Stephen King Maça Kızı



Yüklə 1,96 Mb.
səhifə36/43
tarix04.12.2017
ölçüsü1,96 Mb.
#33817
1   ...   32   33   34   35   36   37   38   39   ...   43

"Kör oldum, kör oldum, kör oldum!" Sullivan'ı taşırken Willie Shearman böyle bağırıyordu. Dünyanın büyük kısmının patlama etkisiyle bembeyaz gözüktüğü bir gerçekti. Ama mermilerin yaprakların arasından fırlayıp ağaç gövdelerine çarptığını, günün daha erken saatlerinde kentte olan bir adamın elini aniden boğazına götürdüğünü Willie hâlâ hatırlıyor. Kanın o adamın parmaklarının arasından fıskiye gibi fışkırarak üniformasını kızıla boyadığını gördüğünü hatırlıyor. Delta Bölüğü'nden olan adamlarından bir diğeri -adı Pagano'ydu- o adamı belinden kavramış ve fazla bir şey göremeyerek sendeleyen Willie Shearman'ın yanından itip kakarak geçirmişti. Willie bir yandan, "Kör oldum, kör oldum, kör oldum," diye bağırıyor, bir yandan da Sullivan'ın kanının kokusunu alıyordu. Helikopterde o beyazlık daha da yoğunlaşmıştı. Yüzü, saçları ve saç derisi yanmıştı, dünya da beyazdı. Kavrulmuştu ve tütüyordu bu cehennem kaçkını. Asla bir daha görmeyeceğini sanmıştı ve bu onu rahatlatmıştı. Ama görmüştü tabii.

Zaman içinde görmüştü.

Kırmızı bleyzerli kadın yanına ulaşmıştı. "Size yardım edebilir miyim, bayım?" diye soruyor.

Kör Willie, "Hayır, bayan," diyor. Aralıksız yere vuran baston duruyor ve boşluğu yokluyor. Dansçı gibi bir ileri, bir geri sallanıyor, merdivenin yanlarını araştırıyor. Kör Willie başını eğiyor, sonra dikkatli, fakat güvenle adım atarak tıkışık çantayı tutan eliyle trabzana dokunana kadar ilerliyor.

Trabzanı kavrayabilmek için çantayı bastonlu eline geçiriyor, sonra kadına doğru dönüyor. Doğrudan yüzüne değil de biraz yana bakmaya dikkat ederek kadına gülümsüyor. "Hayır, teşekkür ederim, iyiyim. Mutlu Noel'ler."

Bastonu ilersine vurarak ve koca çantayı bastona rağmen kolaylıkla tutarak ilerliyor. Çanta tabii ki hafif, neredeyse boş. Sonra durum fazlasıyla değişecek.


Sabah 10:15
Beşinci Cadde tatil günleri için donatılmış, ama Willie parıltıları ve güzellikleri zor fark ediyor. Sokak lambaları çobanpüskülünden çelenklerle süslü. Büyük mağazalar, dev kırmızı kurdelelerle bezeli gösterişli Noel paketlerine dönüşmüşler. Çaprazlamasına on iki metre olması gereken bir çelenk Brooks Kardeşlerin vakur bej cephesini süslüyor. Saks'ın görkemli camekânında bir 'haute couture' mankeni (yüzünde ağır başlı bir anlam, memesiz ve kalçasız bir vücutla) bir Harley-Davidson motosikletinin üstüne ata biner gibi oturmuş. Başında bir Noel Baba külahı, üstünde kürk süslemeli bir motosikletli ceketi, ayaklarında da diz boyu çizmeler. Motosikletin didonundan küçük gümüş çanlar sallanıyor. Yakında bir yerde gezginci şarkıcılar Sessiz Gece'yi söylüyorlar; Kör Willie'nin favori şarkısı değil bu, ama "Benim Duyduğumu Duyuyor musun?'dan kat kat iyi.

