Bir şâhid anlatıyor:
Şeyda Hazretleri İstanbul'daki hocalardan bahsederken Molla Sadreddin Yükselden bahsetti. Ben de, "Çok yüksek âlim olduğunu söylüyorlar," deyince:
-"Evet, Hazretin tekkesinde olmuş, Şeyh Maşuk Hazretlerine yakın dâmâd olmuş çok yüksek âlim, sen de ziyaretine git," dedi.
İstanbul'a dönünce Molla Sadreddin Hoca Efendiyi ziyarete gittim. Sohbet esnasında:
-"Efendim, dünyâda çok yüksek âlimler var, aynı zamanda mürşid-i kâmiller var. Bu ikincilere hüsn ü teveccüh ve etraflarında cemâat daha çok, bunun hikmeti nedir?" dedim. Cevaben:
-"Ben meşhur bir âlimim, bugün Bayazıt meydanına çıksam arkamda elli kişi zor toplarım. Ama, senin şeyhin Seyyid Muhammed Râşid Hazretleri bir beldeden bir beldeye gitse, çevresinde yirmi-otuz bin insan toplanıyor. Bunun sebebi, hakikatte hidayete erdirici olan Alla-hu Teâlâ'dır, hidâyet O'nun elindedir. Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem'e dahi: "Yâ Habîbim! Sen istediğini hidâyete getiremezsin," buyurmuş. Şu hâlde, hidâyet sahibi Allahu Teâlâ'dır. Yalnız Allahu Teâlâ bir kulunu severse ona hidâyetten bir nusret, bir inayet verir. Allah kimin eline hidâyeti verirse o irşâd sahibi olur. İşte bu asırda senin şeyhinin eline hidâyeti; Allahu Teâlâ
238
HATME-İ HÂCEGÂN SULTANLARI
koymuş, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem koymuş, bunun sırrı budur,"diye açıkladı.
Molla Yahya Hazretleri, Şeyda kuddise sırruhu hakkında şöyle diyor:
Şeyda'mızın huzurunda insan bulunduğu zaman, Resûlullah'ın (s.a.v) huzurunda olduğu gibi sükûnet, huzur ve huşu var idi. O'nun meclis-i âlisinde hiçbir zaman kimsenin aleyhinde, gıyabında bir söz konuşma mevzubahis değildi. Dünyâ ile ilgili konuşma olmaz idi. Herhangi bir siyâsetle alâkalı bir söz söylenilmezdi. Dolayısıyla meclisi, lağv; yâni boş, çirkin ve günâh sözlerden uzak ve temizdi.
Şeyda'mız kuddise sırruhu tevazünün timsâli idi. Bu tevâzusundan dolayıdır ki o kadar insanlar gelip gittiği hâlde, o kadar deniz dalgası gibi insanların akın akın geldiği hâlde, hiçbir gün Şeyda'mız kuddise sırruhuda bir değişiklik görülmedi. Hani bakıyoruz, bâzı insanlar etrafında beş-on kişi toplandığı zaman onların kalbine bir gurur, elbiselerinde bir değişme ve böyle şeyler geliyor kendilerine. Ama Şeyda'mızda (k.s) hiçbir değişme olmazdı. Kim gelirse gelsin aynı elbise, aynı şey, hiç bir tavrı, bir hareketi değişmemiş ve o tevâzuyu bırakmamıştır.
Şeyda'mız kuddise sırruhu dedi ki: "Hz. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bir hadîs-i şerifinde; "Âlimler, peygamberlerin vârisleridir."47 buyurmuştur.
Suyûtî Câmiu's-Sağîr no: 5705, Deylemî 3/4027 ibni Neccâr 10/28679.
SEYYİD MUHAMMED RÂŞİD el-HÜSEYNÎ
239
İmâm-ı Rabbani kuddise sırruhu diyor ki: Hangi âlim vâristir? Bu hem zahirî ilimleri okuyup da bâtınî ilimden haberi olmayan ve bâtınî ilmi ya inkâr edip veyahut da bilmeyen kişiler vâris olamaz diyor. Onlar vâris değildir. Rasûlullah'ın (s.a.v) hakîkî vârisleri o kimselerdir ki, hem zahirî ilmi okumuş tamamlamış, hem de bâtınî ilmi görüp terbiye ve eğitimini tamamlamış kişilerdir."
İşte diğer âlimlerle Şeyda'mız kuddise sırruhu arasındaki fark budur.
Molla Muhammed (k.s), Şeyda Hazretleri için şöyle dedi:
Şeyda (k.s) hazretlerinin maneviyâtı çok yüksekti. Bizlerin, onun bu hâlini izah etmesi hiç kolay değildir. O'nun yüksek maneviyâtı insanları yanına çekiyor, yanına gelenler de himmet ve bereketinin büyüklüğünde değişiyor, hâlleri kısa sürede sür'atle iyiye doğru gidiyordu."
Molla Ahmed (k.s) şöyle diyor:
Şeyda Hazretleri sakin tabiatlıydı, halimdi. Sünnet ve şeriata mutâbaatda çok fazlaydı. Gavs'ın oğlu olduğu hâlde, Seyyid olduğu hâlde öyle değilmiş gibi haraket eder, hizmete en çok o koşardı. Ahlâkı üstün, cömert ve çok merhametliydi.
NASİHATLERİ
"İnsanı helake götüren nefsidir. Firavun, Şeddâd ve Karun'un nefisleri büyüdü, büyüdü sonunda ilâhlık dâvasına kalkıştı. Çünkü nefs, kendinden üstün hiçbir varlığın bulunmasını istemez. Büyüyüp, yükselecek bir şey
240
HATME-İ HACEGÂN SULTANLARI
kalmayınca -hâşâ- ilahtık dâvası etmeye başlar, azgın-laşmış nefsinin iddiasına uyar."
"Eğer insan Allah yolunu tutar, O'nunla dost olursa kimseye minneti kalmaz. Kimse ona düşmanlık yapmaz. Allah'a karşı kimse gelemez. Zira bütün kuvvet ve kudret O'nun elindedir."
"İnsan ne kadar hilim sahibi, ne kadar sabırlı olursa, Allah'ın yanında o kadar makbuldür. Çünkü sabır, tahammül ve hilim Peygamber sallallahu aleyhi ve sel-lem'in meşrebidir."
"İnsan dünyâya mağrur olmamalı, çünkü kendi malı değildir. Ben Müslümanım, ben Allah'ın rızâsına kavuşmak istiyorum, ben Cennete girmek istiyorum diyen kimsenin kalbinde dünyâ olursa, aradan yüz sene de geçse Allah'a yaklaşamaz. Bilakis Allah'tan uzaklaşır."
"Bu devirde bizler, tarikat hizmetinden çok îmân hizmeti görüyoruz. Eskiler bir insanı, farz borçlarını kaza ve günlük vecîbelerini eda etmeden tarikata almazlardı. Ama, günümüzde böyle değildir."
"Tarikat-ı Nakşibendî'de mürşid rabıtası çok önemlidir. Çünkü, müride en fazla fayda veren şeyh râbıtası-dır. Bir mürid şeyhinin rûhâniyetinin, manevî tasarruf, feyz ve bereketinin her an yanında olduğunu düşünmelidir. Hattâ her attığı adımda şeyhinin ayak izlerine bastığını düşünerek onda (O'nun hâlinde) fâni olmaya bakmalıdır. Çünkü insan, şeyhine rabıta yapa yapa onun manevî tasarrufâtı altına girer, onun hâli ile hallenir ve ondan istifâde eder."
SEYYİD MUHAMMED RÂŞİD el-HÛSEYNÎ
241
Bazı sâdâtlar demişlerdir ki: "Bizim görevimiz çözüp bağlamaktır!" Kendilerine: "Siz neyi çözüp bağlarsınız?" diye sorulduğu zaman: "Biz, bize tâbi olanların kalble-rinden dünyâ muhabbetini çözüp Allah ve Âhiret sevgisine bağlarız!" demişlerdir.
"İnsan günâh işlemeye niyetlendiğinde Allah'ın azametini düşünmeli, Cehennem'i gözünün önüne getirmeli ki, kendini günâhtan koruyabilsin. Hayır işlemeye niyetlendiğinde de Cennet nimetlerini gözünün önüne getirirse daha çok heveslenilir. Bu sayılanlar avam içindir. Havas tabakası ne Cenneti, ne Cehennem'i gözetirler. Onların gözettiği tek şey Allah'ın emirleridir. "Madem biz Allah'ın kullarıyız, madem ki âlemlerin Rabbi olan Mev-lâmız, Hâlikımızdır, bizi yaratmıştır, bize düşen O'nun emirlerini yerine getirmektir," derler. İşte Allah dostlarının, büyük velîlerin hâli böyledir.
"Velîler de Allah'ın kullarıdır, beşerdirler. Diğer insanlardan fazla olan bir tarafları yoktur. Ama îmânları kemâl, akılları istikâmet üzeredir. Nefs ve şeytanın peşinden gitmezler. Âlemlerin Rabbinin emirlerine göre hareket ettiklerinden makamları âlî olmuştur.
"Akıllı kişiler, bir nefesini dahî gafletle geçirmeyen kimselerdir. Siz akıllı kimselerden olun."
"Virdde rabıtaya gelince; sâdâtlara okunan Fatiha bir hediyedir. Hediye karşılıksız kalmaz. Bu sayede silsiledeki meşâyih sizleri tanır. Böylece hatme ve teveccühte sâdâtlarla beraber olursunuz. Hatmeleri kaçırmayın; teveccüh, İlâhî muhabbeti getirir."
242
HATME-İ HÂCEGÂN SULTANLARI
SEYYİD MUHAMMED RÂŞİD el-HÜSEYNÎ
243
"Bir mürid, zikir çekerken Fatihalardan sonra biraz rabıta yapar, sonra zikrine başlarsa çok fayda görür. Zikir çekerken huşu ve edebinizi kontrol ediniz."
"İnsana en çok fayda veren şey; ölüm rabıtası, ölümü ve sonrasını düşünmektir. Ölüm rabıtası bitmek tükenmek bilmeyen emelleri yıkar, ihlâs ve yakîni doğurur."
Hz. Muhammed Zıyâüddîn, her gün yakınlarından Âhiret'e gidenlerin isimlerini zikrederek; "Sıra bize geldi," derdi.
"Rabıta, nefse karşı en büyük ilâçtır. Rabıta kuvvet-lendikçe insan, nefsin hîle ve azgınlıklarından kurtulur. Rabıtaya devam ediniz."
"İnsan, kendini mahlûkâtın en aşağısı görmelidir. Köprü gibi olmalıdır. Üzerinden herkes geçse o, görevini yapmalıdır. Nakşibendî nisbeti, nefsini terbiye eden, benliğini yok eden, ihlâs ve teslimiyet sahibi kimselerin üzerine gelir. Evrâd-ı Nakşibendîye'den maksâd, nefsi ıslâhtır. Şeytânın helaki, kendini üstün görmesindendir. Cenâb-ı Rabbü'l-Âlemîn, bizleri nefsin şerrinden muhafaza eylesin. Âmin..."
Şeyda Hazretleri, kandisinden sonra irşâd için altı tane halîfe bırakmış olup, bugün Ümmet-i Muhammed onlardan manevî nasîb ve gıdasını almaktadır. Özellikle irşâd merkezi Menzil, artan bir irşâd faaliyeti ile akın akın gelen herkese ve her sınıftaki insana, Muhammedi edeb ve nuru sunmaya devam etmektedir.
Mürşidler, kuvvetli îmânlarından ve İlâhî tasarruflarından dolayı müridlerinin kalblerini dünyâ sevgisi, mâ-lâyânî şeylerden temizleyip Allah'a bağlarlar. Bu tevbe-i nasuh ile meydana gelir. Tevbe-i nasûh, insanın sıfatını değiştirir. Sıfatın değişmesi demek, haram fiilleri, çirkin sıfatları terkederek İslâm'ın meşru dairesine girmek, yâni sırât-ı müstakîm üzere yaşamaktır.
Rabıta manevî bir hattır; insanı mürşidine ve geçmiş sâdâtlara bağlar. Rabıtaya sımsıkı sarılıp devam ettiriniz. İslâmî hizmetleri bırakmayınız! Virdlerinize devam ediniz. Sülûkunuzu ilerletiniz. Letâiflerinizin asli makamlarına ulaşmasına gayret ediniz. O zaman Allah'ın izniyle, Peygamber Efendimizin manen size yardım ettiğini, geçmiş sâdâtların manen tasarrufta bulunduğunu hissedecek ve göreceksiniz. Bu nimetleri dünyâda iken kazanmak isterseniz, tarîkat-ı âliyye'nin edeblerine uyunuz; o zaman halk içinde Hakk ile beraber olma sırrı tecellî eder, îmânınız taklîdden tahkike yükselir. İlme'l-ya-kîn ise ayne'l-yakîn, ayne'l-yakîn ise hakke'l-yakîn oiur. Bunların hepsi, tarikatın temîn ettiği nimetlerdir.
Allah dostları hakkında âyet-i kerimede şöyle buyu-rulmuştur: "Biliniz ki, Allah'ın velîleri için hiçbir korku yoktur ve onlar mahzun da olmazlar."48
Bu nimete ermek ancak dünyâda amel-i sâlih yapmakla olur. Amel-i sâlih sahipleri için Âhiret âlemi, ne kadar kolay ve ne kadar güzeldir. Ameli olmayanların vay hâline!
48 Yûnus 10/62.
244
HATME-İ HÂCEGÂN SULTANLARI
Birgün Seydâ Hazretlerine:
-"Efendim! Namazda, virdde, hatmede rabıta olur mu? Olursa nasıl yapılmalıdır?" diye sorulduğunda şöyle cevap vermişlerdir:
-"Namazda rabıta hususunda bazı sâdatlar değişik sözler söylemişlerdir. Sonra câhiller onu ifrata götürüyor. Sizler, namaza başlamadan önce rabıta yapınız. Böyle olursa namaza huşu ile başlanır. Namazda, okunan şeylerin mânâsı ve İlâhî huzurda durulduğu düşünülmeli, böylece kalbi toplamaya çalışmalıdır."
RABITA VE TEVESSÜL HAKKINDA GÖRÜŞLERİ
Müridin mürşidinden istifâdesi iki şekilde olur:
1- Zahiren ondan şeriat ilmini ve edebini öğrenerek.
2 - Bâtınen şeyhin feyzinden istifâde ederek.
Birincisinde her müslüman, müslümanca yaşaması için gerekli olan ilimleri öğrenmektedir.
İkincisinde ise, yine herkese farz-ı aynı olan İlâhî muhabbeti tahsil, ihlâsa ulaşma, ahlâk-ı hamîdeyi elde etme, kîn, hased, ucb gibi çirkin sıfatlardan kurtulma gibi nimetleri elde etmektir. Bu ilimlerin öğrenimi ve uygulanması, ekseriyetle bir manevî tedavi neticesinde meydana gelir. Bu feyiz ve nisbet, kalblere tasarruf eden Cenâb-ı Hakk tarafından verilir. Allahu Teâlâ kime mu-râd ederse, Sâdât-ı Kiram da bu kimseye nasibini ulaştırır. Bu işte herşey, şeyhin isteği ile değildir. Öyle olsaydı Gavs-ı Hizânî, manevî emâneti (hilâfeti) Seydâ-i Tâ-hî'ye değil, kendi çocuklarına verirdi.
Sâdâtın nisbeti, Peygamber (a.s) ümmeti için verilmiş bir rahmet, bereket ve hidâyettir.
SEYYİD MUHAMMED RÂŞİD el-HÜSEYNÎ
245
Geçmiş meşâyih aynı usûl ve meşreb üzere olmayıp, değişik şekillerde terbiye, tâlim ve irşâd içindeydiler. Gavs-ı Hizânî, çok az konuşurdu. Fakat müridlerinde aşırı bir muhabbet ve cezbe vardı. İrşâd ve vaazda önemli olan, va'z eden kimsenin manevî durumudur. Seyr u sülûkunu tamamlamış bir kimsenin irşadı farklı olur. Sâdâtların hâli başkadır. Birgûn Hazret, sevdiği bir hocaya şöyle demiştir:
-"Hoca! Şu karşıdaki ağaçlara bak; içinde kalem gibi doğru olanlar da var, eğri büğrü olanlar da var! Sâdatlar, kalem gibi düzgün ağaca benzer, sen onlardan istifâde etmeye bak!"
Bir âyet-i kerîmede; "Sâdıklarla beraber olun!"49 bu-yurulmuştur. Bu âyet-i kerimenin tefsirinde birçok ulemâ, rabıtaya bir işaret olduğunu söylemiştir.
Elimize kuvvetli bir mıknatıs alsak, etrafındaki küçük metal parçalarını kendisine çektiğini görürüz. İşte insanın durumu da böyledir. İlmen ve aklen kuvvetli olan kişiler, etrafındaki insanları etkiler.
BİSMİLLÂHİRRAHMÂNİRRAHÎM
Allah Celle Celalühu üç büyük nimet yaratmıştır. Bize nasîb ettiği bu üç büyük nimete şükr etmek lâzımdır. Ne kadar şükretsek azdır. Şükr ne ile, nasıl yapılır? Namaz kılmak, tâat, ibâdet ederek, zekât ve sadaka vererek şükr etmemiz lâzımdır. Rabbü'l-Âleminin nimetlerinden, en büyük nimetlerinden birincisi Müslüman olmaktır. Eğer Müslüman olmasaydık ne yapardık? Bir par-
49 Tevbe9/119.
246
HATME-İ HÂCEGÂN SULTANLARI
mağımızı ateşe koyalım, bakalım ne kadar dayanabileceğiz? Bütün dünyâ malı, serveti insanın olsa, bizim olsa, yine de îmâna karşılık olmazdı.
Allah Celle Celâlühu'nun büyük nimetlerinden ikincisi, Allahu Teâlâ'nın bizi Muhammed aleyhisselâmın ümmeti olarak yaratmasıdır. Hz. Rasûlullah, peygamberlerin en faziletlisi ise, ümmeti de en faziletli ümmettir.
İsa aleyhisselâm diyor ki: "Levh-i Mahfûz'da Hz. Mu-hammed'in ümmetini o kadar muazzam ve mükemmel gördüm ki, keşke ben de O'nun ümmeti olsaydım," dedim.
Hz. Rasûlullah buyuruyor ki:
-"Ümmetimin evliyaları İsrailoğullarının peygamberleri gibidir."50
Evliyalar önceki peygamberlere nazaran makamda değil, hidâyete sebep olmakta böyledir. Benî İsrâîl peygamberlerinin kimi ailesine, kimi kavmine, kimi köyüne, etrafına, beş kişiye, on kişiye, on bin kişiye, yirmi bin kişiye hidâyete sebep olmuşlardır.
Allahu Teâlâ, Hz. Muhammed ümmetini son ümmet olarak yarattı. Diğer ümmetler üç bin, dört bin, beş bin yıl önce ölmüşlerdir. Âhir zaman ümmeti toprakta daha az kalacaktır. Bu zaman âhir zamanın sonlarıdır. Üm-met-i Muhammed toprakta en az kalacaklardır. Çok kısa bir zaman kabir azabı çekiyorlar. İnşâallah Ümmet-i Muhammed, Rasûlullah Efendimizin şefaat sancağı altında şefaate ulaşacaklar.
50 Aclûnî Keşf'ul Hafâ No: 1742.
SEYYİD MUHAMMED RÂŞİD el-HÜSEYNİ
247
Hz. Muhammed (s.a.v) Mi'râc'a gittiğinde Allah kendisine elli vakit namaz farz etti. Peygember aleyhisselâm münâcaata gittiği zaman Musa aleyhisselâm dedi ki: "Bu çok ağırdır. Bu ümmetine ağır gelecektir. Niyaz et bunu Allahu Teâlâ aşağıya indirsin." Hz. Muhammed münâcaat etti ve beş vakte indi. Muhammed aleyhisselâm, Musa aleyhisselâm'a gitti, geldi. Muhammed aleyhisselâm, Musa aleyhisselâm'm kendisi ile değil ervahı ile görüştüler. Allah'ın evliyaları ölmez, mekân değiştirirler. (Bu sözü söylediğinde tüm millet cezbelendi.) Allah'ın evliyalarının ervahları gitmez, kalır. Mûsâ aleyhisselâm: "Keşke ben bir Ümmet-i Muhammed'i (Ümmet-i Muhammed'den bir kişiyi) görseydim." dedi. Mûsâ aleyhisselâm buna özendiği zaman Allahu Teâlâ ona İmâm-ı Gazâlî'yi gösterdi. Hz. Musa (a.s.) sordu: Sen kimsin? İmâm-ı Gazâlî: "Muhammed oğlu Muhammed'in oğlu Muhammed" dedi. Mûsâ aleyhisselâm "niçin ismini doğrudan söylemeyip, bir sürü künyeni sayıyor, vakit kaybediyorsun" deyince, İmâm Gazâlî, Musa (a.s.)'a şöyle dedi: "Peki sen Tur-i Sina'da Allah zülcelalin, elindeki asanla ilgili sorusuna neden uzun açıklamayla cevap verdin? Musa (a.s.): "Allahu Teâlâ ile daha fazla konuşmak için uzattım," dedi. İmâm Gazâlî de: "Sen de Allah'ın nebîlerinden Ulü'l-Azm bir peygambersin; ben de seninle fazla konuşmak için uzattım," deyince Mûsâ aleyhisselâm: "Keşke ben de o ümmetten olsam." dedi. İmâm Gazâlî zamanının Gavsı idi. Zahirî ilimlerde ve mânevi olarak çok büyük idi. Önceleri ilmi çok fazla idi. Tarikata karşı idi. Âlim olduğu için etraftan ona fetva almaya geliyorlardı. Kardeşi sofi idi ve evliya idi. Kardeşi,
248
HATME-İ HÂCEGÂN SULTANLARI
SEYYİD MUHAMMED RÂŞİD ei-HÜSEYNÎ
249
İmam Gazâlî'nin arkasında namaz kılmıyordu. İmam Gazâlî'nin arkasında neden namaz kılmadığı sorulunca, "Benim namazım O'nun arkasında olmuyor!" derdi. Annesi; "O âlim, sen câhilsin; nasıl oluyor da O'nun arkasında senin namazın olmuyor?" derdi. Birgün kardeşi, annesinin hatırı için imam Gazâlî'nin arkasında namaz kılmaya gitti. İmam Gazâlî'ye namazdan önce kadınların hayız meselesi hakkında bir fetva sormuşlardı. İmam Gazâlî'nin kardeşi cemâate katılıyor. Niyet edip bozuyor. Tekrar niyet edip bozuyor. Namaz bitinceye kadar niyet edip bozuyor. Sonra da namazı yalnız kılıyor. İmam Gazâlî, annesine; "Keşke gelmeseydi, şimdi daha kötü oldu" diyor. Annesi; "Niye böyle yaptın, kardeşinin arkasında namazını bozup bozup yalnız namaz kıldın?" diye soruyor. O da annesine; "İmam Gazâlî alimdir. Ona sor, bir insan yarı beline kadar kana bulan-sa, kanın içinde olsa O'nun arkasında namaz olur mu?" Annesi, İmâm-ı Gazâlî'ye: "Kardeşin, "Bir insan göbeğine kadar kana bulansa onun arkasında namaz olur mu?" diyor. İmâm-ı Gazâlî namazda iken kendisine sorulan hayız ile ilgili meseleyi hep düşünüyor, bu mesele şöyle mi olur, böyle mi olur, nasıl yapsam diye bu mesele ile uğraşıyor. Annesi bu soruyu sorduğu zaman, İmâm-ı Gazâlî namazda hep hayz düşüncesi ile uğraştığını anlıyor. Göbeğe kadar kana bulanmasının, düşüncesinden dolayı olduğunu anlıyor. Namazının gafletle geçtiğini anlıyor. Kardeşinin haklı olduğunu anlıyor. Ondan sonra tarikata giriyor. Allah dostunun yanında amel ederek zamanının Gavsı oluyor. Allah bize bu nimeti verdiği için buna göre çalışalım. Pâdişâhın hizmetçisi
pâdişâh kadar büyüktür. Pâdişâhın hizmetçisinin büyüklüğü de pâdişâhın büyüklüğüne göredir.
Hz. Hasan-ı Basrî birgün çarşıda bir dükkânda oturmuş. Bir adam saltana sallana büyük bir gurur ve tekebbürle yukarı aşağı geziyormuş. Hasan-ı Basrî (r.a) cemâate sormuş; "Bu tekebbürle gezen kimdir?" "Bu, pâdişâhın hizmetçisidir!" demişler. Hasan-ı Basrî (r.a): "Ben de Sultânların Sultânının kuluyum, hizmetçisiyim. Allah'ın kuluyum," diyerek O da çarşıya çıkarak daha büyük sallantı ve vekarla, muhabbetle dolaşmaya başlıyor. Allah, bizi büyük bir ümmet olarak yarattığı için çalışmak lâzımdır. Allahu Teâlâ bizi birçok âyetlerde çalışmaya teşvik ediyor. "İnsanları ve cinleri ibâdet için yarattım. Hayırlara tâbi olun, o hayırları yapın." (Âyetlerin Arapçasını okudu). Aniden Allah'ın azabı gelmeden ibâdet edin, azâb gelmeden güzel amellere tâbi olun (Bu kısımda millet cezbelendi). Ani bir ölüm gelmeden amel edin. Allah dünyâda yaptığınız günâhların azabını dünyâda vermiyor.
Bir insan tek başına hiç kimsenin olmadığı bir yerde, Allah'tan gayri kimsenin bulunmadığı bir yerde kalsa, bir günâhı işleme hâlinde olsa, o günâhı işlemese ve o günâhı geri çevirse, Allah korkusundan işlemese, Allah onu affeder ve büyük bir hayır ona ihsan eder. Bu hâl îmân-ı kâmilin işaretidir. Ona Allahu Teâlâ büyük bir hayır işlemeyi nasip eder. Gaflet ile işlemezse, sırf Allahu Teâlâ'nın havfi ve korkusu vardır, işlemediği için önemlidir.
Kıyamet günü Âhiret'te hayır ve şer, hesâb - kitâb bittikten sonra bir kısım insanların Cennete bir kısım in-
250
HATME-İ HÂCEGÂN SULTANLARI
sanların Cehennem'e gideceği belli olur. Kiminin karısı Cennete, kocası Cehennem'e; kiminin kocası Cennete, karısı Cehennem'e; babası Cennete, oğlu Cehennem'e; oğlu Cennete, babası Cehennem'e; bir kardeş Cennete, bir kardeş Cehennem'e; evlâd, anne, baba yerler ayrıldıktan sonra beş yüz sene Allahu Teâlâ vedalaşmak için süre verecek. Beş yüz sene vedalaşmak sürecek.
Cennetlikler, Cehennemlikler birbirleriye vedâlaşa-cak; "Artık birbirinizden ayrılın." buyurulacak. Allahu Te-âlâ'nın bu emri üzerine: Size tebliğ etmedim mi ki; "Dünyâ sizin için açık bir şeytândır." "Hazâ sırâte'l- müsta-kîm," işte doğru yolu söylemiştir, göstermiştir. Âhiret günü sizin ağzınıza, kilit vuracağım. Uzuvlarınız, elleriniz, ayaklarınız teker teker konuşacaklar, şahadet verecekler. Yaptıklarınızdan, her amelden -hâşâ- Allahu Teâlâ gafil değildir, biliyor. Allahu Teâlâ'nın ihsanı üzerimizde çoktur. Günâh işlediğiniz zaman sağ taraftaki melek sol meleğe, yazma bekle diyor. Yirmi dört saat geçinceye kadar bekle, diyor. Belki tevbe eder diye bekletiyor. İyilik hemen yazılır. Ve bir hayır on olarak yazılır. Hadîsle sabittir, bir hayır on olarak yazılır. Allahu Teâlâ bu kadar ihsan ediyor, biz de buna karşılık gayret edelim. Dünyâ ile mağrur olmayalım.
Millet ayakta olduğu için sohbeti keseceğim.
Bu hafta içerisinde evimize gideceğiz. Allah ziyaretinizi kabul etsin.
M. Râşid Hazretlerinin bir sohbeti 10 Ekim 1993, Pazar
SEYYİD MUHAMMED RÂŞİD el-HÜSEYNÎ
251
NASİHATLERİ:
"İlim olmazsa din tahrif olur; amel olmayınca ilim gereken faydayı vermez. Önemli olan, ilim ve ameli beraber yürütmektir."
"İnsan kendini mahlûkâtın en aşağısı görmelidir. Köprü gibi olmalıdır. Üzerinden herkes geçse o, görevini yapmalıdır. Nakşibendî nisbeti, nefsini terbiye eden, benliğini yok eden, ihlâs ve teslimiyet sahibi kimselerin üzerine gelir. Evrâd-ı Nakşibendiyye'den maksâd, nefsi ıslâhtır. Şeytânın helaki, kendini üstün görmesindendir. Cenâb-ı Rabbü'l-Âlemîn, bizleri nefsin şerrinden muhafaza etsin. Âmîn..."
"Fıkıh ilmini öğrenin, onunla amel edin. İslâm dini edeblerden ibarettir. Edeblere uymak lâzımdır."
Alışkanlık çok çirkindir. İbâdet de alışkanlıkla yapılmamalı. Çünkü alışkanlık hâlini alırsa ibâdet, âdet olur. İbâdeti, âdetten, edebten ayırmak gerekir. Herbirinin kapısından girmek gerekir, temelden başlamak lâzımdır. Kul elinden gelen tedbîri almakla Allahu Teâlâ'nın takdirine teslim olmalıdır. Zamanın hepsi üç saatten ibarettir. Bir gün aleyhte, bir gün lehte olur. Lehte olduğu zaman sabır, tahammül, azamî tedbîre sarılmalıdır. Ne aleyhte ne lehte olduğu zaman da vakti değerlendirmek gerekir.
İşin esâsı Ehl-i Sünnet ve'l-Cemâat itikadını öğrenip îmânı düzeltmek ve Ehl-i Sünnet âlimlerinin bildirdikleriy-le amel etmektir, îmânı Ehl-i Sünnet itikadına göre düzeltmeden tasavvuf yolunda ilerlemek mümkün değildir.
V
t;
D. ¥
»J^ î=?
f
t'
^ r.
1>
t-
îas/i__ws
SDN »v
c-
x t.
V
H- fi
l.': ;*• xt
l: E. r— i"
& h t- \c
.A.
t;* -
t T;
E:
I»
&-¦«
IV3 O)
> o m O
>¦
cn
ez
fx
t
\\ ^: ^ £: x ^ ^ ^Cs ^-;^
^ i t ir ;£ :f b ^
\^ ^t L'N ?C [ r?- ^' *[*•*'
V 'S=v*
v
o
> co
Ol 1
II
, il
258
HATME-İ HÂCEGÂN SULTANLARI
' ' ' S
t>-
s * s s s
s s s y
y y / s t
s s
HATME DUASI
259
y" X XX y y y*^
sJ^ -x • XX X ' yy y yy W- yy y i jJJlJ>' ' illi X XX X X ^ X X X X X y «yi y \\ Jl «A^jüu Oj—•««•«¦*¦'I y y y y y ¦i* y '
X X «X ^ yy t y y
X X XX ı' • • '* ı-M1 ' XX X x£ x x ••»ıı x ' !•• ^ı «jlJİ Juu jO&j ^ü ^ X # yy y 't' İ »y ' / * X X X XXX ^^X
y y X V*" X XX XX
y yy X tX X # X tf
t XX X \ . <1l u..r*&) » y»-«•¦ II
-VVI ir. ,.-!,) ,>...,«.rt.TW»JI y 'yV y
^c v r
<^' ^ r
1.
t
\;
Y— -r t \ .*— \ r « z__ f *\
r— U- \
^- :v -r ^" -K i7s -^ v^v
b= «• W
m
o' m
a
en
c
x x-r £-*y ^ J: NV ^ ^fıx ^ t T:
^N ^ ;^ "T- ^' \t v N»v 4' £v ^?-
< b. ^ k v T; i: t- h. v- -fc- V^
a c >
T r* "N H V» •• »><» tT\ n •»¦ » V Ç> s *-* 4-** İv r V- \
- ^ V b l^^- b B: V xb^
£
o m o >¦
co
c
ist
V
—N N,^»*_ CT \ v-t? . . *f Lı« 0\s k"«N «-»v \ I > »
^ \f- s b\ p:, l.* ^v '.& sf-x ^v vlL-
^>«v .Rv "Tv s% viv vf\N x^.;x ^ xi_- *F" *=_ cx U ^ J^^ Jn un s.^ c__^ g^
o >
O) 00
HATME DUASININ TÜRKÇE OKUNUŞU
Elhamdü lillâhi rabbi'l âlemîn. Elhamdü lillâhi hakka hamdihî ve senâihî vessalâtü vesselâmü alâ hayri hal-kıhî Muhammedin ve alâ âlihî ve sahbihî ecmaîn 1l>
Dostları ilə paylaş: |