdurrahmân Tâhî Hazretlerinin türbesine giderek dua edip eşiğine yüz sürmelisiniz. Tâ ki Allahu Teâlâ bu sayede bana şifâ versin. Bu yaptığınız tevbe sâdece işlemiş olduğunuz günâhlardan tevbe etmek değildir. Bu tevbe aynı zamanda her şeyden sıyrılıp sâdece Allah'a sığınma, yüce Nakşibendiyye yolu ile bağdaşmayan her türlü hareketten sıyrılma, bundan sonra dünyânın zînet ve hazlar-ma dalmaktan kaçınma, dünyânın alımlı ve göz boyayıcı menfaatleri için yarışmaktan sakınma gayesi güdül-melidir."
Muhammed Ziyâuddîn Nurşînî Hazretleri böylece vefatından önce yerine geçecek kimseyi belirledi ve bütün bağlıları ile talebelerini teslim edeceği bir vekîl tâyin etti. Vefat zamanı yaklaşmasına ve hastalığı iyice,fazla-laşmasına rağmen sünnetlere eksiksiz uymaya gayret etti. Ruhunu teslim edeceği anlarda bile suyu üç yudumda içti. İlk yudumu Besmele ile ve son yudumu da hamd ederek bitirdi. Yine abdestin hiçbir sünnetini terk etmedi. Vefat edeceği gece, bir an önce sabah vaktinin girmesini istiyor, bu yüzden devamlı saatin kaç olduğunu soruyordu. Bir kere beş saatin yedi olduğu söylenince; ""yediden on ikiye kadar beş saat var, o da hayli uzun!"buyurdu. Hattâ komada bulunduğu sırada sabah vaktinin girip girmediğini sorarak yanında bulunanlara; "Abdest alıp, namazlarınızı kıldınız mı?" diye sordu. Orada bulunanlar "Evet, kıldık" diyence; "O hâlde ben de abdest alıp kılayım da namazımı kaçırmayayım, "buyurdu. Yatağın kenarına geldi ve eksiksiz bir abdest alıp
MUHAMMED ZİYÂUDDÎN
195
yine eksiksiz bir şekilde namaz kıldı. Ev halkından biri misvak getirdi, dişlerini misvaklamak istedi. Misvağı kendisi alarak sünnete uygun bir şekilde misvakladı. Şuuru son âna kadar yerindeydi. Yanına gelenleri tanıyor, onlara yer gösteriyor, sorularına cevap veriyordu. Bu sırada şeyhinin oğlu Muhammed Cüneyd kapıdan girince O'nu tanıyarak; "Yâ Şeyh Cüneyd, şöyle buyur!" diye seslendi. Bir gece önceki gördüğü rüyasını şöyle anlattı:
-"Çok sayıda asker gelip Üstâd-ı A'zam Hazretlerinin türbesini ziyaret etti. Yer ile gök arasını bembeyaz kuşlar doldurdu. Bu beyaz kuşlardan büyük biri bana gelerek; "Hazır ol, saat on bir veya on ikiden sonra yâni sabah açtıktan sonra yola çıkacaksın."dedi.
Ziyâuddîn Nurşînî Hazretleri bu rüyayı anlattıktan sonra ev halkını yanından dışarı çıkarak, bir iki kişi yanında kaldı. Üzerinde ölüm alâmetleri belirince, yanında bulunan talebelerinden biri; "Anlaşılan siz, bizleri şaşkın ve yetim bırakıyorsunuz. Sizden sonra bizim sahibimiz ve rehberimiz yoktur," dedi. Bu sözler üzerine; "Elhamdülillah, sen varsın,"diye karşılık verdi. O talebesi; "Allah var, O herkese yeter," diye cevap verdikten sonra; "Benim Allah'tan başka hiçbir şey ile alâkam kalmadı," dedi.
Talebesi onun yanında her gece okuduğu Seyyidü'l-İstiğfâr ile Bakara sûresinin sonunu okumaya başladı. Ziyâuddîn Nurşînî Hazretleri de onun arkasından okudu. Yûnus aleyhisselâmın teşbihini okudu. Arkasından kendisine; "Artık şimdi, Lâ ilahe illallah, demenin vakti değil mi?" dedi. Ziyâuddîn Nurşînî Hazretleri; "Evet, Hace-i
196
HATME-İ HÂCEGÂN SULTANLARI
Ahrâr Hazretlerinin belirttiğine göre bin fennin bilgisine sâhib olsan bile, bunların hepsi gider ve Âhirette sana sâdece Lâ ilahe illallah kalır,"diye cevap verdi. Sonra kendine has net bir ses tonu ile; "İnne fi halkı's-semâvâ-ti..." âyetinden itibaren Âl-i İmrân sûresinin sonunu okudu. Okuması bitince yanında bulunanlarla bâzı hususları konuştuktan sonra sustu. Yanında bulunanlar da bir şey söylemediler. Kendi eli ile bir kere dişlerini misvak-ladı. Bir ara, işareti üzerine alnını su ile ovdular. Mübarek nefesi kesilinceye kadar hiçbir söz söylemedi. Mübarek dili üst damağına yapışık durumda; "Lâ ilahe illallah"kelimesini tekrar ederek 1923 (H. 1342) senesi Re-ceb ayının 27'inci Cum'a günü sabah namazından sonra Bitlis'in Nurşîn koyunda ruhunu teslîm etti.
Son nefesini vereceği anda yüzünde ve alnında ayna gibi bir parıltı belirmişti. Bu parıltıyı orada bulunan herkes de görmüştü. Ayrıca, vefat edeceği günün sabahı yattığı odadan dünyâ kokularına benzemeyen hoş bir koku yayılmaya başlamıştı. Yanına giren herkes bu kokuyu hissediyordu. Bu koku gittikçe kuvvetlendi ve vefatı sırasında odanın her yanını sardı ve dışarıdan bile hissedilir oldu. Son nefesini verdiği anda ve cenazesi yıkandığı zaman vücûduna değen her elbise veya bez parçasından aynı hoş koku dağılıyor ve üstelik bu koku sindiği yerden birkaç kere yıkansa bile çıkmıyordu.
Muhammed Ziyâuddîn Nurşînî Hazretlerinin cenazesini Molla Abdullah Bakî ve Molla Abdülkerim Tertûî, diğer dostlarının yardımı ile yıkadılar. Sağlığında işaret ettiği gibi, babası Abdurrahmân Tâhî Hazretlerinin yanı-başına defnedildi.
MUHAMMED ZİYÂUDDÎN
197
NASİHATLERİ
"Zaman kılınç gibidir. Onu, tâat ve ibâdetle harcayıp kesmezsen o, seni kesip harcayacaktır."
"Nefsin razı olduğu şeylerle meşgul olmak, Cehennem ateşinin yoludur. Muhalefetiyle uğraşmak Cennet yoludur."
P "İslâm şeriatına muhalefet etmek, şeytana (onun
üzerine lanet olsun!) tabii olmak akıl, şeref, gayret ve namus bakımından da yakışmaz. Bunu ancak, kendisinde insaniyyeti soyulup bünyesinde hayvan tabiatı yerleşen kimse yapar."
"Tarikatların âlâsı, yüce Nakşibendî tarikatıdır. Allah bizi ve sizi, sahibinin sırlarıyla takdis eylesin. Çünkü, bu tarikatın esası, sünnet-i seniyyeye uymak, dindeki ruhsatlardan ve Allah'ın rızâsı olmayan bid'atlerden korunmak üzere kurulmuştur."
"Gerçek tasavvuf, Mustafâ sallallahu aleyhi ve sel-lem'in sünneti üzere hareket etmekten ibarettir."
Ziyâuddîn Nurşînî, insanların ve kâinatın yaratılış gayesinden bahsederek buyurdu ki:
-"Ey kardeşim! Bu kâinatın yaratılmasındaki hikmet, Allahü Tealâ'nm marifetine kavuşmaya, O'na yaklaşmaya ve O'na ibâdet etmeye çalışmaktır. Nitekim Allahû Teâla Kur'ân-ı Kerîmde, "Cinleri ve insanları ancak Bana ibâdet etmeleri için yarattım.^ buyurdu.
Zâriyât 51/56.
198
HATME-İ HÂCEGÂN SULTANLARI
"İnsanlar bu dünyâya oyun, oyuncak, evlâd, soyu ile iftihar etmek için gelmedi. Allahu Teâlâ'nın rızâsını kazandıran ve O'nun rahmetini celb eden şeylere çalışmanız gerekmektedir. İnsanın ömrü kıymetlidir. Onunla alçak ve aşağı olan dünyayı değil, en aziz ve peşine düşülecek olan Ahiret'i istemek lâzımdır. Zira dünyâ, insanı Allahu Teâlâ'dan uzaklaştıran şeydir."
Dostları ilə paylaş: |