Her zaman durduğu yerde, St. Patrick Kilisesi'nin önünde ve Saks'ın karşısında duruyor. Paketlerle yüklü insanlar önünden geçiyorlar. Hareketleri şimdi sade ve vakur. Erkekler tuvaletindeki rahatsızlığı, her şeyin meydana çıkması korkusu geçti. Kendini hiçbir zaman buraya geldiğindeki kadar Katolik hissetmiyor. Ne de olsa St. Gabe'in çocuklarından biri o; üstünde bir haç taşıyor, beyaz keten cüppeyi giyiyor, papaza yardımcı koro çocuğu olma sırasını savıyor, günah çıkartma hücresinde diz çöküyor, cumaları da nefret ettiği mezgit balığını yiyordu. O hâlâ birçok bakımdan bir St. Gabe çocuğu, üç kişiliğinin de ortak yanı bu. Yalnız son günlerde günah çıkartmak yerine kefaretini ödüyor ve cennete gitme güvenini kaybetmiş durumda. Bugünlerde bütün yapabildiği umut etmek.

Yere bağdaş kuruyor, çantanın kapağını kaldırıyor ve kent merkezinin ötesinden gelenlerin, üstüne yapıştırılmış etiketi görecekleri yöne çeviriyor. Sonra üçüncü eldiveni çıkarıyor; 1960 yazından beri onda olan beysbol eldivenini. Eldiveni çantanın yanına bırakıyor. Hiçbir şeyin beysbol eldiveni olan bir kör kadar insanların yüreğini parçalamadığını keşfetti çünkü. Amerika Tanrı senden razı olsun.

Son olarak tellerle süslenmiş yaftayı alarak ipini başından geçiriyor. Yafta ceketinin önüne yaslanmış durumda.


AMERİKAN ORDUSU EMEKLİLERİNDEN WILLIAM J. GARFIELD

QUANG TRI, THUA THIEN, TAM BOI VE A SHAU'DA HİZMET ETTİM

1970'DE DONG HA EYALETİNDE GÖZLERİMİ KAYBETTİM

1973'DE MİNNETTAR BİR HÜKÜMET TARAFINDAN

İMTİYAZLARIMDAN YOKSUN EDİLDİM

1975'DE EVİMİ KAYBETTİM

DİLENDİĞİM İÇİN UTANIYORUM, AMA OKUYAN BİR OĞLUM VAR

EĞER MÜMKÜNSE HAKKIMDA İYİ DÜŞÜNÜN


Bu soğuk ve kar yağışına gebe günün beyaz ışığının koyu renk camlı gözlüğünün üstünden kayması için başını kaldırıyor. Çalışma şimdi başlıyor, hem de kimsenin bilemeyeceği kadar zor bir çalışma. Asker duruşunun bile bir şekli var; bu, geçit törenlerindeki rahat vaziyetinin aynı değil, ama buna yakın. Baş dik durmalı, binlercesinin, on binlercesinin önünden geçtiği insanlara, insanların içine bakmalı. Eller siyah eldivenlerinin içinde dümdüz aşağı sarkmalı, rütbe ve işaretlerini pantolonunu ya da başka şeyleri kurcalamamalı. O kırgınlık ve ezik gurur havasını yansıtmaya devam etmeli. Utanç veya utandırmak duyguları, hepsinden önemlisi, herhangi bir delilik belirtisi olmamalı. Kendisiyle konuşulmadıkça konuşmuyor ve ancak kendisiyle nazik bir dille konuşulduğu zaman konuşuyor. Niçin gerçek bir iş bulmadığını veya imtiyazlarından yoksun edilmekle neyi kastettiğini soranlara bir yanıt vermiyor. Onu sahtekârlıkla suçlayanlarla veya babasının sokak köşelerinde dilenerek onu okutmasına göz yuman bir oğulu aşağılayanlarla da tartışmıyor. Bu çok kesin kuralı yalnız bir kere, 1981'in boğucu sıcaklıktaki bir öğleden sonra bozduğunu anımsıyor. Bir kadın ona öfkeyle, "Oğlunuz hangi okula gidiyor?" diye sormuştu. Kadının neye benzediğini bilmiyor, saat dört olmuştu, o ise en az iki saattir kördü, ama öfkenin, tıpkı eski bir şilteden püsküren tahtakuruları gibi dört bir yana saçıldığını hissetmişti. Kadın ona bir anlamda Malenfant'la tiz sesini anımsatmıştı. Hangi okul olduğunu söyleyin, ona bir köpek pisliği postalamak istiyorum. Willie, sesin geldiği yöne dönerek zahmet etmeyin demişti. Bir yere postalamak istediğiniz köpek pisliğiniz varsa, onu Johnson'a yollayın. Federal Express postayı cehennemde de sahibine ulaştırmalı, başka her yere ulaştırıyor.

Arkasında kaşmir palto olan bir adam, "Tanrı sizden razı olsun, dostum," diyor. Sesi heyecandan titriyor. Ama Kör Willie Garfield şaşırmış değil. O daha neler duymuştu, neler. Şaşılacak kadar çok müşterisi paralarını dikkatle ve adeta saygıyla beysbol eldiveninin içine bırakırlar. Ama kaşmir paltolu adam sadakasını, ait olduğu yere, açık çantanın içine bırakıyor. Beşlik bir banknot. Çalışma günü başladı.


Sabah 10:45
Şu ana kadar işler yolunda. Willie bastonunu dikkatle yere, yanına bırakıyor, bir dizinin üstüne abanıyor ve beysbol eldiveninin içindeki paraları kutunun içine boşaltıyor. Sonra, hâlâ iyi görebildiği halde ellerini banknotların arasında dolaştırıyor. Eline alıyor, şapkanın içinde dört veya beş yüz olmalı, bu da üç bin dolar kazançlı bir günde olduğunu gösteriyor, yılın bu mevsimi için pek parlak değil, ama kötü de sayılmaz. Onları rulo yapıyor ve etraflarına bir lastik geçiriyor. Arkasından, çantadaki bir düğmeye dokunmasıyla çantanın sahte tabanı yaylar üstünde aşağı çöküyor ve bozuklukları çantanın dibine düşürüyor. Willie banknot rulosunu da bunlara katıyor. Ne yaptığını gizlemeye kalkışmıyor, bu yüzden utanç da duymuyor; bunca yıldır bunu yaptığı halde kimse onu soymaya kalkışmadı. Bunu deneyecek sersemin vay haline.

Willie düğmeyi salıvererek sahte tabanın yerine oturmasını sağlıyor ve tekrar ayağa kalkıyor. Anında bir el sırtına yapışıyor.

Elin sahibi, "İyi Noel'ler, Willie," diyor. Kör Willie onu sürdüğü losyonun kokusundan tanıyor.

Willie, "İyi Noel'ler, Çavuş Wheelock," diye karşılık veriyor. Başı soru sorar gibi hafif yukarı kalkmış durumda. Elleri yanlarına sarkıyor, cilalı çizmelerin içindeki ayakları rahat vaziyeti olamayacak kadar bitişik ama hazır ol denilebilecek kadar da bitişik değil. "Bugün nasılsınız, efendim?"

Wheelock, "Hem de çok iyiyim, orospu çocuğu. Beni tanırsın, daima iyiyimdir," diyor.

O sırada parlak kırmızı renkte bir kazağı göz önüne seren önü açık paltolu bir adam geliyor. Saçları kısa, tepesinde siyah, şakaklarında ise kırlaşmış. Yüzünde Kör Willie'nin hemen tanıdığı taştan oyulmuş gibi, ciddi bir anlam var. Elinde iki çanta tutuyor; biri Saks'dan, öbürü Bally'den. Durup etiketteki yazıları okuyor.

"Dong Ha mı?" diye birdenbire soruyor. Bir yerin adını okur gibi değil de, kalabalık bir sokakta eski bir tanıdığı görmüş gibi konuşuyor.

Kör Willie, "Evet, efendim," diyor.

"Komutanınız kimdi?"

"Yüzbaşı Bob Brissum, efendim. Onun üstündeki komutanımız da Albay Andrew Shelf'di."

Önü açık palto giyen adam, "Shelf'den söz edildiğini duydum," diyor. Yüzü birdenbire farklı görünüyor. Köşe başındaki adama doğru yürürken yüzü Beşinci Cadde'ye ait bir yüz gibi görünüyor. Şimdi ise öyle birine benzemiyor. Ekliyor. "Ama kendisiyle hiç karşılaşmadım."

"Hizmet süremin sonlarında yüksek rütbe sahipleriyle pek karşılaşmadık, efendim."

