Türk Dili Tarihi Ahmet B. Ercilasun Akçağ Yayınları / 603 Araştırma İnceleme / 50



Yüklə 2,38 Mb.
səhifə7/33
tarix31.10.2017
ölçüsü2,38 Mb.
#23320
1   2   3   4   5   6   7   8   9   10   ...   33

118

Udar Seŋün kelti.

General Udar geldi.



Tabgaç kaganta İşiyi Likeng kelti.

Çin kağanından İşiyi ile Likeng geldi.



Bir tümen agı,

On bin top kumaş,



Altun kümüş kergeksiz kelürti.

Altın, gümüş eksiksiz getirdi.



Töpüt kaganta Bölön kelti.

Tibet kağanından Bölön geldi.



Kurıya kün batsıkdakı

Geride, gün batısındaki



Sogud Berçik er Bukarak uluş bodunta

Soğdak, İranlı, Buhara ülkesi halklarından



Nek Seŋün Ogul Tarkan kelti.

General Nek ve Oğul Tarkan geldi.



On Ok oglum Türgiş kaganta

On Ok oğlum Türgiş kağanından



Makaraç tamgaçı Oguz Bilge tamgaçı kelti.

Makaraç damgacı (mühürdar) ile Oğuz Bilge damgacı geldi.



Kırkız kaganta Tarduş Inançu Çor kelti.

Kırgız kağanından Tarduş Inançu Çor geldi.

TÜRK DİLİ TARİHİ 119

Bark itgüçi,

Bark (ev, türbe) yapıcı,



Bediz yaratıgma,

Resim ve süsleme yapan, Bitig taş itgüçi

Yazılı taş yapıcı (olarak)

Tabgaç kagan çıkanı

Çin kağanının yeğeni



Çaŋ Seŋün kelti.

General Çang geldi. (KT K 11-13)

General Çang'ın başkanlığında Çin'den gelen sanatkârların da katılı­mıyla Köl Tigin için kaplumbağa kaide üzerine 3,75 metre yüksekliğinde bir bengü taş diktirilmiş; iç duvarları resimlerle bezenmiş ve içinde Köl Tigin'le karısının heykellerinin de bulunduğu bir bark yaptırılmış; bengü taş ile bark arasında, Köktürklerin ileri gelen bey ve hanımlarının insan boyunda hey­kelleri dikilmiş ve bütün bu alan parke taşlarıyla döşenerek etrafı alçak bir duvarla çevrilip anıt mabet hâline getirilmiştir. Doğudan batıya doğru bal­balların arasında uzanan yolu izleyerek, etrafı da balballarla çevrelenmiş anıt mabede gelen Türkler, iki koç heykeli arasındaki kapıdan bahçeye girip önce bengü taş üzerindeki yazılara bakarlar; orada Türk'ün başına gelenleri, acı günleri ve zaferleri, Köl Tigin'in yiğitliklerini okurlar; Köl Tigin'in vefatı sırasında Bilge Kağan'ın dökemediği göz yaşlarını döküp hıçkırıklara bo­ğulurlar; sonra dalgın ve düşünceli heykeller arasından geçerek barka girer; duvarlardaki resimlerde kır ve yağız atlar üzerinde Köl Tigin'in mızrak atı­şını ve kılıç çalışını seyrederler; iç mabedi dolaşarak Köl Tigin ve karısının bağdaş kurmuş heykellerine elleriyle dokunurlar; daha sonra barkın kapısın­dan çıkarak arkaya dolaşır, oradaki sunak taşı üzerinde kurbanlarını keserek bu yiğit atalarını anarlardı.

Köl Tigin bengü taşındaki metnin yazarı Bilge Kağandır. Kağan söyle­miş, yeğeni Yollug Tigin not etmiştir. Taş ve duvarlar hazır hâle gelince Yollug Tigin 20 gün oturup daha önce Bilge Kağan'ın belki de nutuk şeklin­de irat ettiği sözleri (Ercilasun ?) bengü taş ve duvarlar üzerine oyarak yaz-

120 Ahmet B. ERCİLASUN

mıştır (KT KD). Bengü taş bugüne dek kalmış, fakat duvarlar ve bark yüz­lerce yıl önce yıkılıp yok olmuştur.

Köl Tigin'in ölümünden sonra anıtlarda bir tek olay kaydedilir. Buna göre 734 yılında Kıtaylardan ayrılan Tatabılar başkaldırıdan Bilge Kağan Tatabıların 40 000 kişilik ordusunu Tönker dağında bozguna uğratır (BK G 7-8).

