Günlük hayatta yani makrofizik evrenimizde rastlamadığımız tünel süreci kendini mikro-fizik atomik süreçlerde hemen ortaya kor. Bir radyoaktif bozunmada, her iki atomdan birine bir tünel uzanır ve onu yutar. İşte bu tünele yakalanma olayını deneylerle saptıyoruz. Örneğin Beta bozunmalı radyoaktiflenmede, tünel, atomlardan birini elimizden çekip-kaçırır.
İhtimal hesabı kavramının bu sonucuyla, bir karadeliğe yakalananın (Hatta karadeliğin kendi kütlesi) bu kesin ölüm sahnesinde, mezar dekorundaki son zemine ayak bastığımız anda, sahne ardında bir kulis gibi tünel var olur ve bu da başka bir sokağa (Paralel evrene) açılır.
Böyle bir tünelin varlığını zaten Schwarzschild hunisi denen uzay konusundan sezebiliriz.
Determinizm'in baştacı olduğu dönemde Schwarzschild metrikleri için ölümün kaçınılmazlığı şart koşulmuştu. Determinizm'e göre "Karadelik olay ufku, bir cismi sıfır hacme kadar ezerek öldürmek" zorundaydı.
Sonradan, indeterminizm (Kesinsizlik) ve probabilite (İhtimal, istatistik, anket, olasılık, şans serileri) kavramları ortaya çıkınca ve karadeliklerin tek tip olmayışı sonucu, ölümden dönüş beratı verdiği anlaşılmıştır.
1917 yılında Schwarzschild kendi adıyla anılan metrikleri açıklamakla kalmayıp, Laplace karanlık yıldızını doğrulamış, tutsak çökmüş bir yıldızın kritik büyüklüğünü ölçüp, uzayın bükümünü ayrıntılı olarak tanımlamış, karaboşluk yörelerinde eğrilen uzay-zaman kuyusu ya da uçurumu olan koniyi ortaya koymuştu.
Daha önce ayrıntılı sunduğumuz Schwarzschild hunisi, hacmı sıfıra indirgenmiş bir karadelik tekilliğini oluşturup, Riemann uzayını ve Minkowski zaman yapısını buruyor, duruyor ve hapsediyor. O tekil noktada uzay ile zaman da yer değiştiriyordu.
Üç boyutlu (Kutu gibi) bir uzay içine madde konduğunda, kütlesiyle eşleştirerek eğriliyordu.
En güçlü kütle olan karaboşluk, eğer bu kutuda yer alırsa, bu kutu ortasından sıkılı bir kum saati gibi bir görüntü verir.
Önceki anlayışla Schwarzschild'in çukuru bu bir tek boyut (Zülkarn) biçimindeydi. Fakat çok yönlü bilim teorileri ışığı altında, bir karadeliğin yalnız bu tarafta bir huni, bir boynuz oluşturmayıp, arkadaki başka bir evreni de yine boynuzlaştırıp, her iki boynuzu sivri uçları birbirine değmek şartıyla birleştirdiği ispatlanmıştır.
İki boyutlu üzerinde bir örnek verirsek, evrenimizi çok büyük bir sayfa olarak düşünüp, üzerindeki varlıkları da kalınlıksız, derinliği olmayan fotoğraflar gibi düşünmeliyiz. Bu dümdüz evren, bir karadeliğe yakalandığında, kağıt bir külah gibi kıvrılmaktadır. Fakat üzerinde yaşayan "Resim insanlar" yine de uzayı düz gördüklerinden, böyle bir tuzağa yakalandıklarının farkına varmazlar. Oysa kağıt uzay külah biçiminde bükülüp kendi üstüne katlanmış ve bir de hesapta olmayan eğrilik çapı ortaya çıkmıştır.
Bu eğrilik çapı içinde gittikçe daha daralan türlü çaplar bulunmaktadır. Yolun sonunda, Schwarzschild kritik çapı bulunur ki, orası artık başka evrendir. Böylece "Resim insanlar" bu kritik çap içine girdiğinde dış uzaydan koparlar. İşte bu çaplar-kuturlar bir önceki cildimizde sunduğumuz "Aktarıs semavat (Rahman-33)" ayetinin sayısız yorumundan biridir.
