Stephen King Kara Kule Cilt5 Calla'nın Kurtları



Yüklə 2,69 Mb.
səhifə7/54
tarix30.05.2018
ölçüsü2,69 Mb.
#52130
1   2   3   4   5   6   7   8   9   10   ...   54

Çift kanatlı kapının hemen önünde bir fuaye vardı. Zemini, kırmızı siyah mermer karolarla döşenmişti. Lambri duvarlarda lordlarla leydile-rin solmuş portreleri asılıydı. Ortada, iç içe geçmiş mermer ve çelikten yapılmış bir heykel vardı. Elindeki altıpatları veya kısa kılıcı başının üzerine kaldırmış bir şövalyeye benziyordu. Yüz hatları belirtilmemiş olmasına rağmen (heykeltıraş yüzü neredeyse dümdüz bırakmıştı) Mia heykelin kim olduğunu, kim olması gerektiğini biliyordu.

"Seni selamlıyorum, Arthur Eld," dedi ve reverans yaptı. "Lütfen al-ak üzere olduğum bu şeyleri kutsa. Bebeme vereceklerimi de. İyi ak-mjar dilerim." Ona dünya üzerindeki günlerinin uzun olmasını dilediğini söyleyemezdi, çünkü dünya üzerindeki günleri (ve türünün çoğu) artık voktu. Onun yerine gülümsemeyle kıvrılan dudaklarına parmağının ucuyla dokundu ve bir öpücük gönderdi. Gereken saygıyı gösterip selamını verdikten sonra ziyafet salonuna girdi.

Kırk metre genişliğinde, yetmiş metre uzunluğunda bir salondu. Her iki tarafına dizilmiş, parlak ışıklar yayan, kristal elektrik meşaleleri vardı. Soğuk sıcak türlü yemekle kaplı demirağacından devasa masanın etrafına yüzlerce sandalye dizilmişti. Her sandalyenin önünde ise kenarında mavi bir peçete bulunan beyaz bir tabak '.ardı. Sandalyeler, önlerindeki tabaklar ve şarap kadehleri boştu ama soğutulmuş şarapla dolu altın sürahiler masa boyunca dizilmişti. Gördükleri tıpkı beklediği, tıpkı hayal ettiği gibiydi. Bu manzarayı daha önce de görmüştü. O ve bebesi ihtiyaç duyduğu sürece görmeye devam edecekti. Nerede olursa olsun, bu şato daima ya-kınındaydı. Rutubet ve çamur kokusu varsa ne olmuştu yani? Masanın altındaki gölgelerden sıçanların ve sansarların sesi geliyorsa ne olmuştu? Masanın üzerindeki her şey lezzetli, taze, mis kokulu ve boldu. Altındaki gölgeler başlarının çaresine bakabilirdi, umurunda değildi. Onu zerre kadar ilgilendirmiyordu.

"İşte, kimsenin kızı olmayan Mia geldi!" dedi yüzlerce çeşit yemek ve meyvenin kokusuyla dolu sessiz salona neşeyle. "Açım ve karnım doyacak! Dahası, bebemi doyuracağım! Buna itirazı olan varsa hemen karşıma çıksın! Birbirimizi şöyle iyice görelim!"

Kimse çıkmadı elbette. Bir zamanlar o salonda yemek yemiş olanlar Çok uzun zaman önce gözlerini bu dünyaya yummuştu. Artık sadece slo-trans makinelerin derinden gelen uykulu gürültüsü (ve Masa Altı Ül-kesi'nin nahoş sakinlerinin tıkırtıları) vardı. Silahşor arkasında, sessizce eliyordu. Bu ilk sefer de değildi. O şato falan görmüyordu ama kadını Sörebiliyordu. Hem de çok iyi görüyordu.

"Sessizlik izin veriyor!" diye bağırdı kadın. Elini, belirginleşmeye, büyümeye başlayan karnının üzerine koymuştu. Sonra bir kahkaha atarak haykırdı: "Öyle ya! İşte Mia ziyafete geliyor! Yedikleri ona ve içinde bjj. yüyen bebeye yarasın! Hem de çok yarasın!"

Ve ziyafete başladı. Ama asla tek bir yerde yemiyordu ve tabaklar, da kullanmıyordu. Tabaklardan ve mavi peçetelerden nefret ediyordu. Sebebini bilmiyor, merak da etmiyordu. Tek umursadığı yemekti. Dünya. nın en büyük açık büfesindeymiş gibi masa boyunca yürümeye başladı Gözüne kestirdiği yemekleri parmaklarıyla alıp ağzına atıyor, bazen sı. cak, lezzetli etleri kemiklerinden sıyırıp kemikleri tabaklara fırlatıyordu. Bazen tabakları ıskalıyor, sıyrılmış kemikler beyaz keten masa örtüsünün üzerine düşüp leke bırakıyordu. Fırlattığı bir kemik, sos kabını devirdi Bir başkası, ahududu jölesiyle dolu kristal çanağı kırdı. Bir diğeri, masanın üzerinde yuvarlanarak diğer tarafa düştü ve Mia bir şeyin onu masanın altına çektiğini duydu. Kısa, tiz bir ses ve hırgür duyuldu. Ardından bir şey, dişlerini bir başka şeye geçirmişçesine acı dolu bir ses yükseldi. Bunu sessizlik izledi. Ama Mia'nın kahkahası sessizliği bozdu. Yağlı parmaklarını yavaşça göğsüne sürttü. Etlerle yemeklerin soslarının pahalı ipekte bıraktığı lekeler onu memnun ediyor gibiydi. İrileşen göğüslerini ve heyecanla sertleşen uçlarını hissetmek ona zevk veriyordu.

Masa boyunca yavaşça yürümeye devam etti. Bu arada birçok farklı sesle kendi kendine konuşuyor, ortaya çılgınca bir sohbet çıkıyordu.

Nasıl gidiyor, tatlım?

Çok iyi, sorduğun için teşekkürler, Mia.

Sence Oswald, Kennedy'yi vurduğunda gerçekten tek başına mı çalışıyordu?

Mümkün değil, hayatım, o iş CIA'in başının altından çıktı. Ya onlad ya da Alabama'daki beyaz milyonerler.

Joan Baez'inyeni albümünü dinledin mi?

Tanrım, evet. Bir melek gibi söylüyor, değil mi?Galiba Bob Dylan ife evlilik planları...

Havadan sudan sohbet böyle devam ediyordu. Roland, Odetta'ntf kültürlü sesini ve Detta'nın açık saçık, ama renkli küfürlerini duydu. Su-sannah'nın ve daha pek çoklarının sesini de duydu. Kafasının içinde kaÇ kadın vardı? Oluşmuş veya yarı oluşmuş kaç kişiliği vardı? Kadının oradaİmayan boş tabakların ve kadehlerin üzerinden uzanıp yemekleri doğrudan servis tabaklarından almasını, her şeyi aynı açgözlülük ve zevkle çiğneyişini, yüzünün ara sıra bir parça yağlandığını, göremediği ama var olduğunu hissettiği şık elbisesinin göğsünün giderek daha da lekelendiğini (parmaklarını göğüslerine sürttüğünü, kumaşı sıktığını fark etmemek imkânsızdı) görebiliyordu. Ve her duruşunda, tekrar ilerlemeden önce önündeki boş havayı tutuyor ve görünmeyen bir tabağı yere ya da rüya-sındaki masanın diğer tarafındaki duvara fırlatıyordu.

"İşte.1" diye haykırdı Detta Walker meydan okuyan sesiyle. "Seni iğrenç, yaşlı Mavi Hanım, işte yine kırdım! Sıçtığım tabağını kırdım işte, buna ne diyorsun? Nasıl, hoşuna gitti mi?"



<,onra tekrar ilerledi ve çılgınca sohbet, hafif bir kar kananın ardından nazik bir şekilde devam etti. Oğlunuz nasıl, Morehouse'dan memnun musunuz? Zenciler için böyle iyi bir okul olması ne harika, değil mi? Harika! Peki annen nasıl, hayatım? Ah, bunu duyduğuma çok üzüldüm. İyileşmesi için hepimiz dua edeceğiz.