İt yılının 10. ayının 26'sında (25 Kasım 734'te) Bilge Kağan da uçup gitti (vefat etti). Oğlu Teŋri Kağan tarafından domuz yılının 5. ayının 27'sinde (22 Haziran 735'te) büyük bir yoğ töreni yaptırıldı. Törene birçok yerden katılanlar oldu. Sadece General Lisun-tay başkanlığında gelen heyet 500 kişiden oluşuyordu. Bu heyet eksiksiz altın gümüş getirmiş, birçok tüt­süyü de her yana dikmişti. Atlarla cenazenin bulunduğu çadırın etrafında dolaşan heyetler ve halk saç ve kulaklarını keserek mateme katılmışlar; cins atlarını, kara samurlarını, gök sincaplarını eksiksiz olarak getirip bırakmış­lardı (BK G 11-12).

735 yılında, oğlu Teŋri Kağan tarafından Bilge Kağan için de Köl Tigin anıtının yakınında büyük bir anıt mabet yaptırıldı. Yine balballar, bengü taş, heykeller ve içi dışı duvar resimleriyle bezenmiş bark. Doğrudan doğruya Türk beyleri ve halkı kağanlarının anıt mabedi için gereken ağır taşları ve kalın ağaçlan yontup biçimlendirerek getirdiler. Kağanın yeğeni Yollug Tigin, bengü taşa Bilge'nin sözlerini kazıdı. Onun nezaretinde heykeller, resimler ve bark yapılıp anıt mabet inşa edildi. Bütün bunlar 34 gün içinde tamamlandı (BK G 15 ve GB).

50 yaşında uçup giden Bilge, tam 19 yıl şadlık (698-716), 19 yıl da ka­ğanlık (716-734) yaptı.

Bilge Kağan Türk halkını doyurmak ve refaha kavuşturmak için kuzey­de Oğuzlara, doğuda Kıtay ve Tatabılara, güneyde Çinlilere tam 12 sefer düzenlemiş, ölecek milleti diriltip beslemiş, çıplak milleti giydirmiş, yoksul milleti zenginleştirmiş, az milleti çoğaltmıştır. Dört bucaktaki milletleri ken­dine bağlayarak ülkesini çok güçlü bir devlet ve kağanlık hâline getirmiştir (BK D 23-24).

Bilge'nin şadlığı ve kağanlığı sırasında ülkenin ulaştığı sınırları bizzat onun ağzından dinleyelim:



İlgerü Şantuŋ yazıka tegi süledim;

Doğuda Şantung ovasına dek sefer ettim;

TÜRK DİLİ TARİHİ 121

Taluyka kiçig tegmedim.

Okyanus'a az değmedim.



Birigerü Tokuz Ersinke tegi süledim;

Güneyde Tokuz Ersin'e dek sefer ettim; Töpütke kiçig tegmedim.

Tibet'e az değmedim.

Kungaru Yinçü ögüz keçe

Batıda İnci ırmağını (Seyhun'u) geçerek



Temir Kapıgka tegi süledim.

Demir Kapı'ya dek sefer ettim.



Yırıgaru Yir Bayırku yiriŋe tegi süledim.

Kuzeyde Yir Bayırku denilen yere dek sefer ettim (KT G 3-4).

Şantung ovası Pekin'in epeyi güneyinde, Sarıırmak'm denize döküldü­ğü yerdedir. Giraud'nun dediği gibi Pekin'in hemen dışındaki Hopei kasaba­sında olsa bile (Giraud 1999: 250) Pekin ile okyanus arasındaki ovalık böl­gedir. Pekin'i geçip Şantung ovasına dek sefer eden Türk ordularının, bu ovanın bittiği nokta olan okyanusa ulaşmamış olmaları mümkün değildir. Dolayısıyla "...kiçig tegmedim" ibaresine bugüne kadar yapıldığı gibi, "değmeme az kaldı, neredeyse değmek üzereydim" gibi Türk cümle yapısını zorlayan anlamlar verilmesine gerek yoktur. Kiçig yerine, onun anlamların­dan biri olan az kelimesini koyduğumuz zaman Türkiye Türkçesindeki "az değmedim"; yani "çok değdim" yapısı hiç zorlanmadan ortaya çıkar. Değ­mek, Eski Türkçede "ulaşmak" anlamına da gelir. Köktürk orduları Şantung ovasına dek gitmişler ve birçok kez de ovanın kıyısındaki Büyük Okyanus'a ulaşmışlardır. Buna göre ülkenin güneydoğu sınırları, Kore yarımadasının batısında kalan Sarıdeniz'in Çin kıyılarıdır. Güneyde ise ülkenin sınırları Tibet'e dek varmıştır. Tokuz Ersin'e sefer edilmiş ve birçok defa Tibet'e ulaşılmıştır. Tokuz Ersin, Tibet'e yakın bir bölge veya halk olmalıdır.

Ülkenin batı sınırı Demir Kapıdır. Demir Kapı, Kuzey Afganistan'daki Belh şehrinin kuzeyinde ve Özbekistan sınırındadır. Bilge Kağan zamanında

122 Ahmet B. ERCİLASUN

Türgişler bağımsızdırlar; fakat Bilge, On Ok oglum diyerek Türgişleri de kendine bağlı saymaktadır. Bilge'nin çağdaşı olan Türgiş kağanı Sulu ise Demir Kapı'yı da aşmıştır. Yukarıdaki ibarede Bilge, muhtemelen amcası Kapgan çağında Demir Kapı'ya dek yapılan seferlere atıfta bulunmaktadır.

