Sebeplere Tapmak
İnsanların zaman zaman değişik sıkıntılarla karşılaşmaları bir gerçek olduğu gibi, bu sıkıntıların genel olarak değişik vesilelerle, değişik sebeplerle giderileceği veya giderildiği de bir gerçektir. İşte böyle durumlarda sıkıntıyı giderecek sebepleri sınır tanımadan yüceltmek; bütün bu sebepleri yaratan Allah’a, sebeplerle eş koşmaktır.
Sebepleri ilâhlaştırmaya meyyal olan bu şirk yönelişi, oldukça yaygın olan bir yöneliştir.
Kur’ân-ı Kerim’in birçok yerinde zikredildiğine göre, sıkıntıya düşen insanların Allah’a yalvardıklarını ve sıkıntıları giderilince Allah’a eş koştukları beyan edilmektedir.
“Nimet olarak size ulaşan ne varsa Allah’tandır. Sonra size bir zarar dokunduğunda ancak O’na yalvarmaktasınız. Sonra sizden zararı kaldırdığında, sizden bir grup Rabbine şirk koşarlar. Kendilerine verdiğimiz nimetlere karşı nankörlük etmeleri için (öyle yaparlar). Öyleyse bir süre daha faydalanın, fakat yakında hakikati bileceksiniz.” 99
Geçmiş tarihte yaşanan bu gibi olaylar günümüzde de sık sık yaşanmaktadır. Sebepleri yaratan Allah’a sebeplerle eş koşma, sebeplere tapınma, geçmişte ve günümüzde yaşanan yaygın bir hastalıktır. Nitekim yakın tarihte yaşanan bazı olaylar da, bu yanlış yaklaşıma örnekler niteliğindedir.
Meselâ düşman istilâsına uğrayan herhangi bir ülkedeki insanlar yardım etmesi için Allah’a dua ediyorlar ve Allah’ın yardımıyla üstün geldikleri, zaferi kazandıkları zaman Allah’ı değil, komutanlarını yüceltip komutanlarına şükrediyorlarsa, bu insanlar Allah’ın yardımına vesile olan herhangi bir sebebi ilâhlaştırmaya çalışarak kurtuluşlarına vesile olan sebebi, helâklerine vesile olacak bir sebep durumuna getirmektedirler. Sebepleri sınır tanımadan yüceltmek, sebeplere tapmanın sebebi olmaktadır...
Bu yönelişler, bir insanı müşrik durumuna getiren yönelişlerdir. 100
Veya bir hastalığa yakalanan biri bu hastalıktan kurtulmak için Allah’a duâ eder, yalvarır. Allah Teâlâ o kişiyi hastalıktan bir vesileyle kurtardığında, çok büyük bir hataya düşenler de olmaktadır. O kişiye “mâşâallah iyileşmişsin” denildiğinde şöyle demekte: “falan doktor, filan kişi sâyesinde iyileştim, o doktor veya o kişi olmasaydı ben iyileşemezdim, daha kötü olurdum, ölürdüm” gibi laflar söylemekteler. Bir müslüman böyle büyük bir hataya düşmemelidir. Tabiî ki, hastalıktan kurtulmasına vesile olana teşekkür edilir, duâ edilir. Fakat “o kişi olmasa idi ben iyileşemezdim, beni o iyileştirdi” diye kesinlikle denilmemesi gerekir.
“Eğer Allah sana bir keder (üzüntü, hastalık) dokunduracak olursa onu Allah’tan başka giderecek yoktur ve eğer sana bir hayır dilerse o zaman da O’nun ihsanını geri çevirecek yoktur. O hayrını ve fazlını kullarından dilediğine nasip eder. Çünkü O, çok bağışlayan, pek esirgeyendir.” 101
“Eğer Allah sana bir zarar verirse onu kendisinden başka giderecek yoktur. Ve eğer sana bir hayır verirse (bunu da giderecek yoktur). Şüphesiz O her şeye kaadirdir.”102 “Bütün iyilikler Allah’tandır.” 103 Allah’ın nasibi iledir.
Âyetlerden de açıkça görüldüğü gibi, Allah bir insana hastalık verdimi artık onu O’ndan başka giderecek yoktur.
O nasip ederse hasta iyileşir, O nasip etmezse hasta iyileşemez. Eğer hasta iyileşti ise, Allah nasip etti, diledi, birtakım vesilelerle iyileşmesini sağladı. Yapılacak şey; Allah’a şükretmek, hastalıktan veya herhangi sıkıntıdan, üzüntüden, bir sorundan kurtulduğundan dolayı kişi Allah’a şükretmeli, iyileşmesine veya herhangi bir sıkıntıdan kurtulmasına sebep olana da teşekkür ve duâ etmeli ve Allah’a iyi kul olabilmek için gayretini de artırmalıdır. “Bütün iyilikler Allah’tan.”
Dolayısıyla bir müslüman şöyle dememeli:
“Eğer falan kişi olmasa idi, şimdi biz hayatta olmazdık, bizi o kurtardı, varlığımızı ona borçluyuz, tek kurtarıcımız odur.” Bu şekilde o kişi yüceltilmekte ve ilâh derecesine çıkarılmaktadır.
İnsanlar birbirlerine olan sevgilerini dile getirirken dikkat etmeli, aşırıya gitmemelidir.
Tabiata Tapmak
Kur’ân-ı Kerim tabiî hâdiselerin, gezegenlerin ilâh sayıldığını ve onlara tapıldığını anlatır. Tabiî hâdiseler ayrı ayrı ilâhlar kabul edilerek, bir kısmına yer ve rüzgâr, bir kısmına da denizler ilâhı gibi isimler verilmiştir.
Putperestler güneşi, ayı, yıldızları ilâh kabul edip onları birtakım isimlerle anmış, yüceltmiş ve tapmışlardır.
Güneşin, Afrika, Avustralya, Malezya, Kuzey ve Güney Amerika’da ilâhlaştırıldığı görülmüştür. Aya tapanlar, Mısır, İran, Babil, Hindistan, Yunanistan, Avustralya, Yeni Zelanda, Meksika, Batı Avrupa ve Afrika’da rastlanmaktadır. Eski Arabistan dinlerinde ay, tanrı olarak anılmaktaydı.
Yıldızlara tapınma ise Allah’ın yıldızları yaratıp yeryüzünün irâdesini onlara verdiğine, bu âlemin düzenini yıldızların sağladığına inanmaktan doğmuştur.104
“Eğer Allah’a ibâdet etmek istiyorsanız, güneşe ve aya (yıldızlara) secde etmeyin, onları yaratan Allah’a secde edin.” 105
Önceden insanlar, güneşe, aya, yıldızlara, ağaçlara, taşlara, vb. şeylere ayrı ayrı taparlardı. Fakat günümüzde ise hepsine birden tapanları görüyoruz. Şöyle diyorlar:
“Tabiat ana, doğa gereği” Tabiatperest olan kimseler yaratılmış olan tabiatı, yaratıcı yerine koymaktadırlar. “Kâinat kendiliğinden varolmuştur” demekteler. “Tabiatta her şey kendi kendine olmakta; güneş, ay, yıldızlar kendi kendine hareket etmekte; gece, gündüz, yaz, kış ve yağmur, kar, seller, depremler hep kendiliğinden oluyor” diyorlar. Tâbiî ki, bu düşünce materyalistlerin, ateistlerin, Allah’a gereği gibi inanmayanların düşüncesidir.
Diğer ülkelerde olduğu gibi zaman zaman, yaşadığımız bu ülkede de âfetler (seller, depremler) olmaktadır. Marmara depremini yaşadık 17 Ağustos 1999’da, gece saat 03.02’de... 7,4 şiddetinde Adapazarı, İzmit, Gölcük, Körfez, Derince, Kullar, Yeniköy, Bahçelik, Yuvacık, Ulaşlı, Köseköy, Yalova, İstanbul...’da deprem oldu. Ölü sayısı 20.000, yaralı sayısı 40.000. Kimilerine göre bu sayılar daha fazla. 106
Depremde ölenlere Allah rahmet eylesin, kalanlara ibret almayı nasip etsin. O gece uyurken saat üçte ani ses, gürültü, sallantı ile hemen uyandık. Camdan baktığımda herkes evinden dışarı çıkıyordu, biz de dışarı çıktık, herkes endişe ve korku içerisinde. Arabadaki radyodan öğrendik, büyük deprem olduğunu, evlerin yıkıldığını, enkaz altında insanların olduğunu, kurtarma ekiplerinin beklendiğini, enkaz altından bazılarının kurtarıldıklarını öğreniyoruz. Tabiî ki, çok üzücü bir âfet, sabaha kadar kimse evine girmedi. Uzmanlar “tekrar bir deprem olabilir” dediler. Bundan dolayı İstanbul’da 2-3 gün evlere girilmedi, dışarıda kalındı. Uzmanlara depremin ne zaman olacağı sorulduğunda onlar: “depremin önceden, ne zaman olacağını tespit etme imkânımız yoktur. Araştırma sonucu nerelerde deprem olabilir, anlıyoruz. Fakat ne zaman olacağını bilemiyoruz” diyorlardı. Tabiî ki, en iyi Allah bilir, depremin nerede, ne zaman olacağını, her şeyi en iyi bilen O’dur.
“Allah bir şeye ‘ol!’ dedimi, o hemen oluverir.” 107
Bu âfetler Allah’ın dilemesiyle olmakta. Bazıları ‘yok fay hattı şuradan geçiyor, orada deprem olacak, buradan geçmiyor, burada deprem olmayacak’ gibi laflar söylüyorlar. Fakat depremin nerede ne zaman olacağını en iyi bilen Allah Teâlâ’dır..
Müslümana düşen görev tedbir almak ve Allah Teâlâ’nın her türlü âfetlerden, kazalardan koruması için ona dua etmektir.
Tabîî âfetler (felâketler, seller, depremler) neden oluyor? Materyalistlere, ateistlere göre kendi kendine oluyor. Bu kâfirler böyle desinler. Dünya ve âhirette cezasını görürler.
Fakat müslüman kişi, dünyada her şeyin Allah’ın takdiri ile olduğunu bilmelidir. Bu âfetlerin, musîbetlerin insanların kendi yaptıkları günahlar, haksızlıklar, ahlâksızlıklar, zulümler, kötülükler yüzünden de olabileceğini Rabbimiz Allah bildiriyor: “İyilikler Allah’tan, kötülükler (musibetler) kendi günahlarınızdan olmakta.” 108
“Şüphesiz Allah, insanlara hiçbir şeyle zulmetmez, fakat insanlar kendi kendilerine zulmederler.” 109
Allah onların sezme, anlama ve kavrama melekelerini ellerinden aldığı için değil; onlar irâdelerini kötüye kullandıkları için hak yolundan ayrılmışlar, bâtılı tercih etmişler, dolayısıyla kendilerine zulmetmiş olurlar. Bundan dolayı Allah (c.c.) dilediği zaman dünyada da cezasını verir.
“Onlara kendilerinden evvelkilerin, Nuh, Âd ve Semud kavimlerinin, İbrahim kavminin, Medyen halkının (Şuayb peygamberin kavminin) ve (Lut kavminin başları üstüne) ters dönen şehirlerin haberi gelmedi mi? Peygamberleri onlara apaçık mucizeler getirmişti. (İnanmadıkları için helâk oldular) Allah onlara zulmedecek değildi, fakat onlar kendi kendilerine zulmetmekteydiler.” 110
Âyette sözü edilen kavimlere peygamberler mucizelerle geldiler. Fakat bu kavimler, gelen peygamberleri yalanladılar. Allah Teâlâ da her birini bir felâketle helâk etti. Nuh (a.s.), kendi kavmine gönderildi. Kavmi onu inkâr edince meşhur Nuh tufanında boğulup helâk oldular. Âd kavmine Hûd Peygamber gönderildi. Onlar şiddetli rüzgâr ile helâk oldu. Semud kavmine Sâlih Peygamber gönderildi, onlar da depremle helâk oldular. Hz. İbrahim’in kavmi ise sinekle helâk oldu; Medyen halkına Şuayb Peygamber gönderilmişti, onlar ateşle helâk oldular. Şehirleri alt-üst olarak helâk olan kavim ise Lut Peygamberin kavmidir. 111 Bu kavim homoseksüellik yüzünden helâk olmuştur.
“Nitekim onlardan her birini günahları sebebiyle suçüstü yakaladık: Kiminin üzerine taşlar savuran rüzgârlar gönderdik, kimini korkunç bir ses yakaladı, kimini yerin dibine geçirdik, kimini de suda boğduk. Allah onlara zulüm etmiyor, asıl onlar kendilerine yazık ediyorlardı. 112
Önceki kavimlerin Allah’a isyan etmeleri peygamberlerine karşı çıkmaları, yeryüzünde büyüklenmeleri, gururlanmaları, haksızlık, ahlâksızlık, zulüm ve haktan ayrılmaları bâtıl ile iç içe olmaları nedeni ile nasıl helâk olduklarını Allah Teâlâ Kur’ân-ı Kerim’de bildirmektedir. 113 Acaba Allah Teâlâ önceki kavimlerin başlarına gelen olayları, musibetleri, nasıl helâk olduklarını bize niçin, niye bildiriyor, bizimle alâkası ne? Onlar gelmiş geçmiş kavimler ve hâdiseler. İşte bunların nedenini, sebebini Allah (c.c.) Kur’an’da bizlere bildirmektedir:
“Andolsun onların (geçmiş peygamberler ve ümmetlerinin) kıssalarında akıl sahipleri için pek çok ibretler vardır. (Bu Kur’an) uydurulacak bir söz değildir. Ancak kendinden öncekilerin tasdiki, her şeyin açıklaması, iman eden bir toplum için bir rahmet ve bir hidâyettir.” 114
“De ki: Yeryüzünü dolaşın ve (sizden) önce yaşamış olan (günahkâr)ların sonlarının ne olduğunu görün: Onların çoğu müşrik idi (Allah’tan başka varlıklara veya güçlere ilâhî sıfatlar yakıştırmışlardı).” 115 Yani, onlar maddî refaha ve güce taptılar. Böylece bütün mânevî değerleri yitirdiler ve sonuçta kendi kendilerinin helâk olmasına sebep oldular.116
“Allah katından dönüşü olmayan bir gün (kıyâmet günü) gelmeden önce yönünü dosdoğru dine çevir! O gün insanlar bölük ayrılacaklardır. Kim inkâr ederse, inkârı kendi aleyhine olur. İyi işler yapanlara gelince, onlar da (cennetteki) yerlerini sırf kendileri için hazırlarlar. Zira Allah’a inanıp iyi işler yapanlara kendi lütfundan karşılık verecektir. Şüphesiz O, kâfirleri sevmez. Andolsun ki Biz senden önce kendi kavimlerine nice peygamberler gönderdik de, onlara açık deliller getirdiler. (Onları dinlemeyip) günaha dalanların ise cezalarını hakkıyla vermişizdir. Mü’minlere yardım etmek de Bize hak olmuştur.” 117 Helâk olan kavimlerin bazı ortak özellikleri: Allah’a ortak koşmak, O’nun emrine uymamak, peygambere ve mü’minlere karşı çıkmak, onları hak yolundan vazgeçirmek için baskı ve zulüm yapmak, haksız yere büyüklenmek, insanları sömürmek, cinsel sapmalar, gayr-i ahlâkî tutum ve davranışlar. Bunlar helâk olan kavimlerin helâk olmasına sebep olan hususlardır.
Yaşadığımız toplumda daha fazlası olmaktadır. Teknolojik imkânlardan da yaralanılması ile her türlü ahlâksızlığın olması ve haksızlık, sömürü, zulüm, haktan uzak olma, bâtıl bir yaşam tarzını tercih etme, gayr-i İslâmî tutum ve davranışların olması ve savunulması, İslâmî olan yaşam biçimine karşı çıkılması, haram olan içki, kumar, zinâ gibi çirkin işlerin yaygınlaşması, haktan uzaklaşılması ile bir bozulma ve taşkınlık içerisinde olunduğunu görmek mümkün.
Önceki helâk olan kavimler mutlaka doğal sebeplerle gelen âfetler neticesinde cezalandırılmışlardır (deprem, sel, fırtına vs.). Günümüzde aşırı giden ve eski kavimlerin işlediği suçları işleyen toplumlar da benzer yöntemlerle cezalandırılabilirler. Ülkemizde de durum pek farklı değildir. Özellikle İstanbul halkı müslüman olan ülkeler arasında, eşcinsellik, cinsel sapıklık, dini inkâr etme ve alaya alma, önemsememe, sosyal adaletsizlik konularında önde gelen bir şehir olmuştur. Unutulmamalıdır ki Allah, dilediği anda dilediği insanı ya da toplumu helâk edebilir. Ya da dilediğini dünya hayatı boyunca normal şekilde yaşatır ve âhirette azaplandırır.118
Dostları ilə paylaş: |