"A Shau Vadisi'nden çıktıysan buna hiç şaşmam. Öyle değil mi?"

"Evet, efendim. Dong Ha'yı vurduğumuzda komuta zinciri kopmuştu. Ben bu arada başka bir teğmenle işbirliği yapmıştım. Adı Dieffenbaker."

Kırmızı kazaklı adam yavaşça başını sallıyor. "Yanılmıyorsam, o helikopterler düştüğünde sizler oradaydınız."

"Doğru, efendim."

"O zaman daha sonra da oradaydınız. Yani..."

Kör Willie onun tamamlamasına olanak vermiyor. Wheelock'un losyonu her zamankinden daha keskin olarak burnunun içinde. Adam, artık ateşli bir randevunun bitimindeki seks tutkunu bir genç gibi kulağının içine soluyor. Wheelock onun bu numarasını hiçbir zaman yutmamıştı ve Kör Willie köşesinde rahat bırakılmak ayrıcalığı için yüklü bir para ödediği halde, Wheelock'un hâlâ işi yüzüne gözüne bulaştırmasını dileyecek kadar polis olduğunu biliyor. Wheelock kısmen de olsa bunun için çaba bile gösteriyor. Ama bu dünyanın Wheelock'ları sahte gözüken şeyin her zaman sahte olmadığını hiçbir zaman anlamayacaklardır. Sorunlar bazen ilk bakışta gözüktüklerinden biraz daha karmaşıktırlar. Bir politik fıkra ve kalitesiz sinema yazarları için koltuk değneği olduğu yıllarda Vietnam'ın ona öğretmek zorunda olduğu başka bir şeydi bu.

Saçları kırlaşmış adam, "Altmış dokuzla yetmiş zorlu yıllardı," diyor. Ağır bir sesle konuşuyor. "3/187'yle Hamburger Tepesi'nde olduğumdan A Shau ile Tam Boi'yi biliyorum. 922 numaralı yolu anımsıyor musun?"

Kör Willie, "Evet, efendim, Zafer Yolu," diyor. "Orada iki arkadaşımı kaybettim."

Önü açık paltolu adam, "Zafer Yolu," diyor ve birden bin yaşında görünüyor. Üstündeki kırmızı kazak da komik bir şey yaptıklarını sanan yaramaz çocuklar tarafından bir müze mumyasının üstüne geçirilmişçesine müstehcen duruyor. Gözleri belki yüz ufkun üzerinde. Sonra buraya, yakınlardaki çanların çıkardıkları kızak zillerine benzer sesi duyduğu bu sokağa dönüyor. Adam çantalarını pahalı ayakkabılarının arasına koyuyor ve iç cebinden domuz derisi bir cüzdan çıkarıyor. Onu açıyor, kalın bir banknot tomarını karıştırıyor.

"Oğlun nasıl, Garfield?" diye soruyor. "Okulda iyi notlar alıyor mu?"

"Evet, efendim."

"Kaç yaşında?"

"On beş yaşında, efendim."

"Bir devlet okulunda mı?"

"Hayır, bir kilise okulunda efendim."

"Mükemmel. Eğer Tanrı isterse kahrolası Zafer Yolu'nu hiçbir zaman görmeyecek." Önü açık paltolu adam cüzdanının içinden bir banknot çıkarıyor. Kör Willie, Wheelock'un salıverdiği soluğu duyduğu kadar hissediyor da. Bir yüzlük olduğunu bilmek için banknota bakmasına gerek yok.

"Size katılıyorum, efendim. Tanrı isterse."

Paltolu adam banknotla Willie'nin eline dokunuyor, eldivenli el çıplakmış ve ona sıcak bir şey değdirilmiş gibi geri çekilince şaşırmış görünüyor.

Kör Willie, "Mümkünse onu çantamın ya da beysbol eldivenimin içine koyun, efendim," diyor.

Paltolu adam kaşlarını hafifçe çatarak ona bir an bakıyor, sonra anlamış görünüyor. Eğilip banknotu bir yanına mavi mürekkeple GARFIELD yazılmış eldivenin içine koyuyor, sonra elini ön cebine atarak içinden bir avuç dolusu bozukluk çıkarıyor. Bunları banknotun havalanmaması için ihtiyar Benjamin Franklin'in yüzünün üstüne saçıyor, sonra doğruluyor. Gözleri yaşlı ve kanlanmış.

Kör Willie'ye, "Sana kartımı vereyim mi?" diye soruyor. "Seni bir sürü emekli asker örgütüyle temasa geçirebilirim."

"Teşekkür ederim, efendim. Bunu yapabileceğinize eminim, ama size duyduğum tüm saygıya rağmen reddetmek zorundayım."

"Çoğunu denedin mi?"

"Evet, bazılarını denedim, efendim."

"Cepheden sonra nereye sevk edildin?"

"San' Francisco'ya, efendim." Willie kısa bir duraklamadan sonra ekliyor. "Kedicik Sarayı'na."

Paltolu adam buna içtenlikle gülüyor. Yüzü kırışınca, gözlerine dolmuş yaşlar yorgun yüzüne akıyor. "Kedicik Sarayı ha!" diye bağırıyor. "On yıldan beri oradan söz edildiğini duymamıştım! Her yatağın altında bir lazımlık, her yorganın altında da çıplak bir hemşire. Doğru, değil mi? Üstlerinden hiç çıkarmadıkları renkli boncuklar dışında anadan doğma çıplaktılar."

"Doğru söylüyorsunuz, efendim."

"İyi Noel'ler, asker." Paltolu adam tek parmakla bir selam çakıyor.

"Size de iyi Noel'ler, efendim."

Paltolu adam çantalarını alıp yoluna devam ediyor. Bir daha da arkasına bakmıyor. Bakmış olsa da Kör Willie görmeyecekti; dünyası artık hayallerden ve gölgelerden oluşuyor.

Wheelock, "Ne kadar güzel," diye mırıldanıyor. Adamın, kulağının içine üfürdüğü kullanılmış havanın dokunuşu Kör Willie'ye iğrenç geliyor, ama başını bir santim bile öteye kaçırmak keyfini vermeyecek adama. "Moruk gerçekten ağlıyordu. Senin de gördüğüne eminim. Ama güzel konuştuğun kesin, Willie."

Willie bir şey demedi.

"Kedicik Hastanesi diye bilinen askeri bir hastane ha?" Wheelock gülüyor. "Tam bana göre bir yere benziyor. Orayı nerede okudun, macera adamı?"

Bir kadının gölgesi, kararan günün içindeki karanlık bir şekil, açık çantanın üzerine eğiliyor ve içine bir şey atıyor. Eldivenli bir el Willie'nin eldivenli eline dokunuyor ve hafifçe sıkıyor. "Tanrı senden razı olsun, dostum," diyor.

"Teşekkür ederim, hanımefendi."

Gölge uzaklaşıyor. Ama Kör Willie'nin kulağının içindeki soluklar hayır.

Wheelock, "Bana verilecek bir şeyin var mı, arkadaş?" diye soruyor.

Kör Willie ceketinin cebine elini atıyor. Zarfı çıkarıyor ve uzatıyor. Wheelock onu kaşla göz arasında Willie'nin parmaklarının arasından kapıyor.

"Seni hergele seni!" Polisin sesinde öfke kadar korku seziliyor. "Sana kaç kere söyleyeceğim avucuma bırak diye."

Kör Willie bir şey demiyor. Beysbol eldivenini, BOBBY GARFIELD adını nasıl sildiğini -yani mürekkebin deriden silinebileceği kadar- ve yerine Willie Shearman adını yazdığını düşünüyor. Ardından, Vietnam sonrasında yeni hayatına başlarken adı ikinci defa silmiş ve bir tek adı, GARFIELD adını iri harflerle kaydetmişti. Eski Alvin Dark eldiveninin bütün bu değişikliklerin yapıldığı bölümü eski ve soyulmuş gözüküyor. Eldiveni düşünür, o aşınmış yer ve kat kat adlar üzerinde konsantre olursa, büyük bir olasılıkla aptalca bir şey yapmanın önüne geçer. Çünkü Wheelock'un istediği bu tabii. Onun istediği, o rüşvetten çok daha fazlası. Bu nedenle Willie'nin aptalca bir şey yapmasını, kendini ele vermesini istiyor.

