Stephen King Kara Kule Cilt5 Calla'nın Kurtları



Yüklə 2,69 Mb.
səhifə2/54
tarix30.05.2018
ölçüsü2,69 Mb.
#52130
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   54

"Kör diilim," diye söylenen Tian kalçasını ovuşturarak ayağa kalktı. Acaba orası da kanıyor muydu? İsa Adam aşkına, galiba kanıyordu.

"İyi günler, saz," dedi Andy tekrar ve üç metal parmağını metal boğazına üç kez vurdu. "Uzun günler ve hoş geceler dilerim."

Tia bu söze verilen karşılığı (ben de iki mislini sizin için dilerim) daha önce binlerce kez duymuş olmasına rağmen tek yaptığı, boş ifadeli yüzünü tekrar gökyüzüne kaldırıp anırırcasına gülmek oldu. Tian bir an şaşırtıcı bir acı duydu. Hissettiği acı kollarında, boğazında ya da kalçasında değil, yüreğindeydi. Kardeşini küçük bir kız olarak hayal meyal hatırlıyordu: bir yusufçuk gibi güzel ve hızlı, cin gibi de zekiydi. Sonra...

Ama düşünceleri, içine doğan tatsız bir önseziyle kesildi. Kalbine taş gibi bir ağırlık çöktü. Haberin ben buradayken gelmesine hiç şaşırmadım, diye düşündü. Tanrı'mn unuttuğu, kötü şansın kol gezdiği bu lanet yerde. Zamanı gelmişti, değil mi? Hatta geçmişti bile.

"Andy," dedi.

"Evet!" dedi Andy gülümseyerek. "Dostunuz Andy! Hizmetinizde! Falınızı dinlemek ister misiniz, sai Tian? Tam Dünya'dayız. Orta-Dünya'da Kadın Ava diye adlandırılan ay kıpkırmızı. Bir arkadaşınız arayacak! İşleriniz açılacak! Biri iyi, biri kötü iki fikriniz olacak..."

"Kötü olan, bu tarlaya gelme fikriydi," dedi Tian. "Falı boş ver şimdi, Andy. Neden buradasın?"

Andy'nin gülümsemesi solamazdı (ne de olsa o bir robottu, Calla Bryn Sturgis'de ve kilometreler veya tekerleklerce alan içinde kalan son robot) ama Tian'a yine de solmuş gibi geldi. Robot bir çocuğun çizdiği çöpten adamlara benziyordu. Son derece uzun ve inceydi. Kolları ve bacakları gümüş rengiydi. Başı, elektronik gözlerin yerleştirildiği paslanmaz çelikten bir fıçıya benziyordu. Silindir şeklindeki gövdesi altın rengiydi. gir adamın göğsü denebilecek yerde bir plaka vardı. Üzerinde şunlar yazıyordu:

LaMERK ENDÜSTRİ İLE

KUZEY MERKEZ POZİTRONİK, LTD.

ORTAK YAPIMI

SUNAR


ANDY

Model: HABERCİ (Başka birçok özellik) Seri Numarası: DNF-44821-V-63

Tian tüm diğer robotlar nesiller önce yok olmuşken bunun nasıl ve niçin sağlam kaldığını bilmiyor, aynı zamanda umursamıyordu. Andy'yi Cal-la'da her yerde görmek mümkündü (ama sınırların ötesine geçmezdi). İpince bacakları üzerinde etrafta dolaşır, her yere bakar, bazen bilgi yüklerken (veya belki de silerken, kim bilir?) çıkardığı tıkırtılar duyulurdu. Şarkılar söyler, kasabanın bir ucundan diğerine dedikodu taşırdı. Haberci Robot Andy hiç yorulmazdı. Her şeyden çok da falları okumayı severdi, ama kasaba halkı bu falların hiçbir anlamı olmadığı konusunda hemfikirdi.

Ama bir özelliği vardı ki, önemini hiç kimse yadsıyamazdı.

"Neden buradasın teneke yığını? Cevap ver! Kurtlar mı yoksa? Gök Gürültüsü'nden mi geliyorlar?"

Tian teri üzerinde kururken aptal şeyin hayır demesi, falını söyleme-y1 teklif etmesi veya otuz kıta uzunluğundaki "The Green Corn A-Dayo" şarkısını söylemeye başlaması için tüm kalbiyle dua ediyor, Andy'nin aptalca gülümseyen metal suratına bakıyordu.

Ama gülümseyen Andy'nin tek söylediği, "Evet, sai," oldu.

"İsa Adam ve Tanrı'nın Oğlu," dedi Tian (İhtiyar ona bu ikisinin aynı anlama geldiğini söylemişti ama Tian daha fazla açıklamaya gerek görmemişti). "Ne zaman?"

"Ay bütün bir yolculuğu tamamlayınca gelecekler," dedi hâlâ gülüm-semekte olan Andy.

"Dolunaydan dolunaya mı?"

"Ona yakın, sai."

Bir eksik bir fazla otuz gün yani. Kurtlar'ın gelmesine otuz gün kalmıştı. Ve Andy'nin yanılıyor olmasını ummak söz konusu bile değildi. Robotun Kurtlar'ın Gök Gürültüsü'nden geleceğini nasıl olup da önceden söyleyebildiğini hiç kimse bilmiyordu, ama söylüyordu işte. Andy asla yanılmazdı.

"Sana da, kötü haberlerine de lanet olsun!" diye haykırdı Tian öfkeyle. "Ne işe yararsın?"

"Haberler kötü olduğu için üzgünüm," dedi Andy. Gövdesinden tıkırtılar geldi, gözlerinin mavi ışığı bir anlığına parlaklaştı ve robot bir adım geriledi. "Falınızı söylememi istemez misiniz? Tam Dünya'nın so-nundayız, yarım kalan işleri tamamlamak ve yeni insanlarla tanışmak için çok hayırlı günlerdeyiz..."

"Deli saçması kehanetlerine de lanet olsun!" diye bağıran Tian yerden bir avuç toprak alıp robota fırlattı. Bir çakıl parçası, Andy'nin metal gövdesine çarpıp sekti. Tia yutkunarak ağlamaya başladı. Uzun gölgesi, Piç Kurusu tarlasına düşen Andy bir adım daha geriledi ama yüzündeki aptalca, nefret dolu gülümseme aynı kaldı.

"Ya bir şarkıya ne dersiniz? Kasabanın kuzey ucundaki Mannilerden çok eğlenceli bir şarkı öğrendim. Adı, The Time of Loss, Make God Your Boss.'n Andy'nin gövdesinden bir klarnet sesi geldi; onu piyano sesi takip etti. "Şöyle başlıyor..."

Ter damlaları, Tian'ın yanaklarından aşağı süzülüyor, kaşınan hayaları terden bacaklarına yapışıyor, burnuna leş gibi bir koku geliyordu. Saplantısının kokusu. Tia o aptal ifadeli suratını yine gökyüzüne kaldırmış, ağlıyordu. Bu kötü haberler getiren uğursuz robot da Mannilerden öğrendiği bir ilahiyi söylemeye hazırlanıyordu.

"Sakın başlama, Andy." Sesi sakin sayılırdı ama dişlerini sıkarak konuşmuştu.

"Sai," diyen robot sonunda sessiz kaldı.

Tian böğürerek ağlayan kardeşinin yanına gitti, kolunu beline doladı ve (çok da kötü sayılmayan) kokusunu hissetti. Çalışma ve itaatin sebep olduğu masum bir kokuydu. İçini çekerek kardeşinin hıçkırıklarla sarsılan kolunu okşamaya başladı.

"Kes şunu, sulu gözlü kaltak." Kelimeleri çirkindi ama ses tonu son derece nazikti ve kardeşini sakinleştiren de o oldu. Hıçkırıkları yavaşça kesildi. Kalçası, Tian'ın kaburga hizasına geliyordu. Tia, ağabeyinden otuz santim uzundu. Oradan geçen ve onları gören bir yabancı, yüzlerin-deki benzerlik ve bedenlerindeki fark yüzünden şaşırarak dururdu. Benzerlikleri olağandı; ne de olsa ikizdiler.

Kız kardeşini sevgi sözcükleriyle karışık küfürlerle avutmaya devam etti. Tia'nın doğudan deforme olmuş halde dönmesinden o yana geçen yıllar içinde bu iki farklı ifade tarzı Tian Jaffords için hemen hemen aynı olmuştu. Tia sonunda ağlamayı kesti, hatta havada taklalar atan bir ekin-kargası görünce kıkırdamaya başladı.

Tian'm içinden, ona son derece yabancı olduğunu bile fark edemediği bir duygu yükseliyordu. "Bu doğru diil," dedi. "Hayır, efendim. İsa Adam ve tüm tanrılar adına, doğru diil." Doğuya, tepelerin ardında yükselen, buluta benzeyen ama aslında bulut olmayan o zarımsı karanlığa baktı. Gök Gürültüsü'nün kıyışıydı.

"Bize yaptıkları şey doğru diil."

"Falınızı dinlemek istemediğinizden emin misiniz, sai? Parlak sikkeler ve güzel bir esmer bayan görüyorum."

"Esmer bayanların benimle işi olmaz," diyen Tian, kardeşinin omuzla-nna bağlı koşum takımlarını çekti. "Senin de çok iyi bildiğin gibi evliyim."

"Birçok evli adamın kaçamakları olagelmiştir," dedi Andy. Tian neredeyse robotun sesinde ukalaca bir ton olduğuna inanacaktı.

"Karılarını sevenlerin olmamıştır." Tian koşum takımlarını omuzladı (takımı kendisi yapmıştı) ve evinin bulunduğu tarafa döndü. "Zaten çiftçiler yapamaz. Bana bir kaçamağa masraf yapacak kadar zengin bir çiftçi göster, o parlak kıçını öpeyim. Haydi, Tia. Kaldırıp yere bırak."

"Eve?" diye sordu Tia.

"Evet."


"Evde yemek?" diye soran Tia, ona umutla bakıyordu. "Pattes mi?" Duraksadı. "Etsuyuuu?"

"Tabi," dedi Tian. "Neden olmasın?"

Tia neşeyle çığlık atıp eve doğru koşmaya başladı. Koştuğu zaman insanı hayrete düşüren bir görüntü sergiliyordu. Babalarının düşüp ölmeden kısa bir zaman önce söylediği gibi, "Zeki ya da aptal, hareket eden bolca et var."

Tian, kız kardeşinin zihninde bir harita varmışçasına hiç bakmadan üzerlerinden atladığı çukurları gözden kaçırmamak için başını öne eğmiş, yavaşça yürüyordu. İçindeki o yabancı duygu giderek şiddetleniyordu. Öfkeyi tanırdı (ineği ölen veya mısırları bir yaz fırtınasıyla yerle bir olan her çiftçi o duyguyu bilirdi) ama bu çok daha derindi. Bu, yoğun bir hiddetti ve yeni bir duyguydu. Başı öne eğik, yumrukları sıkılı, yavaşça yürüyordu. Arkasından gelmekte olan Andy'yi, robot, "Başka haberler de var, sai," diyene dek fark etmedi. "Kasabanın kuzeydoğusundan, Işının Yo-lu'ndan, Dış-Dünya'dan yabancılar..."

"Işına da, yabancılara da, sana da başlayacağım şimdi," dedi Tian. "Beni rahat bırak, Andy."

Andy, Piç Kurusu'nun ortasında, kayalar ve dikenlerle dolu bu işe yaramaz toprak parçasında bir süre hareketsizce durdu. Sonra içinden bir tıkırtı duyuldu, gözleri ışıldadı ve İhtiyar'la konuşmaya karar verdi. İhtiyar, onu asla böyle kovmazdı. İhtiyar falını dinlemeyi her zaman isterdi.

Ve yabancılar daima çok ilgisini çekerdi.

Andy kasabaya ve Huzurun Hanımı'na doğru yürümeye başladı.


2

Zalia Jaffords, kocasıyla görümcesinin Piç Kurusu'ndan döndüğünü ve Tia'nm kafasını ahırın dışındaki yağmur suyu dolu varile defalarca so-Ijup yüzüne süzülen suları bir at gibi püskürttüğünü duymadı. Zalia evin güneyinde çamaşır asıyor, bir yandan da çocuklara göz kulak oluyordu. Mutfak penceresinden baktığını görene dek Tian'ın eve dönmüş olduğunu fark etmedi. Kocasını orada görmek onu şaşırtmış, görünümü ise endişelendirmişti. Tian'ın yüzü, yanaklarında ve alnının ortasında bulunan üç parça kızıl leke haricinde kül rengine dönmüştü.

Zalia elindeki mandalları çamaşır sepetine bırakıp eve yöneldi.

"Nereye gidiyosun, ana?" diye seslendi Heddon. "Nereye gidiyosun, nereye?" diye yankıladı Hedda.

"Siz ka-bebeklerinize göz kulak olun."

"Niyeee?" diye mızmızlandı Hedda. Son günlerde bu ses tonunu çok sık kullanır olmuştu. Bugünlerde sesi biraz daha tizleşecek ve annesinden tokadı yiyecekti.

"Çünkü en büyükleri sensin," dedi Zalia, kızma.

"Ama..."


"Kes sesini, Hedda Jaffords."

"Biz onlara göz kulak oluruz, anne," dedi Heddon. Heddon hep daha uyumlu bir çocuk olagelmişti. Belki kardeşi kadar zeki değildi ama zekâ her şey demek değildi. Kesinlikle. "Çamaşırların geri kalanını asalım mı?"

"Hed-dooon," dedi kız kardeşi. Yine sinir bozucu mızıldanma. Ama Zalia'nın onlara ayıracak zamanı yoktu. Diğerlerine kısaca bir göz attı: Lyman ve Lia beş yaşında, Aaron ise iki yaşındaydı. Çırılçıplak çamurun içine oturmuş, neşeyle iki taş parçasını birbirine vuruyordu. Onun gibi tek çocuklar kasabada nadiren görülürdü. Diğer kadınlar ona bu yüzden nasıl da imreniyordu! Çünkü Aaron daima güvende olacaktı. Bununla birlikte diğerleri, Heddon ve Hedda... Lyman ve Lia...

Zalia birdenbire Tian'ın günün bu saatinde evde olmasının sebebini sezdi. Tanrılara aklından geçenin doğru olmaması için yalvardı, ama mutfağa girip çocuklara bakan kocasının yüzündeki ifadeyi görünce neredeyse emin oldu.

"Sakın bana Kurtlar deme," dedi telaşla. "Kurtlar olmadığını söyle."
"Yapamam," dedi Tian. "Andy'nin söylediğine göre otuz gün sonra geliyolar. Ve Andy bu konuda asla..."

Sözlerine devam edemeden Zalia Jaffords ellerini yüzüne götürerek bir çığlık attı. Yan avludaki Hedda şaşkınlıkla yerinden sıçradı. Hemen eve doğru koşmaya başladı, ama Heddon, onu engelledi.

"Lyman ve Lia kadar küçükleri almazlar, diil mi?" diye sordu Zalia. "Hedda ve Heddon belki ama körpelerimi almazlar elbette, diil mi? Daha altı yaşında bile duller!"

"Kurtlar'ın üç yaşındakileri bile aldığı oldu, biliyosun," dedi Tian. Yumrukları bir sıkılıyor, bir gevşiyordu. İçindeki hissin (basit bir öfkeden çok daha yoğun olan hissin) şiddeti artmaya devam ediyordu.

Zalia, ona gözyaşları içinde baktı.

"Belki artık hayır demenin vakti gelmiştir," dedi Tian kendisininkine hiç benzemeyen bir sesle.

"Nasıl yapabiliriz?" diye fısıldadı Zalia. "Tanrılar aşkına, nasıl?"

"Bilmiyom," dedi Tian. "Ama yanıma gel, kadın, yalvarırım."

Zalia omzu üzerinden avludaki beş çocuğuna son bir kez baktıktan sonra (sanki Kurtlar'ın onları almadığından, hâlâ orada olduklarından emin olmak istiyordu) oturma odasına geçti. Köşedeki sönmüş ateşin önündeki koltuğunda, başı göğsüne düşmüş halde uyuyan büyükbaba onları duymamıştı. Dişsiz ağzının kenarından salyası akıyordu.

Bu odadan ahır görülebiliyordu. Tian, karısını pencerenin önüne çekerek işaret etti. "İşte," dedi. "Görebiliyo musun, kadın?"

Elbette görebiliyordu. Tian'ın iki metre boyundaki kız kardeşi, elbisesinin askılarını indirmiş, yağmur suyu varilinden aldığı suları koca göğüslerine çarpıyordu. Ahırın girişindeyse Zalia'nın kardeşi Zalman duruyordu. Boyu neredeyse iki on beşti, Lord Perth kadar iri, Andy kadar uzun ve yanındaki kız kadar boş ifadeliydi. Göğüsleri çıplak bir kadını o halde görmek, bir erkeğin pantolonunun önünde bir kabarıklığa sebep olabilirdi ama söz konusu Zalman iken bu mümkün değildi. Asla da olmayacaktı. Zalman deforme olmuştu.

Tekrar Tian'a döndü. Normal bir kadın ve erkek olarak birbirlerinin gözlerine baktılar. Onlar deforme olmamıştı ve bunun yegâne sebebi şanstı. Ahırın önünde dikilen ve bedenleri büyüdükçe beyinleri küçülen iki kişi, Zalia ve Tian da olabilirdi.

"Elbette görüyom," dedi Zalia. "Kör diilim."

"Bazen kör olmayı dilediğin olmuyo mu?" diye sordu Tian. "Bu hallerini görmemek için?"

Zalia cevap vermedi.

"Bu doğru diil, kadın. Hiç diil. Asla da olmadı."

"Ama o kadar uzun zamandır..."

"Başlarım zamana!" diye bağırdı Tian. "Bunlar çocuk! Bizim çocuklarımız!"

"Kurtlar'ın Calla'yı yakıp yerle bir etmesini mi yeğlersin? Hepimizin boğazını kesip gözlerimizi oymaları daha mı iyi? Çünkü bu dediklerim geçmişte yaşandı. Biliyosun."

Biliyordu gerçekten. Ama Calla Bryn Sturgis'in insanları müdahale etmezse buna kim dur diyecekti? O bölgelerde hiçbir otorite simgesi yoktu. Şerif bile. Kendi başlarınaydılar. İç Baronluklar'ın en güçlü olduğu ve ışık saçtığı dönemlerde bile bulundukları yerden o parlak ışıkların pek azını görmüşlerdi. Burası sınır bölgesiydi ve burada hayat daima garip olagelmişti. Sonra Kurtlar gelmeye başlamış ve yaşam iyice garipleşmişti. Ne zaman başlamıştı? Kaç nesil önce? Tian bunu bilmiyordu, ama çok uzun bir süre olduğu muhakkaktı. Büyükbabanın çocukluğunda Kurtlar vardı, zira ikizi, ikisi oyun oynarken Kurtlar tarafından alınmıştı. "Onu aldılar, çünkü yola daha yakındı," demişti büyükbaba (defalarca). "O gün evden önce ben çıkmış olaydım yola ben yakın olurdum ve beni götürürlerdi. Tanrı iyidir!" Sonra İhtiyar'm verdiği tahta haçı kaldırıp öper ve gevrek gevrek gülerdi.

Ama büyükbabanın büyükbabasının ona söylediğine göre onların zamanında (Tian'ın hesapları doğruysa bu, beş veya altı nesil öncesi olmalıydı) gri atları üzerinde Gök Gürültüsü'nden gelen Kurtlar yoktu. Bir keresinde Tian, yaşlı adama, o zamanlarda da tüm bebekler ikiz mi doğuyorlardı? İnsanlar bundan söz ediyorlar mıydı, diye sormuştu. Büyükbaba bu soru üzerine uzun süre düşünmüş, sonra başını iki yana sallamıştı. Eskilerin bu konuda ne söylediğini hatırlamıyordu.

Zalia, ona endişeyle bakıyordu. "Tüm sabahı o kayalarla dolu tarlada geçirmek senin sinirini bozmuş."

"Kurtlar gelip çocuklarımızı aldığında çok daha beter olacağımdan emin olabilirsin."

"Aptalca bir şey yapmayacaksın diil mi, T? Tek başına bir şey yapmaya kalkmayacaksın?"

"Hayır."

Hiç tereddüt yoktu. Planlar yapmaya başlamış bile, diye düşündü Zalia ve içinde minik bir umut tomurcuğunun belirmesine izin verdi. Tian'ın Kurtlar'a karşı yapabileceği hiçbir şey yoktu elbette. Hiçbirinin yapabileceği bir şey yoktu. Ama Tian aptal değildi. Bir tarım kasabasında erkeklerin çoğu bir sonraki tarlayı ekmeyi (veya cumartesi gecesi kendi tohumlarını bir kadına boşaltmayı) düşünmekten fazlasını yapmazdı, ama Tian sıradan bir çiftçi sayılmazdı. İsmini, SENİ SEVİYOM ZALLİE gibi sözleri yazabiliyor (Zalia'nın kalbini de böyle kazanmıştı); sayıları toplayabiliyor, dahası, hangisinin büyük hangisinin küçük olduğunu söyleyebiliyordu. Acaba mümkün olabilir?...

Bir parçası, bu düşünceyi tamamlamak istemiyordu. Ama Heddon ve Hedda'yla, Lyman ve Lia'yı düşünen parçası, ana olan parçası umut etmek istiyordu. "O halde ne?"

"Bir Kasaba Toplantısı düzenleyeceğim. Tüyü göndereceğim."

"Gelecekler mi?"

"Bu haberi duyunca Calla'nm tüm erkekleri gelecektir. Üzerinde konuşuruz. Belki bu kez mücadele etmek isterler. Belki bebekleri için savaşmak isterler."

Arkalarından çatlak bir ses duyuldu. "Seni sersem."

Tian ve Zalia el ele, yaşlı adama döndü. Sözleri biraz sert olabilirdi ama özellikle Tian'a yönelmiş bakışları müşfikti.

"Niye öyle diyosun, büyükbaba?" diye sordu.

"Sarhoş adamlar böyle bir toplantıda gaza gelip harekete geçebilir ama ayık olanlar..." Başını iki yana salladı, "...kıllarını bile kıpırdatmayacaktır."

"Bence bu sefer yanılıyo olabilirsin, büyükbaba," dedi Tian ve Zalia'nın kalbi korkuyla buz kesti. Yine de o soğuk kalbin derinliklerinde sıcacık bir umut kırıntısı vardı.
3

Onlara hiç olmazsa bir gün öncesinden haber verebilseydi homurdanmalar daha az olacaktı, ama Tian bir saatin bile boşa geçmesine göz yumamazdı. Öyle bir lükse sahip değillerdi. Heddon ve Hedda'yla tüyü gönderdi ve geldiler. Tian geleceklerini biliyordu.

Calla'nın Toplantı Salonu, kasabanın ana caddesinin sonunda, Took' un dükkânının, yaz sonu olduğu için tozlu ve karanlık olan büyük çadırın ötesindeydi. Çok yakında kasabanın hanımları orayı Hasat Gecesi için süslemeye başlayacaktı, ama Calla'da Hasat eğlencesi, hiçbir zaman fazla uzun sürmezdi. Çocuklar, korkulukların ateşe atılmasını zevkle izler; cesur erkekler, paylarına düşen öpücükleri almaya çalışırdı ama hepsi buydu işte. Gösterişli festivallere Orta-Dünya'da ve İç-Dünya'da bolca rastlanabilirdi ama burası farklıydı. Burada, Hasat Gecesi eğlencelerinden daha ciddi konuları düşünmek zorundaydılar.

Kurtlar gibi konuları mesela.

Adamlardan bazıları (batıdaki çiftliklerden ve güneydeki hayvan çiftliklerinden gelenler) at sırtında geldiler. Rocking B Çiftliği'nin sahibi Eisenhart tüfeğini bile getirmiş, fişekliklerini çaprazlamasına göğsüne asmıştı. (Tian Jaffords kurşunların sağlam olduğundan, bazıları sağlam olsa bile eski tüfeğin ateş edebileceğinden şüpheliydi.) Manni halkından bir temsilciler grubu, bir çift değişim geçirmiş beygirin çektiği arabaya doluşmuş halde geldi. Atlardan birinin üç gözü vardı, diğerinin ise sağrısından bir et parçası sarkıyordu. Calla erkeklerinin çoğu eşekleriyle gelmişti. Üzerlerinde beyaz pantolonlar ve uzun, renkli gömlekler vardı. Toplantı Salonu'na girerken tozlu sombrerolanm başlarından geriye ittiler. Huzursuzca birbirlerine bakıyorlardı. Salondaki oturma sıraları çam ağacın-dandı. Aralarında hiç kadın ve deforme olmadığı için doksan sıranın sadece otuzunu doldurmuşlardı. Konuşmalar oluyor ama gülüşmeler duyulmuyordu.

Tian elinde tüyle salonun önünde ayakta duruyor, güneşin ufka doğru alçalmasını ve iltihaplı kan rengine dönmesini izliyordu. Güneşin ufka değmesiyle başını çevirip yola doğru baktı. Took'un dükkânının önündeki basamaklarda oturan birkaç deforme haricinde boştu. Hepsi de iriya-rıydı ve yerden kayaları kaldırmak dışında hiçbir işe yaramıyorlardı. Başka yaklaşan eşek veya herhangi bir kasaba sakini göremedi. Derin bir nefes aldı, verdi, tekrar aldı ve kararan gökyüzüne baktı.

"İsa Adam sana inanmıyom," dedi. "Ama oradaysan bu akşam bana yardım et. Ve Tanrı'ya teşekkürler ederim."

Sonra içeri girdi ve Toplantı Salonu'nun kapılarını gerektiğinden biraz daha sertçe kapattı. Konuşmalar bir anda kesildi. Çoğu çiftçi olan yüz kırk adam, sıraların önüne doğru yürümesini izledi. Beyaz pantolonunun geniş paçaları bileklerine dolanıyor, kısa çizmeleri her adımında ahşap zemine sertçe çarpıyordu. Daha önce bu anı düşünürken dehşete kapılacağını, konuşmayı başaramayacağını sanmıştı. O bir gösteri ustası veya politikacı değil, basit bir çiftçiydi. Sonra çocukları aklına geldi ve başını kaldırıp adamların gözlerine çekinmeden baktı. Parmaklarının arasındaki tüy hiç titremiyordu. Konuşmaya başladı ve kelimeler açık ve seçik bir şekilde, son derece doğal ve akıcı bir ritimle birbirini izledi. Yapmalarını umduğu şeyi (büyükbabanın iddia ettiği gibi) yapmayabilirlerdi ama dinlemeye hevesli görünüyorlardı.

"Kim olduğumu hepiniz biliyosunuz," dedi elleri kızıl tüyün sapına kenetlenmiş bir şekilde. "Luke'un oğlu, Zalia Hoonik'in kocası Tian Jaf-fords. Beş çocuğumuz var. İki çift ve bir tek."

Bunun üzerine, muhtemelen Aaron'a sahip oldukları için ne kadar şanslı olduklarını ifade eden mırıltılar oldu. Tian mırıltıların kesilmesini bekledi.

"Hayatım boyunca Calla'da yaşadım. Khef irâzi paylaştım. Siz de benimkini. Şimdi beni dinleyin, yalvarırım."

"Teşekkürler deriz," diye mırıldandılar. Çok umut verici bir karşılık sayılmazdı, ama Tian yine de cesaretlenmişti.

"Kurtlar geliyo," dedi. "Haberi Andy'den aldım. Otuz gün sonra burada olacaklar."

Mırıltılar daha da arttı. Tian bu mırıltılarda korku ve öfke duydu ama şaşkınlık yoktu. Haberleri dağıtmakta Andy'nin üstüne yoktu.

"Okuma yazmayı birazcık bilenlerimizde bile kâğıt yok," dedi Tian. "Bu yüzden en son ne zaman geldiklerini size tam olarak söyleyemem. Bir kayıt yok, biliyosunuz, sadece kulaktan kulağa duyulanlar var. Ama yirmi yıldan fazla olduğunu biliyom..."

"Yirmi dört," dedi arka sıralardan bir ses.

"Diil, yirmi üç," dedi önlerden biri. Reuben Caverra ayağa kalktı. Yuvarlak, neşeli yüzlü; tıknaz bir adamdı. Ancak şimdi yüzünde neşeden eser yoktu, sadece ıstırap vardı. "Kardeşim Ruth'u almışlardı, beni dinleyin, yalvarırım."

Sıralarda dip dibe oturan adamlardan sesli bir onay iç geçirişine benzeyen bir mırıltı yükseldi. Dağınık bir şekilde oturabilirlerdi, ama omuz omza olmayı tercih etmişlerdi. Bazen rahatsızlıkta huzur vardır, diye düşündü Tian.

Reuben konuşmaya devam etti. "Geldiklerinde ön bahçedeki büyük çam ağacının altında oynuyoduk. Sonraki her yıl için, o ağaca bir çentik attım. Onu geri getirmelerinden sonra da çentik atmaya devam ettim. Toplam yirmi üç tane var. Yirmi üç sene oldu." Bunları söyledikten sonra yerine oturdu.

"Ha yirmi üç, ha yirmi dört, fark etmiyo," dedi Tian. "Kurtlar'ın son gelişinde çocuk olanlar artık birer yetişkin ve çocuk sahibi. O piç kuruları için burada mahsul çok zengin. Yani çocuklarımız." Biraz sonra söyleyeceklerinin dinleyicilerinin zihninde şekillenebilmesi için bir anlığına sustu. "Şayet buna izin verirsek," dedi sonra. "Eğer Kurtlar'ın çocuklarımızı alıp Gök Gürültüsü'ne götürmesine ve deforme olmuş halde geri getirmesine göz yumarsak."

"Başka ne yapabiliriz?" diye bağırdı orta sıralardan bir adam. "Elimiz kolumuz bağlı. Bunlar insan değil!" Bunun üzerine salondan hüzünlü bir °nay mırıltısı yükseldi.

Mannilerden biri, lacivert pelerinini sıska omuzlarına sıkıca sararak ayağa kalktı. Uğursuz bakışlarını etrafında gezdirdi. Bu gözlerde delilik yoktu ama Tian'a göre bunlar, mantıklı birinin bakışları da olamazdı, "eni dinleyin, yalvarırım," dedi Manni.

"Teşekkürler deriz, sai." Saygılı, ancak temkinli bir karşılıktı. Kasabada bir Manni, pek görülmüş şey değildi ve o an salonda sekiz tane bir-den vardı. Gelmeleri, Tian'ı çok sevindirmişti. Olayın ciddiyetinin altım çizecek bir gelişme varsa o da Mannilerin bu toplantıya gelmesiydi.

Toplantı Salonu'nun kapısı açıldı ve içeri bir kişi daha girdi. Uzun, siyah bir palto giymişti. Alnında bir yara izi vardı. Gelişini, Tian da dahi] olmak üzere hiç kimse fark etmedi. Gözleri Manni'nin üzerindeydi.

"Manni Kitabı'nda söylenenleri dinleyin: Ölüm Meleği, Ayjip'in üzerinden geçtiğinde, evinin kapısına kurban ettikleri koyunun kanıyla bir işaret bırakmamış her ailenin ilk çocuğunu öldürdü Kitap'ın dediği bu."

"Kitap'a hamt olsun," dedi diğer Manniler.

"Belki biz de öyle yapmalıyız," dedi Manni sözcüsü. Sesi sakindi, ama alnında bir damar şiddetle atıyordu. "Belki de bu otuz günü çocuklar için bir festivale çevirmeli, sonra onları sonsuz uykuya göndermeli ve kanlarını toprağa akıtmalıyız. Bırakalım Kurtlar isterlerse cesetlerini götürsün-ler doğuya."

"Sen çıldırmışsın," dedi Benito Cash. Sesinde kahkahayla karışık bir öfke tınısı vardı. "Sen ve senin gibiler, hepiniz kaçıksınız. Çocuklarımızı öldürecek değiliz!"

"Geri dönenlerin hali ortada, ölseler daha iyi değil mi?" diye sordu Manni. "İşe yaramaz et yığınları! İçi boş kabuklar!"


Yüklə 2,69 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   54




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin