Ziyâuddîn Nurşînî bir sohbeti sırasında söyle buyurdu: -"Eğer insan bir Hıristiyan çocuğundan utandığı kadar Allahu Teâlâ'dan utansa, o kimseden İlâhî emirlere zıd bir hareket zuhur etmez. Meselâ, zina işlemek gibi büyük bir günâhı işlemek üzere olan kimse, bir Hıristiyan çocuğunun geldiğini görse, onun kendilerini göreceğini anlasa, hemen bu kötü işten kaçınır. Çocuğun görmesinden utanır. Halbuki Rabbü'l-Alemin'in her an kendisiyle beraber olduğunu düşünmez. O, her an insanı görmektedir. Vazifeli melekler de onu durumunu bilmektedir."
"Dünyâ ile Âhiret'iki kuma kadına benzer. Birisi, razı olunca, diğeri darılır."
"Ey kardeş! Gücün yettiği kadar, kendinizi bu zamanda yaygın olan dünyâ bahislerinden muhafaza edin. Kalbin manevî huzur içerisinde bulunmasına çalışın! Çünkü dünyâdaki bu günlük hâdiseler, kulu, Allah'tan uzaklaştırmak ve onu utandırmak için nefs ve şeytanın tuzağıdırlar."
"Hakîkî şükür, kulun kendisine Allah tarafından ihsan edilen, bütün azasını teker teker neye O ne için yaratıl-mışsa, o yolda harcamasıdır."
MUHAMMED ZİYÂUDDÎN
199
"Nakşibendiyye tarikatı, sünnet-i seniyyeye uymaktan ve onu sevgi ile yaşamaktan etmekten başka bir şey değildir. Bu tarikatı arzu eden kimse mutlaka Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in sünnetine tâbi olmalı, dinde bid'at ve ruhsat olan şeylerden, zayıf olan kavillerden kendini muhafaza etmelidir."
"Ey kardeş! Tarikatın sâdâtı (uluları) sohbet ile vaaz arasında fark görmüşlerdir. Şöyle ki: Sohbet, hiç bir şey düşünülmeden kalbe, dile gelen hitabettir. Belki o, kalbin galeyana gelmesindendir. Sohbet edenin yaptığı tüm konuşması, kendisine arız olan şevki veya hüznü ya Allah'tan olan korku veya iştiyakı veya Mahbûb'a kavuşmasına olan hasretinden olur. Hattâ bu durumda olan sohbetçi çok defa karşısında cemâatin olduğunu da unutur. Vaaz ise, böyle değildir. Bazı zamanlarda vaaz eden yanında oturan kimseleri ve durumlarına lâyık olan sözleri düşünerek konuşur. Bu çeşitli konuşmada sözcünün, cemâatin arzu ettikleri şeyi kendi nefsânî arzularına tercih etmesi şart konulmuştur. Yoksa durumundan korkulur.
AHMED HAZNEVÎ
(Kuddise sırruhu)
Vârisi makâmâti'l-evliyâi ve'l-mürselîn, imâmi'l-mü'minîn, umdeti'l-âbidîn, ve's-sâlikîn, muzhiri'ş-şerî-ati'l - ğarrâ, muhyi't tarîkati'n-nakşebendiyyeti'l-beydâ, e!-mütesellihi ani'l-hıcâbi'l-insiyyi, el-hâzini li's-sirri'l-ma'nevî, mevlânâ şeyhine'l-kâmili'l-mükemmil, hazreti eş-Şeyh Ahmed el-Haznevî. (Kaddesaiiahu sirrahu)
Evliyaların ve Peygamberlerin makamlarının vârisi, müminlerin imamı, abidlerin ve saliklerin dayanağı, nurlu hak dinin yayıcısı, parlak Nakşibendiyye yolunu ihya eden, insanı haktan alıkoyan perdelerden sıyrılmış, manevî sırların hazinesi, efendimiz kamil-mükemmil Şeyh
AHMED el- HAZNEVÎ (Allah sırrını yüceltsin)
202
HATME-İ HÂCEGÂN SULTANLARI
Babası : Hoca Murâd Efendi
Doğum yeri : Suriye'nin Kamışlı kazası Hızna
veya Hazne köyü Doğum târihi : Bilinmiyor Vefatı : 1949
Kabr-i şerifi : Suriye, Kamışlı kazası Telma'rûf
köyü
EĞİTİMİ
Zamanın âlimlerinden ilim öğrendi, Müderris Molla Hüseyin Küçük Efendi'den ilmî icazet aldı.
Nurşînli Şeyh Abdurrahmân Tâhî'nin halîfesi Hizanlı Şeyh Abdulkadîr Efendi'nin sohbetlerinde bulundu. Yine Abdurrahmân Tâhî'nin oğlu büyük velî Muhammed Zi-yâuddin Nurşînî'nin talebesi oldu. On beş yıl sohbetlerine katıldı. O'ndan icazet aldı ve halîfesi oldu.
İlim, irfan ve feyiz kaynağı olan Muhammed Ziyâud-dîn Nurşînî'den çok istifâde eden Ahmed Haznevî Hazretleri bu dönemini şöyle anlatır:
-"Nurşîn'e gittikten on beş-yirmi gün sonraydı, Muhammed Ziyâuddîn Nurşînî Hazretlerinin evindeydim. Malûm yemeğimiz darı ekmeği ve darı çorbasıydı, Bir-gün Muş taraflarından, o bölgenin ileri gelenlerinden birisi onu ziyarete gelmişti. Hazreti ve talebelerini yemeğe davet etti. O da davete icabet edeceğini bildirdi. Nasıl olsa ben de ziyafete gideceğim, güzel yemekleri yiyeceğim diye düşündüm ve sevindim. Bu durumdan nefsim çok hoşlandı. Hemen çarıklarım ıslansın da rahat giyeyim diye suya bıraktım. Nihayet, Hazret yolculuk hazır-
7NEVÎ
203
lığını yaptı. Ben de diğer talebelerle birlikte hazırlanmıştım. "Haydi gidiyoruz, bütün mollalar benimle beraber birlikte gelsin, yanlız Molla Ahmed kalsın; o gelmeyecek!" buyurdu. Ben gitmeyip, kaldım, o zaman hocamın niçin öyle dediğini anladım ve nefsime dönüp dedim ki: "Bütün suç senindir, sen güzel yemekler yerim diye iş-tahlandın. Güzel yemeklere tamah ettin, işte bunun için seni götürmedi. Ey nefsim! Senin uslanman için bu kapıda çok sabırlı olman ve kendi isteklerini bir kenara bırakman lâzımdır. Bunu yaparsan, Allahu Teâlâ'nın ve sevdiklerinin rızâsına kavuşursun."
Bir gün Muhammed Ziyâuddîn Nurşînî Hazretleri, Ahmed Haznevî'ye sordu:
-"Molla Ahmed I Sen yemeklerini nerede yiyorsun?" Ahmed Haznevî Hazretleri de: -"Sofilerle beraber yiyorum efendim," dedi. -"Peki, nerede yatıyorsun?" diye sorunca da; -"Aşağı divanda yatıyorum,"cevâbını verdi. Muhammed Ziyâuddîn Nurşînî Hazretleri bu cevaptan pek hoşlandı ve buyurdu ki:
-"Çok iyi yapıyorsun. Aşağı divan çok hoştur. Seydâ-i Tâhî orada sohbet ettiği ve talebelerine mânevi feyzle-ri ihsan ettiği için oranın bereketi fazladır. Yukarı divan ağaların yeri, aşağı divan ise Şeyda'nın divanıdır. Oranın kıymetini bil."
İRŞADI
Hocası Muhammed Ziyâuddîn Nurşînî Hazretlerinin vefatından sonra doğum yeri olan Hazne köyünde ve
204
HATME-İ HÂCEGÂN SULTANLARI
Tel-ma'rûf köyünde ilim okutup talebe yetiştirdi. İnsanları Allahu Teâlâ'nın rızâsına kavuşturan saadet ve kurtuluş yoluna sevketmeye çalıştı. Yakından, uzaktan gelerek sohbetleriyle şereflenen insanlar ondan istifâde ettiler. Birçok din âlimi, tasavvuf erbabı yetiştirdi. O'nun yetiştirdiği zâtların en başında, kabri Menzil'de bulunan Abdülhakîm Hüseynî (Gavs) Hazretleri gelmektedir.
O, sabırlı ve yumuşak huyluydu. Muhâtablarına kızmaz, hilimle muamele ederdi. İlim, irfan ve güzel ahlâk sahibiydi. İnsanların dünyâ ve Âhiret saadetine kavuşmaları için ömrünü harcadı. O şöyle diyordu:
-"Zaman fırsatı, bir ganimettir. Kişi sıhhatini ve boş vaktini kendine ganimet bilmelidir. Öyle ise ömrün hepsinin Allahu Teâlâ'nın rızâsının olduğu şeylere sarf edilmesi daha lâyıktır. Beş vakit namazı cemaatle kılmalı, teheccüd, gece namazını terk etmemeli, seher vaktinde istiğfara, tevbeye devam etmelidir. Tavşan uykusu gibi hafif uyumalı, ibâdetlerden geri kalmamalı, dünyâ nimetlerinin lezzetine aldanmamalıdır. Ölüm ve Âhiret hâllerini anıp göz önünde bulundurmalıdır.
Hattâ vakitlerin devamlı olarak Allahu Teâlâ'nın ismini anarak geçirilmesi vâcibtir. Aydınlık İslâm dinine uygun olan her şey alış-veriş de olsa kişinin yaptığı ameller zikir sayılır. Öyle ise, yapılan bütün işlerin zikir olması için bütün davranışlarda İslâmiyetin hükümlerine uyulması gerekir. Çünkü zikir, gafleti kovmaktan ibarettir. Bütün fiillerde Allahu Teâlâ'nın emirlerine ve yasaklarına riâyet edildiğinde gafletin etkisinden kurtuluş mümkün olup Allahu Teâlâ'ya devamlı zikrin sevabı hâsıl olur.
AHMED HAZNEVI
205
Hulâsa, Allahu Teâlâ'nın yolunda tâlib olan kimsenin dünyâdan yüz çevirip, kalbi ile Âhiret işine yönelmesi, zaruret mikdârı dünyâ işleriyle uğraşması, diğer bütün vakitlerini Âhiret işlerine sarfetmesi gerekir."
HÂLLERİ
Sevdiklerinden birisinin kardeşinin vefatı üzerine başsağlığında bulunduğu sırada buyurdu ki:
-"Ey kardeş! Hakîkaten ölüm, musibetlerin en bü-yüklerindendir. Ondan gafil olmak da ondan daha büyük bir musibettir. Öyle ise fukahânın cenaze başında söyledikleri gibi; ölüme hazırlık yapılması her mükellefin üzerine vâcibdir. Hele kendisiyle arasında alış-verişi olan kimselerle helâllaşması gerekir. Allah'ın mağfiretine kavuşanınızın musibeti, güç ve şiddetli olsa da, kulun Hakk Sübhânehû ve Teâlâ'nın yaptığı işe razı olması lâzımdır. Çünkü bizler dünyâda ebedî kalmak için yaratılmadık. Belki faydalı işler yapmak için yaratıldık. Öyle ise çalışmak lâzımdır. Esasen ölüm musibet olmayıp, belki ölümden sonra, dost olan Allahu Teâlâ'ya kavuşmaktır. Mürşidim (Şeyh Muhammed Ziyâuddîn Nurşînî) bâzı sevenlerinin taziyesinde şöyle yazmıştır:
-"Ey kardeş! Ölümden nasîb, ibret almaktır. İbret alıp onu nasihat kabul ederek işlek bir yol olduğunu, ondan hiçbir kimsenin kurtulamayacağını bilen ve o yola evliyanın sevgisini kazanarak ve Allahu Teâlâ'nın emirlerine uyup, yasaklarından sakınarak hazırlanan kimseye ne mutlu! Ondan ibret almayana ne yazık! Allahu Teâlâ'nın rahmetine kavuşan bu kimsenin bizdeki nasibi,
206
HATME-İ HÂCEGÂN SULTANLARI
ona, bağışlanması için dua etmektir. Allah'ım! Kusurlarını affedip ona rahmet eyle!
İbn-i Abbâs radıyallahu anh'dan rivayet edilen hadîs-i şerifte Peygamber (s.a.v) Efendimiz buyurdu ki:
-tDlünün mezardaki hâli denize düşüp imdâd diye bağıran düşmüş kimseye benzer. Boğulmak üzere olan kimse kendisini kurtaracak birini beklediği gibi, meyyit de, babasından, kardeşinden, arkadaşından gelecek bir duayı bekler. Kendisine bir dua gelince dünyânın hepsi kendine verilmiş gibi sevinmekten daha çok sevinir. Al-lahu Teâlâ yaşayanların duaları sebebiyle ölülere dağlar gibi çok rahmet verir. Dirilerin de ölülere hediyesi, onlar için dua ve istiğfar etmektir."42
Şüphesiz rahmetli Hacı Süleyman, öz kardeşindi yaptığı iyiliğine karşı mükâfat olarak iyilik etmek, zaman zaman ona dua edip ruhuna sadaka vermeniz, onu unutmamanız, ölümünden kendinize ibret alıp, öleceğinizi hatırlayarak, Hakk Sübhânehû ve Teâlâ'nm razı olduğu şeylere bütünüyle yönelmeniz lâzımdır. Allah sevabınızı artırsın, üzüntünüzün mükâfatını versin, ölünüzün kusurlarını affeylesin. Kalblerinize sabır versin!"
Ahmed Haznevî Hazretleri bereketli sohbetleriyle insanların dünyâ ve Âhiret saadetine kavuşmaları için çırpındığı ve şöhreti etrafa yayıldığı sırada birçok kimseler hocalarını bırakıp Ahmed Haznevî'nin etrafına toplanmaya başladılar. O sıralarda Suriye'de kendinin şeyh olduğunu iddia eden pekçok kimse arasında bir de "Ye-
'¦ Zebîdî ithafu's Sâdet'il-Müttakîn 7/137.
i
AHMED HAZNEVÎ
207
ş/7Şey/7"diye anılan biri vardı. Elbisesi, cübbesi, sarığı, entarisi, hülâsa baştan aşağı bütün giydikleri yeşil renkten olduğu için herkes ona " Yeşil Şeyh" derdi. İşte bu Yeşil Şeyh'in de talebeleri kendisini terk edip Ahmed Haznevî'nin kapısına gittiler. O'nun yanında hiç kimse kalmadı. O da kalkıp o civarda ne kadar ağalar ve ileri gelenler varsa hepsini topladı. Ahmed Haznevî'ye de haber gönderip toplantıya çağırdı. Topladığı kişilere güvenip bir şeyler yapmaya çalışıyordu.
Ahmed Haznevî daveti kabul edip gitmeye karar verdi. Talebeleri, O'na; "Müsâade ederseniz biz de 30- 40 kişi sizinle birlikte gelelim," dediklerinde; "Ne diye geleceksiniz? Biz aşiret dâvasına mı gidiyoruz?"'buyurdu ve onların isteklerini kabul etmedi. Devam ederek; "Madem davet etmiş, icabet edelim, ne sözü varsa söylesin, sâdece iki kişi bana refakat etse kâfidir,"buyurdu. Yanına iki talebesini alarak yola çıktı. Yeşil Şeyh'in köyüne vardı, kapısını çaldı. Kapı açıldığında o civarın ağaları ve halkın ileri gelenlerinden 40- 50 kadar kişinin orada olduğunu gördü. İçeri girerek selâm verdi. Yeşil Şeyh hiç iltifat etmedi. Fakat Ahmed Haznevî Hazretleri, Yeşil Şeyh'in bu davranışına aldırış etmeden yanına gidip müsâfeha yaptıktan sonra oturdu. Ahmed Haznevî oturur oturmaz, Yeşil Şeyh konuşmaya başladı:
- 'Yetmez mi bize yaptığın hakaret ve zulüm; bütün talebelerimizi elimizden aldın! Etrafımızda hiç talebe bırakmadın. Nedir bu senin yaptığın? Ne kadar benim babamdan, dedemden kalan talebem varsa, hepsini etrafına topladın. Olur mu böyle şey?" diyerek uzun uzun konuştu.
208
HATME-İ HÂCEGÂN SULTANLARI
II
Yeşil Şeyh'in hakaret dolu bu sözlerini sabır ve tahammülle dinleyen Ahmed Haznevî, susarak dinlemeye devam etti. Ahmed Haznevî'nin bu derece sabırla susmasına dayanamayan Yeşil Şeyh;
-"Sen niye konuşmuyorsun?" deyince; Ahmed Haznevî:
-"Benimki sâdece iki kelimedir, dinle! Eğer işim ve niyetim Allah içinse vallahi değil sen, senin gibi yüz kişi daha olsa bunu bozamaz! Yok, eğer işim Allah için değilse, sabret altı aya kalmaz, darmadağın olur giderim!" buyurdu. Yeşil Şeyh:
-"Çok doğru söyledin. Hakîkaten öyle, eğer Allah içinse yüz tane benim gibisi gelse sana hiç bir zarar gelmez. Çünkü Allah için çalışana kimse dokunamaz. Yok eğer Allah için değilse, talebelerimiz haliyle geri gelirler," diyerek hakkı teslim etti ve Ahmed Haznevî Hazretlerinin büyüklüğünü kabul etti.
Nakşibendiyye yolunun faziletiyle ilgili olarak buyurdu ki:
-"Hâce Bahâeddîn Nakşibendî Hazretleri; "Hakikaten yolumuz, Allah'a giden yolların en yakın ve en kısasıdır. Allahu Teâlâ'dan, şüphesiz kulu kendisine ulaştı -rıcı bir yol diledim. Dileğimi yerine getirip duamı kabul etti." buyurdu. Bu tarîkate ilk girişte bir tad ve zevk olup, sonunda aşk harareti ve sarhoşluğu (kendinden geçme hâli) vardır. İşte bunun içindir ki, arif kimse kendini hiçe sayıp nefs-i emmaresine bakıp frenk kâfirlerinin bile kendinden daha iyi olduklarını düşünür."
AHMED HAZNEVÎ
209
Bir sohbet esnasında da Ramazân-ı şerif ayının faziletiyle ilgili olarak buyurdu ki:
-"Ramazân-ı şerif ayında Peygamber Efendimizin âdet-i şerifi, esirleri serbest bırakmak, istedikleri şeyleri onlara vermekti. Bu ayda akşam olunca orucu acele açmak, sahuru tehir etmek, teravih namazı kılıp, Kur'ân-ı Kerîm okuyup hatim etmek sünnet-i müekkede olup birçok iyi neticeler verir.
Bu ayda sâlih ve iyi ameller yapmayı başaran bir kimse, o senenin sonuna kadar da iyi işleri başarmış olur. Bu ayı günâh işlemekle geçirse, o yılı sonuna kadar günâh işlemekle geçirecektir. Öyle ise Müslümanın, mümkün olduğu kadar bu ayda aklını Allah yoluna verip çalışması, bu ayı kendine ganimet bilmesi gerekir. Bu ayın her gecesinde, Cehennem ateşine müstehak binlerce kimse âzad edilip serbest bırakılır. Cehennem kapıları kapatıp, şeytanlar bağlanır, rahmet kapıları açılır."
Şeyh Ahmed el-Haznevî Hazretleri uzaktan yakından sohbetlerine gelen kimselere İslâm dininin emir ve yasaklarını anlatarak kurtuluşlarına vesile olduğu gibi sevenlerine ve talebelerine de mektuplar yazarak onlara yol gösterdi. Deyrezoğlu Molla Ahmed, Muhammed ve Hacı Hayreddîn'e yazdığı mektupta buyurdu ki:
"...Arka arkaya gelen kıymetli mektuplarınız bize ulaştı. İçindekilerini anlayınca çok sevindik. Çünkü onlar, sizin bu yüce Nakşibendiyye yolunda olan şiddetli muhabbetinizin, samimî azîm ve arzunuzun çokluğunun habercisidirler. Bu muhabbet ve arzu çok büyük nimettir. Nasıl büyük olmasın ki, bu yolun büyükleri, müridin,
210
HATME-İ HÂCEGÂN SULTANLARI
talebenin Allahu Teâlâ'nın mânevi feyz istemesini kendisine verilen mânevi nimetlerin yarısı, arzusunu da Allah'a kavuşmanın yarısı saymışlardır. Zira istek ve talep ile Allahu Teâlâ'ya kavuşmak Aziz ve Yüce olan Allah'tandır. Kerem sahibi olan Allahu Teâlâ, kulun kalbine isteme ve arzuyu attığında, bu o kula manevî bir mertebe vermesine ve kendine kavuşmasını irâde ettiğine delâlet eder.
İşte kardeşlerim! Bu beyândan anlaşıldı ki, sizde hâsıl olan talep sizin için büyük bir nimet olup şükretmeniz gerektirir. Tâ ki içindeki talep kuvveden (kabiliyyeten) fiiliyata (icraata) çıksın. Yüce Allah'ın, "Nimetlerimin kıymetini bilir, emrettiğim gibi kullanırsanız, onları artırırım..."43 mealindeki âyet-i kerimesi de buna kesin bir delildir. Bununla beraber şunu da ilâve edelim ki, bu zamanda İslâmiyet garîb oldu. Bu zamanda az bir dindarlık, diğer zamanlardakinden çok hayırlıdır.
Yine size şu tavsiye olunur ki: Bu parlak şerîate (İs-lâmiyete) ve mübarek sünnete tâbi olmanız lâzımdır. Zî-râ tarikat şeriatın çekirdeğidir... Hattâ bu tarikatın imâmı yâni Şâh-ı Nakşîbend Buhâri Hazretleri buyurdular ki: "Şeriata aykırı olan herhangi bir tarikat zındıklıktır." Bu yolun büyükleri buyurdular ki: "Bu tarikat üç esas üzeredir: Muhabbet, ihlas ve kendine dînini öğreten manevî hocasına, mürşidine tâbi olmaktır." Bu yolun büyükleri bunları şöyle açıklamışlardır: "Muhabbetin en aşağı derecesi, Allahu Teâlâ'yı seven kişinin, kendini nefsânî arzu ve dileklerinden tamâmiyle sıyırıp, sevgilisi olan Alla-
43 İbrahim 14/7.
AHMED HAZNEVI
211
hu Teâlâ'nın irâde buyurduğu şeylere teslim olmasıdır. İhlasın en aşağı derecesi de; mürid yâni talebenin, dünyâ yüksek evliyalarla dolu olsa bile, yine hidâyetin ancak mürşidin kapısının eşiğinde olduğunu kesinlikle bilmesi ve buna kalben karar vermesidir. Teslimiyetin en aşağı derecesi de; müridin kendini mürşidinin huzurunda, ölünün, yıkayıcının elinde istediği gibi çevrildiği şekilde olduğunu bilmesidir."
Kısaca; talebe kendi nefsinin irâde ve arzusundan sıyrılıp, hocasının irâdesine bağlanmalıdır. Öyle ise şeriat ve tarikattaki bid'atlardan sakın! Sakın, sakın!.. Çünkü sermâyemiz bu yolun büyüklerine uymaktan başka bir şey değildir...
Size, evlâdınıza, ev halkınıza, yanında bulunan dostların cümlesine selâm ederiz. Çocuklarımız, tâbilerimiz hepsi size selâm edip duanızı diler. Size dua ederler. Selâm sizin ve Mustafâ'nın -sallallahu aleyhi ve sellem-şeriatına tâbi olanların üzerine olsun!.."
NASİHATLERİ
"Zaman fırsatı, bir ganimettir. Kişi sıhhatini ve boş vaktini kendine ganimet bilmelidir. Ömrü faydasız şeylere harcamamalıdır... Allattın rızâsının olduğu işler aranmalıdır."
"Bütün işlerin zikir olması için bütün davranışların İs-lâmın hükümlerine uygun olması gerekir..."
"Akıllı olan kimse Allahu Teâlâ'nın dostu ve sevgilisi olan Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem'in serî-
212
HATME-İ HÂCEGÂN SULTANLARI
atine, Nakşibendiyye büyüklerine, fakirlik, zenginlik, rahatlık ve sıkıntılı zamanlarında dahi tâbi olmalı, uymalıdır. Çünkü, onların boyaları ile boyanmak en üstün maksâd ve arzu edilen şeydir. Boyanmayana pişmanlık vardır!.."
"Muhabbet ve arzu Nakşibendiyye yolunda çok büyük nimettir. Nasıl büyük olmasınlar ki, bu yolun büyükleri; müridin, talebenin Allahu Teâlâ'nın manevî hizmetlerini yarısı, arzusunu da Allah'a kavuşmanın yarısı saymışlardır. Zîrâ istek ve talep ile Allahu Teâlâ'ya kavuşmak, Azîz ve Yüce olan Allahu Teâlâ'dandır."
"Kerem sahibi olan Allahu Teâlâ kulun kalbine isteme ve arzuyu attığında, bu o kula manevî bir mertebe vermesine ve kendine kavuşmasını murâd ettiğine delâlet eder."
"Şerîate (İslâmiyete) ve sünnete tâbi olunuz. Zira tarikat şeriatın çekirdeğidir." Şah-ı Nakşibend Hazretleri buyurmuştur ki: "Şeriata aykırı olan herhangi bir tarikat zındıklıktır."
"Şeriat ve tarikattaki bid'atlardan sakın!.. Sakın, sakın!.."
"Yüce ve mübarek Nakşibendî tarikatı Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in sahabesinin (radıyallahu anhüm ecmaîn) yoludur; o esasa göredir. Ona ne bir ilâve ne de bir noksanlık yapmışlardır. Bu tarikat Allahu Teâlâ'nın manevî huzurunda bulunmakla zahir ve bâtında Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in sünnetine uymak, şeriatın azimet ahkâmından ayrılmamak, her dav-
AHMED HAZNEVI
213
ranışta, âdet ve ibâdet muamelelerde, bid'atlerden sakınmak ve ruhsatlardan uzak durmaktan ibarettir."
"Kardeşinin ayıplarını açığa vurma, sakla ki kendi ayıplarını bilesin. İnsanın selâmeti, dilini muhafaza etmesindedir. Edebi olmayan bir şahıs ruhsuz bir cesede benzer. Başkasında çirkin bildiğin şeyi kendin için de çirkin bil. Yalnız kendi fikrini beğenen kimse, doğruluktan sapar."
2£ 3
ÇD.
İ C: W CD
><
0
o. o.
(D
s
çp_
I
w
03>
CD
R
—. < D
i ® 2
c & 2:
W O" —-
S. I A.
E33
3 CD —_¦
CD i- 3.
to> 3 **.
5 CD O
<2: İ g? ı - pj>
o» 3 =¦
8 I ?
Q- §¦ e
|3 |
11 "I
İİİ:
Ilı
•< 1* M,
i» g* CD
CD Ş 12
03
I
O
o
CL
4?
s a
3^-9: =
1
CD 2.
cd
o
-¦
I Ş 5.
5" ot m
ÇD w
| sı
f 3
_ CT CD
3^ CD -
*n5> o. cd" 9- S 3
-r © "
İ
çn
=5
-x r î: E V ^v
>\ f, îv .%" ,L.n ,Qn
¦^ f'S »« >A.\ vt- X*-C
w K s!. " '
~ — — "~ cd"
m
o" >
CD
9: r~
c/3 TT
CD C^
ÇD_
I
O)
=: S. İS, CD tp -p Q
216
HATME-İ HÂCEGÂN SULTANLARI
Cezbe sahiplerinin sultanı, Hakka ulaşanların nuru, alemlerin tek kutbu, Hz. Ahmed (Muhammed) aleyhis-selamın mesleğini yayan, Hz. Muhammed aleyhissela-mın neslinin bir dalı olan, Nakşibendi yolunun piri, övülmüş ahlakların sahibi, eşsiz maneviyat kaynağından feyiz sunan, din bayrağını ayakta tutan, geçmiş büyüklerin ve onlara tabi olanların eserlerini canlandıran, yakin ehli onlara himmet kaynağı olan, hakkı tasdik edenlere saadet rehberi olan efendimiz, kamil-mükemmil şeyh,
Seyyid ABDULHAKİM Hüseynî el-Bilvânisî (Aiiah sımm yüceltsin)
"Gavs-ı Bilvânis" veya sâdece "Gavs" Hazretleri diye anılır. Hz. Hüseyin neslindendir.
Babası : Seyyid Muhammed
Doğum yeri : Siirt'in Baykan ilçesi Kermat köyü
Doğum târihi: 1902
Vefatı : Ankara 1972
Kabr-i şerifi : Kâhta Menzil'de
EĞİTİMİ
Babasını küçük yaşta kaybetti. Tahsil hayatıyla dedesi ilgilendi. 8 yaşından 14 yaşına kadar Muhammed Ziyâüddîn Nurşînî'den ders aldı.
İlmini tamamlayamadan tekke ve medreseler kapatılınca Tarûnî köyünde imamlık yapıp pek'çok talebe yetiştirdi.
Rüyasında aldığı bir işaretle Şeyh Ahmed Hazne-vî'ye talebe oldu. Orada "Molla Abdülhakîm" olarak anıl-
SEYYİD ABDÜLHAKÎM el-HÜSEYNÎ
217
I
di. Fasılalarla süren on dört senelik tâlim ve terbiyeden sonra, tasavvuftaki derecesi artmış olarak 34 yaşındayken icazet aldı. 36 yaşındayken de manevî hilâfet aldı.
Hocalarından bâzıları şunlardır: Molla Muhammed Emîn, Şeyh Muhammed Argovî, Molla Zahir, Muhammed Selim-i Hizânî, Ahmed el-Haznevî.
Ahmed Haznevî'nin vefatından sonra, sohbetlerine büyük bir akın başladı. Bâzı kıskançlıklar sebebiyle çevre şeyhlerinin hasedine uğrayan Abdülhakîm Hazretieri sık sık yer değiştirdi. Siirt'in Kozluk ilçesinde bir müddet kaldıktan sonra, mekan olarak Adıyaman'ın Kâhta ilçesi Menzil köyünü seçti.
İRŞADI
İrşâdla vazifelendirilince, hemen Siirt'teki köyünde ve çevresindeki diğer kasabalarda îmân ve İslâm hakikatlerini anlatmaya, sohbetler yapmaya başlamıştır. Bütün ilim ve irfanını, talebe yetiştirmeye ve Müslümanları şu-urlandırmaya hasrettiği hâlde, her nedense üç yıl süren bu devrede fazla bir netice alabilmiş değildir. Ancak, Ahmed Haznevî'nin vefatından sonra, sohbetlerine büyük bir rağbet olmuş, akın akın ziyaretçiler çevresini doldurmuştur...
O'na olan bu büyük rağbet, civar kasabalardaki bâzı şeyhlerin gıpta ve hattâ kıskançlıklarına sebep oluyordu. Çünkü, onlara bağlı bâzı kimseler de, gelip Abdülhakîm Efendi'nin sohbetine katılıyorlardı... Bu şeyhlerden birinin, O'na gönderdiği mektupta şunlar yazıyordu:
218
HATME-İ HÂCEGÂN SULTANLARI
-"İnsan düşünür ve kabul eder ki, yanyana koyun otlatan iki çobandan birinin birkaç koyunu, diğerinin sürüsüne kaçıp karışsa, onlara iade etmek lâzımdır. O hâlde, sen de bizim sürüden ayrılıp gelen bağlılarımızı iade etmelisin!.."
Bunları tebessüm ederek dinleyen Abdülhakîm Efendi, şöyle demişti:
-"Biz Cedd-i pâkimizin (Peygamberimizin) ümmetine hizmeti gaye edinmişiz ve bunun için çabalıyoruz. Baş olmak ve çok taraftar toplamak gayretinde değiliz. Ceddimiz bize ilim mîrâsı bırakmıştır. Bu ilme kim sahipse vâris odur. Biz, inşâallah miras gerçek varislerinin eline geçer diye dua ediyoruz..."
Abdühakîm Efendi'nin tarikat anlayışı, klasik uygulamalardan çok farklıydı. Eskiden tarikata herkes kabul edilmez, dini tam yaşayan, geçmiş namaz ve oruçlarını kaza eden, kul haklarını ödeyip herkesle helâlleşen insanlar uzun ve çetin imtihanlardan sonra tarikata kabul edilirdi. O devirlerde tarikat,-bir "evliya yetiştirme mektebi" gibiydi...
Dostları ilə paylaş: |