İtiraf edeyim ki içinden geçirdiği bu sözlerle Julien'in gösterdiği yüreksizlik kendi hakkında bana zavallı bir düşünce veriyor. Büyük bir memleketin olanca hayat yolunu değiştirmeğe kalkan, ama en ufak huzursuzluk yaratmağı içi götürmeyen şu sarı eldivenli ihtilâlcilerin arkadaşı olmağa lâyıkmış doğrusu.
Julien gene birden rolünü hatırladı. Kendisini böyle yüce insanlar arasındaki ziyafete hayal kursun ve hiç konuşmasın diye çağırmamışlardı.
Besançon akademisi ile Uzes akademisi muhabir üyesinden, işi gücü bir yana sermiş bir boyalı bez fabrikatörü, onun İncil ezberciliğindeki hayret uyandırıcı ilerlemeleri hakkında açıktan açığa söylenen şeyin doğru olup olmadığını anlamak
151
üzere, sofranın bir başından tâ buraya, delikanlıya söz attı.
Ortalığı o saat derin bir sessizlik sardı; iki akademinin çok bilmiş üyesinin ellerinde bir lâtince İncil beliriverdi sanki bir melek getirmişçesine. Julien'in sözü üzerine, rast-gele lâtince bir yarım cümle okundu. Delikanlı alt tarafını su gibi tamamladı: Hafızası sadakat gösterdi, bu harika delikanlı, bir ziyafet sonunda kopan o gürültülü heyecanla alkışa boğulmuş oldu. Julien bayanların boyalı yüzlerini süzüyordu; çoğu fena değildi. Usta şarkıcı tahsildarın karısına dikkat kesilmişti.
Ona bakarak:
— Doğrusu, dedi bu bayların -önünde böyle uzun uza-dıya lâtince konuştuğuma utanıyorum. B. Rubigneau, hani şu iki akademi üyesi, lâtince parçaya uyarak karşılık verecek yerde, gelişi güzel bir lâtince cümle okumak lûtfunda bulunursa, ben de bunu hemen dilimize çevirmeğe çalışırım.
Bu ikinci sınav ününe sanki ün kattı.
Salonda yükünü tutmuş liberaller, fakat burs almağa kabiliyetli çocukları olan, son din aşısından beri de birden bu gibi imana gelen, mutlu babalar da vardı. Şu ince politika ustalığına rağmen B. de Renal, bu gibilerini evine hiçbir zaman çağırmak istememişti. Julien'i ancak adını duyunca ve **• kralının geliş günü ata binmiş gördükleri zaman tanıyan ve bolahenk kişiler, onun en alkış tutucu hayranları idi. İçinden: «Bu aptallar, bu hiçbir şey anlamadıkları İncil dilini dinlemekten ne zaman usanacaklar?» diye geçirdi. Ne var ki bu üslûp garipliğinden ötürü eğlendiriyordu onları aksine; gülüyorlardı buna. Gel gör ki Julien bıktı.
Saat altıyı çalarken ayağa kalktı ve ertesi gün B. Che-lan'a ezbere okumak üzere belleyeceği Ligorio'nun yeni din dersinden bir bölümün sözünü etti. Tatlı bir dille: «İşte benim işim, dedi, ders dinletmek ve kendi başıma ders ezberlemek.»
Alabildiğine gülündü, hayran olundu; Verrieres hava-smca böyledir nükte dediğin. Julien hanidir ayağa kalkmıştı, uygun düşmediği halde herkes de kalktı ayağa; dehanın egemenliği işte böyledir. Bn. Valenod bizimkini bir çeyrek saat daha oyaladı; çocukların din derslerini okumalarını dinlemesi gerekti gene; çocuklar bir onun gözüne çarpan en ga-
xaü
rip yanlışlıklarda bulundular. Bu hataları vurmadı yüzlerine. «Dinin ilk ilkelerini bile bilmiyorlar!» diye düşündü. Artık selâm veriyor ve yakayı kurtarabileceğini sanıyordu; fakat bir La Fontaine şiiri okuması da gerekti.
Julien Bn. Valenod'ya:
— Bu yazar pek ahlâk dışına çıkar, dedi devletli Jean Choart adına donattığı bir fablen saygı değer şeye dil uzatır. En iyi açıklayıcılar tarafından bile hırpalanmıştır düpedüz!
Julien çıkıp gitmeden önce dört beş kişinin yemek çağrısını aldı. İyice keyiflenmiş davetliler hep bir ağızdan: «Bu delikanlı şehrin gözbebeği» diye bağırdılar. Gidip öğrenimini Paris'te tamamlayabilmesi için, belediye bütçesinden ayrılmış bir maaş verilmesini bile söz konusu ettiler üstelik.
Bu ihtiyatsız düşünce yemek salonunda ağızdan ağıza dolaşa dursun, Julien çoktan tez adımlarla sokak kapısını bulmuştu. Taze havayı ciğerlerine doldurmanın tadına vararak, üç dört kez alçak sesle: «Ah! it sürüsü! it sürüsü!» diye bağırdı.
B. de Renal'm evinde kendisine gösterilen bütün o ince davranışların arkasında sezdiği hafifyene gülümseyişten ve yüksek gururdan bir hayli zaman adamakıllı kızıp köpüren delikanlı, şimdi kendini pek soylu buluyordu. İki ev arasındaki büyük ayrılığı duymaktan alamıyordu kendini. Yürüyüp giderken içinden: «Zavallı tutuklulardan çalınmış paracı, sonra da türkü söylemekten alakonuşlannı unutalım! diyordu. B. de Renal kalkar da hiç konuklarına sunduğu her şarap şişesinin şu kadar ettiğini söylemeği alır mı göze? Hem bu B. Valenod, hep, varından yoğundan söz açarken, evinden, toprağından dem vuruyor, şundan bundan konuşuyor, karısı olunca da, senin evin, senin toprağın diyordu.»
Mal mülk sahibi olmaktan alabildiğine hoşlanan bu bayan, yemek sırasında, ayaklı bir bardağı kıran ve düzenlerinden birini bozmuş olan bir uşağa kalkmış, ağzına geleni söylemişti; bu uşak ta pek küstahça karşılık vermişti.
Julien: «Tencere yuvarlanmış kapağını bulmuş! diyordu; bütün çalıp çırptıklarının yarısını verseler bana, gene de onlarla birlikte yaşamak istemezdim. Günün birinde, sır-
153
Timi verirdim ele; bana ilham ettikleri bayağılığı açığa vurmaktan alamazdım kendimi.»
Ama gene, Bn. de Renal'm buyruklarına boyun eğerek, "bu biçim birkaç ziyafette bulunması gerekti; Julien modaya uydu; muhafız birliği elbisesi artık bağışlanıyordu daha doğrusu bu ihtiyatsızlık başarılarının gerçek nedeni idi. Arası pek geçmeden, bilgin delikanlıyı elde etme savaşında, B. de Renal'm mı, yoksa kimsesizler yurdu başkanının mı üstün geleceğini görmekten başka hiçbir şey konuşulmaz oldu Ver-rieres'de. Bu baylar, B. Maslon'la birlik olup, yıllar yılı şehri haraca kesen, bir üçü - birlik kuruyorlardı. Belediye başkanı kıskanılıyordu, liberaller ise ondan yaka silkiyorlardı; ama gene de o soylu idi ve kendisini üstün sayabilirdi, oysa B. Valenod'nun babası tutup kendisine yalnız altı yüz lira yıllık gelir bırakmıştı. Normandia atlarına, altın kösteklerine Paris'ten gelme elbiselerine, şimdiki olanca zenginliğine içleri gide dursun, gençliğinde herkesin bildiği o kötü yeşil elbiseye yüreklerinin yandıklarını da unutamıyorlardı.
Julien için yeni sayılan bu dünyanın dalgasında, namuslu bir inşan bulur gibi oldu; geometri ile, uğraşıyor, adına Gros (27) deniyor ve akoben geçiniyordu. Julien, ancak hep kendisine bile uydurma gelen konulardan söz açmağa karar verdiğinden, B. Gros'un hakkındaki söylentiye boyun eğmek zorunda kaldı. Vergy'den koca koca ödev demetleri alıyordu. Gidip sık sık babasını görmesi öğütleniyordu, bu zorunlu acıya boyun eğiyordu. Uzun sözün kısası, ününü oldukça güzel yoluna koyuyordu, bir sabah hayretle uyandı ki iki el gözlerini kapıyordu.
Bu. Bn. de Renal idi, şehre bir yolculuk yapmıştı, merdivenleri dörder dörder çıkmış ve çocukları yol boyunca getirdikleri güzel bir tavşanla başbaşa bırakmış, çocuklardan bir an önce, Julien'in odasına çıkagelmişti. Bu an pek hoştu, ama pek kısa sürdü: Bn. de Renal, çocuklar dostlarına göstermeğe can attıkları tavşanla birlikte geldikleri zaman çoktan gitmişti. Julien herkesi, hattâ tavşanı bile güler -yüzle karşıladı. Sanki yeniden kendi ailesine kavuşmuş g'bi idi; bu çocukları sevdiğini, bunlarla dereden tepeden konuşmaktan hoşlandığını anladı. Seslerindeki tatlılıktan, ufak tefek davranışlarmdaki sadelik ve soyluluktan şaşkına dön-
154
dü; hayalini o her soy bayağı davranışların, Verrieres'de öğrendiği her biçim tatsız düşüncelerin etkisinden yıkayıp yunma zorunluluğunu duymuştu. Bu adamlar hep gaf yapma korkusu içinde bulunuyorlardı, saç saça baş başa dövüşürlerken aralarında hep lüks ve sefalet kol geziyordu. Evlerinde yemek yediği kişiler, getirilen kızartmalarını öne sürerek, hem kendilerini küçülten, hem de kndilerini dinleyenlere iğrenç gelen sırlar döküyorlardı ortaya. Bn.de Renal'a:
— Siz soylular, diyordu, haklısınız büyük burunlu olmakta.
Sonra da kadına gitmek zorunda kalmış olduğu her ziyafeti anlatıyordu.
— Demek uymuşsunuz modaya!
Bunu söylerken Bn. Valenod'nun Julien'i her beklediği kez kendisini sürmeğe zorunlu kıldığı allığı düşüne ede yürekten gülüyordu.
— Galiba, diye ekliyordu, kalbinizi kazanmağı koymuş kafasına.
Sabah kahvaltısı pek hoş oldu. Çocukların varlığı, görünüşte sıkıcı olmakla beraber, gerçekte müşterek mutluluğu çoğaltıyordu. Bu zavallı çocuklar Julien'i yeniden görmekle duydukları sevinçlerini nasıl dile getireceklerini bilemiyorlardı. Uşaklar onlara Julien'e Valenod yavrularını eğitmek için iki yüz franktan fazla para teklif edildiğini söylemekten geri durmamışlardı.
Kahvaltı ortasında, Stanislas - Xavier, hâlâ ağır hastalığından kalma o uçuk yüzlü yavrucuk annesine birden, gümüşten çatal bıçak takımı ile su içtiği kupanın kaç para ettiğini sordu.
— Niçin soruyorsun bunu?
— Parasını Julien'e vereyim diye satmak istiyorum bunları, bizde kalırken aldanmasın.
Julien, gözleri dolu dolu olarak çocuğu bağrına bastı. Stanislas'ı dizlerine alan Julien, bu anlamda kullanılan, yalnız bir biçim uşak ağzına yaraşır söz olan aldanma sözünü söylememek gerektiğini ona, bir bir anlatırken, annesi de, ağlıyordu, ağlıyordu gerçekten. Bn. de Renal'a verdiği memnunluğu görünce, tutuyor, çocuklara hoş gelen, garip garip
155
örneklerle, aldanmanın ne demek olduğunu anlatmağa çalışıyordu.
Stanislas:
— Anlıyorum, dedi, karga budalalık etmiş de ağzından peynirini düşürmüş, dil döken tilki de, alıp yemiş peyniri.
Bn. de Renal, sevinçten etekleri zil çalarak, çocuklarını öpücüklere boğuyordu, ama Julien'e biraz yaslanmadan da edemiyordu bir türlü.
Birden kapı açıldı; B. de Renal idi bu. Ciddî ve üzgün yüzü gelişinin yok ediverdiği tatlı sevinçle garip bir tezat yarattı. Bn. de Renal sapsarı kesildi; kendini hiçbir şeyi yadsıyamaz durumda sanıyordu. Julien söz aldı, yüksek sesle konuşarak, belediye başkanına, Stanislas'm satmak istediği gümüş kupa işini anlatmağa koyuldu. Bu hikâyenin kötü karşılanmış olacağına güveni vardı. B. de Renal öteden beri alışık olduğu gibi sırf gümüş sözü üzerine çattı kaşlarını ilkin. Bu gümüş sözünün açılması, dediğine göre, ucu kendi kesesine dokunacak bir sikkeye işarettir hep.
Ama şimdi iş yalnız para işi değildi; bunda bir yığın da kuşku vardı. Kendi yokluğu anında çoluğunu çocuğunu ışıklandıran mutluluk havası, pek ürkek bir gurur yüzünden kendine egemen olmuş bir adama göre, işleri düzeltmek için yaratılmış değildi. Karısı kendisine Julien'in öğrencilerine yeni yeni düşünceler verdiğini incelik ve anlayışlılıkla ileri sürerken:
— Evet! evet! biliyorum bunu, dedi, çocuklarımı soğutuyor benden çoklara benden, uzun sözün kısası, evin efendisi sayılan benden yüz defa fazla güleryüz göstermesi kolay onun için. Bu çağda herkes kanunî yetkiye dayanarak soğuk olmağa çalışıyor. Zavallı Fransa!
Bn. de Renal kocasına ettiği davranışın püf noktalarını incelemeğe kalkmadı hiç. Julien'le on iki saat geçirme imkânını sezebilmişti. Şehirde alınacak bir yığın öteberisi vardı, akşam yemeğini içkili lokantada gidip yemeği yürekten istediğini söyledi; kocası ne dese ya da ne yapsa, düşüncesinden dönmedi. Çağdaş ahlâk softasının pek zevkle söylediği bu biricik içkili lokanta sözüne çocuklar düpedüz sevinmişlerdi.
B. de Renal, birkaç ziyarette bulunacağını söyleyerek karısını daha girdiği ilk tuhafiye dükkânında bıraktı. Sabahkinden daha çatık kaşla eve döndü; bütün şehrin bir kendisi ve bir de Julien'le uğraştığına güven getirmişti. Doğrusu henüz kimse ona, halkın dediklerinin acı yönünü açmamıştı. Belediye başkanı baya söylenenler yalnız Julien'in altı yüz frankla kendi evinde mi kalacağını, yoksa kimsesizler yurdu başkanı bay tarafından sunulan sekiz yüz frangı m; kabul edeceğine dayanmıştı.
Dostlar arasında B. de Renal'a rastlayan bu başkan, ona soğuk davrandı. Bu davranış ustalıktan uzak değildi; taşrada az olur ihtiytsızlık: oralarda heyecan yaratan olaylar o kadar azdır ki insan bunları tâ ciğerinde duyar.
B. Valenod, Paris'ten yüz fersah ötede, giyimi kuşamı yerinde Mr insan denenlerdendi; küstah ve kaba yaratılışlı bir kişidir bu. 1815 yılından bu yana, kazançtan kazanca kavuşan varlığı, güzel davranışlarını temelli yok etmişti. Sanki, Verrieres'de, B. de Renal'm buyrukları altında yaşıyordu; yalnız arı gibi çalışkan, hiçbir şeyden yüzü kızarma-yan, herşeye burnunu sokan, boyuna öteye beriye girip çıkan, hakaretleri unutup giden, hiçbir kişisel düşüncesi olmayan b'r insan olduğu için, en sonunda papazlar kurulu karşısında efendisinin itibarını bile sarsmıştı. B. Valenod sanki memleketin bakkallarına gitmiş: «İçinizden iki en aptal kişiyi verin bana» demiş; kanun adamlarının karşısına dikilmiş: «En şarlatan iki kişiyi gösterin bana» demiş; sağlık başkanlarına varmış: «En şarlatan iki kişiyi gösterin bana» demiş. Her meslekten böyle en yüzsüz adamları bir araya toplayınca, onlara: «Haydi hep beraber hüküm sürelim» demiş.
Bu gribi insanların davranışları B. de Renal'ı canevinden vuruyordu. Valenod denen kaba adam ise hiçbir şeyden, hattâ o küçük rahip Maslon'un m'lle+m ortasında yüzüne karşı söylemekten kendini ajamadığı yalanlardan bile kılı kıpırdamamıştı.
Fakat, bu mutluluk sırasında, herkesin haklı olarak yüzüne vurduğunu pek iyi sezdiği büvük gerçeklerin önünü almak için ufak tefek küstahlıklarla başını dinlemeğe ihtiyacı vardı. B. Appert'in gelişi gözünü adamakıllı korkuttuğun-
dan beri çalışması alabildiğine artmıştı, üç kez Besançon'a yolculuk etmişti: her postaya bir yığı nmektup yetiştiriyordu; akşam üzeri evine damlayan kimin nesi olduğu bilinmaz adamlarla da gene birtakım mektuplar gönderiyordu. İhtiyar papaz Chelan'm ayağını kaydırmada belki haksız davranmıştı; çünkü bu öc alma sayılan davranış, kibar aileden birçok sofu bayanın gözünde onu pek kötü bir kişi olarak tanıtmıştı. Zaten bu iyiliği Frilair piskoposu vekili bayın gerçek buyruğu altına sokmuştu onu, bu iyilik basma büyük işler açmıştı. İmzasız bir mektup yazma tutkusuna karşı gelemediği sıra, işler bu duruma gelmişti işte. Dertler tam olsun diye, karısı kalkıp Julien'i evinden görmek istediğini bildirdi ona; gururu yaralanmıştı.
Bu durumda B. Valenod, eski müttefiki B. de Renal ile kendi arasında müthiş bir kavga çıkacağını seziyordu. Belediye başkanı kendisine ağır sözler söylerdi, varsın söylesin; ama belediye başkanı Besançon'a, hattâ Paris'e yazabilirdi. Herhangi bir bakanın bir yeğeni tepeden inme Verrieres'e atanabilir ve kimsesizler yurdu başkanı olabilirdi. B. Valenod liberallere yaklaşmağı düşündü; işte bu yüzdendir ki, birkaç liberal Julien'in İncil okuduğu ziyafete çağrılmıştı. Belediye başkanına karşı güçlü dayanak elde etmiş olacaktı. Fakat seçimler yenilenebilirdi, kimsesizler yurdu başkanının liberallere ve hükümete karşı oy kullanması, besbelli olmayacak işlerdendi. Bu, Bn. de Renal tarafından kadının koluna giren Julien'e anlatılmıştı, bu hikâye onları, yavaş yavaş DOĞRULAR GEZİSİ'ne sürükledi ki burada, hemen hemen Vergy'deki kadar rahat birkaç saat geçirdiler.
Bu esnada B. Valenod da, kendi kendine küstah bir tavır takınarak, eski efendisiyle kopması mutlak bir kavgayı geciktirmeğe çalışıyordu. O gün, bu yöntem işe yaradı, ama belediye başkanının öfkesini çoğalttı.
Aşağılık para tutkusunun en açgözlülük ve en bayağılıkla verdiği herşeyle çarpışan gurur, hiçbir zaman bir insanı B. de RenaFin içkili lokantaya girerkenki hali kadar yürekler acısı bir duruma getiremez. Çocuklar ise, tam tersine,, şimdiye dek hiç böyle keyifli ve hiç böyle kıvançlı olmamışlardı. Bu zıtlık onu büsbütün kızdırdı.
îçeri girerken, emredici kılmak istediği bir sesle:
— Görüyorum ki ben, ben fazlayım aranızda! dedi.
Karşılık olarak, karısı onu bir köşeye çekti ve Julien'i uzaklaştırmak gerektiğini sayıp döktü. Geçirdiği mutluluk saatleri on beş gündür kurduğu davranış tasarısını gerçekleştirmek için ona gerekli kolaylığı ve yürek genişliğini vermişti. Zavallı Verrieres belediye başkanını asıl çileden çıkaran nokta, akçe'ye düşkünlüğü üzerine şehirde ağızdan ağı-za dolaşan alayı bilmesi idi. B. Valenod bir hırsız kadar cömertti, o ise, Ermiş - Joseph (28) mezhebi, Meryem Ana tarikatı, Ermiş - Sacrement tarikatı için para toplamasından cömert olmaktan daha çok tedbirli davranmıştı.
Para toplayan rahiplerin defterine, bağışlarının çokluğuna göre adları yazılan Verrieres ve çevresi küçük soyluları arasında, B. de Renal'm adının çoklaym son satırda bu-lunluğu görülmüştü. Hiçbir şey kazanmadığını boşu boşuna söyleyip duuryordu. Papazlar kurulunun şakası yoktur bu işte.
BÖLÜM XXIII BİR MEMURUN ÇİLELERİ
Bütün yıl başını dik tutmanın zevki geçmesi gerekli belli saat-larda bol bol ödeniş.
CASTI.
Fakat biz şu küçük adamı bırakalım kendi ufak tefek korkuları ile başbaşa; kendisine uşak ruhlu bir insan gerektiği halde, sanki ne demeğe kalkıp evine gönlü büyük bir insan aldı? Neden adamlarını seçmesini bilmiyordu? XIX. yüzyılın günlük gidişi öyledir ki kudretli ve soylu bir adam gönlü büyük bir insana rastladı mı, onu öldürür, sürer, hapse atar ya da o kadar hakaret eder ki, öteki acından ölüp gitme aptallığını gösterir. Tesadüfen burada, gönlü büyük adam henüz acı çekmiyor. Fransa'nın küçük illerinin ve New - York'un gibi, seçimlerle iş başına geçen hükümetlerin en
15»
büyük derdi, yeryüzünde B. de Renal gibi insanların yaşadıklarını unutmamaktır. Yirmi bin kişilik bir ilin ortasında, bu gibi adamlar milletin düşünüşünü yaratırlar ve hele belediye başkanı halk tarafından seçilen bir memlekette milletin düşünüşü amansızdır. Soylu, saygıdeğer ruhlu, dostunuz olabilecek olan, ama yüz fersah ötede oturan bir adam, şehrinizin genel düşüncesine dayanarak hakkınızda yargı verir, bu kanı tesadüfen soylu, varlıklı olarak dünyaya getirdiği ve mutediller partisine soktuğu budalalar tarafından yaratılmıştır. Kendini göstermek isteyenin vay haline!
Akşam yemeği yenir yenmez, hemen Vergy'ye gitmek üzere yola çıkıldı; ne var ki, daah ertesi gün, Julien bütün ailenin Verrieres'e geri döndüğünü gördü.
Bir saat geçmemişti ki, hayretler içinde kalan delikanlı, Bn. de Renal'm kendisinden birşey sakladığını sezdi. Delikanlı görünür görünmez kocası ile yaptığı konuşmaları yarıda kesiyçr ve onun uzaklaşıp gitmesine can atıyor gibiydi sanki. Julien bu uyarmayı tekrarlatmadı. Soğuk ve çekingen bir durum aldı; Bn. de Renal bunu sezdi ve hiçbir açıklama istemedi. Julien içinden: «Yoksa benim yerime bir başkasını mı alacak? diye düşündü. Daha evvelki gün, benimle ne kadar içli - dışlı idi! Fakat kibar bajanlar hep böyle ya-parlarmış deniliyor. Tıpkı krallar gibi, huzura çıkınca, işinden azledilecek olan bir bakana, iltifat ederlermiş alabildiğine.»
Julien', kendisi içeri girer girmez birden kesilen bü konuşmalarda, Vergy belediyesine özgü, eski, ama geniş ve kullanışlı olan, kilise karşısında, ilin en işlek yerinde bulunan büyük bir evden sık sık söz edildiğini sezmişti. Julien, «Bu evle yeni bir sevgili arasında ne ilgi olabilir!» diye düşünüyordu. Derdinden olacak. Bn. de Renal kendisine öğre-teli daha aradan bir ay geçmediğinden, ona yepyeni gelen I. François'nin şu güzel mısralarını tekrarlıyordu. O zamanlar, bu mısralarm herbiri nice and, nice okşayışla yalan yere söylenmişti!
Kadın sık sık değişir, Ona güvenen delidir.
B. de Renal posta arabası ile Besançon'a gitmek üzere
160
yola çıktı. Bu yolculuk iki saatte kararlaştırıldı, pek düşünceli görünüyordu. Dönüşte, kül renkli kâğıda sarılı iri bir paketi masanın üzerine attı. Karısına:
— İşte o pis iş, dedi.
Bir saat sonra, bu iri paketi alıp götüren ilâncıyı gördü Julien; hemen onu izledi. «İlk sokak başında öğrenirim işin aslını.»
Delikanlı, koca fırça ile, ilânın sırtını zamklayan ilân-cınm arkasında durmuş, artık, iki ayağı bir pabuçta, bekliyordu. Hân yerine yapıştırılır yapıştırılmaz, Julien'in merakı B. de Rerial'm karısı ile yaptığı konuşmalarında adı sık sık geçen bu eski ve büyük evin arttırma yolu ile kiralığa çıkarıldığını okunca dindi. Arttırma tarihi ertesi gün saat ikide belediye salonunda başlayacak, üçüncü mum sönümüne dek sürecek diye bildirilmişti. Julien pek bozulmuş oldu; mühleti pek kısa buluyordu: evi kiralıyacak olan kişilerin hepsinin' acaba bundan haberi olmağa zamanları olacak mı? Zaten, on beş gün öncesinin tarihini taşıyan ve üç başka başka yerde baştan başa okuduğu bu bildiri, ona hiçbir şey söylemiyordu.
Kiralık evi gidip gezdi. Onun sokulduğunu görmeyen kapıcı bir komşusuna gizli gizli şöyle diyordu.
— Vay! vay! ne yapsalar boş gene. B. Maslon ona evi üç yüz franga bırakacağına söz verdi; belediye başkanı bu işe yanaşmadığından, Frilair piskopos vekili tarafından, piskoposluğa çağrıldı.
Julien'in çıkagelişi iki dostu pek rahatsız etti, artık bir tek söz bile söylemediler.
Julien artırma yerine gitmeği ihmal etmedi. Kötü aydınlatılmış bir salonda müthiş kalabalık vardı; fakat herkes garip bir şekilde susup duruyordu. Bütün gözler bir masaya çevrilmişti, Julien bu masa üzerinde, kalaylı bir tepside, yanan üç mum parçası gördü. Tellâl bağırıyordu: Üç yüz frank, baylar!
Bir adam, alçak sesle, yanmdakine:
— Üç yüz frank! Anasının nikâhını istiyorlar, dedi. Ve Julien ikisinin arasında idi. «Sekiz yüz franktan fazla eder; bu artırmayı üzerimde bırakmağa çalışacağım.)'
— Boş konuşuyorsun. B. Maslon'u, B. Valenod'yu, piş-
161
Icoposu, o Frilair'deki yaman vekilini, bütün avaneleriyle başına belâ almakla ne kazanacaksın? Öteki bağırarak:
— Üç yüz yirmi frank, diye artırdı. Arkadaşı:
— Sersem herif! dedi. Julien'i göstererek:
— İşte belediye başkanının bir casusu düpedüz, diye ekledi.
Julien bu sözü söyleyeni cezalandırmak için hemen döndü, fakat iki Francs - Comtois'lı artık hiç dikkat etmiyordu. Onların sükûnu onun aklını başına getirdi. Bu sırada, son mum parçası da söndü ve tellâlın uzayıp giden sesi, evin dokuz yıllığına, yılda üç yüz franktan, •*• ilçebaylığı büro şefi, B. de Saint - Giraud'ya kaldığını bildirdi.
Belediye başkanı salondan; çıkar çıkmaz, dedikodular aldı yürüdü.
— Grageot'nun ihtiyatsızlığı belediyeye işte otuz frank kazandırdı, dedi biri.
— Ama B. de Saint - Giraud, diye karşılık verdiler, Gre-geot'dan alır öcünü, bunu onun yanma komaz.
Julien'in solundaki iri kıyım bir adam:
— Bu ne alçaklık be! dedi: öyle bir ev ki, ben, fabrikamı kurmak için sekiz yüz frank verir, gene de kârlı bir iş yapmış olurdum.
Bir genç liberal fabrikatör:
— Adam sen de! diye karşılık verdi. B. de Saint - Giraud papazlar kurulunda değil mi? Dört çocuğunun bursu yok mu? Zavallı adam! Verrieres belediyesinin ona beş yüz franklık bir aylık zammı yapması gerek, hepsi işte bu.
Bir üçüncüsü:
— Belediye başkanı demek bunun önüne geçemedi! dedi. Çünkü o da kralı tutuyor, tutmasına, hele şükür; ama çalmaz.
B-ir başkası:
— Çalmaz mı diye burun kırdı; hayır, yan cebime koyun der. Bütün bu paralar büyük bir belediye kesesinde toplanır, yıl sonu gelince de pay edilir hepsi. Fakat baksanıza şu bacaksız Sorel'e; gidelim buradan.
F.: 11
162
Julien eve canı sıkkın döndü; Bn. de Renal'ı da alabildiğine acılı buldu. Bn. de Renal ona:
— Arttırmadan mı geliyorsunuz diye sordu.
— Evet, Bayan, orada belediye başkanı bayın casusu sanılmak şerefine bile erdim.
— Bana inanmış olsaydı, bir yolculuğa çıkmış olurdu. O sırada, B. de Renal Julien'e çocuklarla birlikte Vergy'
ye gitmesini buyurdu, yolculuk tatsız oldu. Bn. de Renal kocasını şöyle avutuyordu:
— Dostum, bu gibi şeye alışmış olmalısınız.
Akşam, sessiz sessiz aile ocağının başında toplandılar; yanan gürgenin çıtırdısı biricik eğlence idi. En birbirine bağlı ailelerde görülen hüzünlü anlardan biri idi bu. Çocuklardan biri sevinçle bağırdı:
— Kapı çalmıyor! kapı çalmıyor! Belediye başkanı:
— Tüh Allah cezasını versin! teşekkür etme bahanesi ile buralara kadar gelen B'de Saint - Giraud ise, diye bağırdı, veririm ağzının payını; bu kadarı da pek fazla hani. O bu teşekkürü asıl Valenod'ya etsin, bir de benim adım kirlensin. Şu uğursuz Jakoben gazeteleri bu işi diline dolarlar-sa, beni bir B. Nonantecinq (30) ediverirlerse, ne demeli?
Bu sırada uşağın peşinden içeri, iri kara favor>U, pek yakışıklı bir adam giriyordu.
— Bay belediye başkanı, bendeniz il signor Geronimo'-yum (31). îşte Napoli elçiliği yazmanı, B. le şövalye de Bea-uvaisis'ih, size sunulmak üzere yola çıkışımda bana verdiği bir mektup.
Dostları ilə paylaş: |