Tbmm tutanak Hizmetleri Başkanlığı



Yüklə 334,78 Kb.
səhifə7/7
tarix27.01.2018
ölçüsü334,78 Kb.
#40767
1   2   3   4   5   6   7

Bu bakımdan, şimdi niye bunu örnek verdim? Çünkü 1924’te dedik devlet el koymuş bunlara. Peki, bu vakıflar 1924’te ortaya çıkmadı, ne zaman çıktı? Altı yüz yıl boyunca ortaya çıkmış. Bundan önce, bunların statüsü neydi, devletin miydi bunlar acaba? 24’te devlet ol koyduğunda “Zaten benimdi, onun için el koyuyorum” diyebilir mi?

OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – Kurtuluş Savaşı’nı vermeseydi bugün İngilizlerin olacaktı, İtalyanların olacaktı.

MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Bu hukuk sistemine bakarak konuşursak, Kurtuluş Savaşı’nı, zaten bu hukuk sistemini benimsemeseydi insanlar, benim anlattığım bu altı yüz yıllık sistemi, Kurtuluş Savaşı verilmezdi. Vakıflara el koymak için verilmedi Kurtuluş Savaşı. Bu bir konu.

İkinci konumuz, Atilla Bey’in bahsettiği bu cemaat meselesi, diyor ki hani “Cemaat yapılanmasını kamu personeline taşımak falan.” Şimdi, burada hepimiz mutabıkız zannediyorum. Bu konuda objektif esaslar belirlenmelidir falan filan. Bunun dışında objektif esaslara, kriterlere, görevin gerektirdiği niteliklere uymayan kişilerin alınmaması gerekir sınavla olsun vesaire. Ama referansın etkili olabileceği noktalarda, varsa böyle yerler, burada cemaat bağlantıları etki ediyor ben buna karşıyım diyenler… Mesela, mikro başka cemaatler de var Türkiye’de, sadece dinî amaçlı değil ki cemaat yapılanmaları, mesela işte masonluk bir anlamda bir cemaattir tarihî süreci itibarıyla. Buna karşı çıkıyor muyuz, masonlar birbirlerine referans oluyorlar, giriyorlar diye? Mesela Galatasaraylılık, bu da aslında birbirini koruma, Mülkiyelilik falan bu tür yapılanmalar var. Şimdi tek tek analiz edecek olursak birçok bürokratın, siyasetçinin falan hangi referanslarla geldiğini, bu referanslılık her zaman kötü değil, eğer o görevin gerektirdiği nitelikleri etkileyebilecek bir durum arz ediyorsa, o zaman cemaat de olsa, masonluk da olsa, başka bir yapılanma da olsa yanlıştır ama görevin gerektirdiği nitelikler sağlandığında, eşit şartlara, eşit liyakate sahip birkaç kişi olduğunda bunlarda bir tercih hakkı tanınmışsa görev alacak kişiye elbette o kendisine göre, meşrebine göre bir tercih hakkı kullanacaktır, orada sorun yok. Bunlara karşı çıkıyorsak sadece dinî saikle oluşan cemaatlere değil, genel olarak bu tür referans sistemine karşıysak ayrı mesele.

BEDİİ SÜHEYL BATUM (Eskişehir) – Bir dakika, parti olarak aynı görüştesiniz yani. Yani, cemaatlerin…

MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Arkadaşlar, kamuya sanki eleman alınırken şu cemaate, bu cemaate mensupmuş gibi bir değerlendirme yapılıyormuş gibi bir izlenim doğmasın. Böyle bir şey yok! Nasıl olabilir efendim?

ATİLLA KART (Konya) – Umarım böyledir.

MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Nasıl olabilir efendim?

BEDİİ SÜHEYL BATUM (Eskişehir) – Şimdi, hanginizi şey yapacağız.

MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Bir fark var mı söylediğimizde?

MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Nasıl olabilir efendim şimdi? A kurumun bu yıl 100 tane boş kadrosu var, dolduracak. Benim şu kadrolara eleman ihtiyacım var diyor, ÖSYM’ye gönderiyor, tercihte bulunanlardan en yüksek puan alan 100 kişiyi gönderiyor. O personeli o kamu kuruluşu ÖSYM gönderdikten sonra tanıyor arkadaş, yani uygulama budur. Hangi dindendir, şu dinden midir…

OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – Sayın Şahin, sizin söylediğinizle Mustafa Bey’in söylediği farklı. Bakın “gerekirse” diye tabiri kullandı “gerekirse” mensup olduğu, özel bir şeyi gerektiriyor ise…

MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Böyle bir şey var tabii, mesela mülakat sistemi olsa…

BEDİİ SÜHEYL BATUM (Eskişehir) – Bir şey söyleyeceğim, lütfen bir siyasi şey olarak bunun üstünden gitmek isterim, yani “Bak, iki görüş çıktı” gibi ama…

MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Çıkmadı, öyle bir şey yok.

BEDİİ SÜHEYL BATUM (Eskişehir) – Çıkmadı… Bırakılım bunu, şunu bırakalım, şöyle bırakalım, yani din ve vicdan özgürlüğünü tartışıyoruz, bana göre çok önemli bir noktaya geldik. Eğer anlaşmak istiyorsak, çok önemli bir noktaya geldik. Herkesin net kafasındaki görüşlerin çerçevesi çıktı ortaya. O yüzden, eğer müsaade ederseniz, bir de Ali Bey buraya kadar geldiği için Ali Bey’e bir söz vereyim çünkü herhâlde arazi sistemiyle ilgili bir şey söyleyecek, daha doğrusu mülkiyet hukukuyla ilgili.

Ne olur Aliciğim, çok özür dileyerek söylüyorum, çok uzatmazsan, bizi aydınlat o konuda. Sonra bir ara verelim ve şöyle dinç bir şekilde şeye başlayalım.

Buyurun.


PROF. DR. ALİ AKYILDIZ – Şimdi, tabii iki konu beni hemen cezp etti, birisi vakıf konusu, diğeri de bu orta malı meselesi. Şimdi, idare hukukunda o Hocamın bahsettiği şeyin bugünkü adı, kullanılan, yaygın kullanılan adı “orta malı”dır. Tabii bu argo anlamında bir deyim değil, hukuki bir terimdir.

Yine Hocamın tespitlerinden bir tanesi çok çok doğru, tabii doğru söz demek bana düşmez ama sonuç itibarıyla çok doğru. İslam hukukunun gelişim sistemi ile Anglosakson hukuk sisteminin gelişim sistemi paralel, yani içtihadi hukuk olması bakımından benzer sistemlere tabidirler bu da doğrudur.

Ancak vakıf hukukuyla ilgili, bizde işin edebî kısmı ve duygusal kısmı çok öne çıkmıştır bunda da haklıyızdır. Gerçekten, bir vakıf medeniyeti kurmuşuzdur ve bu medeniyet çok çok ileri noktalara ulaşmıştır, bununla övünebiliriz, övünmemizde de gerçekten haklıyız ama vakıf sistemini bugünkü kavramlarla değerlendirmemiz yanlış olacaktır. Çünkü vakıf sistemi, cumhuriyetin ilk yıllarındaki kitaplara da bakarsanız, idare hukukunun içersinde ele alınır. Sıddık Sami Onar Hoca’nın kitabında otuz sayfalık kısım vakıf hukukuna ayrılmıştır. Yani bugün bir özel hukuk olarak gördüğümüz alan aslında o kadar da özel hukuk değildir.

Osmanlıdaki arazi sistemi, tabii ki Hocam onu özetlediler, o sistemi özetlediler, doğrudur, ancak vakıf, mülk olan araziden kurulur, gerçek vakıf. Mülk arazi nasıl elde edilir? Mülk arazinin elde edilme yolu öyle çok çeşitli değildir. Mülk arazi son Arazi Kanunnamesi’nde bile, son arazi hukuku ortaya çıktığı dönemde bile, en nihayetinde “Bir köyde avazı gür olan bir kişi bağırdığında sesinin ulaştığı yere kadar olan yerler ancak mülk edinilebilir.” diyor en geliştiği dönemde. Ondan önceki dönemde, kural olarak kişinin evinin önünün de ki yarım dönümlük, bir evleklik yerdir mülkiyet. Başka mülkiyet, özel mülkiyet ki buna Osmanlı hukukunda “sırf mülk” deniyor. Sırf mülk ancak bu kadarlık bir sahadır sonra sonra genişlemiştir. Ama bu arada tabii belirli yerlere ocaklıklar verilmiştir. Mesela, güneydoğu falan oralar şey yapıldığında Kürt beylerine ocaklık olarak verilen yerler bugün ağalık sistemi olarak devam etmektedir vesaire onlar işin ayrı bir tarafı ama olağan hukuk sistemi içerisinde özel mülkiyet ciddiye alınabilir bir şekilde yoktur, geriye kalan kısım devletin mülkiyetindedir daha doğrusu mirî arazi dediğimiz sistemdir. Devletin hem mali rejimi hem de askerî rejimi bu sistem üzerine kurulmuştur. Mirî arazi rejimi ne zaman ki bozulmuştur, ne zaman ki geniş araziler padişah yakınlarına peşkeş çekilmiştir, onlar da padişah gazaba gelir de bu geri elimizden almasınlar diye hemen vakıf kurmuşlardır o arazilerle. Devletin bütün mali sistemi de, askerî sistemi de berhava olmuştur. Bunu anlayabilmek için en kestirme yol Koçibey Risalesi’dir. Koçibey Risalesi’nde Koçibey der ki: “Padişahım, bunları, bu tür vakıfları…” Yani bunlar ki, İslam hukuku… Aslında İslam hukukunda vakıf diye bir şey yoktur yani ayrı bir bahis yoktur, içtihadı bir konudur o da.

MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – İslam hukukunun dışında bir şey mi o? İslam hukuku zaten içtihat, içinde onun. Kur’an’da yok, Kur’an’da yok, sünnette var.

PROF DR. ALİ AKYILDIZ – Tamam ama asli kaynakta düzenlenmiş değildir, kıyasla ortaya konmuştur.

MUSTAFA ŞENTOŞ (İstanbul) – Sünnette var.

SIRRI SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – Hazreti Osman’la birlikte başlamış.

MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Hayır, Peygamber döneminde var. İlk vakfı Hazreti Ömer kurmuştur.

PROF DR. ALİ AKYILDIZ – Asli kaynak diyeceğim, asli kaynakta yoktur. Bu sistem içerisinde Osmanlı Devleti’nin kural olarak kamu işlerini görmek için bulabildiği formül, vakıf formülüdür. Bunu da üç çeşit yapmıştır: Tasarruf hakkını vermiştir bazen, kiraya verilmiştir o vakfa tahsis edilen arazi. Mirî gelirlerden ki tahsis etmiştir, tasarruf hakkını vermemiştir yani oradan alınacak aşarı, rüsumu falan veya hem aşarını hem rüsumunu vakfetmiştir vesaire.

Yani sonuçta vakıf sisteminin büyük bir kısmı doğrudan doğruya devlet tarafından kurulmuştur. Ya padişah doğrudan doğruya kendisi kurmuştur yahut da padişahın izniyle devlet büyükleri tarafından -ki bunlar bazen valide sultanlardır, bazen de paşalardır falan- izni sultaniyle kurulmuşlardır. Bu izni sultaniyi bugün aslında yaşıyoruz yine. Nedir? Kamu kurum ve kuruluşları ya kanunla ya da kanunun verdiği açık yetkiyle idari işlerle kurulur. Hiçbir fark yoktur arada. Onun için bu vakıfları incelerken çok dikkatli olmamız gerekiyor. Sırf mülkten vakıf kurulabilme ihtimali yoktur çünkü sırf mülk edinilebilme ihtimali yoktur. Ha, sonradan padişah fermanlarıyla, beratlarıyla birtakım araziler mülk edinilmiştir, onların da, Koçibey’e bakarsak hiçbirisi hukuki değildir.

Dolayısıyla, bütün araziyi, devletin sistemini -o zamanki şeye göre- vakıf sistemi üzerinden yürütmek zorunda da olduğunuz için, Fransa’daki idari sistem neyse Osmanlı’daki vakıf sistemi de odur. Bu sistem üzerinden yürüttüğünüz için, sonradan siz vakıf sisteminizi de yenileyemediğiniz için, kendi kendini yenileyemediği için, sistem kendi kendini tekrar ettiği için de geri düşmüştür. Eğer yenileyebilseydi, geliştirilebilseydi “Vakfın şartı şârinin nassı gibidir.” deyip neredeyse değiştirilmezlik hükmü vermeseydiniz oraya veya çok zor değişir hükmü vermeseydiniz de, o sistem gelişen şartlara uyum sağlayabilmiş olsaydı eğer, Osmanlı sistemi Batı sistemi karşısında askerî yönden de, mali yönden de yenilmeyebilirdi ve bugün Batı’nın idari sistemi değil Osmanlı’nın belki de vakıf sistemi idari sistem olarak devam ediyor olabilirdi. Eğer Osmanlının o, kendi kendini tekrar etmiş ve gelişmeye kapanmış olan sistemini devam ettiriyor olsaydınız aynı şekilde, yeni bir devlet kuramazdınız, yapacak da bir şey kalmazdı. Âcizane böyle üç beş cümle söylemiş oldum.

BEDİİ SÜHEYL BATUM (Eskişehir) – Çok teşekkür ederim.

Şimdi, sevgili arkadaşlar, biz Sayın Şentop’un yanlış söylemediğini anladık fakat…

MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Biraz sorunlar var.

OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – Ben de yanlış söylemedim.

BEDİİ SÜHEYL BATUM (Eskişehir) – Ha, onun da söylemediğini, benim de “Devletin malıdır, devletten yola çıkmıştır, kanun vazından yola çıkmıştır.” dediğimin de yanlış olmadığı çıktı ortaya.

MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Hayır hayır. Şimdi, ben bir konuşayım da ondan sonra bir bakın bakalım.

BEDİİ SÜHEYL BATUM (Eskişehir) – Bir şey söyleyeceğim arkadaşlar, istirhamım…

MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Süheyl Bey, hayır hayır, katiyen. Öyle şey mi olur? Ne demek.

BEDİİ SÜHEYL BATUM (Eskişehir) – Hayır hayır, olmaz, kesinlikle…

MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Ne demek, ne demek? Benim konuştuklarım üzerine bir yorum yapılacak, ben ona cevap veremeyeceğim, böyle bir şey mi olur, ne demek?

BEDİİ SÜHEYL BATUM (Eskişehir) – Yahu, biz din vicdan özgürlüğünü tartışıyoruz, ama insaf.

MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – O zaman iyi yöneteceksin burayı.

BEDİİ SÜHEYL BATUM (Eskişehir) – Yönetemedik. O zaman, kötü yönettik.

MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – İyi yöneteceksin, madde üzerinde olmayan konuşmaya müsaade etmeyeceksin o zaman. Benim konuşmam üzerine bir değerlendirme yapılmışsa ben bunun cevabını veririm arkadaş, öyle şey olmaz!

BEDİİ SÜHEYL BATUM (Eskişehir) – O zaman kötü yönettik.

MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Onu baştan düşüneceksin. Herkes konuyla ilgili açıklamasını…

BEDİİ SÜHEYL BATUM (Eskişehir) – Yalnız bir şey söyleyeyim, vakıflarda vakıflarla ilgili söylüyorsun.

MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Anladım da neyle ilgili konuştu Ali Bey? O neyle ilgili konuştu?

BEDİİ SÜHEYL BATUM (Eskişehir) – İşte sen söylediğin için “Vakıflar bunun şeyi değildir.” dedi.

MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Ben niye söyledim? Diyanet İşleri Başkanlığıyla ilgili, evkafla ilgili bir açıklama yaptım ama bana deseydiniz ki “Vakıflarla ilgili bir ders anlat.” detaylara girerdim. Anlattığım detay değildi ki ben sadece üstünkörü konuya dikkat çekmek için birkaç şey söyledim. Ha, vakıflar devletin midir?

BEDİİ SÜHEYL BATUM (Eskişehir) – Peki, kardeşim, tamam, söyle. Eksik olan şeyi söyle. Sakin sakin söyle.

MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Mesele şu: Şimdi, bakın vakıfların çok açıdan tasnifi yapılır. Bu tasniflerden bir tanesi de mülk araziden vakıflardır, diğeri ise tahsisat kabilinden veya iktisadi vakıflardır. Bunlar mirî araziden yapılır. Şimdi, bunları Sıddık Sami Onar’ın kitabından bilemeyiz. Niye? Çünkü Sıddık Sami Onar başka bir alanda yazamadığı için bu alanda yazmıştır. O, cumhuriyet döneminin kanunlarına dayanarak yazmıştır bunu.

Vakıf hukuku ise daha eskidir, ilk defa Hazreti Ömer -radıyallahu anh- bir arazisiyle ilgili Hazreti Peygamber Aleyhisselam’a soruyor “Ne yapayım?” diye. Vakfın kaynağı olarak gösterilen, sünnete dayanan şey budur. Diyor ki: “Rakabesi dursun, sen istifadeyi başkalarına sağla.” Burada vakfın asıl mülkiyeti, yani çıplak mülkiyeti, vakıf tüzel kişiliğine verilme konusu Hanefiler arasında çok tartışılmış bir konu.

Şimdi, bunların istatistikleri var elimizde, tahmini istatistikler yüzde 100 değil. Vakfiyelerin hepsi Vakıflar Genel Müdürlüğünde kayıtlı. Bunlardan hangilerinin mülk araziden yapıldığı, hangilerinin mirî araziden tahsisat kabilinden olduğu bellidir. Ama velev ki mirî araziden olsa, bunlar devletin demek değil ki. Devlet belli bir izinle beraber, rakabesi kendinde olan bir arazinin tasarruf hakkını -vergisini olabilir, işlemek suretiyle ortaya çıkarılan ürünün geliri olabilir- herhangi bir şekilde bunun bir vakfa tahsisine izin vermiş ve bu süreli de değildir. Buna “fasit kira akdi, icâre akdi” derler Osmanlı hukukunda. Bu akit dolayısıyla, öldükten sonra mirasçılara da geçer. Yüzlerce yıl devam eden bu şekilde tasarruf hakları vardır, devlet buna müsaade etmiş. Bu gelirler vakfa tahsis edilmiş.

Ben diyorum ki rakabesi devlete ait, amenna ama sen bu gelire, yüzlerce yıldır kullanılan bir gelire el koyuyorsun 1936’da. Şimdi, bu devletin miydi bu gelir? Yani, “Devlet bunu verdiyse bundan sonra istediği zaman alabilir.” O zaman vakıf sistemi kalır mıydı? Altı yüz yıl devam etmiş bir sistem. Bu bakımdan, mirî araziden vakfedilmiş şeylerin oranı elbette yüzde 50’den fazladır, bunu söyleyebilirim ama özel mülkten yapılan… Mesela, Kıbrıs’ta baktığımızda vakfiyelerin aşağı yukarı yüzde 30’dan fazlası ki büyük vakıflar -mesela, Lala Mustafa Paşa Vakfı gibi- mülkten yapılmış vakıflardı büyük ölçüde. Bunlar, savaş dolayısıyla, özellikle büyük paşalara, devlet büyüklerine padişahın mülk suretiyle tahsis ettiği arazilerden yapılmış vakıflar. Sonra, hem “Vakıf sisteminin büyük tarihî, Osmanlı tarihi bir vakıf medeniyeti.” diyeceğiz hem de “Mallara padişah el koymasın diye vakfa çevirmişlerdir.” diyeceğiz, bu olmaz! Böyle suiistimaller elbette vardır ama mirî arazi bile, mirî araziden yapılan vakıflar bile devletin mülkiyetinde değildir, bunların tahsisatı vakfa verilmiştir, bunlara el koymak yine bir gasp hükmündedir.

BEDİİ SÜHEYL BATUM (Eskişehir) – Peki, kamulaştırma ilkesi, bugün kamulaştırma ilkesi var. Kamulaştırma ilkesi ne demektir? Yani, hukukta var, kamulaştırma. Kamulaştırma ilkesi, özel mülkiyette olan bir malın devlet mülkiyetine karşılığı alınmak suretiyle alınması demektir.

MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Tamam, bedava mı alıyorsun?

BEDİİ SÜHEYL BATUM (Eskişehir) – Şimdi, hayır.

MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Parasını veriyorsun.

BEDİİ SÜHEYL BATUM (Eskişehir) – Parasını veriyorsun. Bir insan, yirmi sene sonra “Bir dakika ya, babanın malı mıydı bu, nasıl aldın?” dediğinde “Sen benim malımı nasıl aldın, babanın malı mıydı bu?” dediğinde, şimdi aynısı veya yüzyıl sonra, biri çıkıp “Yahu, Mustafa Şentop’un da içinde olduğu parti benim babamın malını kamulaştırmıştı. Bu senin babanın malı mıydı kamulaştırdın?” dediğinde, senin yerine burada oturan yüz sene sonra ne diyecek? “Tüh, Allah kahretsin yanlış yapmış, bu mallar Ahmet’in malı mıydı?” diyecek? Söylediği bu. Devletin…

MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Anladım da şimdi bak, kıyas yaparken bir benzerlik noktası olması lazım. Parayı kime veriyor devlet kamulaştırdığında? Senin malını kamulaştırdı…

BEDİİ SÜHEYL BATUM (Eskişehir) – Bana veriyor.

MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Sana mı veriyor, devlet cebine mi atıyor?

BEDİİ SÜHEYL BATUM (Eskişehir) – Bana veriyor.

MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Sen vakfa tahsis edilmiş bir mirî araziyi satıyorsun. Parasını o vakfa mı veriyorsun, hazineye mi alıyorsun?

BEDİİ SÜHEYL BATUM (Eskişehir) – Ha, sen diyorsun ki: “Paralarını aldı, hazineye alıyorsun, neden almadın?”

MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Hazineye alıyorsun, vakfa vermemiş ki onu diyorum ben sana.

BEDİİ SÜHEYL BATUM (Eskişehir) – “Ona vermesi lazım.” diyorsun.

MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Vakfa verecekti bunu.

MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Sayın Başkanım, usul hakkında söz istiyorum.

BEDİİ SÜHEYL BATUM (Eskişehir) – Evet.

Buyurun.

MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Efendim, vakıflar konusunda oldukça müstefit olduğumuzu belirtmek istiyorum. Vakıflardan geçmişte sorumlu Bakanlık yapmış bir arkadaşınız olarak son derece istifade ettim, çok teşekkür ediyorum. Gerçekten çok yararlı bilgiler aldık, doğru. Çünkü her 2 Hocamız da, Mustafa Hoca da, Ali Hoca da bu konularla ilgili derinlemesine çalışmışlar, bilgi sahibi arkadaşlarımız. Vakıflarla ilgili bir konu geldiğinde demek ki istifade edebileceğimiz çok değerli 2 Hocamız burada mevcut. Şimdi, geldiğimiz şu noktada bu din ve vicdan özgürlüğüyle ilgili maddeyi henüz bitiremedik.

BEDİİ SÜHEYL BATUM (Eskişehir) – Bitiremedik değil, bıraktık.

MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Bıraktık. Bunu, tabii, ilk çalışmalarımızdan birinde tekrar ele alarak, kendi aramızda da birtakım çalışmalar yaptıktan sonra, görüşelim. Belki parantezler filan olacaktır, onu geçelim. Tabii, sanıyorum, siyasi parti özgürlüğü mü?

BEDİİ SÜHEYL BATUM (Eskişehir) – S”eçme, seçilme ve siyasi faaliyette bulunma. “

MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Siyasi faaliyette bulunma özgürlüğü kaldı, öbürünü geçtik.

BEDİİ SÜHEYL BATUM (Eskişehir) – Evet, evet.

MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Şu anda, şuradaki beş maddeden bir tanesini görüşemedik.

BEDİİ SÜHEYL BATUM (Eskişehir) – Evet, görüşemedik.

MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Bir tanesini görüşemedik. O da zaten siyasi partilerin kapatılması, kapatılmamasıyla ilgili dokuzuncu fıkraydı, konuyu görüşemedik. Hatta, Sayın Meclis Başkanımızın da bulunduğu bir oturumda eğer onu görüşüp de bir metne bağlayabilirsek onu da büyük bir ihtimalle geçeriz diye düşünüyorum.

İkinci teklifim, bugün şu andan itibaren artık çalışmalarına bir nokta koyalım çünkü bundan sonra tadı kalmaz.

BEDİİ SÜHEYL BATUM (Eskişehir) – Bırakalım, yorulduk.

MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Peki, bundan sonra ne zaman toplanalım, hangi gün toplanalım?

BEDİİ SÜHEYL BATUM (Eskişehir) – Şimdi, arkadaşlar bir dakika... Salı günü mü toplanalım?

MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Evet, salı günü.

BEDİİ SÜHEYL BATUM (Eskişehir) – Salı gününe kadar ara verdik. Salı günü 10.30’da mı toplanılıyor?

MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Peki, üst komisyon olarak bir araya gelelim.

SIRRI SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – Üst komisyon…

BEDİİ SÜHEYL BATUM (Eskişehir) – Üst komisyon.

MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Sayın Meclis Başkanımızın da bulunması gerekir.

ATİLLA KART (Konya) – Acaba Sayın Başkanın programı uygun mu? Onun bir teyidini alalım.

SIRRI SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – Uygunsa … Yoksa devam ederiz.

MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Yalnız orada konuşacağımız sadece…

BEDİİ SÜHEYL BATUM (Eskişehir) – Seçme, seçilme ve siyasi parti…

MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Yok, sadece siyasi parti, sadece o kaldı.

SIRRI SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – Ama din ve vicdan hürriyeti de kaldı.

BEDİİ SÜHEYL BATUM (Eskişehir) – Ondan sonra bunu görüşeceğiz.

MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – O zaman bunun dışında bizim yazım komisyonumuzun hemen -ne zaman yapacaksa çalışmalarını- bakın burada şeylerimiz var…

ATİLLA KART (Konya) – Efendim, ben izin istiyorum.

BEDİİ SÜHEYH BATUM (Eskişehir) – Tamam.

MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Yani diğer şeylerimiz var; mesela sağlık hakkından başlayarak, sağlık, sosyal güvenlik hakkı gibi daha üstünde çalışılması gereken bölümlerimiz var.

SIRRI SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – Din ve vicdan hürriyeti de kaldı.

BEDİİ SÜHEYH BATUM (Eskişehir) – Ama alt komisyonlar onları görüştü mü?

MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Görüşmedi işte, şimdi yazım komisyonu şuraya geldi, sağlık hakkına geldi. Varsa onlara da dönebiliriz.

BEDİİ SÜHEYH BATUM (Eskişehir) – Şunu bitirmedik mi “seçme ve seçilme ve siyasi partiler?”

Bir dakika, bir dakika… Dün seçme ve seçilme hakkında şurada her şey görüşülmüştü.

KANUNLAR VE KARARLAR BAŞKANLIĞI UZMANI SALİH SAĞLAM – Sayın Başkanım, tutuklularla ilgili, hükümlülerle ilgili kararı netleştirememiştik.

BEDİİ SÜHEYH BATUM (Eskişehir) – Karar verilemedi mi onda?

KANUNLAR VE KARARLAR BAŞKANLIĞI UZMANI SALİH SAĞLAM – Evet.

BEDİİ SÜHEYH BATUM (Eskişehir) – Ha, onda karar verilemedi.

KANUNLAR VE KARARLAR BAŞKANLIĞI UZMANI SALİH SAĞLAM – Bugün onu da netleştirmemiz gerekiyor.

BEDİİ SÜHEYH BATUM (Eskişehir) – Eyvah, peki, yarın toplanmıyoruz o zaman ama.

MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Yarın cumartesi.

BEDİİ SÜHEYH BATUM (Eskişehir) – Pardon, yarın cumartesi, o zaman salı günü bu seçme ve seçilmeden devam ediyoruz.

MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Bunun görüşmeleri eksik kalmıştı.

BEDİİ SÜHEYH BATUM (Eskişehir) – Seçme seçilmede eksik kalmış yer ve siyasi parti özgürlüğü.

OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – Sayın Başkan, güzel bir yönetim ortaya koydunuz teşekkür ediyoruz.

BEDİİ SÜHEYH BATUM (Eskişehir) – Rica ederim. Mustafa beğenmedi.

OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – Herkes beğendi...

BEDİİ SÜHEYH BATUM (Eskişehir) – Salı günü 10.30’da toplanmak üzere toplantıyı kapatıyorum.

Kapanma Saati: 16.32




Yüklə 334,78 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin