Burjuva-demokratik siyasal bilinci insanlığın bir döneminin kazanımı olarak kavramak gerekiyor. Dejenere olmuş burjuva demokrasisi, burjuva parlamentarizmin işleyişi ve kokuşmuşluğu ile demokratik siyasal haklar için verilen mücadele içinde genel olarak işçi sınıfının siyasal bilinç kazanması ve olgunlaşması sorunlarını birbirine karıştırmamak gerekiyor. Burjuva demokratik bilinç ile proleter demokrasiye geçiş arasındaki tarihsel-diyalektik ilişkiyi de görmek gerekiyor. İnsanlık, diyor Lenin, "feodalizmden burjuva demokrasisine, burjuva demokrasisinden proleter demokrasisine geçer.”
Bizim bu konuda oportünizme ya da geleneksel kavrayış tarzına karşı yürüttüğümüz ideolojik mücadelenin en kritik unsuru hatırlayalım. Onlar burjuva-demokratik siyasal kazanım(143)ları kendi içinde zorunlu bir tarihsel özel evre olarak ele alıyorlar. Biz ise onlara hep şunu hatırlattık: Bu, kendi başına ele alınabilen bağımsız bir sorun değildir; bu sorun, toplumdaki genel sınıf ilişkileri zemini üzerinde, tarihsel durum neyse o temel üzerinde anlamını bulur, buna göre formüle edilir, bu çerçevede ortaya konulur. Bu sorun soyut biçimde, genel geçer bir kalıp olarak konulamaz.
Demokrasi sorunu her zaman sosyalizm sorununa tabidir. Ama bunun 1930’ların Çin’i ile 1990’ların Türkiyesi’nde alacağı biçim elbetteki farklıdır. Toplumun içinde bulunduğu temel iktisadi ve siyasal ilişkilere bakacağız, yaşadığı maddi-toplumsal gelişmeye bakacağız ve bu koşullarda demokrasi sorununun ne anlam kazandığını somut olarak tahlil edip ortaya koyacağız.
Bütün devrim tartışmalarımız, geleneksel programlara ya da devrim anlayışlarına yönelttiğimiz bütün eleştiriler, temelde bunun üzerine oturuyor. Ne diyor Lenin? İşçi sınıfının, temel demokratik-siyasal istemlerden hiçbirini gerçekleştirmeksizin bile, burjuvaziyi devirmesinde akla aykırı hiçbir şey yoktur. Çok veciz, çok derin anlamı olan bir sözdür bu. Ama hemen ardından da ekliyor; bunlar uğruna mücadeleden geçmemiş, bu mücadele içinde eğitilmemiş bir işçi sınıfının burjuvaziyi devirmesi de mümkün değildir. Mesele bu istemlerin kendi içinde kazanılması ve kurumlaştırılması değil; işçi sınıfının istemler uğruna mücadelede bilinçlenmesi, örgütlenmesi, birliğini kurması, böylece bir savaş kapasitesi, bir alternatif iktidar gücü ve kapasitesi kazanmasıdır. Bunun deneyimine, bunun bilincine kavuşmasıdır. Bizim için tayin edici olan, işçi sınıfının bu haklar uğruna mücadele vermesidir. Yoksa uğruna mücadele edilen şu veya bu hakkın kazanılması ve fiilen kullanılması değil. Kuşkusuz bu da önemlidir, ama bu önem ikincildir. Temel olan, belirleyici olan, bizzat mücadelenin kendisidir. İşçi sınıfının mücadelelerde kazanması ya da yenilmesi, küçük mevziler ka(144)zanması, yarın onları kaybetmesi, ertesi gün yeniden kazanması, tüm bunlar tali önemdedir. Bu mücadelelerin işçi sınıfına vereceği siyasal bilinç, siyasal olgunlaşma, örgütlenme kapasitesi ve giderek, bunun burjuvaziyi devirebilecek bir noktaya ulaşmasıdır önemli ve tayin edici olan. Bu bir.
İkincisi; proleter yığınların demokrasi düşmanı bir sınıfa karşı verdiği mücadelenin demokratik temeller üzerinde sürdürülmesi de çok önemlidir. Lenin’in önemle altını çizdiği noktalardan biri de budur. Zonguldak direnişine bakın, işçilerin toplanmaları, karar almaları, bir takım şeyleri tartışmaları, bir takım aksaklıklara ya da teslimiyet eğilimlerine tepki göstermeleri vb., tüm bunlar, yığınların kendi içlerinde bir takım demokratik ilişkileri ve kurumları geliştirmesi anlamına geliyor. Öte yandan, bu türden bir mücadele, işçi sınıfının kendi dışındaki emekçi ya da çalışan kitlelerle demokratik ilişkiler geliştirmesini de sağlar. Yani bu mücadele, aynı zamanda, işçi sınıfının ve emekçilerin saflarında demokratik iç ilişkileri ve kurumları geliştirir, bu ilişkilerde ve kuramlarda demokratik normların egemenliğini üretir.
Ve biz biliyoruz ki, ezen ulusun emekçileri ile ezilen ulusun emekçileri arasında bu tür demokratik ilişkiler gelişmeden, onların ortak düşman sınıfa karşı birlikte mücadele etmesinin olanağı da olmuyor. Örneğin bugünün Türkiye’sinde bu henüz yok ve mücadele bu açıdan büyük bir gerilik ve zaafiyet içerisinde. Kürt emekçileri Türk emekçilerine güvensiz. Neden? Çünkü Türk emekçileri, onlar ezilmiş ve haklarından yoksun bırakılan bir ulus olduğu halde, Kürtlerin meşru demokratik ulusal haklarını savunmuyor. Henüz, bu ezilen mazlum bir kardeş halk, bu halkın ulusal hakları niye tanınmıyor? diyemiyor. Türk işçileri bunu diyemediği ölçüde, bu, Türk işçileri ile Kürt işçileri arasındaki ilişkileri bozuyor, mesafeyi büyütüyor, önyargıları çoğaltıyor. Peki biz her iki ulustan işçi sınıfının ve emekçilerin birleşik devrimci ordusunu nasıl kuracağız? Türk(145)işçilerinin Kürt halkının ulusal ezilmişliği karşısında duyarlılığını geliştirmeden, bu birleşik orduyu kurmanın olanağı var mıdır? Ulusal sorun üzerinden bu tür bir demokratik siyasal mücadele yürütmeden, bu tahribatı onarmak ve sermayeye karşı birleşik orduyu başarıyla kurmak olanaklı mıdır?
Demokrasi sorunu üzerine bütün tartışmalarda önemle bunu anlatmaya çalıştık. Bizim burjuva demokrasisini kazanmak, kendi içinde kurumlaştırmak diye bir sorunumuz olamaz. Soruna burjuva demokrasisini kurumlaştırmak üzerinden bakarsanız ve bunu kazara başarırsanız, kapitalizmi bir nebze terbiye etmiş olursunuz, ama böylece de ona belki de 40-50 yıllık bir yaşama şansı daha tanımış olursunuz. Bu fikir Demokrasi ve Devrim kitabında boydan boya işleniyor. Kapitalizm tabanı üzerinde kazanılmış ve kurumlaştırılmış bir demokrasi, gerçekte çürütücü bir gübreliktir deniliyor orada.
Burjuva ulusallaştırma ve sosyalist kamulaştırma
Ceren: Sanırım yoldaş sorusunu daha farklı bir temelde soruyor. Yani proletarya siyasal iktidarı ele geçirmiş, ama ekonomik planda alınan tedbirler (yoldaşın kafasında şekillenen bu sanıyorum) aslında henüz kapitalizmin sınırlarını aşmıyor. Yani siyasal üstyapıda iktidarı ele geçirdik, burjuvaziyi devirdik, ama...