Konuşurken orada olmayan bir başka tabağın üzerinden uzandı. İçi parlak siyah balık yumurtalanyla ve limon kabuğuyla dolu yeşil bir çorba kâsesini aldı. Bir domuz gibi başını kâsenin içine soktu. Bir süre boğuk sesler çıkararak yedikten sonra başım kaldırdı. Elektrikli meşalelerin aydınlığında yüzünde ağırbaşlı bir gülümseme belirdi. Balık yumurtaları, koyu teninde ter lekeleri gibi görünüyordu. Kaşları, yanakları ve burnu kurumuş kanla kaplanmış gibiydi. Yeşil çorba kâsesini çıldırmış bir voleybolcu gibi geriye fırlattı. Kâsenin içinde kalanlar yağmur gibi başından aşağı döküldü (Roland bunu neredeyse görebiliyordu). Görünmeyen kâse yere düşüp parçalandığında, Mia'nın nazik, ne-güzel-bir-parti-değil-mi ifadesi yerini Detta Walker'm haşin suratına bıraktı ve Detta'nın bağırışı duyuldu. "Şimdi kendi-m nasıl hissediyorsun seni iğrenç, yaşlı Mavi Hanım? Havyarın bir kısmını ku-m kıçına sokmak istiyorsan hiç durma! Hemen yapF

Tekrar yürümeye başladı. Bir şeyler yedikten sonra bir sonraki dura-&na ilerledi. Bu böylece devam etti. Büyük ziyafet salonunda kendini ve besini doyuruyordu. Bir kez bile dönüp Roland'a bakmamıştı. İçinde °lduğunu sandığ! yerin gerçekte var olmadığının farkında bile değildi.
4

Roland dördü (Oy da sayılırsa beşi) kızarmış çörek-toplarını yiyi» uykuya dalarken ne Jake'i, ne de Eddie'yi düşünüp endişeleniyordu. Tün dikkati, Susannah üzerinde toplanmıştı. Silahşor, kadının o gece de kamptan ayrılacağından neredeyse emindi ve zamanı geldiğinde onu yjne takip edecekti. Ne yaptığını görmek için değil, bunu zaten biliyordu.

Hayır, asıl amacı korumaktı.

Susannah, o gün öğleden sonra, Jake kucağı çörek-toplarıyla dolu bir halde geldiği sıralarda Roland'ın çok iyi bildiği işaretleri sergilemeye başlamıştı: kesik kesik, kısa konuşmalar; zarif olmaktan uzak, sarsak hareketler, ağrısı varmış gibi şakağını veya sol kaşının üzerini ovması tan». dikti. Eddie bu işaretleri göremiyor muydu? Aslında Eddie, Roland, onu ilk tanıdığında hiç iyi bir gözlemci sayılmazdı ama o zamandan beri çok değişmiş ve ilerleme göstermişti. Ayrıca...

Ayrıca onu seviyordu. Seviyordu. Nasıl olurdu da Roland'ın gördüklerini göremezdi? İşaretler Batı Denizi'nin kıyısındaki kumsalda, Det-ta'nın Odetta'yı tamamen ele geçirmeye çalıştığı sıralarda olduğu kadar bariz değildi ama yine de oradaydılar işte.

Öte yandan, Roland'ın annesinin bir deyişi vardı; aşk tökezler. Eddie belki görebilmek için fazla yakındı. Ya da görmek istemiyor, diye düşündü Roland. Yaşadıklarımızı sil baştan tekrar yaşamamız fikriyle yüzleşmek istemiyor. Onu kendisi ve bölünmüş varlığıyla yüzleştirmek istemiyor.

Ama bu kez konu sadece onu ilgilendirmiyordu. Roland bundan uzun bir süredir şüpheleniyordu (aslında Nehir Geçidi'ndeki insanlarla yaptıkları görüşmeden beri) ve artık emindi. Hayır, bu tamamen Susan-nah'yla ilgili bir sorun değildi.

Böylece yattı ve nefeslerin derinleşmesini, her birinin uykuya dalmasını dinledi. Önce Oy uyudu. Sonra Jake ve ardından Susannah. Eddie uykuya dalan son kişi oldu.

Şey... tam olarak son sayılmazdı. Roland güneydeki tepenin önünde kamp kurmuş takipçilerinin konuşmalarını hayal meyal duyabiliyordu. Muhtemelen hâlâ kendilerini göstermek için cesaretlerini toplamaya çalıvorlardi- Roland'ın kulakları keskindi, ama söylediklerini seçecek kadar . xj] Biri öfkeyle tıslar gibi bir ses çıkarıp diğerlerini susturmadan önce hir iki dakika daha konuştular. Sonra ortalığı bir sessizlik sardı. Duyulan tek ses, hafif rüzgârla oynaşan yaprakların hışırtısıydı. Susannah'nın kalkmasını bekleyen Roland yıldızsız gökyüzüne bakarak yatmaya devam etti. Susannah bir süre sonra beklediği gibi kalktı.

Ama ondan önce Jake, Eddie ve Oy geçiş yaptı.


5

Roland ve arkadaşları, geçiş hakkında bildiklerini (bilinecek ne varsa) Vannay'den, gençlik dönemlerindeki öğretmenlerinden duymuşlardı. Başlangıçta beş kişiydiler: Roland, Alain, Cuthbert, Jamie ve Vannay'in oğlu Wallace. Son derece zeki ama bünyesi çok zayıf olan Wallace, kralın laneti diye de bilinen hastalıktan ölmüştü. Bunun üzerine dört kişi kalmışlar ve gerçek bir ka-tet şemsiyesi altında toplanmışlardı. Bunu Vannay de biliyordu ve bilmek, üzüntüsünün bir parçasıydı.

Cort, onlara yıldızlara ve güneşe bakarak yönlerini bulmayı öğretmiş, Vannay onlara pusulayı, iletkiyi ve sekstantı kullanmayı ve bunun için gereken hesaplamaları yapabilecek kadar matematik öğretmişti. Cort, onlara dövüşmeyi öğretmişti. Vannay ise "evrensel gerçekler" dediği bilgileri, tarihi, mantık problemlerini kullanarak bazen dövüşten kaçı-nabileceklerini öğretmişti. Cort, onlara, gerektiğinde öldürmeyi öğretmişti. Topal ayağı ve dalgın gülümsemesiyle Vannay ise şiddetin, sorunla-n nadiren çözümlediğini, buna karşılık çoğu zaman durumu daha da kö-tüleştirdiğini anlatmıştı. Şiddetin, tüm doğru seslerin yankılarla bozulduğu boş bir oda olduğunu söylerdi.

Onlara fizik öğretmişti -fizik denebilecek ne kalmışsa. Onlara kimya öğretmişti- geriye ne kalmışsa. Onlara, "Bu ağaç bir... benziyor" ve "Kendimi bir... gibi mutlu hissediyorum" ve "Kendimizi gülmekten alamadık Çünkü..." gibi cümlelerdeki boşlukları tamamlamayı öğretmişti. Roland "u tür çalışmalardan nefret ederdi, ama Vannay hiçbirinden paçayı sıyırışına izin vermezdi. "Hayal gücün çok zayıf, Roland," demişti öğretmeni bir keresinde. Roland o sıralarda on bir yaşlarındaydı. "Hiç kullanma-yıp daha da zayıflatmana izin vermeyeceğim."

Onlara Büyünün Yedi Katı'nı öğretmiş, ancak inanıp inanmadığını be-lirtmeyi reddetmişti. Roland, Vannay'in geçişten o derslerden birinde bah-settiğini hatırlar gibiydi. Ya da belki büyük harfle yazılıyordu: Geçiş. Ro. land emin değildi. Vannay'in Mannilerden, uzak yolcularından bahsettiğini hatırlıyordu. Büyücü'nün Gökkuşağı'ndan da bahsetmemiş miydi?

Galiba bahsetmişti ama Roland, Gökkuşağı'nın pembe küresine ikj kez sahip olmuştu (biri çocukken, biri yetişkinken) ve her iki seferinde de yolculuk etmiş olmasına rağmen (bir keresinde dostlarıyla birlikte) asla geçiş yapmasına sebep olmamıştı.

Ama bunu nasıl bilebilirsin, diye sordu kendi kendine. Kürenin içindeyken bunu nasıl bilebilirsin, Roland?

Çünkü öyle bir şey olsa, Cuthbert ve Alain, ona söylerdi.

Emin misin?

Silahşor emin olmadığını fark ettiği anda bağrında, tanımlanamaya-cak kadar garip bir duygu hissetti (Öfke miydi? Dehşet mi? Hatta belki ihanet?). Tek bildiği, kürenin onu içine aldığı ve tekrar dışarı çıkabildiği için çok şanslı olduğuydu.

Burada küre yok, diye düşündü ve yine öteki sesi, oğlu için duyduğu keder asla yok olmamış, topallayan öğretmeninin affetmez sesini duydu.

Emin misin?

Emin misin, Silahşor?
6

Hafif bir çıtırtıyla başladı. Roland'ın ilk düşüncesi, kamp ateşi oldu; içlerinden biri yeşil bir köknar dalı getirmiş, kömürler ona ulaşmış, iğneler yanarken ses çıkıyor olmalıydı. Ama...

Ses yükseldi ve bir tür elektrik cızırtısına dönüştü. Roland doğrulup ölmeye yüz tutmuş ateşe baktı. Gözleri irileşti ve kalp atışları bir anda hızlandı.

Susannah sırtını Eddie'ye dönmüş, biraz da uzaklaşmıştı. Eddie elini uzatmıştı- Jake de öyle. Elleri birbirine değdi. Ve Roland'ın gözlerinin önünde, vücutları seğirerek bir görünüp bir kaybolmaya başladılar. Oy'a da aynısı oluyordu. Gittiklerinde, yerlerinde vücut hatlarını belirten mat, gri bir ışıltı kaldı. Sanki bir şey, gerçeklikte onların yerini tutuyordu. Her geri gelişlerinde o elektrik cızırtısı duyuluyordu. Roland, Eddie ve Ja-lce'in gözlerinin, kapalı gözkapaklarının altında hareket ettiğini görebiliyordu.

Rüya görüyorlardı. Ama sadece bir rüya değildi bu. Bu geçişti, iki dünya arasında yolculuk. Mannilerin bunu yapabildikleri söylenirdi. Büyücü'nün Gökkuşağı'nın parçalarının da istense de istenmese de bunun yapılabilmesini sağladığı söylenirdi. Özellikle de belli bir parçasının.

Arada kalıp düşebilirler, diye düşündü Roland. Vannay de söylemişti. Geçiş yapmanın tehlikelerle dolu olduğunu söylemişti.

Başka ne demişti peki? Roland'ın hatırlamaya çalışmaya zamanı olmadı, çünkü tam o sırada Susannah doğruldu, Roland'ın onun için yaptığı yumuşak deriden kapakları dizlerine geçirdi ve tekerlekli sandalyesine tırmandı. Sonra hemen yolun kuzeyindeki asırlık ağaçlara doğru ilerlemeye başladı. Peşlerindeki adamların kampının olduğu yerin tam tersi istikamette ilerliyordu. Bu da bir şeydi.

Roland bir an ne yapacağını bilemeyerek oturduğu yerde kaldı. Ama sonunda, yapması gerekenin ne olduğunu açıkça gördü. Geçiş halindeyken onları uyandıramazdı; bu çok büyük bir risk olurdu. Tek yapabileceği, diğer gecelerde yaptığı gibi Susannah'yı takip etmek ve başını belaya sokmasını önlemekti.

Bu arada bundan sonra ne olacağını da düşünebilirsin. Bu Vannay'in bilgiçlik taslayan sesiydi. Eski öğretmeni geri dönmüşken kalmaya niyetliydi besbelli. Muhakeme etmek, hiçbir zaman güçlü yönlerinden biri olmadı ama yine de yapmalısın. Ziyaretçilerin kendilerini gösterene, ne istediklerini öğrenene dek beklemek isteyeceksin elbette ama er ya da geç harekete geç-mek zorunda kalacaksın, Roland. Bununla birlikte önce düşün. Ne kadar Çubuk yapsan o kadar iyi olur.

Evet, ne kadar çabuk olsa o kadar iyiydi.

Bir başka şiddetli çıtırtı oldu. Eddie ve Jake geri dönmüştü. Jake'in kolu, Oy'a sıkıca sarılmıştı. Sonra tekrar yok oldular ve geride sadece hafif bir ektoplasmik ışıltı kaldı. Neyse. Onun görevi Susannah'yı takip etmekti. Tanrı isterse Eddie ve Jake için de su olacaktı.

Ya geri döndüğünde onları burada bulamazsan? Vannay bunun olabi. leceğini söylemişti. Uyanıp kocasının ve manevi oğlunun gitmiş olduğunu gördüğünde ona ne söyleyeceksin?

O an bunun için endişelenemezdi. Susannah'yı korumalı, onun için endişelenmeliydi.
7

Yolun kuzeyindeki dev ağaçların kocaman gövdeleri arasında epey bir mesafe vardı. Dalları yüksekte iç içe geçiyor ve sağlam bir tente meydana getiriyordu, ama yer seviyesinde Susannah'nm tekerlekli sandalyesinin rahatça ilerleyebilmesi için bol bol alan vardı. Dev demirağaçları ve çamlar arasında, iğnelerden oluşan halının üzerinde hızla ilerliyordu.

Ama o Susannah değil. Detta veya Odetta da değil. Bu, kendine Mia diyor.

Kendine Yeşil Günlerin Kraliçesi dese bile sağ salim döndüğü ve diğer ikisini orada gördüğü sürece Roland'ın umurunda değildi.

Taze yeşillik kokusu almaya başladı; sazların ve yosunların kokuşuydu. Aynı anda burnuna çamur kokusu geldi ve kurbağaların seslerini duydu. Bir baykuş alayla öterek onu selamladı ve bir şeyin suya atladığını belirten bir şapırtı oldu. Bir şey, can acısıyla çığlık atarak öldü. Belki suya atlayan, belki de üzerine atlanandı. Ağaçların altındaki çalılar çoğaldı ve ağaçlar seyrekleşti. Sivrisinekler ve pireler vızıldıyordu. Bataklık kokusu giderek kuvvetlendi.

Sandalyenin tekerlekleri, üzerinden geçtiği orman tabanında hiçbir iz bırakmıyordu. Roland ağaçlar seyreldikçe kırık dalları ve ezilmiş yaprakları görmeye başladı. Sonra toprak yumuşadıkça gömülen tekerleklerin izleri gözüne çarptı. Yirmi adım kadar sonra, tekerlek izlerinin içlerinde sular olduğunu fark etti. Ama Susannah, çamura saplanıp kalmayacak kadar ustaydı. İzlerin içinin suyla dolmaya başladığını fark etmesinden yirmi adım sonra sandalyeyle karşılaştı. Terk edilmişti. Üzerinde bir görntek ve bir çift pantolon vardı. Dizlerindeki deri kapaklar haricinde bataklığa çıplak girmiş sayılırdı.

Su birikintilerinin üzerinde parça parça sis vardı. Otlarla kaplı tümsekler sisin içinde yükseliyordu. Birinin üzerinde, dik duran ölü bir kütüğe tellerle bağlanmış bir şey vardı. Roland önce bunun çok eski bir korkuluk olduğunu sandı ama yaklaşınca, bir insan iskeleti olduğunu gördü. Kafatasının ön tarafı sert bir darbeyle içe göçmüştü. Boş göz çukurlarının arasında kapkara bir üçgen vardı. Yaraya ilkel bir savaş sopasının yol açtığına kuşku yoktu ve ceset (ya da huzur bulamamış ruhu) oraya kabilenin bölgesinin sınırını belirtmek üzere koyulmuştu. Muhtemelen uzun süre önce ölmüş veya ilerlemişlerdi, ama yine de ihtiyatlı olmakta fayda vardı. Roland tabancasını çekti ve tümsekten tümseğe atlayarak kadını takip etmeyi sürdürdü. Sağ kalçasında ara sıra kendini gösteren sancı, yüzünü buruşturmasına sebep olacak kadar şiddetliydi. Ona yetişebilmek için tüm yeteneğini ve dikkatini kullanmak zorunda kalıyordu. Bir denizkızı gibi çıplaktı ve çamurun içinde bir denizkızının suda ilerlediği rahatlıkta ilerliyordu. Büyük tümseklerin üzerinden sürünerek geçiyor, arala-nnda kalan suda zarifçe süzülüyor, ara sıra yapışan bir sülüğü vücudundan atmak için duraklıyordu. Karanlıkta, hareketleri tüyler ürpertici bir şekilde birleşiyor ve karada, suda olduğu gibi kıvrakça ilerleyen bir yılan-balığı gibi görünüyordu.

Bataklığın içinde, peşinde sabırla takip eden Silahşor olduğu halde beş yüz metre kadar ilerledi. Gerek olduğundan şüpheliydi ama yine de hiç ses çıkarmamaya çalışıyordu. Kadının gören, hisseden ve düşünen parçası oradan çok uzaktaydı.

Sonunda durdu ve dengesini sağlamak için çalılara tutunarak dizlerinin üzerine kalktı. Başı yukarıda, bedeni hareketsiz bekleyerek gölcüğün kapkara yüzeyine baktı. Silahşor gölcüğün büyüklüğünü kestiremiyordu, sınırları sisler içinde gizlenmişti. Ama bulunduğu yerde bir tür radyoaktif, odaklanmamış, dengesiz bir aydınlık vardı. Suyun altından, belki de batmış, çürümekte olan kütüklerden yayılıyor gibiydi.

Kadın asırlık ağaçlar arasındaki bu çamurlu gölcüğü bir kraliçenin... neyi incelediği gibi inceliyordu? Ne görüyordu? Bir ziyafet salonu mu? Roland'ın tahmini buydu. Hatta neredeyse salonu görebiliyordu. Onun zihninden kendisininkine, yaptıklarına ve söylediklerine dair fısıltılar ula-şıyordu. Zihnindeki ziyafet salonu, Susannah'yı Mia'dan, Detta'yı Odet-ta'dan yıllarca ayrı tuttuğu gibi ayırmak için bulduğu bir yöntemdi. Mia'nın varlığım gizli tutmak için pek çok sebebi olabilirdi, ama bu sebeplerin hiç kuşkusuz en önemlisi, içinde taşıdığı hayattı. Bebe diyordu ona.

Sonra, Silahşor'u hâlâ şaşırtan (daha önce de görmüş olmasına rağmen) bir çabuklukla avlanmaya başladı. Gölcüğün önce kıyısında, sonra biraz içlerinde hiç su sıçratmadan, rahatsız edici bir sessizlikle avlanıyordu. Sazların arasından, ot kümelerinin üzerinden kıvrıla büküle ilerleyen kadını izleyen Roland hem dehşet, hem de şehvet hissediyordu. Şimdi sülükleri vücudundan çekip aldıktan sonra suya değil, şeker yiyormuş gibi ağzına atmaya başlamıştı. Bacaklarındaki kaslar titreşiyor, kahverengi derisi ıslak ipek gibi parlıyordu. Arkasını döndüğünde (Roland bu arada ağaçlardan birinin arkasına saklanmış, bir gölgeden ibaretti) irileşmiş göğüsleri gözler önüne serildi.

Sorun, "bebe"den öteydi elbette. Eddie'yi de düşünmek gerekiyordu. Neyin var senin, Roland? dediğini duyabiliyordu Roland. O bizim çocuğumuz olabilir. Yani, bizim olmadığını bilemezsin. Tamam, biliyorum, biz Ja-ke'i kurtarmaya çalışırken bir şey ona sahip olmuştu ama bu mutlaka senin dediğin gibi olduğu...

Böyle devam edecekti. Ve neden? Çünkü onu seviyordu ve çocuklarını isteyecekti elbette. Bir sebebi de tartışmanın Eddie Dean için nefes almak kadar doğal bir şey olmasıydı. Cuthbert de öyleydi.

Sazların arasındaki kadın bir anda öne uzandı ve irice bir kurbağay1 yakaladı. Kuvvetle sıkınca kurbağanın karnı patladı ve yumurtalarıyla ba-ğırsakları, kadının parmaklarının arasından süzüldü. Ardından kafası yanldı. Kadın, kurbağanın yeşilimsi beyaz arka bacakları hâlâ seğiriyorken hayvanı büyük bir zevkle yedi. Ve parmaklarındaki kanla bağırsak parçalarını yaladı. Sonra yere bir şey fırlatıyormuş gibi yaptı ve haykırdı. "Buna ne dersin kahrolası Mavi Hanım?" Sesi, Roland'ı ürperten alçak, gırtlaktan gelen bir sesti. Detta Walker'm sesiydi. Çılgınlığın son safhasındaki acımasız Detta'nm.

Neredeyse hiç duraksamadan avlanmaya devam etti. Bir sonraki avı, küçük bir balıktı, sonraki bir başka kurbağa. Sonunda asıl ödül geldi: kıvranıp ısırmaya çalışan bir su sıçanı. Hayvanı sıkarak öldürdükten sonra pençelerine falan aldırmadan ağzına tıktı. Birkaç dakika sonra başını eğerek fazlalıkları kustu: parçalanmış kemikler ve tüylerden oluşmuş bir yığındı.

O halde ona bunu göster -yani Jake ile geri dönerlerse. Ve ona de ki, "Kadınların hamileyken tuhaf yiyeceklere aşerdiğini biliyorum, Eddie ama bu sence de fazla tuhaf değil mi? Ona bir bak, bir tür insan timsah gibi saz-lann ve çamurun içinde avlanıyor. Ona bir bak ve bunu senin çocuğun için yaptığını söyle. Ya da herhangi bir insan bebek için."

Yine de tartışırdı. Roland bundan adı gibi emindi. Emin olmadığı, karnında gecenin bir yarısı çiğ et yemek isteyen bir yaratık taşıdığını öğrendiğinde Susannah'nın nasıl bir tepki vereceğiydi. Bu durum yeterince endişe vermiyormuş gibi bir de başlarına geçiş gelmişti. Üstelik onları takip eden yabancılar vardı. Bununla birlikte yabancılar, sorunların en önemsiziydi. Hatta varlıkları ona neredeyse huzur veriyordu. Ne istediklerini bilmiyordu, ama aynı zamanda biliyordu. Onlarla daha önce pek çok kez karşılaşmıştı. Hepsi temelde aynı şeyi isterdi.
8

Kendine Mia diyen kadın şimdi hem konuşuyor, hem avlanıyordu. Roland, kadının ritüelinin bu kısmına da yabancı değildi ama yine de tüyleri diken diken oldu. Dosdoğru ona bakıyordu ama tüm bu farklı sesle-nn aynı gırtlaktan çıktığına bir türlü inanamıyordu. Kadın kendi kendine hatırını sordu. Sonra kendine iyi olduğunu, çok teşekkür ettiğini söyledi Birinin annesinin nasıl olduğunu sordu. Birine Morehouse adında bir yerle ilgili bir soru sordu. Ardından bir erkek sesiyle kendine ne Moreho-use'a, ne de bir başka yere gitmediğini söyledi. Bunun üzerine kabaca güldü. Bir çeşit espri olmalıydı. Kendim kendine birçok kez Mia olarak tanıttı (diğer gecelerde olduğu gibi), Roland bu ismi Gilead'daki günle-rinden çok iyi hatırlıyordu. Neredeyse kutsal bir isimdi. İki kez, olmayan eteklerinin uçlarını tutarak reverans yaptı. Bu görüntü, Silahşor'un yüreğini sızlattı. Bu hareketi ilk kez, Alain ve Cuthbert ile, babalarının emri üzerine gönderildiği Mejis'te görmüştü.

Kadın ıslak bedeni parlayarak tekrar gölcüğün (salonun) kıyısına döndü. Önce beş, sonra on dakika boyunca hiç kıpırdamadan oturdu. Baykuş yine alayla öttü -huu!- ve ay, buna cevap verir gibi kısa bir süreliğine bulutların arasından yüzünü gösterdi. Ortalık, ay ışığıyla hafifçe aydınlanınca küçük bir hayvanın içinde saklandığı gölgelik yok oldu. Hayvan telaşla kadının yanından geçip kaçmaya çalıştı, ama yakalanmaktan kurtulamadı. Kadın kıvranan hayvanın karnına yumuldu. Şapırtıyla karışık bir çıtırtı oldu, ardından çiğneme sesleri duyuldu. Kadın koyu teni kan yüzünden kapkara görünen elleriyle hayvandan arta kalanları havaya kaldırdı. Sonra iki parçaya ayırıp iştahla yedi. Bitirdikten sonra gürültüyle geğirdi ve kendini tekrar suya bıraktı. Bu kez suları umursamazca sıç-ratmıştı. Bunu gören Roland bu geceki ziyafetin sona erdiğini anladı. Kadın havada uçuşan böcekleri bile yakalayıp yemişti. Roland yediklerinin ona dokunmayacağını umdu. O güne dek böyle bir şey olmamıştı.


Yüklə 2,69 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   10   ...   54




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin