Tartışma, programın yapısını kurarken demokratik siyasal istemleri nasıl formüle edeceğimiz, programımızın bunlara ilişkin bölümününe bir “asgari program” tanımı getirip getiremeyeceğimiz üzerineydi. Ben programın ilgili bölümlerini böyle tanımlamaktan kaçınalım diyorum. Zira yerleşik kavrayışın gücü de düşünüldüğünde, bu gereksiz bir kargaşa yaratmaktan başka bir işe yaramaz. Fakat ben, deminden beri yaptığım tüm açıklamalardan da anlaşılacağı gibi, bu kavramı kullanmaktan kaçınmanın yine de sorunu çözmediğini, dahası, eğer sorunun teorik içeriği ve mantığı doğru kavranmazsa, bu kez tersinden bir düşünsel kargaşanın doğacağını da ekliyorum.
Sonuç olarak, bu kavramın, teorik içeriğini ve mantığını doğru ve sağlam bir biçimde kavramak kaydıyla, programımızın ilgili alt bölümlerine ilişkin olarak bu türden tanımlardan kaçınalım. Programımızı proleter devrim eksenine dayalı bir bütün olarak kavrayalım, onu proletarya devrimi ve sosyalizm programı olarak tanımlayalım.
Bu sorun teorik açıdan doğru kavranmalı dedim. Kavranmazsa ne olur? İki şey olur. Ya demokratik siyasal ve iktisadi istemlerden oluşan istemler proletarya devrimi ekseninden koparılarak kendi başına bir ayrı program, sözde “asgari devrim”(105)programı haline getirilir, böylece dosdoğru reformizme kayılır, ki yüzyılın başında Kautskizmin tutumu ve konumu buydu. Ya da bu istemler küçümsenir, görmezlikten gelinir, bu istemler uğruna günlük mücadele ile devrimci iktidar mücadelesi arasındaki diyalektik bağ ve bütünlük kaybedilir, böylece de devrimcilik adına devrimci iktidar olanağı tümden kaybedilir, ki emperyalist-ekonomizm denilen akımın temsilcilerinin kavrayamadığı buydu.
Dikkat edin, emperyalist ekonomistlerle tartışma Hollanda programı üzerinden oluyor. Hollandalılar kendi programlarında asgari taleplerden, yani siyasal reform taleplerinden vazgeçmişler, demokrasi mücadelesi kapsamına giren talepleri reddetmişler. Ama bu talepler uğruna mücadeleyi reddettiğiniz bir noktada, siz gerçekte devrimin zaferini olanaksızlaştırırsınız. Çünkü devrim o mücadeleler içinde büyür, devrimci iktidar olanağı, yığınların bu talepler uğruna mücadeleye seferber edilip, eğitilip örgütlenmesi ile gerçekleşebilir. Özet olarak, teorik olarak alındığında kapitalizmin temelleriyle bağdaşabilir olan siyasal ve iktisadi reform istemleri, gerçekte kapitalizmi yıkma mücadelesinin etkili manivelalarına dönüştürülebilirler ve devrimci bakışaçısından yapılması gereken de zaten budur.
Hiçbir demokratik siyasal istem kapitalizm koşullarında tam olarak gerçekleşemez. Ancak kısmi olarak, ancak iğreti olarak ve ancak geçici olarak, Lenin’in deyimiyle, bir istisna olarak gerçekleşebilir. Lenin’in Radek’le yaptığı polemikte söyledikleri gerçekten çok açıklayıcı. Emperyalist ekonomizm akımına yönelik tüm tartışma ve eleştiri, gerçekte demokratik-siyasal istemler, yani asgari program istemleri etrafında dönmektedir. Bu, burjuvazinin sınıf olarak egemen olduğu bir toplumda demokratik-siyasal istemler uğruna mücadelenin anlamı, işlevi ve sınırlarının ne olduğu üzerine bir tartışmadır.
Lenin diyor ki, “Kapitalizme karşı devrimci savaşımı, bütün demokratik isteklerle, yani cumhuriyet, halk ordusu (militia),(106)resmi görevlilerin halk tarafından seçilmesi, kadınlara eşit hak verilmesi, ulusların kendi kaderini tayin hakkı ve benzeri gibi isteklerle ilgili devrimci bir program ve taktiklerle birleştirmeliyiz. (Proleter devrim programını bu talepler uğruna mücadele programı ile birleştirmeliyiz demek istiyor.) Kapitalizm varoldukça bu istekler -hepsi- yalnızca bir istisna olarak elde edilebilir. Üstelik tam olarak değil, çarpıtılmış olarak... Şimdiye dek başarılmış demokrasiye dayanarak ve bu demokrasinin kapitalizmde tam olamayacağını gözler önüne sererek, yığınların içinde bulunduğu yoksulluğun ortadan kaldırılmasının ve bütün demokratik reformların tam ve her yönüyle gerçekleştirilmesinin gerekli temeli olarak kapitalizmin devrilmesini ve burjuvazinin mülküne el konulmasını istiyoruz.” (Ulusal Sorun ve Ulusal Kurtuluş Savaşları, Sol Yayınları, 1. Baskı, s.230-231)
Dikkat ediniz; Lenin tam da, Radek ve benzerlerini eleştirirken, yani bu mücadeleyi küçümseyenlere ya da görmezlikten gelenlere sorunu anlatmaya çalışırken, sorunu, “tüm demokratik reformların tam ve her yönüyle gerçekleştirilmesinin” gerekli temeli ve güvencesi olarak, “kapitalizmin devrilmesini ve burjuvazinin mülküne el konulmasını istiyoruz” şeklinde koyuyor. Yani sorunu proletarya devrimi ekseninde tanımlıyor. Ama hemen ardından da en kritik noktayı ekliyor: Sorunu böyle, yani kapitalizmin devrilmesi perspektifi içerisinde kavramamız, hiç de demokratik siyasal istemler uğruna etkili ve çok yönlü bir mücadeleyi bugünden vermemizi küçümsemeyi getirmemelidir. Biz bunun böyle olduğunu bilmeli, kapitalizm devrilmedikçe temel demokratik istemlerin tam olarak gerçekleşmesinin bir hayal olduğunu bir an bile unutmamalı, ama tam da bu hedefe başarıyla ulaşabilmek için de, bu istemler uğruna mücadeleyi bugünden ve kararlılıkla verebilmeliyiz.
Cezmi: Yoldaş, bir yere vurgu yapmak açısından şöyle ifade edilebilinir mi? İkinci Enternasyonal partileri için sorun, soyut planda asgari-azami program ayrımının kendisinden de(107)ğil, o partilerin devrimci karakterlerini yitirmiş olmalarından kaynaklanıyordu.
Cihan: Çok kesin olarak öyle...
Ceren: Burada önemli olan, asgari program-azami program ayrımının nasıl ele alındığı, nasıl formüle edildiğidir? Biz demokratik siyasal istemler uğruna mücadeleyi proleter devrim hedefine bağlıyoruz, tüm istemlerimizi buna, bu eksene uygun bir tarzda formüle ediyoruz. Bu çerçevede tek bir programımız, bölünmez bir proleter devrim programımız var. Oportünist ayrımda ise, asgari program, öncelikle gerçekleştirilmesi gereken başlıbaşına bir programdır artık. Teorik planda kapitalizmin sınırları içinde elde edilebilir olan tüm talepler, program formunda sistematik bir ifade kazanıyor, ve böylece öncelikli olarak gerçekleştirme hedefi taşıyan bir program yapısı ortaya çıkıyor. Ve kuşku yok ki, devrime ve devrimci iktidara ilişkin olan herşey, fiilen bir yana atılıyor. Yani bu istemleri programda devrimci bir perspektif, amaç ve mantık içinde formüle etmeyi olanaklı kılan o biricik eksen yitiriliyor. Geriye kala kala şekilsiz, ufuksuz, gevşek, devrimci yapı ve ruhtan yoksun bir reformlar platformu/programı kalıyor. Erfurt Programı’nın çok bilinen oportünist akibeti bu oldu. Rosa Luxemburg’un şiddetle saldırdığı ayrım bu oldu. Başta Alman Sosyal-Demokrat Partisi olmak üzere tüm İkinci Enternasyonal oportünizminin temsilcileri, programın toplumsal devrime dayalı ekseni ile siyasal ve iktisadi reformlara ilişkin bölümlerini birbirinden kopardılar. Bu ikinciyi gerçek programatik temel haline getirdiler.