Wheelock kısa bir aradan sonra, "Bu kaç para?" diye soruyor.

Kör Willie, "Üç yüz dolar," diyor. "Üç yüz dolar, Çavuş Wheelock."

Bu sözleri düşünce dolu bir sessizlik izliyor. Wheelock, Kör Willie'den bir adam uzaklaşıyor, Willie'nin kulaklarına dolan soluklar da hafifliyor. Kör Willie küçük lütuflar için dahi minnettar.

Wheelock sonunda, "Tamam," diyor. "Ama bu defalık. Ne var ki, yeni bir yıl geliyor, arkadaş. Dostun Polis Jasper'in ise New York'un kuzeyinde bir arsacığı var. Orada küçük bir kulübe inşa ettirmek istiyor. Anlıyorsun, değil mi? Pokerin bedeli yükseliyor."

Kör Willie bir şey demiyor, ama şimdi çok dikkatli dinliyor. Hepsi bu kadar olsa yine iyi. Wheelock'un sesinden konuşmanın bitmediğini anlatıyor.

Wheelock devam ediyor. "Aslında kulübe işin en önemli kısmı değil. Önemli olan, senin gibi aşağılık bir serseriyle uğraşmam karşılığında daha yüksek bir ödüle ihtiyacımın olması." Duyduğu gerçek öfke sesine yansımaya başlıyor. "Bu işi nasıl her gün -hatta Noel'de bile- yapabilirsin be adam? Dilencilere diyeceğim yok, ama senin gibi bir adam... Ben ne kadar körsem, sen de o kadar körsün."

Kör Willie, sen benden kat kat daha körsün, diye düşünüyor, ama çenesini tutuyor.

Wheelock'un söyleyecekleri bitmemişti. "İşlerin tıkırında, değil mi? Herhalde televizyondaki o ünlüler kadar olmasa bile günde... Yılın bu mevsiminde günde bin dolar mı? İki bin dolar mı kazanıyorsun?"

Gerçeğe yaklaşmamıştı bile, ama yanlış hesap Kör Willie'nin kulaklarına müzik gibi geliyor. Bu, sessiz ortağının onu -en azından şimdilik- çok yakından ya da çok sık gözlemediği anlamına geliyor. Fakat Willie, Wheelock'un sesindeki öfkeden hoşlanmamıştı. Öfke, bir poker partisinde ortaya çıkan beklenmedik bir kart gibidir.

Wheelock, "Senin de gözlerin en az benimkiler kadar görüyordur," diye yineliyor. Ona en çok dokunan da bu olsa gerek. "Biliyor musun, arkadaş? Bir gece paydos yaptığın zaman seni izlemeliyim. Bakalım, neler yapıyorsun?" Kısa bir aradan sonra ekliyor. "Ne şekle giriyorsun?"

Kör Willie'nin bir an nefesi kesiliyor. Sonra yine nefes almaya başlıyor.

"Bunu yapmak istemezsiniz, Çavuş Wheelock," diyor.

"İstemem ha? Niçin istemeyecek misim, Willie? Niçin? Sen benim için çalışıyorsun, değil mi? Yoksa altın yumurtlayan beş para etmez musibeti öldürmemden mi korkuyorsun? Bana bak, senden bir yılın içinde aldıklarım bir mansiyonun, belki de bir terfinin yanında hiç o kadar çok sayılmaz." Adam yine konuşmasına ara veriyor. Tekrar konuştuğunda sesinde Willie'ye özellikle panik yaşatan hülyalı bir özellik var. "Post'ta benden söz edilebilir. Düşünsene... KAHRAMAN POLİS BEŞİNCİ CADDE'DE KALPSİZ SAHTEKÂRIN MASKESİNİ DÜŞÜRÜYOR."

Willie, Tanrım, diye düşünüyor. Adam ciddi olabilir.

"Eldiveninin üstünde Garfield yazılı. Ama adının Garfield olmadığına bahse girebilirim. Hem de donatlara karşı dolarlarla."

"İşte bu kaybedeceğiniz bir bahis olur."

"Sen öyle diyorsun... Ama şu eldivenin üstünde birden fazla ad yazılmış gibi gözüküyor."

"Eldivenim ben küçükken çalınmıştı." Willie fazla mı konuşuyordu? Bunu kestirmek zor. Wheelock ahlaksızı onu gafil avlamayı başarmıştı. Önce o ofisindeyken telefon çalmıştı -Nynex'den eski dost Ed'di arayan- şimdi de bu. "Onu çalan çocuk üstüne adını yazmıştı. Eldivenime tekrar kavuşunca onun adını sildim ve yine kendiminkini yazdım."

"Ve eldiven seninle Vietnam'a gitti, öyle mi?"

"Evet." Bu doğruydu. Sullivan eğer o hırpalanmış Alvin Dark eldivenini görseydi, can arkadaşı Bobby'nin eldivenini tanır mıydı? Zayıf bir olasılık, ama emin olunamaz ki. Ama Sullivan eldiveni hiç görmemişti -ya da en azından ormanda görmemişti- onun için de bunu tartışmak boştu. Öte yandan Çavuş Wheelock bir sürü soru soruyordu ve bunların hiçbiri boş değildi.

"Bu Achoo Vadisi'ne gittin, değil mi?"

Kör Willie yanıt vermiyor. Wheelock onu konuşturup tuzağa düşürmeye çalışıyor, ama Willie, Wheelock'un oyununa gelmeyecek.

Wheelock, "Şu Post," diye başlıyor. Willie, ahlaksızın ellerini bir resmi çerçevelemek ister gibi hafifçe aralayarak kaldırdığını görüyor. "KAHRAMAN POLİS" belki Willie'ye sadece takılıyor, ama bilinmez.

Kör Willie, "Post'ta senden söz edebilirler, ama bu bir övgü olmayacak," diyor. "Hele bir terfi hiç. Hatta kendini sokakta bir iş ararken bulacaksın, Çavuş Wheelock. Ama güvenlik kuruluşlarından birine başvurmayı aklından geçirme, rüşvet alan bir adamı asla kabul etmezler."

Soluğunu tutma sırası şimdi Wheelock'da. Tekrar ağzını açtığında Kör Willie'nin kulaklarındaki soluk püfürtüleri bir kasırgaya dönüşüyor, polisin kıpırdayan ağzı neredeyse cildine değiyor. "Ne demek istiyorsun?" diye fısıldıyor. Bir el Kör Willie'nin ceketinin üstüne pençe gibi iniyor. "Ne demek istediğini söylesene kahrolası?"

Ama Kör Willie susmayı sürdürüyor. Elleri yanlarında, başını hafifçe kaldırmış, gün ışığı tamamen kaybolana dek karanlığın içine bakıyor, yüzünde de gelen geçenlerin çoğunun yıkılmış gurur, alçaltılmış bir cesaret olarak algıladıkları ifadesizlik var.

Dikkat edersen iyi edersin, Çavuş Wheelock, diye düşünüyor. Ben kör olabilirim, ama bastığın yerin ayaklarının altında çatırdadığını duymuyorsan senin de sağır olman gerekir. Kolunun üstündeki el onu hafifçe sarsıyor. Wheelock'un parmakları etine saplanıyor. "Bir arkadaşın mı var yoksa, hergele? O yüzden mi zarfı herkese gösterir gibi havada tutuyorsun? Yoksa bir arkadaşın resmimi mi çekiyor? Mesele bu mu?"

Kör Willie bir şey söylememekte inat ederek Aynasız Jasper'e bir suskunluk vaazı veriyor. Çavuş Wheelock gibilere meydan verirseniz sizin hakkınızda en kötüsünü düşünürler. Yeter ki buna zaman bulmasınlar.

Wheelock, "Benimle oynama, arkadaş," diyor haince. Ama sesinde buna rağmen belirli belirsiz bir endişe seziliyor, Kör Willie'nin ceketinin üstündeki el de gevşiyor. "Ocak ayından itibaren ayda dört yüz ödeyeceksin, bana oyun oynamaya kalkarsan vay haline. Beni anlıyorsun, değil mi?"

Kör Willie bir şey demiyor. Nefesin kulağına çarpması son buluyor. Wheelock'un gitmeye hazırlandığını anlıyor. Ne yazık ki henüz değil; çirkin küçük üfürtüler geri dönüyor.

Wheelock, "Bu yaptıkların yüzünden cehennemde yanacaksın" diyor. Ateşli bir içtenlikle konuşuyor. "Senin kirli paranı almam bağışlanabilir bir günah -papaza sorduğum için buna eminim- ama senin günahın ölümcül. Cehenneme gideceksin. Bakalım orada da sana sadaka veren bulacak mısın?"

Kör Willie, Willie ile Bill Shearman'ın bazen sokakta gördükleri bir ceketi düşünüyor. Bunun sırtında bir Vietnam haritası var, ceketi giyenin orada geçirdiği yılların Vietnam'ı ve de şu mesaj: ÖLDÜĞÜM ZAMAN DOĞRU CENNETE GİDİYORUM, ÇÜNKÜ CEHENNEMDEKİ SÜREMİ DOLDURDUM. Bu duyguyu Çavuş Wheelock'a açıklayabilir, ama bir yararı olmaz. Sessizlik daha iyi.

Wheelock uzaklaşıyor, onun gittiğini fark edince nadiren ortaya çıkan bir gülümseme Willie'nin yüzünü aydınlatıyor. Bulutlu bir gündeki serseri bir güneş ışını gibi gelmesiyle gitmesi bir oluyor.


Öğleden sonra 1:40
Banknotları üç kez rulo yapıp bantlamış, bozuklukları da çantanın dibine boşaltmıştı. (Bu aslında bir depolamaydı, bir gizleme çabası değil.) Bu işleri tamamen dokunma duyusuyla çalışarak yapıyordu. Artık parayı göremiyor, bir dolarla yüz doları ayırt edemiyor, ama çok verimli bir gün geçirdiğini seziyor. Ancak, bunu bilmek ona zevk vermiyor. Kör Willie'nin zevkle fazla bir işi yok, ama başka bir günde bir şeyi başarmanın duyurabileceği haz, Çavuş Wheelock'la yaptığı konuşma yüzünden gölgelendi.

Saat on ikiye çeyrek kala güzel sesli genç bir kadın (Kör Willie sesini Diana Ross'a benzetiyor.) Saks'dan çıkıp çoğu günler bu saatte yaptığı gibi ona bir fincan kahve ikram ediyor. Saat on ikiyi çeyrek geçe o kadar da genç olmayan beyaz bir kadın ona buram buram tüten bir kâse şehriyeli tavuk çorbası getiriyor. Beyaz hanım Willie'nin yanağına yumuşak bir öpücük konduruyor ve onun neşeli Noel'lerin en neşelisini geçirmesini diliyor.

Ama en güzel günlerde bile bir aksilik olması olağan; neredeyse daima olur bu. Saat bire doğru yirmisinden genç bir çocuk arkadaşlarıyla gülerek, konuşarak ve gürültü ederek yanından geçiyor. Kör Willie'nin solundaki karanlığın içinden konuşarak ona çirkin bir ırz düşmanı olduğunu söylüyor, sonra gözleme demirini okumaya çalışırken ellerini yaktığı için mi eldiven giydiğini soruyor. O ve arkadaşları bu şakaya kahkahalarla gülerek uzaklaşıyorlar. On beş dakika kadar sonra birisi Willie'ye tekme atıyor, ama bu bir kaza da olabilir. Ancak, her ne zaman çantanın üzerine eğilse çanta yerinde duruyor. Burası bir fahişeler, soyguncular ve hırsızlar kenti, ama çanta her zaman olduğu gibi yerli yerinde.

Ve bütün bunlar olup biterken Kör Willie, Wheelock'u düşünüyor.

Wheelock'dan önceki polis kolaydı; Wheelock polis kuvvetinden ayrıldığı ya da başka yere nakledildiği zaman yerine gelecek kişi de kolay biri olabilir. Wheelock er veya geç zorlanacak, yanacak veya yıpranacak, bu da ormanda öğrendiği bir gerçek. O vakte kadar Kör Willie fırtına esnasındaki bir saz gibi eğilmek zorunda. Ne çare ki rüzgâr yeterince şiddetli olunca en eğilir bükülür saz bile kırılabilir.


Yüklə 1,96 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   32   33   34   35   36   37   38   39   ...   43




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin