Kız tezgâhın dışına eğildi, bu boyunun boşunun güzelliğini görme fırsatını verdi delikanlıya. Julien buna dıkKat kesildi; bütün düşünceleri değişti. Güzel kız gelip önüne bir fincan şeker ve azıcık ekmek koydu. Garsonun gelişi ile, Ju-lien'le artık başbaşa kalamıyacağım pek iyi bildiğinden, kahve için bir garson çağırmakta tereddüt ediyordu.
Julien, düşünceli düşünceli, bu sarışın ve neşeli kızı çok-layın içini buruk buruk eden kimi anılarla karşılaştırıyordu. Kendisinin de sevildiğini aklına getirmek olanca çekingenliğini hemen ortadan kaldırdı. Güzel kız ancak bir an ¦durabilecekti; Julien'in gözlerinin içine baktı.
— Bu pipo dumanı öksürtür sizi, yarın sabah saat sekiz olmadan kahvaltı etmeğe gelin: o zaman, hemen hemen yalnız olurum.
Julien, mutlu çekingenlikten gelme okşayıcı gülümseme ile:
— Adınız ne? diye sordu.
— Amanda Binet.
— Size yarım saat sonra, bunun gibi küçük bir paket göndermeme izin verir misiniz?
• Güzel Amanda azıcık düşündü.
— Ben baskı altındayım burada: benden istediğiniz şey başıma belâ açabilir; yalnız, bir karta adresimi yazıp size vereyim, göndereceğiniz pakete bunu koyarsınız. Göğsünüzü gere gere gönderiniz bana onu.
Delikanlı:
— Adım Julien Sorel, dedi; Besançon'da ne soyum so-pum, ne de tanıdığım var.
Genç kız sevinçli sevinçli:
— Evet, anlıyorum! dedi. Hukuk Okulu'na girmeğe mi geliyorsunuz?
Julien:
— Yok canım! Nerede o talih bende, diye karşılık ver-
176
di; beni papaz okuluna gönderiyorlar.
Amanda'nm yüz çizgilerini büyük bir umutsuzluktur sardı; bir garson çağırdı: artık cesareti var. Garson, Julien'-in yüzüne bile bakmaksızın fincanına kahve koydu.
Amanda tezgâhta para topluyordu; Julien'in söz söyleyebildiğinden koltukları kabarıyordu: bilardo masallarında» birinde kavga koptu. Oyuncuların, bu koca salonda güm güm eden bağrışmaları ve yalanlı dolanlı konuşmaları, Julien'i şaşkına çeviren bir gürültü yaratıyordu. Amanda hayallere dalmış ve gözlerini öne eğmişti.
Julien birdenbire ona güven vere vere:
— İsterseniz, Bayancık, amcanızın oğlu olduğumu söylerim, dedi.
Bu buyruk verir soydan davranış Amanda'nm hoşuna gitti. «Bu öyle kılkuyruğun biri değil» diye düşündü. Gözü tezgâha yaklaşan biri var mı diye bakıp durduğundan, gözlerini çevirmeden, acele acele ona:
— Ben, dedi, Dijon tarafından Genlis'liyim; siz de Gen-lis'ten, annemle kardeş çocuğu olduğunuzu söylersiniz.
— Söylemekte kusur etmem.
— Yazın, her perşembe gün.ü. saat beşte, papaz okulu öğrencileri bu kahvenin önünden geçerler.
— Ben geçerken, siz de beni düşünürseniz, elinize bir demet menekşe alın.
Amanda şaşkın şaşkın' ona baktı; bu bakış Julien'in cesaretini pervasızlığa çevirdi; bununla beraber kıza aşağıdaki sözü söylerken kıpkırmızı kesildi:
— Sizi en şiddetli bir aşkla sevdiğimi hissediyorum. Kız ürkmüş bir sesle:
— Ayol yavaş konuşsanıza, dedi.
Julien, Vergy'de ele geçirmiş olduğu la Nouvelle Heloise' in bir cildinden cümleleri hatırlamağa, çalışıyordu. Ezbercilik günü hemen imdadına koştu; on dakikadır, hayran hayran dinleyen Bn. Amanda'ya, la Nouvelle Heloise'dan ezbere parçalar okuyordu, cesaretinden içi içine sığmıyordu, tam o sırada Franche - Comte'li dilber birden soğuk b^r durum takındı. Dostlarından biri kahve kapısı önünde belirmişti.
Adam, ıslık çalarak ve omuzlarını oynata ovnata tezgâha yaklaştı; Julien'e baktı. İşin hep büyüyeceğini sanan
17T
delikanlının aklını, hemen o an, yalnız, düello düşüncesi doldurdu. Sapsarı oldu, fincanı itti, kendine güvenen bir tavır takındı, rakibine pek dikkatlice baktı. Bu hasım tezgâh başında laubali şekilde kadehine rakı doldururken başını öne eğdiğinden, Amanda kaşla göz arasında Julien'e gözlerini yere eğmesini buyurdu. Delikanlı boyun eğdi ve iki dakika yerinde kımıltısız durdu, benzi uçuktu, iradesine hâkimdi ve yalnız işin nereye varacağını tasarlıyordu; o an gerçekten çok güzeldi. Rakibi Julien'in bakışları karşısında aptallaş-mıştı. Rakı kadehini bir dikişle yuvarladıktan sonra, Amanda'ya birşey söyledi, iki elini koca redingotunun yan ceplerine soktu ve ıslık çalarak ve Julien'e bakarak bir bilardonun basma gitti. Beriki öfke ile fırladı yerinde; fakat küstahça bir davranışta bulunmak için ne yapıp edeceğini bilmiyordu. Küçük paketini bıraktı ve elinden geldiği kadar salma salma, bilardoya doğru yürüdü.
ihtiyat ona içinde: «Besançon'a gelir gelmez bir düelloya kalktım mı, rahiplik işi suya düşmüş olur artık» diye dursun, o:
— Vız gelir, diyordu, bir küstaha haddini bildiremedi-ğimi söylemesinler.
Amanda onun cesaretini gördü; bu cesaretle davranışları arasında bal gibi bir karşıtlık vardı; Julien'i bir anda o-redingotlu koca adama üstün tuttu. Ayağa kalktı, sanki, sokaktan geçen birini gözetliyormuş gibi, gelip hemen Julien'-le bilardo arasına girdi.
— Şu adama yan bakayım demeyin, eniştemdir.
— Bana ne? O bana baktı ya.
— Başımı belâya mı sokmak istiyorsunuz? Evet, baktı size, belki de gelip sizinle konuşmak isteyecektir. Ben ona sizin anamın bir akrabası olduğunuzu,1 Genlis'den geldiğinizi söyledim. O Pranche-Conıte'lidir ve Bourgone yolu üzerinde bulunan Döle'dan, hiç öteye geçmemiştir; böyle ne istediğinizi söyleyin, korkmayın hiç.
Julien hâlâ kararsız duruyordu; genç kız tezgâh başı kadınına yaraşır o hayal gücü kendisine bir yığın yalanlar sağladığından, hemen şöyle ekledi:
F.: 12
178
— Evet, baktı size, ama bana kim olduğunuzu sorduğu anda baktı; o herkese edepsizlik eden bir insandır, size hakaret etmek istememiştir.
Julien'in bakışı uydurma enişteyi gözlüyordu; iki bilardo masasından daha ileride oynanan «poule» oyunu için bir numara aldığını gördü. Julien adamın o aygır gibi sesiyle dediğini işitti: Ben bilirim yapacağımı! Hemen Bn. Aman-da'nın arkasından geçti ve bilardoya doğru bir adım ilerledi. Amanda onu kolundan tutup :
— ilkin gelip bana borcunuzu ödeyin dedi.
Julien: «Doğru ya, dîye düşündü, parasını vermeden çıkarım diye korkuyor.» Amanda da onun kadar heyecanlı ve kıpkırmızı idi; paranın üstünü elinden geldiği kadar ağır ağır verdi, bu arada da alçak sesle şunu fısıldıyordu :
— Kahveden hemen çıkıp gidiniz, yoksa sevmem artık sizi; oysa delicesine seviyorum sizi.
Julien, gerçekten, ama yavaş yavaş çıktı. İçinden: «Benim de gidip şu çam yarması herife ıslık çala çala bakmam, boynumun borcu değil mi?» diye tekrarlıyordu. Bu işin içinden çıkamama onu, bir saat, ana caddeye, kahve önünde oyalayıp durdu; adamın çıkıp çıkmayacağına bakıyordu. Adam çıkmadı. Julien de uzaklaştı.
Besançon'a ayak basalı daha birkaç saat olmamıştı ki kendine bir üzüntüdür buldu. Bir zamanlar ihtiyar cerrah-başı ona, damla ağrıları çeke çeke, birkaç eskrim dersi vermişti; işte Julien'in öfkesine hayır umduğu olanca hüner bu kadarcıktı. Fakat bir tokat yapıştırmadan insanın nasıl küplere bineceğini bilseydi bu üzüntünün hiç önemi olmazdı; hem, yumruk yumruğa gelindi mi, hasmı, iri kıyım adam, pestilini çıkarır ve sonra bırakıp giderdi.
Julien içinden: «Bencileyin yoksul ,dayanacak adamı ve para pulu olmayan bir zavallı için, dedi, papaz okulu ile kodes arasında pek ayrım yok; hele şu şehirli elbisemi bir hana bırakayım da siyah elbisemi giyeyim. Birkaç saat için okuldan çıkabilirsem, sırtıma şehirli elbisesini geçirir, gene pekâlâ Bn. Amanda'yı görebilirim.» Bu düşünce güzeldi; ama, bütün hanların önünden geçen Julien, birine bile girmeği göze alamıyordu.
179
En sonu, Ambassadeur'ler oteli önünden geçerken, kay-gulu gözleri henüz oldukça genç, yanakları al al, mutlu ve sevinçli, şişko bir kadının gözleri ile karşılaştı. Ona yaklaştı ve durumunu anlatt]
Ambassadeur'ün sahibi olan kadın :
— Niçin olmasın, a benim güzel rahipçiğim, dedi ona, şehirli elbiselerinizi saklar ve sık sık fırçalarım hem de. Bu zamanda, bir çuha elbiseyi el sürülmeden bırakmak yerinde olmaz.
Bir anahtar aldı ve Julien'i bir odaya götürüp bıraktığr şeyin listesini yazmasını söyledi.
Delikanlı mutfağa indiğinde, şişko kadın :
Ey Tanrı'm! ne de fiyakalı olmuşsunuz, B. rahip Sörel,. dedi, iyi tarafından bir yemek hazırlıyacağım şöyle. Ve alçak sesle ekledi:
— Herkes elli metelik öder ama, sizin için yalnız yirmim sizin keseceğinizi de kollamalı çünkü.
Julien biraz koltukları kabara kabara :
— Benim on altın liram var, dedi.
Etekleri tutuşan iyi yürekli hancı kadın :
— Ey! yüce Tanrı, diye karşılık verdi, ayol bağırmayın öyle; Besançon'da eli uzunlar tümen tümen. Kaşla göz arasında soyup sovana çevirirler sizi. Hele kahvelere girmeyin hiç, it kopuk doludur oraları.
Bu söz üzerine düşünceye dalan Julien :
— Doğru! dedi.
— Buradan başka yere gitmeyin, size kahve yaptırırım. Burada hep bir dost ve yirmi meteliğe bir yemek bulacağınızı hatırlayın; galiba, konuşup ettik. Haydi yallah sofraya, size kendim yemek yedireceğim.
Julien kadına :
— Yemek yemiyeceğim, dedi, çok heyecanlıyım, buradan çıktım mı soluğu papaz okulunda alacağım.
Kadıncağız onu ancak ceplerini yiyeceklerle doldurduktan sonra salıverdi. Julien artık korkunç ülkeye doğru ilerledi; hancı kadın, kapısının üzerinden, ona yol gösteriyordu.
180
BOLÜ XXV
PAPAZ OKULU
83 santime üç yüz otuz altı öğle yemeği, 38 santime üç yüz otuz aitı akşam yemeği, isteyene de kakaolu süt; böyle bir işten doğrusu ne kazanır insan!
Besançon'un VALENOD'su.
Kapı üzerindeki yaldızlı demir haçı daha çok uzaktan gördü; yavaş yavaş sokuldu; ayakları sanki geri geri gidiyordu. «İçine girince, demek bir daha dışarı çıkamıyacağım yeryüzü cehennemi burası!» En sonunda kapıyı çalmağa karar verdi. Çıngırağın sesi ıssız bir yerde gibi çınladı. On dakika sonra, uçuk yüzlü, kara elbiseli bir adam geldi, delikanlıya kapıyı açtı. Julien ona baktı ve hemen gözlerini öne eğdi. Bu kapıcının garip bir yüzü vardı. Gözlerinin parlak ve yeşil bebeği bir kedi gibi büyüyüp daraiıyordu; göz kapaklarının kımıltıları ağızdan dışarı fırlayan dişlerde bir yarım daire yaratıyordu. Bu yüz hani öyle kaatil yüzü filân değildi ama, gençleri alabildiğine ürperten, o mutlak duygusuzluğu gösteriyordu. Julien'in bu uzun sofu yüzde hemen görebildiği tek duygu kendisinden sorulabilen herşeye, ama Tanrı ile ilgisi olmayan herşeye karşı derin bir tiksinti duygusu oldu.
Julien gözlerini güçlükle kaldırdı ve yürek çarpıntısının titrekleştirdiği bir sesle, papaz okulu müdürü. B. Pirard'la görüşmek istediğini bildirdi. Tek söz söylemeden, kara adam ona ardından gelmesini işaret etti. Eğri büğrü basamakları duvara değil de tam öte yana sarkan yıkılacakmış gibi duran tahta trabzanlı bir geniş merdivenden iki kat çıktılar. Üzerinde siyaha boyalı büyük bir beyaz tahtadan mezarlık haçı bulunan, küçük bir kapı, açıldı, kapısı da Julien'i beyaz badanalı duvarları zamanla kararmış iki büyük tablo ile doldurulmuş, karanlık ve basık bir edaya soktu. Julien, bu-
181
rada tek başına kaldı; acınacak duruma düşmüştü, yüreği küt küt atıyordu; ağlayabilse açılmış olurdu. Bütün yapıda bir ölüm sessizliği dolaşıyordu.
Ona bir gün gibi gelen bir çeyrek saatten sonra, uğursuz yüzlü kapıcı odanın öbür ucundaki bir kapı eğişinde gene boy gösterdi ve konuşmağa bile tenezzül etmeden, delikanlıya yürü diye işaret etti. Birincisinden daha büyük ama çok az aydınlanmış bir odaya girdi. Duvarlar badanalı idi; ama içeride eşya filân yoktu. Yalnız kapıya yakın bir köşede Julien, geçerken şöyle pırıl pırıl bir tahta karyola, iki iskemle, çam tahtasından yastıksız bir koltukçuk gördü. Odanın öbür ucunda, camları sararmış, pek bakımsız kalmış koca koca saksılarla dolu bir küçük pencere yanında, bir masa başına oturmuş, sırtına eski püskü bir cübbe geçirmiş bir adam gördü; burnundan sanki kıl alınmıyordu, bir yığın dört köşe kâğıttan birini bırakıp birini alıyor. Üzerlerine birkaç kelime yazdıktan sonra masanın üstünde sıralıyordu. Julien'in girişini sezmiyordu bile. Delikanlı, odanın ortalık yerinde, kapıyı kapayarak çekip giden kapıcının kendisini bıraktığı yerde, öylece duruyordu ayak üzeri.
Böylece on dakika geçti; kötü adam habire yazıp duruyordu. Julien'in heyecanı ve korkusu o kadar artmıştı ki, nerede ise yere yuvarlanacağını sanıyordu. Bir bilge, belki de yanılarak şöyle derdi: «Güzeli sevmek için yaratılmış bir ruhun üzerinde işte budur çirkinliğin o ağır baskısı.»
Yazı yazan adam başını kaldırdı; Julien bunu ancak bir an sonra sezdi ve hattâ, gördükten sonra bile, kendisine çevrilen o korkunç bakışla sanki ölesiye yaralanmış gibi gene öylece durup duruyordu. Julien'in kararmış gözleri yalnız bir ölününkü gibi bembeyaz görülen alnı bir yana, olduğu gibi al lekelerle dolu ve uzun bir yüzü güçlükle seçebiliyordu. Bu al yanaklarla bu ak alın arasında, en yiğit insanı bile ürpertecek bir çift kara küçük göz parlıyordu. Bu alnın geniş çevreleri sık, düz ve kehribar kapısı saçlarla kaplanmıştı.
Bu adam en sonu sabırsız sabırsız:
— Yaklaşacak mısınız, yoksa, yaklaşmıyacak mısını'z? diye sordu.
Julien korka çekine ilerledi ve sonunda, yere yığılıvere-cekmiş gibi ve hayatında hiç başına gelmediği kadar uçuk
182
benizle, üstü dört köşe kâğıt dolu pırıl pırıl tahta masanın üç adım berisinde durdu. Adam :
— Daha yakma gelin, dedi.
Julien, birşeye tutunmak istercesine elini uzatarak daha da ilerledi.
— Adınız?
— Julien Sorel.
Ona gene korkunç bakışla bakılarak :
— Çok geç kaldınız, dendi.
Julien bu bakışa dayanamadı; tutunayım diye elini uzatırken, boylu boyunca yuvarlandı yere.
Adam çıngırağı çaldı. Julien'in yalnız gözleri görmez olmuş ve davranış gücü kesilmişti; yaklaşan ayak seslerini işitti.
Onu kaldırdılar, küçük tahta koltuğa oturttular. Korkunç adamın kapıcıya :
— Görünüşe bakılırsa saralı olacak, işte bir bu eksikti, dediğini işitti.
Julien gözlerini açabildiğinde, al yüzlü adam hâlâ yazı yazıyordu; kapıcı yok olmuştu. Kahramanımız içinden: «Cesur olmalı, diyordu; üstelik duyduğumu saklamalıyım» müthiş bir mide bulantısı çekiyordu; «Başıma bir belâ gelirse, Tanrı bilir neler neler düşünürler hakkımda.» Adam sonunda yazı yazmağı bıraktı ve yan yan Julien'e bakarak :
— Bana karşılık verecek durumda mısınız? diye sordu. Julien ölgün bir sesle :
— Evet, Bayım, dedi.
— Oh! hele şükür.
Karalı adam yarı doğrulmuştu ve çam masasının gıcırdayarak açılan çekmecesinde sabırsız sabırsız bir mektup arıyordu. Mektubu buldu, gene yavaş yavaş yerine oturdu, gene Julien'e bakarak, kalan bir parçacık canını da almak iis-ter gibi:
— Sizi bana B. Chelan tavsiye ediyor, dedi, piskoposluğun en yürekli papazıdır o, dünyada onun kadar yoktur öyle temizi, otuz yıldır dostumdur.
Julien can alıp veren bir sesle :
183
— Ya! demek B. Pirard'la konuşmak şerefine eriyorum, dedi.
Papaz okulunun müdürü delikanlıya öfkeli öfkeli bakarak :
— Öyle olsa gerek, diye karşılık verdi.
Küçük gözlerinde bir kat daha parıltı oldu, derken ağzın çevresindeki adaleler de büzülüverdi kendiliğinden. Avını parçalayıp yemenin zevkini düşünüp peşin peşin tad duyan arslan yüzü idi bu yüz.
Kendi kendine konuşur gibi:
— Chelan'm mektubu kısa, dedi. Intelligenti pauca, bu zamanda, ne kadar kısa yazarsan o kadar iyi olur.
Yüksek sesle okudu :
«Size, bizim bölgeden Julien Sorel'i gönderiyorum, onu yirmi yıl önce kendim vaftiz ettim; zengin bir kerestecinin oğludur ama babası, ona zırnık vermez, Julien Tanrı bağında değerli bir işçi olacaktır. Belleği, zekâsı kıt değildir, düşünmesini de bilir. Hevesi sürekli midir? Yürekten midir?»
Rahip Pirard şaşkın şaşkın ve Julien'e bakarak :
— Yürekten! diye yeniledi.
Fakat rahibin bakışı tüm insanlıktan hiç te uzak değildi; sesini alçaltarak: «Yürekten!» dedi ve yeniden okumağa başladı:
«Sizden Julien Sorel'i papaz okuluna parasız almanızı rica ediyorumç gerekli sınavları geçirerek buna hak kazandığını gösterecektir. Ben kendisine azıcık din bilgisi öğrettim, hani Bossuet'lerin, Arnaut'larm, Fleury'ierin yolunda eski din bilgisi. İşinize yaramazsa, geri gönderin bana; iyi tanıdığınız kimsesizler yurdu başkanı, ona, çocuklarının müreb-bisi olsun diye yılda sekiz yüz frank veriyor.
— Tanrı'ya şükürler olsun, gönlüm rahat. Korkunç darbeye alıştırıyorum kendimi. Vale et me ama.»
Rahip Pirard, imzayı okuduğunda sesini iyice alçaltarak, Cheîan adını içini çeke çeke dillendirdi.
— O rahat, dedi; doğrusu, fazileti bu mükâfata hak kazanıyordu: Tanrı bunu bana da nasip eyleye!
Gözlerini göğe dikti ve istavroz çıkardı. Bu kutsal işareti görünce Julien, bu yapıya girdiğinden beri, tüylerini diken diken eden o derin korkunun azaldığını sezdi.
184
En sonu rahip Pirard, sert, ama kötülük taşımayan bir sesle :
— Elimde pek çalışkan ve dini bütün üç yüz yirmi bir papaz adayı var, dedi; içlerinden topu topu yedisi sekizi rahip Chelan gibi kimselerce tavsiye edilmiştir bana; üç yüz yirmi bir kişi içinde, demek dokuzuncu olacaksınız siz. Fakat benim himayem ne iltimastır, ne zaaf, kötülüklere' karşı daha çok dikkat etme ve daha sert davranmadır. Gidin de şu kapıyı kilitleyin bakalım.
Julien yürümek için bir zorlama gösterdi ve düşmemeği başardı. Giriş kapısına bitişik, küçük bir pencerenin kırlara baktığını sezdi. Ağaçlara göz attı; bu görünüm, sanki eski dostlarını görmüş gibi içine su serpti.
Delikanlı dönünce, rahip Pirard kendisine :
— Loquesrisne lhıguam latinam? (Lâtince bilir misiniz?) diye sordu.
Julien, biraz aklını başına toplayarak :
— ita, pater optime (evet, saygıdeğer babacığım), diye karşılık verdi.
Dünyada hiç kimse ona, besbelli bir yarım saattir B. Pirard kadar fena görünmemişti.
Konuşma lâtince sürüp gitti. Rahibin bakışlarındaki ifade gitgide tatlılaşıyordu; Julien gene serinkanlılığını elde ediyordu. «Onun bu erdem numaralarının etkisi altına girmekle, diye düşündü, ben de sanki ne çocukluk ediyorum! bu adam da düpedüz. B. Maslon kadar yobazın biri olacak»; Julien artık, hemen hemen bütün parasını çizmelerine saklamış olduğundan içi rahatladı.
Rahip Pirad Julien'i din bilgisinden yokladı, bilgisinin genişliğini görünce şaşırıp kaldı. Hele İncil'den sormağa başladığında şaşkınlığı adamakıllı arttı. Fakat kilise Baba-ları'nm kuramı üzerine sorgulara geçince, Julien'in eren Jerome, eren Augustin, ermiş Bonaventure, ermiş Basille, daha nicesinin hemen; hemen adlarını bile işitmediğini gördü.
Rahip Pirard içinden: «Doğrusu ya, diye düşündü, ben zaten Protestanlığa kaçtığından Chelan'a hep çıkışırdım iste zaten. Durmadan incil'i okumak ve boyuna İncil'i bellemek.»
(Julien bu konuda kendisine soru sorulmamakla bera-
185
î>er, Tekvin sifrinin, Tevrat sifrinin, şunun bunun gerçekte rıe zaman yazıldıklarını da söylemişti.)
Rahip Pirard: «Kutsal yazılar üzerinde böyle enine boyuna düşünme, diye geçirdi içinden, insanı kişisel çözümlemeye, yâni en kötü protestanlığa sürüklemez de ne yapar? Bu ihtiyatsızca edinilmiş bilginin yanında, bu eğilimin önüne geçebilen kilise Babaları hakkında bir bilgi olsa bari.»
Fakat papaz okulunun müdürünün, Julien'e Papa'nm yetkisi üzerine soru sorarken, eski Gaiiikan Kilisesi'nin özdeyişlerini beklerken, delikanlı tutup B. de Maistre'in kitabını baştan aşağı ezbere okuyunca, şaşkınlığı büsbütün çoğaldı.
Rahip Pirard: «Şu Chelan ne de garip adammış, diye düşündü; yoksa bu kitabı alay olsun diye mi göstermiş ona?»
B. de Maistre'in kuramına gerçekten inanıp inanmadığını anlamak için Julien'in boşuna ağzını aradı. Delikanlı ancak belleğini yoklayarak karşılık veriyordu. Bu andan geri, Julien doğrusu pek iyileşti, kendine egemen olduğunu anlıyordu. Uzun bir denemeden sonra, Bu Pirard'm kendisine karşı gösterdiği sertliğin artık yapmacıktan başka birşey olmadığını görür gibi oldu. Doğrusu, papaz okulu müdürü, din bilgisi öğrencilerine karşı ona beş yıldır takındığı o surat asma illetlerine tutulmasaydı, karşılıklarında bunca açıklık, bunca kesinlik ve bunca bütünlük bulduğundan kalkar, mantığın yüzü suyuna Julien'i kucaklamış olurdu.
İçinden: «İşte atılgan ve sağlam bir zekâ, dedi, fakat corpus debile (vücut zayıf).»
Parmağı ile yeri göstererek, Julien'e Fransızca :
— Sık sık düşer misiniz böyle? diye sordu. Julien bir çocuk gibi kızara bozara :
— Ömrümde ilk olarak düştüm, kapıcının yüzü ürkütmüştü beni, diye karşılık verdi.
Rahip Pirard âdeta gülümsedi.
— İşte dünyanın boş şatafatlarının sonu; siz besbelli güler yüzlere, düpedüz yalan tiyatrolarına alışmışsınız. Gerçek ağırbaşlıdır, Bayım. Bizim bu yeryüzündeki işimiz de öyle ağırbaşlı iş değil midir? Vicdanınızın bu zaafa karşı koymasına dikkat etmek gerekir: siz dış dünyanın o boş güzelliklerine fazla ilgi duyuyorsunuz.
186
Rahip Pirard büyük bir beğeni ile gene Lâtince konuşmağa başlayarak :
— Siz bana gönderilmemiş olsaydınız, dedi, rahip Chelan gibi bir adam tarafından gönderilmemiş olsaydınız, size pek alışık olduğunuz o boş dünya ağzı ile söz söylerdim. Papaz okuluna düpedüz parasız girmeniz, derdim size, dünyanın elde edilecek en güç nimetidir. Fakat papaz Chelan, eli altı yıldır din yolunda çalışa didine, bir genci papaz okuluna parasız aldırmazsa, gerçekten az şey hak etmiş sayılır.
Bu sözlerden sonra rahip Pirard, Julien'e kendi rızası olmadan hiçbir kuruma ya da gizli tarikata girmemesini öğütledi.
Julien namuslu bir insana yaraşan gönül açıklığı ile :
— Şerefim üzerine söz veriyorum, dedi. Papaz okulu müdürü ilk olarak gülümsedi.
— Bu sözün yeri burası değil, diye konuştu, bu söz kibarlar âlemi insanlarının kendilerini bir yığın günaha, hattâ cinayetlere sürükleyen o boş şereflerini hatırlatıyor. Siz ermiş beşinc; Pie'nin Unam Evvlesiam diye başlayan buyruğunun on yedinci maddesine göre bana boyun eğmek zorundasınız. Din yolunda sizin üstünüzüm ben. Bu çatı altında, duymak demek, çok aziz oğlum, boyun eğmek demektir. Kaç paranız var?
Julien: «Çattık işte, dedi içinden, meğer bu yüzden çok aziz oğlum diyormuş,»
— Otuz beş frank, baba.
— Bu parayı nereye harcadığınızı bir bir yazın; bana hesabını verirsiniz.
Bu sıkıcı konuşma Uç saat sürdü; Julien kapıcıyı çağırdı.
Rahip Pirard bu adama :
— Julien Sorel'i götürüp 103 numaralı hücreye yerleştiriniz, dedi.
Büyük bir başkalık eseri Julien'e, tek başına bir oda veriyordu.
— Sandığını da götürün oraya, dedi.
Julien gözlerini eğdi ve sandığını da tam karşısında gördü, üç saattir ona bakıp durmuştu ama, tanıyamamıştı. Okulun en üst katında, sekiz ayak boyunda, dört köşe
187
bir oda olan 103 numaraya gelince Julien, burasının tabyalara baktığını gördü, tâ ötelerde de, Doubs'un şehirden ayırdığı güzel ova seçiliyordu.
Julien içinden: «Ne hoş görünüm!» dedi; böyle deyip dururken bu sözlerin neyi açıkladığını sezmiyordu bile. Besan-çon'da geçirdiği kısacık zamanda duyduğu pek müthiş heyecanlar güçlerini iyice tüketmişti. Hücresinde bulunan biricik tahta iskemleye, pencerenin yanındaki iskemleye oturdu ve hemen derin bir uykuya daldı. Ne akşam yemeği çanını duydu, ne de gece duası çanını; kendisini unutmuşlardı.
Ertesi sabah güneşin ilk ışıkları onu uyandırınca, kendisini yerde yatıyor buldu.
BÖLÜM XXVI
YERYÜZÜ
YA DA ZENGİNDE BULUNMAYAN
Yeryüzünde yalnızım, beni kimse düşünmeğe bakmıyor. Küpünü doldurduklarını gördüklerimin hepsinde benim kendi içimde duymadığım bir hayasızlık ve bir katıyüreklilik var. Bana kolayca merhamete geldiğimden ötürü kin bağladılar. Ah! Ölüp gideceğim yakında, ama açlıktan, ama insanların böylesine katıyürekli olduklarını görme derdinden öleceğim.
YOUNG (40).
Hemen elbisesini süpürdü ve aşağı indi, geç kalmıştı. Mübaşirin biri onu iyice payladı; kendini temize çıkarmak şöyle dursun, Julien kollarını göğsüne kavuşturdu:
— Peccavi, pater optime (suçluyum, itiraf ediyorum suçumu, ey aziz babam), dedi süklüm püklüm.
Bu başlangıç büyük bir başarı sağladı. Papaz okulu öğrencileri arasında ustalaşmış kimseler işin acemisi olmayan bir insanla karşılaştıklarını gördüler. Teneffüs saati geldi, Julien milletin meraklı meraklı baktığını gördü. Fakat onun
Dostları ilə paylaş: |