Taptığı adama karşı bu küçük hayranlık gösterisi zihin dağınıklığını yatıştırdı birden.
Bu işe girişmesinden göğsü kabarıyordu. Tatlı ve içten gelme bir sevinçle: «Julien'e lâyık olmadığımı göstermedim değil» dedi.
B. de Renal, başı darda kalma korkusu içinde, tek söz bile söylemeden, okuyucu hatırlarsa, maviye çalan bir kâğıda yapıştırılmış basılı kelimelerle yazılı ikinci imzasız mektubu inceliyordu. Yorgunluktan pek halsiz düşen B. de Renal: «Beni herkes alaya alıyor» dedi içinden.
«İncelenecek daha birçok yeni hakaret, hem hepsi de karımın yüzünden!» Az kaldı en ağıza alınmaz sözgüler sa-vuracaktı karısına. Besançon'daki miras düşüncesi bunun zor geçti önüne. İçini birşeye çatma ihtiyacı kemirdiğinden, bu imzasız ikinci mektubu buruşturdu, geniş adımlarla başladı gezinmeğe, karısından uzaklaşmağa gereksimesi vardı. Birkaç dakika sonra, gene, ama içi daha rahat onun yanma döndü.
Karısı hemen ona:
— Bir karar vermeli de savmalı Julien'i dedi; bir işçi oğlu ne olsa. Eline birkaç para verirsiniz, o zaten bilgilidir ve hemen başını sokacak yere, söz gelişi B. Valenod'nun yanma ya da çoluk çocuk sahibi ilçebay de Maugiron'un evine kapılanır. Bizim de böylelikle ona hiç bir zararımız dokunmaz...
139
— Aptalsınız da onun için böyle konuşuyorsunuz, diye bağırdı. Zaten bir kadından doğru dürüst ne iş umulabilir ki? Akla yakın şeye kulak vermezsiniz hiç; birşey bilir misiniz sanki? Vurdumduymazlığınız, tembelliğiniz, ancak kelebek avına çıkma hızı veriyor size, bizler de sizin gibi zayıf insanları evimizde tutma acısına katlanıyoruz!...
Bn. de Renal kocasını konuşsun diye bırakıyordu, o da uzun uzun konuştu; memleket ağzı ile söylersek, öfkesini yatıştırıyordu.
Bn. de Renal en sonu:
— Efendi, dedi, ben namusuna, yâni sahip olduğu en değerli şeyine tecavüz edilmiş bir kadın gibi konuşuyorum.
Bn. de Renal Julien'le gene aynı çatı altında yaşayabilme imkânının bağlı bulunduğu, bütün bu acı verici konuşma süresince sarsılmaz bir serinkanlılık gösterdi. Kocasının o kör körüne öfkesine yol gösterecek en uygun bulduğu düşünceleri arıyordu. Kocasının kendisine savurduğu bütün hakaretli sözlere önem vermemişti, bunları dinliyor, o zaman da Julien'i düşünüyordu. «Acaba memnun olacak mı benden?»
Son sonu kocasına:
— Lûtuflara ve hattâ hediyelere boğduğunuz bu köylü parçası, suçsuz olabilir, dedi, ama ilk hakareti ben ondan gördüm hayatımda... Bayım! bu iğrenç mektubu okur okumaz şu kararı verdim ki, ya o gider evimizden ya da ben.
— Benim de, sizin de namusumuzu iki paralık etmek için bir rezalet mi çıkarmak istiyorsunuz? Verrieres'deki bir yığın kişinin ekmeğine yağ sürmüş, olursunuz.
— Doğru, yönetiminizin yerli yerinde oluşunun size, ailenize ve şehre sağladığı mutluluk durumunu kıskanmada herkes... Öyle olsun! ben de bu işçi parçasının can dostu, dağdaki şu odun tüccarının yanma gidip bir ay geçirmek üzere sizden, bir izin istemesini söylerim Julien'e'
B.de Renal, oldukça sakin sakin:
— Böyle yapmağa kalkışmayın, dedi. Benim herşeyden önce istediğim, sizin onunla konuşmamanızdır. Öfkelenirsiniz de aramızı açarsınız, bu küçük bayın ne titiz olduğunu bilirsiniz.