Ülkenin kuzeydoğu sınırı ise Yir Bayırkudur. Bayırkuların yeri muhte­melen Kerulen ırmağının yukarı bölgesindedir (Grousset 1980: 118). Kır­gızlara yapılan seferde Kögmen (Tannu Ula) dağları aşılmış, Yenisey ve Abakan ırmaklarına ulaşılmıştır.

Yukarıya aldığımız parçada belirtilen sınırlar, Bilge'nin şadlık döne­minde yani Kapgan Kağan çağındaki sınırlardır. Bilge Kağan isyanları bastı­rarak ülkeyi yeniden toparlamışsa da Kapgan çağındaki sınırlara ulaşama­mıştır. Bilge Kağan nutkunun hemen başındaki şu ifadeler ise görkem ve büyüklüğün mecazî anlatımıdır:



îlgerü kün togsıkka,

Doğuda gün doğusuna,



Birigerü kün ortusıŋaru,

Güneyde gün ortasına,



Kurıgaru kün batsıkıŋa,

Batıda gün batısına,



Yırıgaru tün ortusıŋaru...

Kuzeyde gece ortasına...



Anta içreki bodun kop maŋa körür.

Bu sınırlar içindeki halklar hep bana bağlıdır. (KT G 2)



1.4. TÜRGİŞLER

Çin tarafından tayin edilen Hu-şe-lo Kağan, Doğu Köktürklerinin baskı­sından yılarak Çin'e kaçınca U-çe-le, 690 yılında Batı Köktürklerinin kağanı oldu. Uçele'nin kağan olmasıyla Batı Köktürkleri bağımsız Türgiş devletini kurmuş oldular. Uçele kısa zamanda devletin sınırlarını doğuda Turfan'a,

TÜRK DİLİ TARİHİ 123

batıda Seyhun'a dek genişletti. Ancak Türgişlerin Kırgızlarla birlikte Çin ile ittifak yapmaları Bolçu savaşının çıkmasına yol açtı. 698 yılındaki savaşta Doğu Köktürkleri galip geldi ve 706'ya kadar Uçele, Doğu Köktürklerine bağlı olarak Türgişleri yönetti.

706-710 yılları arasında Türgiş kağanı, Uçele'nin oğlu Soko'dur. Soko'nun bağımsız davranışları ve Çin'le temasları üzerine Doğu Köktürkleri Türgişlere tekrar saldırdı. 710'daki ikinci Bolçu savaşında Soko öldürüldü; Türgişler yeniden Doğu'ya bağlandı; Bars Bey kağan yapıldı.

O sıralarda Emevîlerin Horasan valisi Kuteybe bin Müslim'in Mâverâünnehir'e hâkim olması üzerine Araplara isyan eden Soğdaklara yar­dıma giden ve Demir Kapı'ya ulaşan Köl Tigin, 712 yılında Kara Türgişlerin isyanı dolayısıyla geri dönmek zorunda kalmış ve Kara Türgiş isyanını bas­tırmıştı. İsyan sonunda Kara Türgişler bulundukları yerden daha batıya itil­diler. 710'ların ortalarında Kara Türgişler (Nuşepiler) ile Sarı Türgişler (Tulular), Çu ve Talaş ırmakları arasında sıkışıp oturmak zorunda kaldılar (Salman 1998: 37). Ancak 715'ten itibaren Doğu Köktürklerinin durumu da bozulmaya başladı; ülkenin her yanında isyanlar çıktı. Nuşepiler (Kara Türgişler), Sulu Çor etrafında birleştiler. Kapgan Kağan'ın Bayırkularca öldürülmesinden sonra, 716 yılının 8. ayında Sulu kendisini Türgişlerin ka­ğanı ilân etti (Salman 1998: 41).

716-737 yılları arasında 21 yıl Türgişleri idare eden Sulu Kağan, döne­minin en büyük hükümdarlarından biridir. Aynı yıl Doğu Köktürk kağanı olan Bilge, Sulu'nun yönetimindeki Türgişleri kendisine bağlayamamış; fakat kızını Sulu ile evlendirmişti. Sulu, Tibet kralının kızıyla da evlenmiş ve Çin'e tâbi olan Doğu Türkistan şehirlerine saldırmıştı. 717'de Aksu'yu ku­şattı; Çin'in "Dört Garnizon" olarak adlandırdığı Karaşar, Kuça, Kâşgar, Hotan şehirlerine akınlar düzenledi (Grousset 1980: 123). Çin bu akınlara doğrudan karşılık vermedi. Türgişleri, kendine tâbi olan Karluklarla karşı karşıya bıraktı. Çin'in bu politikasını Çin imparatorunun müşavirleri şöyle ifade ederler:

"Türgişler, Kartuklara karşı isyan ettiler. Burada birbirini yok edecek olan barbarlardır. Bu, imparatorluk sarayının bir meselesi gibi görünmüyor. En büyüğü yaralanacak, en küçüğü ise yok olacak ve bizim için her iki şık da avantajlıdır."

Bu sözler üzerine imparator, Dört Garnizon'a yardım için asker gön­derme kararından vazgeçti (Salman 1998: 44).

Sulu Kağan 719'da Tokmak'ı aldı. 722'de Çinliler, Batı Köktürklerinin kendilerine sığınmış kağanının kızı Kia-ho'yu prenses unvanıyla Sulu'ya eş

124 Ahmet B. ERCİLASUN

olarak gönderdiler (Salman 1998: 45). Böylece Çinliler ile Türgişler arasında barış yapıldı (Golden 2002: 114).

Sulu Kağan'ın bundan sonraki faaliyet alanı Mâverâünnehir oldu. Emevî valilerinin ilerleyişini, önce komutanlarından Köl Çor'u göndererek durdurdu. Ancak Köl Çor'un geri dönmesinden sonra, Emevîlerin Horasan valisi el-Haraşî, Türgişlere yardım eden yerli ahaliyi öldürtmeye başladı. Halk da canını kurtarmak için Türgişlere sığındı. Bunun üzerine Sulu Kağan Mâverâünnehir üzerine sefere çıktı. Horasan'ın yeni valisi Said el-Kilâbî de Fergana'ya doğru sefere çıkmıştı. Fergana'ya ulaşan el-Kilâbî, Sulu'nun geldiğini duyunca ric'ate başladı. Ancak sekiz günde Seyhun'a ulaşabildi. Fergana, Taşkent ve Türgiş orduları karşısında büyük kayıplar vererek Hocend'e çekildi. 724 yılında cereyan eden ve Arap tarihlerinde yevmü'l-atş (susuzluk günü) olarak adlandırılan bu muharebeden sonra Emevîlerin Türkistan'daki ilerleyişi durdu. Sulu Kağan karşısında tam 15 yıl savunmada kaldılar (Salman 1998: 49-50).

727''de Emevîlerce Horasan valiliğine tayin edilen Eşres bin Abdullah es-Sülemî, bütün Mâverâünnehir halkını Müslümanlaştırmaya niyetlendi. Müslüman olanlardan vergi alınmayacağına dair söz verdi. Sonra sözünden dönerek sadece "sünnet olan, İslâm'ın farzlarını yerine getiren ve Kur'an'dan bir sure okuyabilenlerin vergiden muaf tutulmalarını emretti." Bunun üzerine Mâverâünnehir halkı ayaklandı (Barthold 1990: 205-206). Türgiş ordularının da desteğiyle, Araplar Amuderya'dan çıkarıldılar. Amuderya'yı geçmeye çalışan Eşres, Türgiş ordusunun buna izin vermemesi yüzünden "üç ay yerinde çakılı kaldı." Daha sonra Arap orduları nehri geç­meyi başarınca Sulu Kağan, Semerkant yakınlarındaki Kemerce'yi kuşattı. 728 yılındaki kuşatma 58 gün sürdü. Bu kuşatmada Sulu'nun takip ettiği siyaset son derece ilgi çekicidir. Sulu Kağan önce, Sâsânî hanedanının vâ­rislerinden Yezdigerd'in oğlu Hüsrev'i göndererek şehrin teslim olmasını istedi. Hüsrev şehir halkına şöyle söyledi:

"Ey Arap cemaati, kendi kendinizi niçin öldürüyorsunuz? Memleketimi geri almak için hakanın yardımını ben istedim. Ben sizin için hakandan a-man isteyeceğim."

Bu çağrı etkisiz kalınca Sulu, mahallî bilginlerden Bazgrî'yi elçi gön­derdi. Bazgrî şehrin temsilcilerine şunları söyledi:

"Hakan beni size elçi olarak gönderdi. Hakan sizden maaşı 600 dirhem olanların maaşlarını 1000'e, 300 olanların maaşlarını 600'e çıkaracak, size ihsanlarda bulunacak."

Bu tekliften de sonuç alamayan Sulu, sonunda Kemercelilere şu haberi gönderdi:

TÜRK DİLİ TARİHİ 125

"Bir şehir üzerine yürüdüğümüz zaman o şehri fethetmeden veyahut a-halisini oradan çıkartmadan geri dönmek bizim âdetimiz değildir."

Bunun üzerine Kemerceliler, serbestçe şehirden ayrılmak şartıyla şehri teslim ettiler (Salman 1998: 53-56).

Burada Sulu'nun Sâsânî mirasına sahip çıkışı son derece ilgi çekicidir. Şehir halkının ekonomik durumlarını düzeltmeyi teklif etmesini ilgi çekici bir başka nokta olarak kaydetmeliyiz. Nihayet, Emevî valisinin şehre yardı­ma gelemeyişi de Sulu'nun gücünü göstermesi bakımından dikkate şayandır.

731 yılında Sulu, Semerkant'a yeni bir sefer düzenledi. Semerkant civa­rında Arap ordularıyla yapılan savaşta Araplar büyük zayiat vererek kurtul­mayı başardılar. Semerkant ve Buhara hariç bütün Mâverâünnehir Türklerin eline geçti (Barthold: 1990: 206; Salman 1998: 58-61). 736 sonlarına dek bölge, Türgişlere bağlı mahallî yöneticiler tarafından idare edildi.

Aslında Batı Türkistan ve Mâverâünnehir'deki yerli yöneticilerin büyük bir kısmı Türk idi. Bunlardan "Fergana Tarkanlığı, 627 sıralarından onun­cu asra kadar devam etti." "Yedinci ve sekizinci asırda Huttal ilinde tarkan ve bek unvanlı sülâleler" vardı. "Kara Tigin ilinde, bir Tarduş devleti 642 ile 758 tarihleri arasında kaynaklarda geçmektedir. Amuderya'nın kaynak çevresinde 656 ile 758 arasında bahsedilen Şikinân Türkleri de İslâmî bir hüviyete girerek, 875'te Humar Tigin idaresinde idiler. Toharistan yabgu sülâlesinin bir kolu, Amuderya kuzeyinde, Çaganiyan'da bulunuyordu (650-717 sıraları). Yine Amuderya kaynağı çevresi kuzeyinde, 630'dan önce ve sekizinci yüzyılın ortasına kadar, Oğuz neslinden sanılan iki Türk beyliği vardı. (Bugünkü Tokuzkale yakınında, Kafırnihan ırmağı vadisinde) Beşinci ilâ sekizinci asırlar arasında, Soğdak ilinde beylikleri olan İhşid unvanlı soy, aslen Türk veya Türkleşmiş Kengeres kavmından idiler. Altıncı ilâ sekizinci asırlarda mevcut Pencikent Tarkanları, Halaç Türklerinden idiler. Buhara ili altıncı asırdan beri, Köktürk sülâlesinin Kara Çurin Türk (belki Tardu Kağan) kolunun hâkimiyetinde idi. Bunların daha sonra Buhârhudât unva­nını aldığı anlaşılır. Taşkent Tudun Devleti (605- VIII. asır) İslâmdan son­ra, Abbasî hilâfeti valisi Sâmânîlere bağlı bir beylik olarak belirdi. Sayram -İspîcab Türk Beyliği de, ilk büyük İslâmî Türk merkezlerinden biri olarak onuncu asırda yerini aldı." (Esin 1987: 80-81).

737 yılında Sulu, Cüzcan bölgesinden ülkesine çekilirken saygı gördüğü yerli yöneticilerden biri "Usruşana hâkimi Kara Buğra" idi. Sulu'nun ölümünden sonra, onu öldüren Baga Tarkan'a yardım eden Taşkent hâkimi Bagatur Tudun, Keş hâkimi Se-kin-ti (Erkin ?) ad ve unvanlarını taşıyor­du (Salman 1998: 66, 71).

126 Ahmet B. ERCİLASUN

Batı Türkistan ve Mâverâünnehir'deki Türk yönetimlerinin başlangıcı Asya Hunları, Vusunlar ve özellikle Akhunlar dönemine kadar geri gider. Yukarıda sözü geçen yönetimlerden bazılarının, 7. yüzyılın ortalarında Batı Köktürklerinin bölgedeki hâkimiyetlerinin kaybolmasından sonra ortaya çıktığı anlaşılmaktadır.

734 yılında Hâris bin Sureyc "Allah'ın kitabı ve peygamberin sünneti adına siyah bayrak" açarak "Müslümanlardan haraç alınmayacağını ve hiç kimseye zulüm yapılmayacağını" vadetti (Barthold 1990: 206). Haris, Abba­sî taraftarıydı ve Sulu Kağan "Fârab şehrini kendisine ikametgâh olarak ve­rip" gelirini de ona tahsis etmişti. Hâris de "bütün maiyeti ile Türgişlerin emrine" girmişti (Salman 1998: 63-64). Emevîlerin yeni Horasan valisi Esed bin Abdullah, Hâris ve adamları üzerine yürüyünce Sulu Kağan 706'da tek­rar Mâverâünnehir seferine çıktı. Sulu, Arap ordularını önce geri püskürttüy-se de Cüzcan yakınlarında Esed'e yenildi. 737'de ülkesine çekilirken mahallî yöneticilerden büyük saygı gördü.

737 yılında Sulu Kağan, kendi adamlarından Köl Çor (Baga Tarkan) ta­rafından öldürüldü. Sulu'nun öldürülüşü, Çin kaynağı Çiu Tang-şu'da şöyle anlatılmaktadır:

"Sulu'nun karakteri çok cömertti. Her savaştan sonra ele geçirdiği ga­nimetin hepsini komutanları, askerleri ve boyları arasında paylaştırırdı. Em-rindekiler onu severdi ve onun için çok çalışırlardı. Gizlice Tibetlilere elçi gönderdi. Doğuda Göktürklere bağlıydı. Göktürklerin ve Tibetlilerin her ikisi de Sulu'ya kız verdiler. Böylece üç ülkeden kızı, katun ilân etti. Aynı zamanda birçok oğluna yabguluk verdi. Masraflar gittikçe arttı. Böylece stok kalmadı. Ömrünün son yıllarında ele geçirilen hazineyi kendine ayırdı ve paylaştırmadı. Ayrıca soğuk algınlığına yakalandığı için bir kolu felç oldu. Emri altındaki çeşitli boylar gittikçe ondan soğudular. Büyük lider Mo-hı Tarkan ve Tu-mo-tu iki boyun en güçlü önderleri idiler. Halkları da San ve Kara olarak ikiye ayrılmıştı. Birbirlerine karşı şüpheyle bakıyorlardı. 738 yılının yazında Mo-hı Tarkan askerlerinin başında geceleyin Sulu'ya saldı­rarak onu öldürdü." (Ercilasun 2002: 29).

Sulu Kağan'ın ganimeti paylaştırmaması sonucu kendi adamlarınca öl­dürülmesi ve halkının da Sarı ve Kara olarak ikiye ayrılması, Dede Korkut Kitabı'nın 12. boyu olan "İç Oğuz'a Dış Oğuz'un Asi Olduğu" boya (destanî hikâyeye) benzer. Dede Korkut Kitabı'nın asıl kahramanı olan Salur Kazan, büyük ihtimalle Sulu Kağandır.

Çin kaynağında geçen Sulu Kağan'ın cömertliği, Şecere-i Terâkime'de yer alan Salur Kazan'la ilgili şiirde şöyle anlatılır:

TÜRK DİLİ TARİHİ 127

Bir kazanga kırk bir atnıŋ etin saldı Ol kazarını sol eliği birlen aldı Sag eligi birlen ilge üleştürdi

Alplar bigler kören bar mu Kazan kibi (Kononov 1958: 66). Sulu Kağan'ın, zalim Emevî valilerine karşı Mâverâünnehir halkına ve özellikle Abbasî taraftarlarına yardımı da bu şiirde şöyle ifade edilir: Türk ve Türkmen Arab Acem raiyyetler Kazan kıldı Müsülmanga terbiyetler Kâfirlerni kırdı uşal köp fursatlar

Alplar bigler kören bar mu Kazan kibi (Kononov 1958: 66). Reşideddin ve Bahadır Han Oğuznamelerinde Dede Korkut'un yaşadığı dönem, İnal Sır Yavkuy Han'la başlayıp Ula Demür Yavkuy Han'la biten "yabgu hanlar" dönemidir. Söz konusu Oğuznamelerdeki hanedanlar; açıkça teşhis edilebilen Rum Türkmenleri (Anadolu beylikleri), Salgurlular, Harezmşahlar, Gazneliler, Sâmanoğulları ve Selçuklulardan geriye doğru takip edilince "yabgu hanlar" dönemi, Köktürkler çağına denk gelmektedir (Ercilasun: 2002: 25-26). Esasen yabgu kağan (han), Köktürklerin "batı kısmının yöneticisi İştemi ve haleflerine verilen unvan"dır (Golden 2002: 103). Ayrıca İstemi Kağan'ın Arap kaynaklarındaki adı Sincîbû Hâkan ile Bizans kaynaklarındaki adı Silzibul'un Sir Yabgu (Kağan)'dan geldiği açıkça bellidir. İstemi Kağan, Arap kaynaklarındaki adıyla Sincîbû Hâkan, Reşideddin Oğuznamesindeki İnal Sır Yavkuy Han'dır. Oğuznamelerdeki "yabgu han"lar dönemi Batı Köktürklerini ve onların devamı olan Türgişleri içine alır. Bu dönemde Salur Kazan'la en çok benzeşen hükümdar, 716-737 yılları arasında Türgişleri idare eden Sulu Kağandır. Dede Korkut'taki Oğuz-Kıpçak, Bahadır Han'daki Oğuz-Peçenek savaşlarının ilk tabakası da Türgişlerle Doğu Köktürkleri arasındaki Bolçu savaşlarıdır. Uygurların ikin­ci kağanı Bayan Çor'un diktirdiği Şine-Usu anıtına göre Doğu- Köktürkleri "tür...bçk"lardır (Orkun 1936: 164). Klyaştornıy, silinmiş harfleri tamir ede­rek buradaki kelimeleri "Türk Kıbçak" olarak okumuştur (Klyaştornıy 1986: 153). Bütün bunlardan çıkan sonuçlara göre Doğu Köktürkleri, Türk Kıp­çaklar; Batı Köktürkleri (Türgişler) ise Türk Oğuzlardır. Onlar arasındaki Bolçu savaşları Türklerin hafızasında uzun yıllar yer etmiş; daha sonraki Oğuz-Peçenek ve Oğuz-Kıpçak savaşlarının hatıraları da bunlara eklenerek Oğuznamelere ve Dede Korkut boylarına yansımıştır. Köktürk bengü taşları­nı Doğu Köktürklerinin yazıh-resmî tarihleri kabul edebileceğimiz gibi, Oğuznamelerle Dede Korkut boylarını da Batı Köktürkleri ile Türgişlerin (On Okların = Oğuzların) sözlü halk tarihi kabul edebiliriz. İnal Sır

128 Ahmet B. ERCİLASUN

Yavkuy Han (İstemi Kağan) çağında iki Türk boyu bir kökte birleşmekte ve dip kökler Boğaç Han = Oğuz Kağan (=Motun) ile Hunlar çağına, M.Ö. 3. yüzyıl sonlarına ulaşmaktadır.

Sulu Kağan'ın ölümü, Asya ve Türk tarihinde bir dönüm noktasıdır. Sulu zamanında Mâverâünnehir'i geçemeyen Araplar "onun ölümünden sonra, Nasr bin Seyyar (738-748) ile ... Seyhun'u aşmaya" başlamışlar; Çin­liler de 748'de Tokmak'ı almışlardır. Türk ve dünya tarihini değiştiren 751'deki Talas savaşı işte bu gelişmelerin sonucudur (Salman 1998: 70).

Sulu'nun ölümünden sonra Türgişler arasında iç savaş çıktı. Çinlilerin yönlendirdiği ve yerli yöneticilerin de karıştığı savaşlarda Türgiş ileri ge­lenleri birbirlerini öldürdüler. Kara ve Sarı Türgişlerin (İç Oğuzlarla Dış Oğuzların) birbirine düştüğü iç savaşlarda Türgişler çok yıprandılar. Her biri ancak birkaç yıl kağan olabilen Türgiş hükümdarları 751'e kadar hep Çin'e tâbi oldular. 751'deki Talas savaşında Çinlilerin Müslüman Arap ordusuna yenilmesi, bölgedeki etki ve nüfuzlarını ortadan kaldırdı. Çinliler bu yıllarda bir yandan da An-lu-şan isyanı ile uğraşıyorlardı. 751'den sonra Uygurların bölgeye kısmen hâkim oldukları anlaşılıyor. Uygurlar önünden kaçan Karluklar 756'dan itibaren Türgiş topraklarına yerleşmeye başladılar. 766-779 yıllarında ise Tokmak ve Talas tamamen Kartukların eline geçti. Türgişler ise kuzeybatıya göçerek Seyhun boylarındaki Oğuz Yabgu Devle-ti'ne vücut verdiler (Salman 1998: 70-86). İstemi Kağan'dan beri Isık Köl ve Talas bölgesinde yaşayan On Oklar (Batı Köktürkleri, sonra Türgişler) böy­lece Seyhun-Aral bölgesine yerleşerek 24 Oğuz boyunu oluşturdular.

2. KÖKTÜRKLER VE TÜRK DİLİ

Köktürklerin Türk kültür tarihindeki en önemli yeri, Türkçenin bilinen en eski yazılı metinlerinin sahibi olmalarıdır. Orhun vadisinde bulunan bengü taşlar üzerindeki esrarlı yazının 25 Kasım 1893 tarihinde, Danimar­kalı bilgin V. Thomsen'ce okunması üzerine, Köktürklerin Kürkçeyi yazı dili olarak kullandıkları anlaşıldı. 1825'ten beri Türkçenin en eski yazılı metni olarak bilinen Kutadgu Bilig'in yerini, 25 Kasım 1893'te Köktürk bengü taşları aldı. Kutadgu Bilig 1069'da yazılmıştı; bengü taşlardan Köl Tigin anıtı ise 21.08.732'de dikilmişti. Böylece Türk yazı dilinin tarihi 337 yıl geriye gitmiş oluyordu.

Köktürklerden kalan Türkçe anıtlar, hanedanın 682'de kurulan ikinci dönemine aittir. Köktürklerin birinci dönemine ait, bugüne ulaşan herhangi bir Türkçe metin yoktur. 580 civarında, Tapar Kağan zamanında dikilmiş olan Bugut anıtı Soğdakçadır. Bugut anıtının Soğdakça olması, birçok batılı bilgin tarafından Köktürklerin birinci döneminde Türkçenin yazı dili olarak

TÜRK DİLİ TARİHİ 129

kullanılmadığı şeklinde yorumlanmaktadır. Oysa tarihteki pek çok devletin iki veya dahaçok farklı dilde eserler bıraktığı bilinmektedir. Yine Tapar Ka­ğan zamanında, 575 yılında Nirvâna Sutra'nın Türkçeye çevrildiği Çin kay­naklarında kayıtlıdır. "Kuzey Ch'i imparatoru, 'dört bir yandaki barbarların dilini' bilen Liu Shih-ch'ing'den Nirvâna Sûtra'yı Türkçeye çevirmesini istemiştir. Bu, Türk kağanına gönderilmiştir." (Golden 2002: 123). Ayrıca Jinagupta adlı bir Budist rahibin Tapar Kağan döneminde "yoğun bir çeviri faaliyetinde bulunduğu", aynı dönemde "belli Buddhist sûtra'ların Türkçeye çevrildiği, hatta Taspar Kağan için yazıldığı bilinmektedir." (Özönder 2002: 461-462). Çin kaynaklarındaki bu haberler, mütercimler Türk olmasa da Köktürklerin birinci döneminde Türkçenin yazı dili olarak kullanıldığını kesin şekilde göstermektedir. Bizans kaynakları da İstemi Kağan'ın 567'de İstanbul'a gönderdiği elçilik heyetiyle birlikte İskitçe bir mektup yolladığını kaydederler (Kafesoğlu 1996: 95; Golden 2002: 123). Bizans kaynakları, İskitlerden sonra karşılaştıkları Türk kavimlerinden uzun süre "İskit" diye söz ettikleri için buradaki İskitçe kelimesi de Türkçe olarak yorumlanmalı-dır. Zaten o tarihte İskitler artık ortada yoktur. O hâlde Köktürklerin daha ilk hükümdarları zamanında Türkçeyi bir yazı dili olarak kullandıklarını söyle­yebiliriz.

Köktürk anıtlarındaki yazılar taş üzerine kazınmıştır. "Taş üzerine yazı yazmak" fiili için Köktürkler biti-, ur-, tokı- fiillerini kullanmışlardır. Biti-, Çince biet kelimesinden Türklerce türetilmiş bir fiildir. Biet, Çincede "fırça" demektir. Çinliler yazıda fırça kullandıkları için "yazmak" fiili bu kelimeden yapılmıştır. Çince bir isimden bir ekle (-i eki) fiil türetmek için Türklerin yazma işini uzun zamandan beri biliyor olmaları gerekir. Aslında bu bir tahmin de değildir. Çin kaynaklarında Çinceleşmiş biçimiyle geçen Tabgaçlara ait pi-te-çen kelimesi Paul Pelliot'dan beri araştıncılarca bitigçi şeklinde yorumlanmaktadır. Bu veri Tabgaç Türklerinin, henüz dilleri Çin-celeşmeden önce, 3-4. yüzyıllarda bitigçi kelimesini kullandığını gösterir. Bitigçi, biti- fiilinden iki yapım ekiyle türetilmiş bir sözdür; -g ile "yazı" anlamında bitig yapılmış, oradan da -çi(n) ile "yazıcı" anlamında bir meslek ismi (bitigçi) türetilmiştir. Anılan türevlerin ortaya çıkması için biti- fiilinin 3-4. yüzyıllardan önce de kullanılmış olması gerekir. Aynı mülâhazalarla Şinasi Tekin bit+i- fiilinin Türkler tarafından milât sıralarında türetilmiş olabileceğini düşünür (Ş. Tekin 2001: 60). Çeşitli kaynaklarda Türklerin ayrı bir yazısı olduğu da kaydedilmiştir. Çin yıllıklarına göre "Uygurların ataları Kao-kü'ler Çince yazarlar, fakat Hunca da yazarlardı." "Priskos hatıralarında (5. asır ortası), Hun kâtiplerin ayrı bir yazı ile hazırladıkları metinleri Attilâ'ya okuduklarını söyler." "Bizanslı tarihçi Prokopios'a göre (6. asır) Ogur boylan kendi yazılarını da kullanırlardı." "Gök-Türklerden önce Ak-

130 Ahmet B. ERCİLASUN

Hunların yazıları vardı ve bu, Gök-Türklerinki gibi idi." (Kafesoğlu 1996: 322).



Tokı- fiili, vurma sesini arlatan tok yansıma ismine dayanmaktadır. Tok ismine +ı- eki getirilerek tokı- fiili türetilmiştir; anlamı "vurmak"tır. Türkle­rin "(taşa) yazı yazmak" için "vurmak" anlamındaki ur- ve tokı- fiillerini kullanması, yazı yazma işleminin vurarak yapıldığını göstermektedir. Muh­temelen keskiye benzer bir demir parçasının sivri ucu taşa tutuluyor; tepesi­ne çekice benzer bir cisimle vuruluyor ve böylece harfler taşa kazınıyordu.

Yüklə 2,38 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   10   ...   33




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin