T B M M
Tutanak Hizmetleri Başkanlığı
Komisyon : Uzlaşma 1 Giriş : 17.00 Tarih : 05/10/2012 Grup : Esra Sayfa :
5 Ekim 2012 Cuma
BİRİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 14.11
BAŞKAN: Altan TAN (Diyarbakır)
------0-----
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Sevgili arkadaşlar, bugünkü Anayasa Uzlaşma Komisyonu toplantısını açıyorum.
Önce, mutat usul üzere, toplantıda hazır bulunan danışmanların isimlerini okuyorum: Selin Esen, Hasan Tunç, Meral Danış Beştaş, Mehmet Ali Zengin, Taylan Barın, Tarık Olcay, Dilek Kumcu, Mustafa Kemal Çiçek, Oğuz Turhan, Kürşat Türker Ercan, Yusuf Buzgan, Ferhat Kabaiş. Yusuf Uygar’ı da ekliyoruz, o da gelmek üzereymiş.
Ve toplantımızı açıyoruz.
Bugünkü toplantımızı dün bıraktığımız yerden devam ettiriyoruz. Dün, eğitim ve öğrenim hakkı ve hürriyeti ile ilgili 1’inci fıkrada mutabakat sağlamıştık. “Herkes eğitim ve öğrenim hak ve hürriyetine sahiptir. Hiç kimse eğitim ve öğrenim hakkından mahrum bırakılamaz.”
2’nci fıkrayla ilgili CHP önerisi: “Devlet herkesin eğitim ve öğrenim hakkından eşit, etkili ve kesintisiz biçimde yararlanmasını sağlayacak gerekli tedbirleri alır.” demiştik ve orada kalmıştık.
Tabii, dün BDP’nin “Herkesin nitelikli ve ana dilinde eğitim ve öğrenim görmesini sağlamak devletin başta gelen ödevlerindendir.” teklifini de bir miktar, bir müddet müzakere etmiştik. Bu bıraktığımız noktadan bugünkü toplantımızı açıyoruz. Söz almak isteyenler buyursunlar.
Evet, Meral Hanım, buyurun.
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ – ‘’…”(*) Kürtçe başlayayım, birkaç cümle söyleyeyim ama kimse anlamıyor Altan Bey dışında herhâlde.
ATİLLA KART (Konya) – Ben anlıyorum.
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Yo, Atilla Bey de anlıyor.
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ – Dilimizi bir konuşalım. “…”(*)
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Yani “Bugün toplantımızın başarıyla geçmesini diliyorum, hepinize hayırlı günler diliyorum.”
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ – ‘’…” (*)
ALTAN TAN (Diyarbakır) – “Bu sorun, tarihî bir sorundur.”
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ – Dün KESK davasında “duruşma dışı dil” dediler, yeni bir şey icat ettiler. Bir dediler “belli olmayan”, bir dediler “Türkçe dışında”, bir dediler “anlamadığımız”; böyle her bir mahkemede farklı bir niteleme. Dün Ankara 12. Ağır Ceza Mahkemesi yeni bir şey söyledi, dedi ki: “Duruşma dışı bir dil.” Hani “duruşma dili” anlamında söyledi.
Şüphesiz -dün ben yoktum ama arkadaşlar aktardılar- bu fıkra bütün partiler için -eminiz- ve Türkiye'nin demokratikleşmesi, yeni ve bizi ileriye götürecek bir Anayasa olması açısından bütün maddeler önemli ama bu, yakın tarihimizin yani cumhuriyetle yaşıt diyebileceğimiz problemin, Kürt probleminin, bazılarına göre Türk sorununun temel kaynaklarından biri çünkü dil yasakları, asimilasyon politikaları, dilin unutturulmaya çalışılması yönündeki Türkiye tarihindeki geçmiş, hem mevzuat açısından hem uygulamalar açısından hem yargılamalar açısından, çok vahim olguları birlikte bize gösteriyor yani bunların hepsini aylarca şüphesiz biz sunabiliriz. Gerçekten çok ayrıntılı araştırma yaptık. Hem işin yaşayanları olarak hem tarafı olarak hem bunun savunucuları olarak Anayasa’da ana dilinde eğitimin geçmesinin asla ıskalanamayacak, tartışma dışı tutulamayacak, mutlak surette bütün ayrıntılarıyla, bütün kodlarıyla tartışılması gereken ve bu… Kamuoyunda şu anda şöyle bir niteleme var: Bu çok insani bir hak, çok doğal bir hak. Buna kim karşı çıkabilir ki? Tabii ki Kürtçe ya da başka bir dilde eğitim olabilir, öğretim olabilir. Herkesin dilini kullanma hakkı vardır. Yani geçmiş on yıla, yirmi yıla, elli yıla, yetmiş yıla baktığımızda, şüphesiz ki bugün aynı görüşte olmayan, sağdan, soldan, muhafazakâr, sosyalist, sol, çok farklı ideolojik yaklaşımda olan, basın-yayında da diğer akademik dünyada da en azından sözde de olsa, sözlü de olsa bir ilerleme olduğunu görebiliyoruz. Biz bugün ya da haftaya o şeyi sunacağız, Komisyonumuza gelen üniversite görüşlerini, bu konuda kamuoyu araştırmalarını, Türkiye’de ana dilinde eğitimin, ana dil öğretiminin, ana dil kullanım hakkının ne anlama geldiğine dair çok değerli çalışmalar da var. Bunu ilk toplantıda sizlere sunduk, DİSA’nın çalışmalarını. Ona benzer birçok çalışma var.
Dün de arkadaşlar ifade etmişler. Gerçekten biz burada o uzmanların dinlenmesini ve filmi birlikte izlemeyi, hani kimseye zorla film izletemeyiz şüphesiz, öyle bir şeyimiz yok ama bunu arzu ediyoruz. Hani üst komisyonda gerekirse değerlendirilir. O noktada durduğumuzu ifade etmek istiyoruz.
Şimdi, Kürtçenin, Kürt dilinin -dün bir tartışma olmuş herhâlde Kurmanci, Zazaca diye- farklı lehçeleri var. Buna Kürt dili diyerek bir bütün olarak ifade edeceğim, yoksa lehçeleri dışlama gibi bir gayemiz zaten olamaz.
Takdir edersiniz ki ulus devlet paradigmasının hayata geçirildiği cumhuriyetin ilk yıllarından bu yana tek tipleştirme politikası olageldi ve devlet en çok da eğitimin üzerinde denetim kurmayı öncelikli hedefleri hâline getirdi. Azınlıklara okul açma hakkı yasaklandı. Onları denetim altına almayı kolaylaştırıcı birçok önlem alındı yani buna ilişkin bütün veriler ortada. Türkçülüğün, diğer yandan milliyetçiliğin iyice belirginleştiği 1900’lu yıllara gidecek olursak farklı kültürler ve azınlıklar üzerinde, sadece Kürtler ya da Kürt dili üzerinde değil, faaliyetleri üzerinde ciddi baskılar artırıldı. Mesela azınlık okullarında Türkçe, Türk tarihi ve coğrafyası derslerine Türk öğretmenlerin girmesini zorunlu hâle getiren bir talimnameyi size hatırlatmak istiyorum. Mekatibi Hususiye Talimatnamesi’nin tarihi 1915. Bunu şeyden aldık, Çapar’ın kitabı 2004 yılında çıkmış, 339 sayfa, çok ayrıntısı var. Bu, o tarihlerden bugüne kadar devam ediyor. Yine, cumhuriyetin ilk yıllarında bir müfredat programı, “gayrimüslim akalliyyet ve ecnebi memleketlerinde tedrisi meşrut olan Türkçe ve Türk tarih ve coğrafyası derslerine ait müfredat programı” başlığı adı altında. Bu dersleri verecek öğretmenlerin bile anayasal vatandaşlık bağıyla Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olanların Türk olarak değil, soyca Türk ve Müslüman olmaları yine alınan kararlar arasında, 1925.
Dolayısıyla hani Rum, Yahudi, Ermeni gibi gayrimüslimlerin Türk…
ALTAN TAN (Diyarbakır) – 25’in ay ve gün de var mı, yoksa sadece 25?
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ – Yok, 25 olarak geçiyor.
Şimdi, burada, ulus devletin oluşum sürecinde ulusal eğitim üzerinde çok önemli etkileri olan bazı derneklerin de ön planda olduğunu görüyoruz yakın tarihe baktığımızda. Türk Ocakları, bunlardan biri, cumhuriyetten önce de bu mevcuttu; halkevleri, Türkiye'nin kültürel tekillik oluşturma çabalarında gerçekten çok önemli bir yerleri var. Örneğin, doğrudan, devletin resmî organlarının tekçi ve özcü bir ulusal kültür yaratmış olduğu böyle bir kurguyla açıklanıyor. Kitaplar, dergiler, broşürler, Türk Yurdu, Türk Derneği gibi kuruluşlar misyonlarını devam ettirdiler. Yani burada özellikle Türk Ocaklarının, Türk ulusal kültürünün yaratılmasında ve Türk ulusal kimliğinin inşasında, kendilerince çok önemli bir yer tuttuğu da kabul edilir yayın organlarında. Haksız da değiller bu konuda tabii ki.
Bu derneğin kurultaylarında yapılan, yine, konuşmalarda, kültürel çeşitliliğe kesinlikle yer verilmeyeceği ve yer verilmemesi gerektiğinin sık sık dile getirildiğini kaynaklardan öğreniyoruz. Çok dilliliğin yasaklanması, hatta Türkçeden farklı bir dille konuşanların para ve hapis cezalarıyla cezalandırılmaları gerektiği üzerinde ısrarla bir talep oluşmuş. Üstel’in kitabı 1997, yine Çapar’ın 2004 yılında. 1928’de yine “Vatandaş, Türkçe konuş” kampanyası Türk Ocakları tarafından organize edilmiş. 30’lu yıllarda halkevlerinin zaman zaman bu yönde çalışmalar yürütmesi, bu derneklerin Türkçe dışındaki dillere nasıl baktığı hakkında aslında bize fikir veriyor, bunların ayrıntılarını geçiyorum.
Yine, Türkiye Cumhuriyeti devletinin tarih boyunca çok dilliliğe bakışının ne olduğunu aslında hepimiz biliyoruz ama farklı noktalarda durduğumuz da bir olgu. Türk Tarih Tezi ve Güneş Dil Teorisi’ni geçiyorum zaten yani o çok önemli bir yere sahip. Türk Tarih Kurumu, Türk Dil Kurumu yani bunlar ulus devlet inşa sürecinde önemli mihenk taşları gerçekten.
Şimdi, bu kurumlar özellikle Türkçenin birçok dilin menşei olduğu ve gelmiş geçmiş birçok uygarlığın -Hint, Sümer, Hitit, Eti, Mısır, hatta Yunan uygarlıkları- kökenleri itibarıyla Türk uygarlığı olduğu iddiasına dayanıyorlardı. Bu teze göre, özellikle Anadolu binlerce yıldır Türk’tü ve Türkler Anadolu’nun otokton -yerli- halkıydı. Bu, İkinci Türk Tarih Kongresi’nde, 1932 yılında zaten karar altına alınan bir durum.
Şimdi, nedir yaşamımıza yansıyan? Bunlar çok ayrıntılı. Hani kişisel örnek vermek aslında doğru değil ama ben ve Altan Bey Kürt olduğumuz için, Kürt dilini konuştuğumuz için, orada yaşadığımız için dil üzerindeki yasakları, hukukçu olarak da… İşte, 1990 yılında avukatlığa başladım, 1985’te hukuk okumaya başladım falan, o tarihi kendi canlı yaşamımdan anlatarak da -kanunlarla nasıl tanıştık, ne oldu- onu da aktarabilirim ama ihtiyaç duymuyorum. Çok merak da yok, kimse sormuyor da. Bu dil tartışmalarından beri Mustafa Bey yok, fazla bir şey de sorulmuyor, hani “Açalım, böyle bir anlatalım derdimizi” diye.
Kürtçe konuşmak yasaklandı devlet kurumlarında ve toplu yerlerde, bu bilmediğimiz bir şey değil. Cezaevleri, 1980 yılında, önceki yıllarda bu konuda onlarca kitap yazıldı, Altan Bey’in bir çok kitabı var tarihe ilişkin, tanıklıklarımız var ve okuduklarımız var şüphesiz. Anneler… Bizim orada kadınların eğitime katılma oranı düşük. Bir çok etkeni var, konumuz o olmadığı için gitmeyeceğiz. Birçok politika sebebiyle -geleneksel sebepler de şüphesiz vardır- Türkçe bilmezler. Kadınlar daha çok Kürtçe konuşur yani bugüne kadar Kürt dilinin gelmesinin en önemli taşıyıcıları kadınlardır. Çünkü okula gitmeyen, pazara gitmeyen, pazar dünyasında sözü olmayan kadınlar, evde kendi çocuklarıyla, eşleriyle, akrabalarıyla Kürt dilinde, kendi dillerinde konuşurlar ve bu nedenle bu dil bugüne kadar gelebilmiştir. Çocukları hâlâ… Başbakanın da bir çok siyasetçinin de konuşmalarında söylediği “Annelerin cezaevlerinde konuşmalarını serbest bıraktık.” tezi de buraya dayanıyor. Çünkü cezaevlerinde anneler çocuklarıyla konuşmadan görüş yapıyorlardı, hiç konuşmadan, gidip, yüz yüze bakıp, iki cümle ezberleyip “Nasılsın?” diye. Bir çok kitap var bu konuda. Merak edenlere -mutlaka okumuşsunuzdur- biz de önerebiliriz. Yani bunun tabii ki kaldırılması ya da tartışılması, o ayrı bir siyasi polemik konusu ama bunun olmuş olması zaten büyük, dehşet verici bir olay. Yani anne çocuğuyla konuşamıyor, sadece dili farklı olduğu için, kültürü farklı olduğu için.
Mesela, Musa Anter, “Qimil” sebebiyle, yazdığı kitap sebebiyle, Kürtçe şiir sebebiyle 59 yılında, 49’lar davasında idamla yargılandı. Yani bu tarih, bunu reddedemeyiz. Yine 1982 Anayasası’nda, şu anda asıl gündemimiz olan, devletin kültür ve kimlik politikalarını çok bariz bir şekilde görüyoruz, Türklük, Türk dili vesaire bir çok maddede görmemiz mümkün. Çok yakın tarihte, 19 Ekim 1983 tarihinde bir yasamız vardı, 2932 sayılı Yasa, 91’de kaldırıldı, hepimizin bildiği bir Yasa ve 91’deki Yasa, kaldırılan Yasa, her yerde konuşmayı yasaklıyordu, evde, sokakta, yatakta. Yani nasıl denetlenecek, onu bilmiyoruz. Bırakın kamusal alanı, 2932 sayılı Yasa gerçekten büyük bir ayıptır Türkiye için.
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Ben yargılanma şerefine erdim o maddeden 89’da.
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ – Şeyi hatırlarım, üniversite yıllarında böyle kendi aramızda Kürtçe konuşurken -her üniversitede polis görevliler olur- “Aman, sessiz konuşun, bakın, duyarlar, şikâyet ederler…” Bu tip şeyler artık. Zaten kaset yayınlanması, Kürtçe müzik falan onlar son yıllarda, hani o tarihini biliyoruz hep birlikte. Böyle bir yasa vardı ve bu yasadan dolayı teyp, kaset, plak, Kürtçe müzik, Kürtçe konuşma sebebiyle insanlar gerçekten on yıllarla yargılandılar, cezalar aldılar.
Bugün normalde o yasak kalktığı hâlde, hâlâ, dün DGM’lerde, bugün özel yetkili mahkemelerde Kürtçe zaten savunma hakkı tanınmıyor ama hâlâ Kürtçe slogan attı diye, Kürtçe pankart taşıdı diye, mitinglerde siyasetçiler Kürtçe konuştu diye yüzlerce, binlerce dosya var. Siyasetçiler Kürtçe konuştu diye… Geçen yıl kaldırıldı değil mi Mustafa Bey? Yani şu hüküm kaldırıldı: Siyasi Partiler Kanunu’nda propaganda yasağı. Yani “Mitinglerde artık Kürtçe konuşabilirsiniz.” Ya şöyle bir şey düşünün: Sizin seçmeniniz, sizin hitap ettiğiniz kesim Türkçe bilmiyor. Siz onlardan oy istiyorsunuz. Hani bırakın o tarihi, kültürü -onu da bırakıyorum- gidip onlara hitap edeceksiniz ve size yasa diyor ki: “Siz o topluluğa Türkçe konuşmak zorundasınız. Aksi hâlde şu kadar hapis, şu kadar para cezası alırsınız.” Ve bu yasa daha düne kadar, geçen yıla kadar yürürlükteydi.
Geçmişte DTP’nin, HEP’in, DEP’in… BDP’de olmadı sanırım, DTP’de var yani çok ceza alan. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi önüne gitti yani “Siz mitingde Kürtçe konuştunuz, siz şu kongrede Kürtçe konuştunuz.” diye insanlar ceza aldılar ve bu çok uzak bir tarih değil ve hâlâ bugün de ana dilde savunma hakkının kabul edilmemesi, Kürt dilinin önündeki engeller, Türkçe dışındaki dillerin okunma oranı, izlenme oranı ve bu konuda birçok çalışma var ve gerçekten bu, tablonun ne kadar vahim olduğunu, ne kadar üzerinde tartışılmaya değer olduğunu hepimizin gözünün önüne seriyor.
Yani biz başka şeyler de çıkardık. Yani siyasi partiler açısından yine mevzuattan kaynaklı yasakların neler olduğunu, 81’inci maddenin, yine siyasi partilerde, işte, kaçıncı fıkra bu, Türkçeden başka tüzük, program yazım ve yayınlanmasında, kongrelerinde açık veya kapalı salon toplantılarında, mitinglerinde Türkçeden başka bir dil… Kalkan bu zaten.
Yerel yönetimler açısından; bugün, Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir… Ben avukatlığını yaptım bir dönem, geçmiş dönemde. Benim stajyerimdir de yani yetiştirdiğim biridir ama gittim davasına girdim. İlk “w” den yargılananlardan biriyim. Sadece nevruzda “w” yazdığımız için –nedir o, davetiye- yargılandık. Osman Bey sadece davetiyelerinde Kürtçe yazdığı için yargılanıyor onlarca davadan. Ve şapka ve Türk harflerinin kabulü diye bir yasa var, tam hatırlayamadım. Neydi o?
MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Yeni Türk Harflerinin Kabulüne Dair Kanun.
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ – Yeni Türk Harflerinin Kabulüne Dair Kanun’dan dolayı bugün Türk Ceza Kanunu oraya atıf yapıyor -o maddeyi birazdan çıkarıp bulacağım, Atilla Bey bulur- ve ceza alınıyor yani siz bir yazıda “w” ya da “x” yazmışsınız bu Türk Harflerinin Kabulü Kanunu’na aykırıdır diye.
MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Çok kısa bir şey söyleyeyim onunla ilgili. Oradaki şey şu: Türkçeyi yeni Türk harfleri dışında harflerle yazmak yasak ama mesela İngilizce harf kullanırken “w”yu kullanabilirsiniz ama Türkçe bir şey yazarken veya eski harflerle de, Osmanlıca harflerle de şu anda bir şey basılması, yeni metin basılması aynı şeye geliyor.
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ – Tamam işte, tam da Kürtçeyle ilgili, Kürtçe yazılınca yasak kapsamında ve ceza alıyorsunuz yani hâlâ bu yasa yürürlükte. Yani bu yasa yürürlükte ve dediğim gibi yetmiş yıl önceki yasadan 2012 yılında mahkemeler ceza verebiliyor.