Bn. de Renal:
140
— Bu delikanlıda zerre kadar incelik yok, diye konuştu, bilgili olabilir, bunu anlarsınız, ama en sonu düpedüz bir köylü parçası olup olacağı. Ben ise, Elisa ile evlenmek istemediğinden beri ona karşı hiç de iyi niyet beslemedim, kızcağız biçilmiş kaftandı; bunu da, yok Elisa gizli gizli ba-zan B. Valenod ile görüşüyormuş diye yaptı.
B. de Renal kaşlarım adamakıllı çatarak:
— Ya! Dedi, demek Julien size, böyle birşey söyledi ha?
— Açıktan açığa söylemedi öyle; bana hep kendisini ermişlik mesleğine çağıran ilhamdan söz açtı; ama inanın bana, bu biçim insanlar için ilk çağrı, ekmeğin peşinden koşmaktır. Bu gizli ziyaretleri bildiğini bana yeteri kadar duyurdu.
B. de Renal gene kanı tepesine çıkarak, kelimeleri bas-tıra bastıra:
— Yalnız ben, yalnız ben hiç bilmiyordum bunları! diye gürledi. Meğer benim bilmediğim dolaplar dönüyormuş evimde... Ne! Elisa ile Valenod arasında birşey mi geçmiş yoksa?.
Bıı. de Renal gülerek:
— Hem de nasıl! eski bir hikâye bu, sevgili dostum, dedi. ama kötü birşey olmamıştır belki de. Sizin candan dostunuz Valenod'nun kendisiyle benim aramda düpedüz hafiften plâtonik bir aşk olduğunu Verrieres'de inandırmağa kalktığı zamanda olup bitmiş bu.
B.de Renal kafasına vurarak ve yeni yeni şeyler öğrenerek:
— Ben bu işi bir yol sezmiştim, diye bağırdı, ama bana bunu neden çıtlatmadınız hiç?
— Sayın müdürümüzün koltukları kabarsm diye iki dostun arasını mı açmalıydı? Onun pek nükteli ve hattâ bir parça da âşıkane mektuplar yazmadığı kibar kadın kaldı mı?
— Size de mi yazdı yoksa?
— O hep yazar.
— Emrediyorum, gösteriniz hemen bu mektupları bana. Bn.de Renal, hindi gibi kabardı.
Kendisine hemen hemen vurdumduymazlığa varan bir tatlılıkla:
— Allah yazdıysa bozsun, diye karşılık verildi, bir gün,
141
âma daha sakin bulunduğunuz zaman onları size gösteririm. B.de Renal, öfkeden sarhoş, ama on iki saattir ilk olarak daha mutlu şekilde:
— Allah Allah, hemen şimdi istiyorum! diye direndi. Bn. de Renal pek ciddî ciddî:
— Bu mektuplar üzerine dilenciler yurdu başkanı ile birbirinize girmeyeceğinize yemin eder misiniz bana? diye sordu.
— Kavga edeyim, etmiyeyim, onun elinden bulunmuş çocuklar işini alabilirim ya; fakat, diye kızgın kızgın devam etti, bu mektupları derhal istiyorum; nerede onlar?
— Yazı masamın bir gözünde; ama inanın, anahtarını size vermem.
Karısının odasına koşarken:
— Ben bilirim onu kırmasını, diye bağırdı. Paris'ten gelme, üzerinde bir leke gördüğünü sandığı
an, elbisesinin eteği ile bir düzüye sildiği, budaklı güzel yazı masasını, gerçekten, bir demir parçası ile, kırdı.