Bu çaplardan (Aktar=Kuturlar) biri de, kaçma hızının (Yani yıldızın çekmesinde kurtulma hızının) ışık hızına eriştiği maksimal çap olan Schwarzschild çapıdır. O çapın ardındakiler bizimle haberleşemezler. Çünkü haberleşmeleri için gereken radyo mesajları tastamam ışık hızıyla bize ulaşmaktadır. Dolayısıyla "Bu mesajlar" oradan kaçamadıklarından, bize ulaşamazlar. Karadelik kendi ışığını ve kendi mesajlarını da yutmaktadır.
Eğer Schwarzschlid hunisi "Zülkarn=tek boynuz" olsaydı, "Kritik aktarıs semavat" içine düşen tutsaklar, "Sıfırlanana kadar" ezilip yok olacaklardı. Ancak Schwarzschild hunisinin tek boynuz (Zülkarn) olmayıp, çift boynuz (Zülkarneyn) olmasıyla, hem ölümden kurtulma şansı bulundu, hem de BİR BAŞKA EVRENİN daha var olduğu anlaşıldı.
KESİM : 91
İKİ BOYUTLU DÜNYALAR
EVRENLER ÇİFTLEŞİYOR
Schwarzschild uzayın boynuzlaştığı Zülkarn=Tek boynuzu ile o evreni de büzmelidir. İşte ROSEN, bu "Zülkarneyn=İki boynuzlu" soyut uzay geometrisini buldu: Uzayda bizim kesimin hunileşmesine neden olan karadelik, öteki kesimdeki başka bir ortamda da aynı etkiyi yaptığından, bu bir çift huni, tekillikte birbirleriyle boğazlaşıyorlar ve bir KUM SAATİNİ andıran biçimi oluşturuyorlardı.
Bu demekti ki, karadelik, birbirine çok uzak iki evreni, bu boğaz ya da köprü geçit ile birbirine bağlıyordu. Böylece evren tek iken çiftleşiyordu!..
Bir huniden başaşağı çekildiğimizde tekilliğe varır, oradan da "KARŞI BİR EVRENE" fırlatılırız. Karşı evren mutlaka bildiğimiz uzay-zaman karakteristiğini taşıyan ve bizimkine tıpa tıp benzeyen "PARALEL BİR EVREN" olmalıdır.
Karadelik hortumunda yer değiştirip hapsolan uzay-zaman eğrileri, bu "Karakteristiğimizi taşıyan evrende" yeniden serbest kalıp açılır. Uzayın serbest kalmasıyla "Zaman" normal olarak aktığından, göz açıp kapayana dek öteki evrene fırlamış oluruz.
"Karşı evreni" öngören ve söyleyen bizim hayalciliğimiz ya da kurgu-bilim romancılığımız değildir. Doğrudan bilim "Karşı evreni" öngörmektedir.
Zaten Kur'an'daki "ÇİFT ÇİFT YARATILIŞ" mealindeki sayısız ayet, bu Zülkarneyn boynuzlarının (Yani boynuzun iki yanındaki çiftleşmiş evrenlerin) kozmik haberciliğini yapmaktadır.
Schwarzschild'in bu bir çift hunisi, bir tünelle birbirine yapışınca, uzay-zaman çizgilerinin statik bükülmesini o noktada kontrol edemediğimizden, "Tünel sürecinde" kalır, Berzah aleminin "Aktarıs Semavat" çizgilerine hapsoluruz, Ankebut-dişi örümcek yuvasına tastamam benzeyen statik uzay-zaman bükümüne yapışırız.
"Ölüm, süresiz tünelde kalmak"tır. Fakat ölüm kaderimiz değilse, bu tünel sürecinden milyarda-bir saniyede geçer ve milyonlarca yıl uzaktaki, en uzak paralel evrenlerimizden birine aniden sıçramış oluruz. Evrenin bu ani değişmesi öylesine birdenbiredir ki, tekilliğe yakalanan bir tutsak, daha beyninde anlama (idrak intikal sürecini) oluşturamadan, birden karşıda başka bir gök manzarası görüverir!
Evrenin bir iken ikiz olması "Evrenin bütünlüğü ilkesini" sarstığından, Schwarzschild'in bu ikiz hunilerinin düzleştiği ve en geniş yuvarlak yanlarının birleştiği görüşü getirilmişti.
Ancak probability (İhtimaliyet=olasılık) ve indeterminizm (Kesinsizlik=belirsizlik) olgusu ortaya çıkınca, yeniden evrenin bütünlüğü ilkesi yıkıldı. Kuantum teoremi, bu iki kavramı mikroskobik düzeyde kaçınılmaz şart koşmaktadır.
En küçük ile en büyük birbirlerinin yansısı olduklarından, (Nasıl ki kuantum teoreminde "SONSUZ İHTİMAL" varsa) evrenlerin de sonsuz sayıda olması gerekiyordu. Böylece bir çift yerine, sayısız Schwarzschild hunisi, bir karadelik yöresinde dışa bakan sayısız hoparlörden oluşmuş bir küre gibi görünüm sergiliyordu. Her bir hoparlör kendinin temsil ettiği bir evrene açılıyordu.
Çekimin başardığı bu inanılmaz olay ortaya çıkınca, bir kısım kozmolojistler "Evrenin tek olduğunu, fakat sonsuz ihtimal taşıdığını" savundular. Bu tarz öneriler evrenin bütünlüğü ilkesini "Hâlâ" korumak üzere yapılan, tutucu zorlamalardır.
Enbiya suresi 104. ayette bu alemler (Yani paralel evrenler) "Bir kitabın sayfaları" biçiminde anlatılmıştır. Kıyametle birlikte bu kitabın sayfaları dürülecek yani uzay-zaman bükümüne uğrayacaktır. Kitabın sayfa adedi verilmediğinden, gerçekten evrenin "SONSUZ İHTİMALLERDEN" kurulu, sonsuz sayıda olduğu hükmüne varabiliriz.
Öte yandan tünellerin yani boynuzların "BİR ÇİFT=ZÜLKARNEYN" olduğu da bildirilmiştir.
Öğretimiz bu iki görüşü uzlaştırmak için, bütün evrenin "BİRER ÇİFTTEN KURULU SONSUZ ÂLEMLERDEN TERTİPLENDİĞİNİ" benimsemiştir.
Herhangi bir tekillik ile bu evrenler arası bağlantı sağlanabilmektedir. Hatta bir çıplak tekillik ardında, paralel evren bu yandan bakınca ortaya çıkmaktadır.
Bir tek karadeliğin sayısız evrene açılıp herbirine teğet olup değmesi, belirsizlik ve ihtimal hesapları sonucu ortaya çıkmış ilginç bir görüntüdür. Yani sonsuz sayıda birleşmiş evrenler içinde hep o aynı bir tek karadelik vardır.
Bu bir tek karadelikten de milyarlarcası olduğuna göre, uzayın birbiriyle dolaysız bağlanmış bir tüneller yumağı olduğunu anlayabiliriz.
Bu kozmik bir "Labirent" benzeridir. Fakat sezgi ile canlandırılamayıp, sadece saf matematik denklemlerle anlatabilmektedir. (*)
(*) Yazarın oluşturduğu bu parakozmolojik uzay modeli, "Aiberg Uzay Modeli" olarak tescil edilmiştir. Bu modelde her bir evren çiftine açılan tünellerden sonsuz tanesi bir üst disiplin ve boyut sistemi olan SÜPER UZAY=AŞAĞI MİSAL ÂLEMİ'ne açılmaktadır. Böylece mesafe ortadan kalkar, zaman sıfırlanır ve hiç bir adım atmadan hiç bir salise geçmeden, bütün paralel alemlerle dolaysız ve her noktayla bağlantı kurularak ilişkiye geçilebilir. Buna yazarımız, uzayın yürütülmesi ya da "UZAY YÜRÜYÜMÜ" adını vermiştir.
Biz bir karadelik aracılığıyla paralel evrene salisenin milyonlarda biri zamanda aniden geçebiliriz. Peki sonra aynı yolla dönebilir miyiz? Bunun 3 alternatifli 3 cevabı var:
* Determinizm, öleceğimizi ve hiçbir zaman dönemeyeceğimizi söyler. Oysa bu "Tek boynuz" görüşü terk edilmiştir.
* İndeterminizm, evreni bir çift (Pariter dublex) gibi iki ihtimale dayandırdığında, biz gerçekten evrenimize geri dönebiliriz. Yani buradaki bir karadelik bizi yutar ve paralel evrene verir. Sonra aynı karadeliği kullanırız, bir daha yutuluruz ve yeniden bu evrende var oluruz, aynı yoldan evrene geri döneriz...
* Ancak sonsuz ihtimale dayanan (Yani sonsuz tane Zülkarn'lardan söz eden) istatistiksel matematik ise bizim aynı evrene geri dönmemizin "Sonsuzda-bir" ihtimal olduğunu söyler.
Dolayısıyla bir karadelik bulursak, bunun ardındaki paralel evrene gidebilir, ancak yeniden dönmeyi istediğimizde, buranın ne ilk ne ikinci evren değil; üçüncüsü olduğunu görürüz. Kendi evrenimizi aramayı sürdürürken böylece dördüncü, beşinci... ve sonsuzuncu evrene girer-çıkar, asla kendi evrenimize dönemeyiz.
Bu yolculuk boyunca "Zaman HİÇ akmayacağından", yaşlanmadan sonsuza dek kozmik bir yurttaş gibi evrenler labirentinde kaybolmuş bir "Evrenler-arası-gezmen" oluveririz.
"Sonsuzluk" derken dönen bir karadeliğin dönmekte olduğu çizginin çevresinde, dönme yönüne zıt yönde giden birinin, yaşlanmasının sonsuza kadar durduğunu ve dolayısıyla ölümsüzleştiğini" kastederiz.
KESİM : 92
KARADELİĞİN İÇİNDE
HAYALET BOŞLUĞU
Şimdi öyle bir noktaya geldik ki, aklımıza şöyle bir soru geliyor:
"Göz açıp kapayana dek içine düşüp başka paralel evrene fırlatıldığımız karadeliğin kendisine niçin çarpmıyoruz?"
* İlk anlayış bize karadeliğe çekilen birinin un-ufak bir madde yani enerji tozu olacağını öngören determinizm idi.
* Fakat kuantum fiziğinin "Olasılık" kavramı bize, karadeliğin olduğu yerde "Bir madde yani çarpacak bir yüzey ve engel olmadığını", bunun yerine bir tünel boşluğu olduğunu söyleyen indeterminizm'den türemedir. Kuantum fiziği sayesinde, hiçbir şeye çarpmamız gerekmez:
Tutsak cisim hiçbir darbe hissetmeden, saydam bir karadelik kapısından geçecek biçimde değiştirilmiştir.
Karaboşluğun öldürücü çekimi yalnızca yüzeyindedir.
Çünkü yalnız yüzey limitindeki indirgenemez yüzey enerjisi birden yok olur. Böylece hiçbir çarpma sadmesi hissetmeksizin ve karşımızda hiçbir madde yığını hissetmeksizin adeta saydam bir kapı buluruz.
Zaten doğanın dört kuvvetinde de bu geçirgenlik vardır.
* Güçlü nükleer kuvvet birimleri soyut sayılara sıkıştırılmıştır.
* Elektromagnetizma yalnızca bir cismin yüzeyinde bulunur. (Örneğin dinamo çekirdeği olan armatürlerde ve elektroskop küresi içinde yükler bulunmaz, buraları nötr davranır.)
* Zayıf çekirdek kuvvetinin zayıf nötr akımları olan nötrinolar da madde ile etkileşmez, maddeden hiç tedirgin olmadan içinden geçerek yoluna devam ederler.
* Çekimci dalga birimleri (Gravitonlar) da nötrinolar kadar seyyal ve hayalet davranışlarda bulunurlar.
Böylece doğanın dört kuvvetinin maddeyi taciz ve tedirgin etmediği karadelikler gibi aşırı oluşlar vardır. Dolayısıyla biz de örneğin bir nötrinoya ve karadeliğe hiçbir engel oluşturmadan, karşımızda engel bulmadan onları aşabiliriz!
Biz karadelik yüzeyine ayak basıp, onu aşınca birden "Çekim" vok olur ve tünel süreci başlar.
Orada madem ki madde yoktu, neden karadeliğin etkisi devam etmektedir? Kütlesine ne olmuştur? Merkezinde çöken bir yıldız olmadan olay ufku nasıl oluşmuştur?
Madde tamamen yok olduysa, etkilerinin de yok olması gerekirken, böylesi bir karadeliğin çevresindeki cisimlerin yörüngelerini neden bozduğunu, onları oraya niçin çektiğini sormak hakkımızdır.
Çöken yıldızın, maddesinin ardında kalan "Uzayın bükülmesi" öylesine sonsuz büyüktür ki, maddeye sonradan ne olursa olsun, bu büzgü ardındaki olay ufku bize hiçbir bilgi iletmez. Dışarıdan bakan birine "Karadelik", kendisiyle birlikte avlarını da sabitleştirip, dondurmuş görüntüsü verir. Yani hem karadelik yüzeyi, hem de yuttuğu avlar sabitleşmiş, hâlâ oradaymışlar gibi gösterilmektedir. Çünkü orada zaman durmuştur, tutsaklar ve yıldız donmuştur.
Oysa dışarıdan seyreden biri değil de olay ufkuna giren bir gözlemci, birden donan ve sabit olanların hareketlendiğini görüyordu.
Yüzeyin çekim enerjisi kabuğu ile olay ufku arasında saat geriye çalışır. Bunun ötesine geçilemediğinden, işte etkiler de bu etkinliğini sürdürmektedir. Vakıa-75. ayetteki "Yıldızların yeri" bu sırrın ve kudretin nişanesidir. Ayette YILDIZLARDAN DEĞİL; YILDIZLARIN YERİNDEN SÖZ EDİLMEKTE, artık orada bir yıldız değil de onun yeri adı altında (Örneğin bir karadelik) ETKİSİ bildirilmiştir.
Bu büyük anlam için Rabb'imiz hiç mecbur olmadığı halde "Yıldızların yerlerine" yemin etmiş ve bu yeminin ne büyük bir yemin olduğunu 76. ayette vurgulamıştır. İnsanoğlu Rabb'i tarafından yemin edilmeye, yeminle ikna edilmeye layık görüldüğü için, yaratıcısı tarafından yemin edilerek önemsenmiştir. Eğer bizatihi Rabb'imizin bu yeminini şuradaki açıklamama rağmen halen anlamamışsak, o zaman da Rabb'imizin bize "İnsan gerçekten nankördür" dediği kader, aşağılık ve zeliliz demektir.
Yücelmek O'na mi'rac'dır. Aşağılanmak ise şeytan ve onun ebedi yurdu olan Esfelissafilin cehennemine, Haviye denen, Arş'a en uzak noktaya, Cehennemin karaboşluğu olan Gayya kuyusu aracılığıyla düşmek demektir. İşte bu kuyu Zülkarneyn'in en uzağındaki ve en sonuncu karaboşluk kuyusudur.
Olay ufkunun altına büzüşen ve karaboşluk olmuş dev yıldızın aldatıcı bir ışıması olduğundan ve orada karadeliği varmış gibi göstermesinden söz etmiştik. Böylece biz, orada karadeliği bir kütlesi varmış gibi sanmaktayız. Oysa karadeliğin kendisi dahil, bütün tutsakları ve yuttukları, çoktan başka evrene naklolmuştur.
Karadelik bile kendi varlığını ardındaki tünele sığdırmıştır. Fakat yüzeydeki çekimsel enerji ile olay ufku arasına bütün etkiler hapsolunduğundan, o bölgede yalnızca çekim dalgaları (Yani görünmez Schwarzschild etkisi) ışımaktadır.
Öyleyse siyah boşluklar "Gerçekte çekirdeksiz otay ufkudur".
Çekimin kendisi bir çekirdek gibi davranıp, ışıktan hızlı gidemeyen herşeyi tüneline tutsak alır!..
O zaman, içinde "Karadelik" barındırmayan yani "Çekirdeksiz" bir olay ufku görüntüsü var demektir. Orası çekim şokunun ve magnetik aşırılaşmanın bir "Mekan boşluğu" içindeki ESÎRÎ etkisi durumuna ulaşmıştır.
KESİM : 93
HAWKİNG OLAYI
ÇEKİRDEKSİZ OLAY UFKU
"Çekirdeksiz olay ufku", çekim ve magnetik aşırı şokun, çekim kalıntısı yıldızın nötronlarını da kendi alanında çözmesiyle ortaya çıkan mekan boşluğu olup, oradaki etkinlikler zaman faktörünü de yener.
Burası artık başka planlardaki evlerin giriş kapısıdır. Buradaki magnetik alanlar ve gravitational kuvvetler çekirdeksiz olay ufkunun oluşmasına neden olmuş, tünel yolunu açmıştır.
Tünel süreci, atomik boyutlardan evren boyutuna kadar her yere "Kanal" gibi uzanır ve "Çekip alır". Karaboşlukların bu sırrını Stephen Hawking'in çözdüğünü sunmuştuk.
Karaboşluk yöresindeki uzay vakumu büyük bir enerji potansiyeline sahip olup, dönen karaboşlukta girdap yönünde ve buna ters iki akıntı oluşturuyordu. Birincisi karaboşluğa akıp, onunla birleşirken; diğeri de eskisinden daha güçlü olarak karaboşluk içinden fırlamışçasına uzaklaşıyordu.
Bu ikincisi "Enerji durumunu" karadelik kütlesinden karşıladığından, kütle kaybına uğrayan karadelik bu sızdırmasını tüketince büyük bir patlamayla açılıyordu. Bu patlamalar halen de sürmektedir (Hawking buharlaşması).
Karadelik patlaması kendisinin bile kalıcı olmadığını anlatmakta, (ve olasılık uyarınca kendini bu biçimde) "Kendi tüneline" terk ettiğini göstermektedir.
Evren sonsuza dek genişleyecek bile olsa durum değişmez. Çünkü karadelikler asal maddenin % 98'ini yutacaklar, birbiriyle birleşecekler; karadeliğe yakalanan her madde tünelin ucunda ışıyan enerjiye (AKDELİK ışıması) dönüşecek, bunlar da yeniden bir karadeliğe yakalanacaktır.
Sonra karadelikler de tünele yakalanıp imha edileceklerdir. Böylece tünelin tahrip ettiği karadelikler de "Akdelik" biçiminde patlayarak açılacak ve evren yeniden radyasyona dönecektir.
Radyasyon bir kuasar tarafından karadelikten sızdırılıp, serbest bırakılır. Evren salt ışımaya döner. Ancak sürekli genişleyip kararmaktadır ve mutlak soğuk dereceye ulaşıp buz tutunca, son ışımalar da son gücünü harcayacak, onlar da artık ışımayacak ve evren mutlak karanlığa gömülecektir. (*)
(*) Gerçekte evren için düşünülen bu değildir. Açık bir evrenin tersine kapanan bu evren için, bizden önceki kaybolan bir evrimin karşıt evrimi olduğunu ileri süren teoriler de vardır. Bir başka görüş da PARİTE'deki durumdur. PARİTE'ye inananlar, iki evrenin birbirinin aynadaki hayali olduğunu savunur: Bizden önceki evren bir karadeliğe çöker ve tünel ardından "Akdelik" (Yani Big-Bang patlaması) olarak "Bu tarafa" çöker ve bu sür-git biçiminde gider. Ancak bu osilasyonik modelin "Schwarzschild ışıması" denen sürekli enerji kaybıyla durması gerekmektedir. Öğretimiz bu güçlüğü gidermek üzere, nedensellik ilkesinin ters yüz edildiği ve Schwarzschild ışımasının evrenin başına ışıdığı, "Bir kez öldüğü için" dün doğan evrende "Şimdiyi yaşadığımız" görüşünü savunur. O zaman eğri doğasıyla "Çember" olan evrenin başı olan "Big-Bang" Akdelik kaderi olan yörüngeyi izleyerek çıktığı noktaya yani kıyamete dönen Doomday (Karadeliği) ile birleşir; neden ve sonuç aynılaşır ve böylece evren, "Süper uzaya" tünel aracılığıyla alınır ve geçmişe "Yeniden serbest" bırakılır.
KESİM : 94
İNSANSIZ BÖLGE
EVREN KAPILARI
Tünel sürecine yani tekillik yöresine "İnsansız bölge" adı verilir. Bu bölge, herhangi bir paralel evrene ya da bize ait değil; doğrudan Süper Uzay'a aittir. Tünel süreci ardında fonksiyonsuz, geodezi-üstü ve gri-esîrî hiçlik denen bir mekan sardamı vardır. Burası ne bu evrene ne paralel evrenlere aittir. Doğrudan Süper Uzay'a yani "Aşağı misâl alemine" ait uzay-üstü uzaydır.
Bir "Kıyamet makinesi" gibi davranan karadelik tekilliğinin, öldürücü cazibesi gözardı edilirse, aynı zamanda bir "Zaman makinesi" gibi davranması nedeniyle "Yaşama" şansımız doğmuş olur. Dışarıda kalan ikizimiz bizim sonsuza dek donmuş olarak tekilliğe yapıştığımızı düşünüp yasımızı tutarken, biz milyarda bir saniyede çoktan bu insansız bölgeyi geçmiş ve bu kısacık sürede evrenin kalan bütün tarihini tüketmiş oluruz.
Elektrik yüklü, dönen ve aşırı istisnalaşmış karadeliklerde, uygun şartlarda tekilliğe girilirse, yaşama şansımız doğar, ölmeyiz. Kısaca hatırlarsak, duran karadeliklerde sadece çekim etkisi vardır ve bu nokta tekillikli karadelik karakabir adını alır ve kesinlikle bizi öldürür.
Fakat dönen bir karadelikte çekim etkisine karşı çıkan bir dönme kuvveti enerjisi ile dengelenme vardır. Dolayısıyla bu Satürn halkası gibi bir halka ya da simit biçimi tekillik oluşturur. Çünkü galaksi düzlemindeki çökmeyi önleyen bir yapay çekim kuvveti (Merkezkaç kuvvet) daha ortaya çıkmış ve halka düzleminde çekim kuvvetiyle dengelenip sıfırlanmıştır.
İşte bu sıfırlanmış noktadan yani ekvator halkasının dışındaki düzlemdeki bir noktadan karadeliğe girersek, bizi öldürecek olan çekim gelgitlerini hissetmeyiz. Böylece baş aşağı çekildiğimiz huninin boğazın açıldığı, ikinci bir huniden geçerek paralel evrene fırlamış oluruz. Bütün bu anlattıklarımız saniyenin milyarlarda birinde olup bitmiş olur.
İşte böyle bir yaşama şansı için (Beş ila yüz güneş kütlesinde) dönen bir karadelik bulup, onun ekvator yönünde dönme eksenine aykırı girmemek şartıyla daldığımızda karaboşluk "Uzay yürüyümünü" gerçekleştirip, bizi bu evrenin en uzak bir bir noktasına çıkarır.
Bu kütle değeri ne kadar büyürse o kadar evrenin en uzak bölgesine fırlarız. Sıfır saniyede ve bir adımda bu mesafeyi geçmiş ve ışık hızı yasağını delmiş oluruz.
Dikkat edilirse bu olguda biz yol almayız, biz durduğumuz halde UZAYIN KENDİSİ YÜRÜR.
Dönmeyen fakat 1000 güneş kütlesi büyüklüğündeki süper dev bir karadelik, "Karadelik-aşırı" bir özellik taşıdığından yine bizi öldüremez, uzayımızı en sonuna kadar yürütür. Bu da yetmezse bitişik paralel evrene yürür ve bizi "Başka evrene fırlatır".
Bu dev karadelik gibi, elektrik yüklü ve çıplak tekillik dediğimiz karaboşluk türleri de başka bir evrenle birleşmeye açıktır.
Bir evren gezmeni dönen karadeliğin (Döndüğü çizgi) kuzey-güney dikmesine göre, bu eksenin dönüş yönüne zıt bir yörüngesel yol izlerse ÖLÜMSÜZLEŞİR. Karadeliğin dönme periyoduna (Dolanım süresi) orantılı olarak sözünü ettiğimiz adaptasyonu uyguladığımız oranda "ZAMAN KAZANIR" ömrümüzü kontrol altında tutarız. Çünkü yaşlanmamız durdurulur, relativite'deki sonsuz zaman genleşmesi mekanizması iş başına geçer.
Daha önce sözünü ettiğimiz ergosfer katmanlarında da zaman denetimi yapabildiğimizi hatırlayalım:
Karadelik tekillik merkeziyle ergosfer arasında ne kadar uzaklık varsa o kadar güvenceli olarak zamanı denetleyebiliriz. Ergosferde kalacağımız bir yıla karşılık geleceğin ufuklarına bin ila milyon yıl daha girer ve uzun ömürlü yolculuklar yapabiliriz. Riskine rağmen ergosferde biraz daha aşağı indiğimizde, örneğin bir ay kalınacak bir süre karşılığında zaman öylesine genleşir ki dünyada insan soyu tükenmiş bile olur.
Böylece bir yok etme makinesi olan karadelikleri de Allah'ın lütfuyla ve ilmiyle emrine alacak insanoğlu onu zaman makinesi olarak kullanabilecektir.
Gaybi bilimler düzeyindeki "Hz. Hızır"ın zaman denetimi ile karadelik zaman makineleri AYNI YÖNTEMLE çalışmaktadır.
KESİM : 95
HZ. HIZIR'IN ZAMAN MAKİNESİ
NEDENSELLİK TERS-YÜZ OLUYOR
"Zaman makinesi gibi davranan bir karadeliğin halka tekilliği boyunca dolandığımızda, zaman içinde geri yolculuğa çıkar, kendi kopyalarımıza rastlarız" dedik. Çünkü saatimiz tersine çalışmaktadır. Gördüğümüz "Kopyalarımızın" her biri kendini gerçek sanır. Bu durum ve görüntü nedensellik ilkesinin çöküşüdür.
Ayrıca, karadeliğe çekilen biri, eğer olay ufkunun ardını görseydi, orada saatinin tersine çalıştığını, ikizinin gençleştiğini izleyecekti. Saatin bu geri sayması, yine nedensellik ilkesini çöktürür.
Eğer bir karadeliğe girip, yine aynı yoldan geri dönebilseydik, ayrıldığımız yere terk ettiğimiz tarihten daha erken bir zamanda geri döner ve yola çıkmadan amacımıza ulaşmış olurduk. Dönüşte yola çıkmaya hazırlanan kendimize rastlar, kendi yolculuğumuzu anlatırdık. (*)
(*) Sonrası da var: Bu "İkimiz birden" yeniden yolculuğa çıkar ve dönüşte yolculuğa çıkmaya hazırlanan "İkimizle" dörtleşiriz. Böylece katlanarak 8-16-32-64 ve sonsuz sayıda olabiliriz. Bu mültikopya olayı, soyut varlıklar olan ve din verilerinde Melek adıyla geçen varlıklar ile paylaştığımız özdeş bir yasadır. Arz'dan Arş'a Sonsuzluk Kulesi adlı bandımızın ikinci cildinde melekleri sunmuştuk. Işıktan hızlı giden saat geriye çalışmakta ve üreme ile değil; lineer bir kopyalanma ile çoğalmaya "Cinsiyetsiz" tıpatıp kopya olmakta ve öz-enerjili fantastik gerçeğe uyarlı bir Nur termodinamiği oluşturmakladır.
* "Zaman yolculuğunun ileriye" doğru mümkün oluşunu anlattığımız kesimlerden çıkan sonuca göre geleceğin içlerine girerek, her zaman bir geleceğimiz olduğunu kavrayabiliyoruz. Biz şu an yaşayan bir "Geleceğimiz", orada torunlarımız olduğunu düşünüp, bunları saçma bulurken; bir karadelik ergosferi aracılığıyla "Geleceğe" doğru hızlanıp, henüz "Doğmamış" torunlarımızın orada var olduğunu görürüz. Artık onlarla birlikte bu gerçeği yaşarken "Geçmiştekiler", yüzlerce yıl önce "Ölmüş" olurlar. Eğer geri dönseydik, bu kez onlarla buluşurduk ve "Öldü" bildiklerimiz dirilmiş olurdu. Göreceliğin bu sonuçları her zaman bir geleceğimizin "KESİN belirli" olduğunu ve bizi beklediğini anlatır.
Dostları ilə paylaş: |