Neyse, bunların zaten yasa maddelerini de çıkarmıştık. TCK 222, 1355 sayılı –buldum- Türk Harflerinin Kabul ve Tatbiki Hakkında Kanun’un 2’nci maddesi, ceza alınan madde bu. Yine görevi kötüye kullanma, yine 805 sayılı İktisadi Müesseselerde Mecburi Türkçe Kullanılması Hakkında Kanun var. Yani bu da ayrı bir kanun. Bu kanunlar böyle artıyor. Şapka ve Türk Harfleri Kanunu, işte onu söyledim. Afişlerden dolayı, vesaire, birçok cezalandırma ve uygulamanın devam ettiğini biliyoruz. Şimdi, mevzuatı genişletebiliriz. Yani hani cumhuriyet tarihi boyunca tek dil, tek kimlik yaratma, Türkçe dışında hiçbir dilin yaşamasına izin vermeme, yasaklamaya ilişkin maalesef çok geçmişte kalmadı ama bunun geçmişte kalmasını arzu ediyoruz, yani dünya bunu aştı. Gerçekten birçok ülke bunu aştı ve burada bugün biz 2012 yılının anayasasını tartışıyoruz. 2013’te mi yaparız, sonra mı yaparız, önce mi yapılır bilmiyorum ama gerçekten artık vatandaşların kendi kimlikleriyle, kendi kültürleriyle… Çünkü dil kimlik demek. Yani ben ya da biz… Burada bilmiyorum başka Kürt olan… Atilla Bey de öyleymiş. Türkçeyi çok iyi bildiğimi sanırım, İngilizceyi biraz bilirim ama bazı kelimelerin Türkçe karşılığını bilmem. Kültürdür bu. Hani küçükken öğrenirsin ya, işte ne bileyim, bir ota bir şey söylenir, o otun Türkçesini bilmem. Bilmem çünkü o benim kültürümün bir parçası. Yani bu dil ve kültürün, kimliğin bütünlüğü tam da buradan kaynaklanıyor. Yani bu madde bu yüzden çok önemli ve şunu çok iyi biliyoruz, uzmanları dinletmek istememizin en önemli sebeplerinden biri de ana dilinde eğitimin aslında o dilin zenginleşmesi, ilerlemesi, kültürün kaybolmaması anlamında hayati bir role sahip olduğunu gösteriyor. Sadece dili kullanmak, öğrenmek değil sorun. Biz dilimizi biliyoruz, Kürtler dillerini biliyorlar büyük oranda. Bunu evimizde de konuşuyoruz ama bu eğitim dili olmadığı müddetçe, bu konuda sayısız araştırma ve yazı var, kitap var, bu dilin sonuçta güdük kalmaya, kaybolmaya ve o kültürün yavaş yavaş erimeye mahkûm olması gibi bir realite var karşımızda. Dünya bunu gerçekten aşmış. Bulgaristan’daki Türk öğrencilere ilişkin Başbakanın çok demeci oldu, yine Almanya’daki Türk öğrencilere ilişkin. Yani şöyle bir çifte standartla karşı karşıyayız: Kendi ülkesinin vatandaşına sırtını dönen, kendi ülkesinin vatandaşının dilini yasaklayan, reddeden, buna ceza veren bir iktidar -belirli bir iktidarı kastetmiyorum, genel olarak söylüyorum- gidip Almanya’daki kendi vatandaşlarına niye Türkçe eğitim verilmiyor diye feryat ediyor, Bulgaristan için feryat ediyor. Böyle bir şey olamaz. Yani önce kendi evindeki sorunu bir çöz. İnsanlar kendi dilinde konuşmak, eğitim görmek, sinema yapmak, kendi kültürünü yaşamak istiyor ve bu onun en temel hakkı. Hiçbir güç bu hakka karşı çıkamaz. Hiçbir güç. Yani insani temelde bile, hümanizma temelinde bile bu güce karşı çıkmanın bir yolu yok. Bulgaristan’da Türkçe eğitime ilişkin bir sürü yazı çıkardık, düzenleme çıkardık. Yine Almanya’da ortak dil eğitiminin nasıl olduğuna dair birçok araştırma var, yapılmaya başlandı. Mesela bazı ülkelerde çok dilli eğitim modelleri diye… Yani hepsini şu anda sunmuyorum, belki başkası konuşur, keseceğim.
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Meral Hanım, bilginiz olsun, dün bunların üzerinde durduk.
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ – Bunu vermiş miydiniz? O zaman size Türki cumhuriyetleri söyleyeyim.
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Onlar üzerinde de dün durduk.
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ – Buradan sadece örnekler… Türki cumhuriyetlerde, yani bu kadar yakın olduğumuz, yakın olunan, savunulan, desteklenen, Türkiye Cumhuriyeti’nin bir parçası olarak görülen -yanılıyor muyum- cumhuriyetlere bir bakalım. Yani nedir? Kırgızistan, Kazakistan, Türkmenistan, Tacikistan, Özbekistan, hepsini araştırdık. Mesela Kazakistan Anayasası’nın 7’nci maddesinde “Kazakistan, halkının dillerinin araştırılması ve geliştirilmesi için gerekli koşulları sağlayacaktır.”
PROF. DR. HASAN TUNÇ – Onlar üniter devlet mi, federal devlet mi? Ona da baktınız, değil mi?
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ – Ona da cevap verelim şimdi.
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Öyle bir liste de var, dün onun da üzerinde durduk.
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ – Yok, çıkarırız, kim üniter, kim federal.
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Liste var orada.
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ – Yine, Kırgızistan’ı mı okuyordum, karıştırdım.
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Kazakistan.
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ – 19’uncu maddede “Herkes ana dilini ve kültürünü kullanma, iletişim, eğitim, öğretim ve yaratıcı etkinliklerde kullanacağı dili özgürce seçme hakkına sahiptir.” Bu, Kazakistan Anayasası.
Yine Azerbaycan Anayasası’nın 45’inci maddesi var. Burada “Herkesin -sadece o bölümü söylüyorum- ana dilinde eğitim alma ve yaratıcı etkinliklere katılma hakkı vardır.” diye. Hiç kimse…
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Dün bunların hepsini inceledik.
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ – İşte daha ikna olmadılar, yani kimse kabul etmedi. Bir uzlaşsak zaten…
“Hiç kimse ana dilini kullanma hakkından mahrum edilemez.” Özbekistan’da yine böyle.
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Gürcistan’da da öyle. Rusya…
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ – Yani burada önümüzde böyle bir tablo var ama Diyarbakır’da büyük bir kültür merkezi var, Cigerhun diye. Herkes onu öyle tanır. 19 park ismi iki ay önce yasaklandı mahkeme kararıyla. Cigerhun ismi yasaklandı, Mervani ismi yasaklandı. Aklınıza gelen varsa siz de… Böyle uygulamadan biliyoruz. İdare mahkemesi “Bu isim kullanılamaz.” diyor ve yasaklıyor. Zaten çocuklara Türkçe isim verme zorunluluğu hepimizin hafızalarında. Çocuklarımızın ismini yazdırırken “Şunu çıkaracaksın, bunu çıkaracaksın, bu ne anlama geliyor?” Benim oğlumun adı Dara, Daryus’tan geliyor, diğerinin Bengin. Aslında biri “aşık” demek, biri de krallık, geçmiş bir şey. Nüfus memuruna anlatana kadar bin dereden su getirdim. On sekiz yaşında. Yani yeni bir şey değil bu. Bugün de aynı sorunlar yaşanıyor. Yani yasak kalktı falan diyor ama yasak falan kalkmadı, yani hâlâ bu zihniyet devam ediyor. Bunun anayasal olarak önünün açılması lazım.
Siz “üniter devlet” dediniz. Üniter devlet olup tek resmî dili olan ve ana dilinde eğitimi öngören ülke anayasaları: Azerbaycan, tek dil, devlet dili Azerice. Üniter devlet bir de Nahçivan Özerk Yönetimi var. Bulgaristan da üniter devlet, tek dil Bulgarca, yani resmî dil Bulgarca, ana dilinde eğitim var. Estonya…
PROF. DR. HASAN TUNÇ – Yalnız azınlıklara var. Kendi vatandaşı için böyle bir şey yok.
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ – Yok, öyle değil.
PROF. DR. HASAN TUNÇ – Orada “azınlık” kavramıyla “yöresel, bölgesel dil” kavramını birbirinden ayırıp ona göre yaklaşmak lazım. Kavramları farklı algılayarak farklı kavramlar üzerinden sonuca gitmek doğru değil. “Azınlık” farklı bir şey “yöresel veya bölgesel dil…” Neyse yani ben…
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Meral Hanım, isterseniz burada bir ara verelim, arkadaşlarımızı dinleyelim, tekrar devam edelim. Yani biraz uzun bir sunum oldu.
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ – Tamam, onlara söz verelim. Sayabiliriz.
Bence de şimdi ara verelim.
Macaristan, Polonya, Romanya, Slovakya, Ukrayna. Varsa sorularınız yanıtlayabilirim ama şunu da bugün burada tartışalım.
PROF. DR. HASAN TUNÇ – Slovakya’da, bakın, son çıkan bir kanun var. Macarcayı özel hayatta bile kullanmayı yasaklamış. Para cezası var. Yapmayın.
ALTAN TAN (Diyarbakır) – O Macarlara gıcık olduğu için, diğerleri için değil!
PROF. DR. HASAN TUNÇ – Yapmayın.
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ – Bizde de yasak canım. Ama şu yaklaşım doğru değil: “Siz asli unsursunuz, bu yüzden azınlık değilsiniz, sizin ana dilinizde eğitim görme hakkınız yok.” Böyle bir şey yok.
PROF. DR. HASAN TUNÇ – Hayır, o anlamda demiyorum.
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ – Türkiye’de bu şu anda çok moda. Yani Kürtler azınlık değil…
PROF. DR. HASAN TUNÇ – “Yöresel veya bölgesel dil“ farklıdır “azınlık” kavramı farklıdır.
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ – Olmaz, bunu tartışabiliriz, azınlık nedir, asli unsur nedir.
PROF. DR. HASAN TUNÇ – Tartışma değil, hukuki terimdir bunlar, hukuki kavramlardır bunlar.
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ – Bu konuda Altan Bey, Sayın Başkanım, buyurun.
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Evet, arkadaşlar, başka söz almak isteyen?
Buyurun Faruk Bey.
FARUK BAL (Konya) – Evet, sözsüz kalmayalım diye…
İyi bir çalışma temennisiyle sözlerime başlıyorum. Meral Hanım’ı ben çok dikkatli bir şekilde dinledim ve doğru anlamaya, doğru algılamaya da çalıştım.
Şimdi, burada anayasa yapacağız. Anayasa yaparken temel gerekçelerimizi anayasa çerçevesi içerisinde değerlendirmemiz lazım. Duygusal, hukukla alakası olmayan disiplin boyutlarının getirdiği bakış açısı ve yanlış uygulamaları örnek olarak ortaya koymak bizi yanlış bir yola sevk eder.
Şimdi, Meral Hanım, 1915, 1925, 1928, 1931, 1982, 12 Eylül ve -belki bunu artırmak da mümkündür- cereyan eden birtakım olayları, verilen birtakım beyanatları, halkevlerini, Türk Yurdunu, Türk Derneğini, Türk Ocağını dile getirerek orada ortaya çıkmış olan bugünün ölçülerine göre, bugünün güneşinin aydınlattığı değerlere göre yanlışları ifade etti ve buradan bir sonuca ulaşmak istedi. İşte yanlışlık burada. Evet, 1915’ten itibaren sayalım, hatta 1976’ya bile götürebiliriz ya da ondan öncesine de götürebiliriz. Bu yaşanan süreç içerisinde konjonktürel etkilerde yanlışlıklar olmuştur. Konjonktürel etkilerden bir tanesi dağılan Osmanlı İmparatorluğu’dur, birinci etki budur. Bunu hepimizin bilmesi lazım. Osmanlı İmparatorluğu çok milletli, çok kültürlü, çok hukuklu bir devletti, Fransız ihtilalinin de etkisiyle o milliyetler isteyerek veya tahrikle veya isyanla her ne ise devletlerini kurdu. Ortada devletsiz Türk kültür ve medeniyeti kaldı. İşte o kültür ve medeniyet Anadolu’da bir Kurtuluş Savaşı başlattı. Bu Kurtuluş Savaşı’nın neticesinde de bu konjonktürel ve onun yarattığı sosyo-psikolojik etkiyle Türkiye Cumhuriyeti devletinin altyapısı oluştu. Yani bu yeni kurulan devlet millî bir devlettir, Osmanlı’nın parçalanmasından ders alan bir devlettir, Osmanlı’ya o dönemde kendi değerlerine göre ihanetin çok açısını yaşamış bir devlettir. Dolayısıyla o devletin o konjonktürel etki altında bazı sivil toplumlarının veya bireylerinin ya da devlet organlarının yaptığı yanlışı bugün anayasa yapacak bir değere esas almamız yanlış olur.
Dostları ilə paylaş: |