Bn. de Renal güvercinliğin o yüz yirmi ayak tutan merdivenini koşa koşa tırmandı; küçük pencerenin demir parmaklıklarından bîrine beyaz bir mendil bağlıyordu. Kadınların en mutlusu idi. Yaşiı gözlerle, dağın büyük korularına bakıyordu. İçinden: «Julien, diyordu, o büyük kayın ağaçlarından biri altına oturmuştur da bu mutlu işareti gözlü-yordur besbelli.» Uzun uzun kulak verdi, sonra ağustos böceklerinin tekdüzen gürültüsüne ve kuşların cıvıl cıvıl ötüşlerine lanet okudu. Bu uğursuz gürültü olmasa, koca kayalardan kopan bir sevinç çığlığı, şu an, tâ buralara gelmiş olurdu. Bir türlü bakmağa doyamayan gözü, ağaç tepelerinin meydana getirdiği koyu yeşil ve bir çayır nrsali düz sonsuz yeşilliği inceliyordu. İçi iyiden iyiye bir hoş olarak: «Nasıl da aklına, dedi, bana, mutluluğunun benimkine eş olduğunu bildirecek bir işaret bulmak gelmiyor?» Ancak kocasının gelip kendisini yakalamaktan korktuğu an indi güvercinlikten.
Adamı küplere binmiş buldu. B. Valenod'nun, böylesine heyecanla okumağa pek az alışık olduğu o beylik sözlerine göz gezdiriyordu.
Kocasının bağırıp çağırmalarının kendisine sesini du-yurtma imkânını sağladığı anı kollayan Bn. de Renal:
142
— Ben gene kendi fikrimde duruyorum, dedi, Julien'in bir yolculuğa çıkması doğru olur. İstediği kadar lâtince bilsin, o gene de kaba ve incelikten anlamayan bir köylü parçası; her gün, kibarlık ediyorum sanarak, herhangi bir romandan ezberlediği, aşın ve soğuk iltifatlar savuruyor bana.
B. de Renal:
— O dünyada roman filân okumaz, diye gürledi; kendim araştırıp öğrendim bunu. Benim kör ve evinde olup bitenden haberi olmayan bir ev efendisi mi olduğumu sanıyorsunuz?
— Hoş! bu biçim gülünç iltifatları hiçbir yerde okumuyorsa, demek uyduruyor bunları, daha fena ya onun için. Verrieres'de de benden bu sözlerle bahsetmiş olacaktır...
Bn. de Renal, birşey sezmiş gibi:
— Bu kadar uzağa gitmeğe ne hacet, dedi, B. Valenod'-nun önünde konuştuğu gibi, Elisa'nm yanında da konuşur.
B.de Renal bugüne dek görülmemiş pek güçlü bir yumruk sallayıp masayı ve evi zangır zangır titreterek:
— Vay canına! diye bağırdı, kelimeleri kitaplardan kesilip kesilip yapıştırılmış imzasız mektupla Valenod'nun mektupları aynı kâğıda yazılmış.
Bn. de Renal içinden «Hele şükür!» diye düşündü; bu keşfi aklına sığdıramıyormuşçasma bir tavır takındı, bir tek söz bile söylemeğe dili varmadan, gitti de salonun tâ dibindeki divana oturdu.
Savaş kazanılmıştı artık; B. de Renal'ın imzasız mektubu yazdığını sandığı adamla gidip konuşmasına engel olmakta bir hayli güçlük çekti.
— Elde yeter deliller olmadan, gidip B. Valenod ile kavga etmenin toylukların en garibi olduğunu nasıl da anlamıyorsunuz? Kıskanılıyorsunuz, Bayım, ama kabahat kimde? Sizin hünerlerinizde: Akıllı uslu yönetiminiz, güzel güzel yapılar yaptırmanız, size getirmiş olduğum drahoma, hele canım teyzemden kalacağını dört gözle beklediğimiz o korkunç miras, önemi alabildiğine büyütülen miras, işte bütün bunlar sizi Verrieres'in en gözde insanı yapmış.
B. de Renal bir parça gülümseyerek:
— Soyumu unutuyorsunuz, dedi. Bn. de Renal hemen:
— Taşranın en saygıdeğer asilzadelerinden birisiniz, diye karşılık verdi; kral özgür olup da soylu kişilere hakkını vermiş olsaydı, senato üyeleri arasında, şurada burada olurdunuz besbelli. Ama böyle yüksek mevkide olup bir de halkın diline mi düşmek istiyorsunuz?
B. Valenod'ya, imzasız mektubundan söz açmak demek, bir Renal'ın belki de dalgınlık eseri evine kabul edilmiş, bu küçük soydan adamın, onu, bütün Verrieres'de, hattâ, Be-sançon'da tefe çalma yolunu bulduğunu ortalığa yaymak demektir. Ele geçirdiğiniz bu mektuplar benim B. Valenod'nun aşkına mukabele ettiğimi ispat etse, beni öldürebilirsiniz, bunu iki gözüm kör olsun ki hak etmiş olurdum, fakat ona kızmamaksınız. Düşünün ki 1816 yılında bazı kimselerin ele geçirilmesine yardım ettiniz. Hani şu kendi damı altında bir köşeye sinmiş adam... (24).
B. de Renal böyle bir anının verdiği olanca acı içinde:
— Düşünüyorum ki bana ne ilgi duyuyorsunuz, ne de sevgi, senato üyesi bile olamadım gitti!...
Bn. de Renal gülümseyerek:
— Ben de, dostum, dedi, sizden daha varlıklı olacağımı, on iki yıldır size hayat arkadaşlığı ettiğimi, bütün bu sebepten işinize, hele bugünkü meseleye karışmağa hakkım olduğunu düşünüyorum.
Pek kötü gizlenmiş bir öfke ile:
— Eğer siz kalkar da bir B. Julien'i bana tercih ederseniz, diye ekledi, ben de gidip bir kışı teyzemin yanında geçirmeğe hazırım.
Bu söz ustaca söylendi. Bu sözde nezakete bürünmeğe çalışan bir küstahlık vardı; B. de Renal karar verdi. Fakat taşra alışkanlığından ötürü, uzun uzun konuştu, bütün savlar üzerinde bir bir durdu; karısı konuşmasına izin veriyordu, sesinde hâlâ öfke vardı. En sonunda, iki saatlik boş gevezelik bütün gece sinir bunalımı geçirmiş olan bir adamın güçlerini sıfıra indirdi. B. Valenod'ya, Julein'e ve hattâ Eli-sa'ya karşı ne yol davranacağını karara bağladı.
Bu uzun tartışma süresince, Bn. de Renal, on iki yıldır kocası olan bu adamın pek gerçek üzüntüsüne bir iki kez bir acı duyar gibi oldu. Fakat gerçek âşıklar bencildirler. Zaten adamın bir gün önce almış olduğu imzasız mektubu söy-
leyeceğini her an bekliyordu, bu itiraf hiç de olmadı. Kaderinin elinde olduğu insan hakkında söylenebilen sözleri bilmek için Bn. de Renal'de güven duygusu yoktu. Çünkü, taşrada, kocalar halkın düşüncesini kendilerine çevirirler. Durumundan yana yakıla söz eden bir koca gülünç duruma düşer, böylesi Fransa'da her gün daha az tehlikeli birşeydir; ama karısı, kocası kendisine para vermezse, günlüğü on beş metelik olan işçi durumuna gelir, hem de namuslu kişiler onu kullanmaktan bir çekingenlik duyarlar.
Bir saray odalığı padişahı zoru zoruna sevebilir; o kadiri mutlaktır, bir yığın ufak tefek kurnazlıklarla iktidarını elinden alma yolunda hiçbir umudu yoktur. Padişahın öcü yamandır, kanlıdır, ama askercedir, ama mertçedir; bir hançer vuruşu her işi sonuçlandırır. Oysa XIX. yüzyılda bir koca karısını milletin hakareti ile öldürür; karısına bütün, salonların kapıları kapayarak yapar bunu.
Odasına döndüğünde, Bn. de Renal'de alabildiğine baş-gösterdi tehlike duygusu; odasını darmadağınık görünce şaşırıp kaldı. O canım küçük çekmecelerinin hepsinin kilitleri kırılmıştı; birkaç parke döşeme tahtası kaldırılmıştı yerinden. «Demek hiç acımıyacakmış bana! diye geçirdi içinden. Canı kadar sevdiği, bu boyalı parkeyi böyle harap etmek; çocuklarından biri ıslak ayakkabılarla buraya girmeye görsün, kıpkırmızı olurdu öfkeden. Parke işte iyice bozulmuş!» Bu müthiş görünüm kocasını pek tez kandırabilmiş olmaktan duyduğu son vicdan azaplarını da hemen dindirdi.
Öğle yemeği çanından az önce Julien, çocuklarla birlikte döndü. Sofrada sıra meyvaya geldiğinde, hizmetçiler çekilip gittiği zaman, Bn. de Renal ona pek soğuk bir tavırla dedi ki:
— Bana Verrieres'e gidip on beş gün geçirmek isteğinde olduğunuzu söylemiştiniz, B. de Rânal size haydi haydi bir izin verebilir, istediğiniz zaman gidebilirsiniz. Yalnız, ço-duklar zamanlarını boşuna geçirmesinler diye size, tutup her gün ödevlerini gönderirler, siz de düzeltirsiniz.
B.de Renal pek somurtkan bir tavırla:
— Şüphesiz, dedi, size bir haftadan fazla izin vermem. Julien onun gözünde pek derinden yaralı bir adamm:
kaygusunu gördü.
145»
Salonda yalnız kaldıkları bir anda, sevgilisine:
— Henüz bir karar vermemiş, dedi.
Bn. de Renal delikanlıya sabah boyunca yaptığı herşeyi bir çırpıda sayıp döktü. Gülerek:
— İnce noktalar bu gece, diye ekledi.
Julien: «Kadın ahlâksızlığı işte buna derler! diye düşündü. Onları acep hangi beğeni, hangi içgüdü bizleri aldatmağa sürüklüyor?»
Bir parça soğukça kadına:
— Sizi sevda yüzünden hem ne yapacağını bilen ve hem de şaşkına dönen bir kadın gibi görüyorum, dedi; bugünkü tutumunuz hayran olunacak şey doğrusu; ama bu gece buluşmağa niyetlenmenizde tedbirsizlik yok mu? Düşmanlarla dolu bu ev; düşünün Elisa'nm bana beslediği korkunç kini.
— Bu kin sizin bana göstermiş olduğunuz korkunç ilgisizliğe çok benziyor.
— İlgisiz bile olsam, sizi kendi elimle içine yuvarlamış olduğum tehlikeden kurtarmak boynumun borcu. B. de Renal tesadüfen kalkıp Elisa'ya birşey sorsa, kız bir kelimeyle herşeyi sayıp dökebilir ona. Eline silâh alıp odamın yanına sanki gizlenemez mi...
Bn. de Renal bir soylu kızın olanca azameti ile:
— Ne! Cesaretiniz de mi yok! diye gürledi. Julien soğuk soğuk:
— Ben nıçbir zaman kendi cesaretimden bahsedecek kadar küçülmem, diye karşılık verdi, bir alçaklıktır bu. Herkes olaylara bakarak yargı versin.
Kadının elini tutarak:
— Fakat, diye ekledi, size ne kadar bağlı olduğumu, bu öldürücü ayrılıktan önce sizden izin isteyebilmenin bana ne zevk verdiğini bilemezsiniz.
F.: 10
xto
BÖLÜM XXII
1830 GELENEKLERİ
Söz insana düşüncesini saklasın diye verilmiştir.
R. P. MALAGRIDA (25).
Verrieres'e varır varmaz, Julien Bn. de Renal ile bu tartışmayı yapmamış olsaydı, onu beceriksiz bir kadmmış diye hafif serdim! İşin içinden bir diplomat gibi sıyrılıyor, ben de düşmanım olan mağlûptan yana çıkıyorum. Benim yaptığımda bir burjuva küçüklüğü var; B.de Renal bir erkek olduğu için, gururum yaralandı! İçinde bulunmakla şeref duyduğum ünlü ve büyük topluluk, ben bir budalayım olup olacağı.»
B. Chelan işinden çıkarılıp da rahip adını bırakma zorunda kaldığı zaman, memleketin en ileri gelen liberallerinin birbirleriyle yarış edercesine ona sunmuş oldukları evleri istememişti. Kiralamış olduğu iki oda tikimi tıklım doldurulmuştu kitapları ile, Julien, papazın ne olduğunu Ver-rieres'lilere göstermek isteyerek, babasının yanma gidip bir düzüne çam tahtası aldı, bunları bütün ana yol boyunca sırtında taşıdı. Eski bir arkadaşından gereçler bulup buluşturarak, hemen bir kitaplık yaptı. B. Chelan'm kitaplarını yerleştirdi içine.
İhtiyarcık sevinçten ağlayarak ona:
— Seni dünyanın kötülüğü ile bozulmuştur sanıyordum; sana bunca düşman kazandıran şu pırıl pırıl muhafız bölüğü üniformasını giyerek ettiğin çocukluğu bu ettiğin haydi haydi bağışlatıyor.
B.de Renal Julien'e kendi konağında yatıp kalkmasını buyurmuştu. Kimse olup bitenlerden kuşku etmedi. Gelişinin üçüncü günü, Julien öyle olur olmaz bir adamın değil de ilçebay de Maugiron'un odasına damladığını gördü. Ancak insanların kötülüğü, devlet mallarını yönetmekle görevli kişilerin pek az namuslu oluşu, zavallı Fransa'nın başındaki tehlikeler, şunlar, bunlar üzerinde yerli yersiz sözler ve ya-
147
nıp yakılmalarla dolu tam iki saatlik gevezelikten sonra, en sonunda Julien gelmesinin hikmetini sezmeğe başladı. Merdiven sahanlığına gelinmişti, yarı kovulmuş sayılan zavallı mürebbi yarı mutlu bir ilin ilbayı olacak adamı gerekli saygı ile uğurluyordu ki tam o sırada, B. de Maugiron Julien'in durumu ile şöyle böyle ilgilenmeğe başladı. Artık pek babacan bir tavırla delikanlının omuzlarını sıkan B. de Maugiron, B. de Renal'ı bırakmasını ve eğitim görecek çocukları olan, bir de, Kral Philippe gibi, bu çocukları verdiğinden çok bunları B. Julien'in yaşadığı yerde dünyaya getirmiş olduğu için, Tanrı'ya hamdedecek bir memurun yanma girmesini teklif etti. Mürebbileri öyle aydan aya değil, B.de Maugiron'un dediğine bakılırsa bu, soylu kişilere yaramazdı, fakat her üç ayda bir, hem de peşin peşin yıllık sekiz yüz frank alacaktı.
İçi darala darala, bir buçuk saattir, konuşma anını kollayan Julien'in, artık gelmişti sırası. Karşılığı kesin, hem de buyrultu kadar uzun oldu; herşeyi gizli kapaklı sayıp döküyor, ama açıkça hiçbir şey demiyordu öyle. Bu karşılıkta B. de Renal'a karşı saygı bile vardı, Verrieres halkına karşı taparcasına sevgi ve ünlü ilçebaya da minnet vardı. Bu ilçebay, karşısındakinin kendisinden daha da hinoğlu hin olduğunu görerek şaşkına dönmüş, boş yere kesin karşılık almağa çalışmıştı. Büyülenmiş olan Julien, kendini deneme fırsatını buldu, karşılığını başka başka sözlerle tekrarladı. Meclis'in uyanmak isteği havası gösterdiği bir toplantıyı kazasız belâsız sonuçlandırmak isteyen en çenesi kuvvetli bakan bile, dünyada, bu kadar söz arasında bu kadar az şey söylememiştir. B. de Maugiron daha kapıdan dışarı çıkar çıkmaz, Julien bir deli gibi gülmeğe başladı. Çizvitçe cerbezesinden yararlanmak için tutup, B. de Rânal'a dokuz sahifelik bir mektup yazdı, bu mektupta kendisine söylenen herşeyin hesabını veriyor, alçak gönüllülükle akıl danışıyordu. «Şu domuz herif gene de beni isteyen adamm adını söylemedi! Verrieres'e sürülmemde imzasız mektubun etkisini gören B. Va-lenod olacak bu.»
Mektubu yolladıktan sonra, Julien, güzelim bir güz günü, sabahın saat altında, avı bol bir ovaya varan bir avcı
148
gibi, B. Chelan'a akıl danışmak üzere, evden çıktı. Fakat gönlü temiz papazın evine varmadan önce, onu eğlencelerden eğlencelere salmak isteyen kader karşısına B. Valenod'-yu çıkardı, delikanlı yüreğinin yanık olduğunu ondan saklamadı; onun gibi yoksul bir çocuğun kendini olduğu gibi Tan-rı'nm kalbine verdiği papazlık aşkına vermesi gerekti, fakat bu alçak dünyada gönül dileği yetmiyordu ki. Tanrı bağında canla başla çalışmak için, bilgili bunca meslek arkadaşları aynında da, düpedüz küçük düşmemek için, eğitim görmek gerekti; Besançon papaz okuluna girip iki uzun yıl orada çalışmak gerekiyordu; demek para biriktirmek, boynunun borcu oluyordu, üç ayda bir toptan ödenen sekiz yüz frank yıllıkla bu besbelli daha kolay olacaktı, yoksa altı yüz frank maaşın ay ay verilen payı su gibi harcanıp gidiyordu. Bir başka yönden düşünülünce, Tanrı, onu Renal'm çocukları yanma yerleştirmekle, hele yüreğinde çocuklara karşı özel bir duygu uyandırmakla, bir başkası için bu eğitimi bırakmanın doğru olmadığını ona işaret eder gibi olmuyor muydu?
Julien imparatorluk çağının (28) tez, iş göre yerini alan bu gibi çenebazlıkta öylesine bir kemale erdi ki, en sonunda sözlerinin havasından kendi bile sıkıldı.
Eve girerken, B. Valenod'nun, sırtında resmî günlerde giyilen giysi olduğu halde, kendisini bütün şehirde arayan, elinde aynı gün için bir öğle yemeği çağrısı tutan bir uşağını gördü.
Julien bu adamın evine hiç gitmemişti; yalnız bundan birkaç gün önce, polislik bir iş çıkarmadan ona şöyle güzel bir sopa çekmenin yollarını düşünüyordu hep. Gerçi yemek ancak saat birde diye bildirilmişti. Julien kimsesizler Yurdu başkanının çalışma odasına saat yarımdan önce gitmeği daha saygıya uygun buldu. Onu bir yığın kâğıdın ortasında bö-bürlene böbürlene oturup duruyor gördü. Koca kafa favorileri, dik dik gür saçları, tepesine yanlamasına oturtulmuş Yunan takkesi, koca piposu, işlemeli terlikleri, göğsünde çaprazlamasına duran kaim altın köstekleri, uzun sözün kısası kendini kadınların ağzını bir karış açık bırakan soydan
149
lair adammış sanan taşralı bir para babasının üstünde görülen bütün şeyler Julien'e hiç etki etmiyordu; o daha çok bu adama adadığı sopayı düşünüyordu yalnız.'
Bn. Valenod'ya takdim edilmiş olma şerefini rica etti; kadiri süslenmekle uğraşıyordu ve kimseyi kabul edemezdi. Buna karşılık, kimsesizler yurdu başkanının giyinmesinde hazır bulunmak şerefine erdi. Derken Bn. Valenod'nun odasına geçildi, kadıncağız gözleri dolu dolu olarak çocuklarını tanıttı ona. Verrieres'in en gözdelerinden sayılan bu kadının, bu koca bir erkek yüzü vardı, bu büyük tören uğruna, allık sürmüştü. Yemekte olanca ana sevgisini ortaya döktü.
Julien Bn. de Renal'ı düşünüyordu. Gönlü ancak tezatların kendisinde uyandırdığı bu biçim anılara açılabilirdi, ama o zaman da bir ağlama ihtiyacıdır duyardı. Bu duygu kimsesizler yurdu başkanının evinin görünümü karşısında büsbütün çoğaldı. Kendisine evi gezdirdiler. Herşey muhteşem ve yeni idi, hattâ ona her eşyanın kaça satın alümdığı bile söyleniyordu. Fakat Julien bu eşyada bir iğrençlik ve çalınmış para kokan bir hava seziyordu. Uşaklara varıncaya kadar herkeste, nefrete karşı kendini çalımlı gizlemeğe çalışan durum vardı.
Vergi memuru, araçlı vergiler memuru, jandarma subayı ve daha başka iki üç memur eşleriyle birlikte damladılar. Bunları küpü dolu birkaç l'beral izledi. Yemeğe çağrıldılar. Zaten, bir hayli kızan Julien, gözünü boyamak için gösterilen bu iğrenç şatafatı sağlamak üzere, belki de kendilerinden çöplenilen et parçası karşısında, yemek salonu duvarının öte yanında, yakayı ele vermiş dilencilerin bulunduğunu düşünmeğe koyuldu.
t cinden: «Şu an belki aç onlar» diye geçirdi; boğazı tıkandı, yemek yemek ve hemen hemen konuşmak bile imkânsızdı, îş bir çeyrek saat sonra daha sarpa sardı; bir halk türküsünün uzaktan uzağa birkaç ezgisi işitildi, artık hani bir parça tuhaf da kaçsa, tutuklulardan birinin türkü söylediğini itiraf etmek gerekti. B. Valenod güzelim elbiseli uşaklarından birine baktı, uşak gitti, arası pek geçmeden türkü söylendiği artık işitilmedi. Bu anda, bir uşak Julien'e, yeşil bir bardakla Rhin şarabı sunuyordu. Bn. Valenod da ona bu şarabın yerinde dolu şişesinin dokuz frank olduğunu söyle-
150
mek inceliğini gösterdi. Julien, yeşil bardağı tutarak, B. Va-lenod'ya dedi ki:
— Şu çirkin türkü işitilmiyor artık. Büyük burunlu başkan:
— Elbet! Galiba, dedi, tıkadım ağızlarını.
Bu söz Julien'in pek ağrına dokundu; davranışları .öğrenmişti ama, yüreği henüz o yürek değildi. Pek sık gösterilen olanca iki yüzlülüğüne rağmen, iri bir gözyaşının yanağından süzüldüğünü duydu.
Bu gözyaşını yeşil bardakla gizlemeğe çalıştı, fakat Rhin şarabının tadına bakmak ona bayağı imkânsız geldi. İçinden: «Türkü söylemeği ondan esirgemek! dedi, ey Tanrı'm! demek göz yumuyorsun sen buna!»
Bereket, yürek daraltan üzüntüsüne kimse dikkat etmedi. Vergi memuru kralı öven bir türküdür tutturmuştu. Nakaratın gürültüsünde, türkü hep bir ağızdan söyleniyordu. Julien'in içi: «Bak işte, diyordu, ereceğin iğrenç mutluluk, bunun tadını ancak bu şartta ve bu biçim insanlar arasında çıkacaksın sen! Yılda belki yirmi bir franklık bir yer bulabilirsin, ama, etleri gövdeye indirirken, zavallı tutuklunun türkü yakmasına engel olmak gerekecektir; onun bir lokmalık yiyeceğinden çalacağın para ile ziyafetler çekeceksin ama, sen yerken onun yüreği cız cız edecek gene! — Ey Napoleon! Senin çağında bir savaşın tehlikelerine göğüs gererek dünyalığa kavuşmak hoş şeydi; ama zavallının acısını alçakça çoğaltmak vardı işin içinde!»
Dostları ilə paylaş: |