OĞUZ KAĞAN DESTANI
Asya Hunlarının Türk kültüründeki en önemli mirası Oğuz Kağan Des-tanı'dır. Çok eski destanlar tarihin tek bir dönemini, tek bir dönemin şahsiyetlerini, tarihteki tek bir olayı yansıtmazlar. Birbirinden farklı ve uzak dönemlerde geçmiş olaylar, farklı dönemlerin kahramanları destanlarda tek bir kahraman etrafında birleştirilebilir. Bu durum destan araştırmalarında katman (tabaka) sözüyle ifade edilir. O hâlde eski bir destanda farklı dönem ve kahramanları yansıtan çeşitli katmanlar bulunabilir. Hatta yalnız tarihî dönem ve kahramanlar değil, bir milletin mitolojisi, kozmogoni (yaratılış) ile ilgili inançları da destanın en eski katmanlarını oluşturabilir. İşte Oğuz Ka-
56 Ahmet B. ERCİLASUN
ğan Destanı da böyle bir destandır. Kanglı, Karluk, Kıpçak boylarının ortaya çıkışı ve Oğuz Kağan tarafından onlara bu adların verilişi destandaki tabakalaşmayı (katmanlaşmayı) çok açık bir şekilde yansıtır; çünkü anılan boyların her biri farklı zamanlarda oluştuğu hâlde destan bunu Oğuz Kağan'ın şahsında aynı zamanda birleştirmiştir.
Türk mitoloji ve kozmogonisi bu destanın ilk katmanını oluşturur. Oğuz Kağan'ın gökten gelen ışık içindeki kızla evlenmesi ve bu evlilikten Kün (Güneş), Ay, Yıltız hanların doğması göğün yaratılışını temsil eder. Hem ışık gökten gelmiştir; hem de güneş, ay ve yıldız gök (uzay) cisimleridir. Oğuz Kağan'in göl ortasında bulunan ağaç kovuğundaki kızla evlenmesi ve bu evlilikten Kök (Gökyüzü), Tağ ve Teŋiz (Deniz) hanların doğması ise yeryüzünün (yer-su) yaratılışını temsil eder. Gök (atmosfer), dağ ve deniz yeryüzüne ait cisimlerdir (Ögel 1971: 139-140). Bu simgeleştirme Köl Tigin bengü taşındaki "üze kök tengri - yukarıda mavi gök, asra yagız yir kılındukda - aşağıda kara yer kılındığında" ifadesine tam tamına uygun düşmektedir. Öte yandan Oğuz Kağan Destanı'nın 17. yüzyıl varyantı Şece-re-i Terâkime'nin bir yerinde Türk'ün oğlu Tütek'in, bir başka yerinde ise Oğuz'un Keyûmers zamanında yaşadığının belirtilmesi (Ergin: 24,55) ö-nemlidir. Keyûmers, İran efsanesine göre ilk insandır; bir nevi Farslann Âdem'idir. Onunla çağdaş olan Oğuz da Müslümanlıktan önceki Türk anlayışında ilk insan kabul edilmiş olabilir.
Oğuz Kağan Destanı'nın ikinci katmanı, İskit hükümdarları Bartatua -Maduva (=Alp Er Tonga = Afrâsiyâb) ve onların Ön Asya seferleridir. Gerçekten Bartatua ve oğlu Maduva nasıl Kafkasları aşarak Anadolu, Suriye ve Filistin'e dek uzanmışlarsa Oğuz Kağan da Kafkasları aşmış ve aynı bölgelere seferler düzenlemiştir. Oğuz Kağan Destanı'nın üçüncü katmanının asıl kahramanı olan Motun'un ise hiçbir zaman Ön Asya seferi olmamıştır. O hâlde Oğuz Kağan Destanı'ndaki Ön Asya seferleri Alp Er Tonga (Maduva) ile ilgilidir ve bu seferler, destanın ikinci katmanını oluşturur. Oğuz Kağan Destanı'nın Reşideddin varyantını yayımlayan Zeki Velidi Togan bunu kesin şekilde ortaya koymuştur. Ziya Gökalp da daha 1331 yılında Oğuz Han, Afrâsiyâb ve Şah İsmail'in, "aynı menkabenin muhtelif şekilleri gibi" göründüğünü tespit etmiştir (Gökalp 1977: 49).
Oğuz Kağan Destanı'nın üçüncü ve en önemli katmanı, M.Ö. 209-174 arasında Hun yabgusu olan Motun'la ilgilidir. Destan kahramanı Oğuz Kağan ile tarihî şahsiyet Motun'un aynı kişi olduğu, en eski Sinologlardan Joseph de Guignes'den (1757) beri ileri sürülmüş ve bilim dünyasında genel kabul görmüştür. Ziya Gökalp da 1925'te basılan Türk Medeniyeti Tarihi adlı eserinde Mete (Motun) ile Oğuz Han'ın aynı şahsiyet olduğunu çeşitli
TÜRK DİLİ TARİHİ 57
karşılaştırmalar yaparak kabul eder (Gökalpl976: 58-59). Gökalp'tan sonraki Türk bilim adamları ve edebiyat tarihçileri de Oğuz-Motun aynılığını genellikle kabul etmişlerdir. Oğuz-Motun ayniyetinin temel motifi baba-oğul mücadelesidir. Bu sebeple Motun'un, babası Tuman ile mücadelesini, en eski Çin tarihlerinden biri olan Han Şu'dan aynen aktarmak yerinde olacaktır:
"(Tou-man) Çan-yü'nün Mo-tu (Motun) adlı (bir) veliahtı vardı. Sonradan sevdiği (bir) Yen-cı'dan oğlu olmuş ve Tou-man, Mo-tu'yu uzaklaştırıp (bu) küçük oğlunu başa geçirmek istemişti; bu sebeple Mo-tu'yu Yüe-cı'lara rehin olarak göndermişti. Mo-tu rehin bulunduğu sırada Tou-man, Yüe-cı'lara ani (bir) saldırı düzenlemişti. (Bunun üzerine) Yüe-cı'lar Mo-tu'yu öldürmek isteyince, Mo-tu onlardan cins (bir) at çalıp kaçarak (ülkesine) geri dönmüştü. Tou-man onu çok güçlü ve cesur bularak on bin atlının komutanlığına getirmişti. Bundan sonra Mo-tu öten oklar yaptırarak atlılarını okçu olarak eğitmiş ve (şöyle) emretmişti: 'Öten okumu attığım yere (ok) atmayanların başı kesilecektir.' (Sonra) ava çıkarak öten okunu attığı (yere) nişan almayanların derhal başını uçurtmuştu. Bundan sonra Mo-tu cins atını oklamış, yanındakilerden bazıları (bu hedefe) ok atmaya cesaret edemeyince hemen (onların) başını vurdurmuştu. Kısa bir süre sonra yeniden öten okunu sevdiği eşine atmış, etrafındakilerin bir kısmı korkup ok atmaya cesaret e-demeyince onların da başını vurdurmuştu. Kısa bir zaman sonra Mo-tu ava çıktığında öten okunu Çan-yü'nün cins atına atınca çevresindekilerin hepsi de (aynı hedefi) vurmuştu. Böylece Mo-tu yanındakilere güvenebileceğine kanaat getirmiş ve babası Tou-man'la birlikte ava çıktığında, Tou-man'a ok atınca çevresindekilerin hepsi de (onu) izleyip Tou-man'ı hedef alarak öldürmüşlerdi. Sonra (Mo-tu) üvey annesini, kardeşini ve kendisine itaat etmeyen ileri gelenleri öldürtmüştü. Böylelikle Mo-tu kendini Çan-yü ilân ederek başa geçmişti (M.Ö. 209)" (Onat vd. 2004: 5-6).
Çin tarihindeki bu anlatım, efsaneyle karışmış olsa da olayın çekirdeğini meydana getiren baba-oğul mücadelesi gerçek olmalıdır. Yukarıdaki metnin kaynağı olan Çin tarihi Han Şu, Pan Ku (M.S. 32-92) tarafından yazılmıştır. Motun'un ölümünden 250 yıl kadar sonra yazılan bu tarihe bazı olay ve motiflerin efsaneleşerek yansımış olması tabiîdir. Söz gelişi Motun'un atını ve eşini öldürterek askerlerini eğitmesi, M.Ö. 209 tarihi için bile kabul edilmesi güç bir olgudur. Türklerdeki bir âdet Çinliler tarafından anlaşılmamış veya rivayet zaman içinde değişikliğe uğramış olabilir. Kâşgarlı Mahmud'un Dîvânü Lügati't-Türk'üne göre Türkler atına, kızına ok yarışı yaparlardı. Ol mening birle ok attı kızlaşu cümlesi, kızlaşu kelimesine örnek olarak verilmiştir (DLT II 1941: 221); "o, benimle kızına (kazanan kızı -cariyeyi- almak üzere) ok yarıştırdı" demektir. Divan'daki ol mening birle ok
8 Ahmet B. ERCİLASUN
attı atlaşu (DLT II 1941: 226) cümlesi de "o, benimle atına ok yarıştırdı" demektir. Muhtemeldir ki Morun da askerlerini eğitirken at, cariye gibi ö-düller koyarak onlara ok yarışı yaptırıyordu. Bu uygulama zaman içinde (belki de bir tercüme hatasından kaynaklanarak) birlikte kıza ve ata ok atmak şekline dönüşmüş olabilir. Fakat Motun'un çok sıkı bir disiplinle çelik gibi bir ordu yetiştirdiği ve üvey annesinin kandırmasıyla kendisini Yüeçi'lere rehin gönderen babasını muhtemelen bir av sırasında ortadan kaldırdığı gerçek olmalıdır. İşte bu hadise, Oğuz Kağan Destanı'nın ana motifi olmuştur.
14. yüzyıl başında İlhanlı veziri Reşideddin tarafından Farsça, 1660'ta Hive hanı Ebülgazi Bahadır tarafından Çağatay Türkçesiyle tespit edilen Oğuznamelerde Oğuz, olağanüstü güzellikte bir çocuk olarak dünyaya gelir. Annesi Müslüman olmadan sütünü emmez. Bir yaşında konuşmaya başlar ve "benim adım Oğuzdur" der. Yiğit ve hünerli bir genç olarak büyür. Babası Kara Han, kardeşleri Kür ve Küz Hanların kızlarıyla oğlu Oğuz'u evlendirir. Müslüman olma teklifini kabul etmedikleri için Oğuz kızlara yaklaşmaz. Daha sonra su kıyısında üçüncü amcası Or Han'ın kızını görür ve beğenir. Kız, Oğuz'un Müslüman olma teklifini de kabul eder. Oğuz onunla da evlenir. Önceki eşlerinden yine uzak durmaktadır. Bir gün Oğuz yakınlarıyla ava gider. Babası Kara Han verdiği bir toy sırasında Oğuz'un ilk eşlerinden, onun ve üçüncü eşinin Müslüman olduğunu öğrenir. Bunun üzerine bir kurultay toplayıp Oğuz'la savaşmaya karar verir. Küçük gelin durumu Oğuz'a bildirir. Avdan dönüşte Oğuz ile babası Kara Han arasında savaş olur. Kara Han öldürülür, Oğuz tahta oturur.
Görüldüğü gibi baba-oğul mücadelesi ve babanın av sırasında veya av dönüşü yapılan savaşta öldürülmesi, Motun'la ilgili Çin kaynağında da, 14. ve 17. yüzyıl Oğuz rivayetlerinde de aynıdır. İki metin arasındaki en önemli fark, mücadelenin sebebi konusundadır. Birincide üvey annenin kandırmasıyla Motun'un düşmana rehin bırakılması mücadelenin sebebidir. İkincisinde ise Oğuz'un hak dine girmesinin babası tarafından kabul edilmemesi sebep olarak gösterilmiştir. Türklerin Müslüman oluşundan dört ve yedi asır sonraki rivayetlere Müslümanlık motifinin girmesi çok tabiîdir.
Oğuz Kağan Destanı'nın üçüncü bir varyantı daha vardır. En erken 13, en geç 15. yüzyılda yazıya geçtiği tahmin edilen bu varyant Uygur harflidir ve İslâm muhitinin dışında yazılmıştır. Araştırıcılara göre en eski varyant budur ve Türklerin Müslümanlığından önceki biçimi yansıtır. Bu rivayette baba-oğul mücadelesi ve Müslümanlık motifleri yoktur. Destan özet şeklindedir ve baştan da biraz eksiktir.
Ancak sonraki varyantlarda olmayan, Oğuz'un canavarı öldürmesi, ı-şıktan ve ağaç kovuğundan çıkan kızlarla evlenmesi gibi motifler onun değerini arttırır. Bu varyant, Reşideddin ve Ebülgazi Bahadır Han
TÜRK DİLİ TARİHİ 59
Oğuznamelerine göre çok kısadır. Bu bakımdan 14 ve 17. yüzyıllara ait olmalarına ve Müslümanlıktan sonraki biçimi yansıtmalarına rağmen onlar da çok değerlidir. Müslümanlıktan sonraki rivayetlerde destan Oğuz'un ölümüyle bitmemekte, Oğuz Han'dan (Motun'dan) sonraki Türk tarihi ile devam etmektedir. Tabiî ki tarih destanlaşarak Oğuznamelere girmiştir. Başka bir ifadeyle, çoğunlukla yabancılar tarafından yazılan, Türkler tarafından yazıldığı dönemlerde de göçeri Türk halkı tarafından yazılı metinlerden öğrenilmeyen Türk tarihi, halkın hafızasında "sözlü tarih" biçiminde yaşamış ve zamanla destanlaşmıştır. Dikkatle incelenince, Reşideddin ve Bahadır Han rivayetlerindeki Hun, Göktürk, Karahanlı, Selçuklu dönemleri seçilebilmektedir (Ercilasun 2002: 26-28). Destan tarihle o kadar iç içe girmiştir ki Aradolu Selçukluları ve Osmanlılar devrinde umumî Türk tarihini ve Oğuz törelerini efsanevî bir şekilde anlatan eserlere Oğuzname demek âdet olmuştur. (Ercilasun 2003: 37 ). Öte yandan Dede Korkut boylan (destanî hikâyeleri) da Oğuzname'nin bir parçası kabul edilmiştir. Oğuz Kağan Destanı ile Dede Korkut boylarının Oğuzname adlı bir eserde toplandığını, Tepegöz hikâyesinin özetini vermek suretiyle, Mısırlı Türk tarihçisi Ebûbekir bin Abdullah bin Aybek ed-Devâdârî 1330'da Arapça olarak yazdığı Dürerü't-Ticân adlı eserde açıkça belirtmiştir.
Devâdârî'nin ifadelerinden anlaşıldığına göre Oğuz Kağan'ı anlatan bölüm de, Tepegöz vb. Dede Korkut boylan da Oğuzname'nin içinde bir arada bulunmaktadır. Aslında Dede Korkut'un birinci boyu olan Dirse Han oğlu Boğaç Han, Oğuz Kağan'dan başkası değildir. Bu boyun esas çekirdeğini de baba-oğul mücadelesi oluşturmaktadır. Ancak Boğaç Han boyunda Türk halk vicdanı oğulun babasını öldürmesini kabul edememiş, oğulu babaya oklatmış; sonunda da oğulu canlandırarak işi tatlıya bağlamıştır. Tarihî bir gerçek olan Motun'un, babası Tuman'la mücadelesi, Batı Türklüğünde Oğuz Kağan Destanı üzerinden Dirse Han oğlu Boğaç Han boyuna, Doğu Türklüğünde ise yine Oğuz Kağan Destanı tesiriyle Manastaki Alman Bet ile babası Kara Han arasındaki mücadeleye kaynaklık etmiştir.
2. ASYA HUNLARI VE TÜRK DİLİ
Hunlara ait birçok kelimenin Çince biçimleri farklı bilginler tarafından
Türkçe olarak açıklanmıştır. Talat Tekin "Hunların Dili" adlı kitabında bun
lardan 17'sini kendi görüşlerini de ekleyerek belirtmiştir. Çince ve Türkçe
biçim ve anlamlarıyla bu kelimeler aşağıda gösterilmiştir:
çeng-li (gök) tengri (gök, tanrı)
ku-tu (oğul) kut(ı) (kut, ilâhî güç; hazretleri)
şan-yü/tanhu (geniş ve büyük) tabgu/yabgu (kağan, imparator)
60 Ahmet B. ERCİLASUN
king-lu (tören kılıcı) kıngrak (eğri kılıç)
yen-çi/yem-çi (hükümdar eşi) eb-çi (eş, zevce)
teu-lo (mezar) toplu/tuplu (mezar)
tieh-fah (demir) temir (demir)
wo-lu-to/ao-tot (karargâh) ordo/ordu (ordu, karargâh)
ko-po-çen (kapı muhafızı) kapagçı (kapıcı)
pi-te-çen (yazıcı) bitigçi (yazıcı)
hsien-çen (ulak) yamçı (ulak)
hu-lo-çen (hükümdarı kuşandıran) kurlagçı (kuşandırıcı)
ho-la-çen (süvari atlıg/atlag (atlı, süvari)
to-po-çen (yaya) tapançı (tabancı)
a-çen (sarayın mutfak bölümü) aşçı (aşçı)
hu-lo (silâh) kural (silâh)
teu-lu/tou-lu (töreye uymak,
sadakat) törü/törö (töre, kanun) (Tekin 1993)
Yukarıdaki sözlerden son dokuzu Tabgaç dönemine (M.S. 338-557) a-ittir. Çincede r sesi bulunmadığı için Türkçe sözlerdeki r, ya / ile gösterilir veya hiç gösterilmez: çeng-li / tengri, king-lu / kıngrak, wo-lu-to / ordu, teu-lu / törii, tieh-fah / temir. İl, tuğ, börü gibi Türkçe sözlerin de Çince biçimleri, Hunca kelimeler olarak Çin kaynaklarında yer almaktadır (Kafesoğlu 1996: 57). Çin kaynaklarında geçen Hyung-nu (Hun) kelimelerinin sayısı Pulleyblank'a göre 190'dır. Maenchen-Helfen ise yüzlerce kelimeden bahseder (Tekin 1993: 9). Şu hâlde Çin kaynaklarında açıklanması gereken daha pek çok Hunca söz vardır.
Çin sülâlesi tarihinde, M.S. 329'da geçen bir olay vesilesiyle, Çin ka-rakterleriyle tespit edilmiş iki cümle vardır. Çin sülâlesi tarihi Çin-şu, 10 karakterden oluşan bu cümlelerin (beytin) Hunca olduğunu belirttiği gibi her karakterin Çince anlamını da vermiştir. Olay Çin-şu'da şöyle anlatılmıştır:
"Hükümdar Şi Lo, Hsiung-nu'lara mensup Ho kabilesinden geliyordu. Başka bir Hsiung-nu lideri Liu Yao da Şi Lo'nun rakibi idi. Liu Yao, Kuangçu'nun on birinci yılında (329) ordusu ile geldi ve Lo-yang'ı kuşattı. Şi Lo, hemen Liu Yao ile savaşmak istiyordu. Fakat buyruğu altındaki kumandanların hiçbiri bu fikri uygun bulmadı. Şi Lo, bunun üzerine çok sevdi-
TÜRK DİLİ TARİHİ 61
ği ve saydığı Hintli rahip Fo-t'u-teng'e danıştı. Fo-t'u-teng daire biçimindeki bir çanı salladı ve çıkan sese göre Ho dilince şu kehanette bulundu:
siu-k'i t'i-li-kang puh-koh kü-t'u-tang
Siu-k'i Ho dilinde 'ordu', t'i-li-kang da 'çıkmak' anlamındadır; puh-koh Liu Yao'nun ünvanıdır, kü-t'u-tang da 'tutmak, yakalamak' demektir. Bu sözcükler toplu olarak 'Ordu savaşmak için çıkacak ve Liu Yao'yu tutacak' anlamına gelir." (Tekin 1993: 37).
Hintli rahip Fo-t'u-teng'in Hun dilindeki kehanetini gösteren Çince karakterler iki ünlü Sinolog tarafından aşağıdaki şekilde seslendirilmiştir (Tekin 1993: 40, 53):
B. Karlgren : siog tieg t 'iei lied kang b 'uok kuk g 'iu t 'uk-tang E. G. Pulleyblank: sux-keh the-let-kang buk-kok goh-thok-tang
Şiratori (1902), Ramstedt (1922), Bazin (1948), Gabain (1950), Tekin (1993) gibi Türkologlar, 10 karakterlik bu ibarenin Hun Türkçesindeki biçim ve anlamını bulmaya çalışmışlardır.
Ramstedt'in bulduğu biçim ve anlam şöyledir:
Süke tahkıng (talıkang) bü'güg (ügeg) tutang = Savaşa çıkın, bügüyü t düşman hükümdannı) tutun! (Tekin 1993: 39-40).
Talat Tekin'in bulduğu biçim ve anlam ise şöyledir:
Sü:ke tılıkang bugukgı tuktang = Savaşa çıkın, Buguk'u (küçük geyiği veya liderciği) tutun! (Tekin 1993: 46-53).
Gerek Ramstedt, gerek Tekin Doğu Huncaya ait bu ibarenin 1-r (Bul-gar-Çuvaş) Türkçesine ait olduğu görüşündedirler; çünkü Köktürkçedeki taşıkmak (çıkmak) kelimesi burada talıkmak / tılıkmak biçiminde, yani ş yerine / ile geçmektedir (Tekin 1993: 53-55).
Türkler ve Türk dili için bu ibarenin önemini şöyle belirtebiliriz:
-
Çinceleşmiş bir söylenişle de kaydedilmiş olsa, bu iki cümle Türkçe
olarak tespit edilmiş bulunan en eski (M.S. 329) cümlelerdir; üstelik keli-
melerin anlamları da Çince olarak verilmiştir.
-
Hükümdar Şi-lo'nun Hyung-nu'ların Ho boyundan olduğu ve cüm-
lelerin de Ho dilinde söylendiği Çin kaynağında açıkça ifade edilmiştir. Dört
kelimelik iki cümle Türkçe olarak okunup açıklanabildiğine göre Hyung-
nu'ların Türklüğünden de şüphe etmeye gerek yoktur.
-
Hükümdar Şi-lo, büyük Hun hanedanı 216'da yıkıldıktan sonra Ku
zey Çin'de kurulan küçük ve kısa ömürlü Hun devletlerinden biri olan 2.
Cao devletinin hükümdandır. Şi-lo, doğu Hunlarından idi. Demek ki büyük
62 Ahmet B. ERCİLASUN
Hun hanedanından sonraki küçük Hun devletlerinde de Hun Türkçesi kullanılmaya hiç olmazsa bir süre devam etmiştir.
4. Bütün Hunların olmasa bile en azından Doğu Hunlarının Türkçesi bir l-r Türkçesi idi. Ş yerine l, z yerine r kullanılması daha sonraki Bulgar ve Çuvaş Türklerinin özelliğidir. Moğolca da bir l-r dilidir. Bulgar ve Çuvaşlar dışındaki bütün Türklerin dili ş-z Türkçesidir.
Tengri, kut, il, törü, yabgu, ordu, sü (ordu), börü (kurt), temir, kural (silâh), kıngrak (kılıç), kapagçı (kapı muhafızı), bitigçi (yazıcı) gibi Türkçe kelimeleri kullandıklarını Çin kaynaklarından tespit ettiğimiz Asya Hunlan Türk devletçiliğinin kurucularıdır. İlk Çin tarihçisi Ssu-ma Çien'e göre daha "M.Ö. 3. yüzyılın ikinci yarısında Hunlar birleşmiş ve kudretli bir millet olarak gözükmeye başlamışlardır." (Grousset 1980: 38). Motun'dan önce oluşmaya başlayan birlik Motun zamanında kesin şekilde tamamlanmıştır. Ölümünden iki yıl önce, M.Ö. 176'da Çin imparatoruna gönderdiği bir mektupta Motun şöyle demektedir:
"Göğün yardımı ile yetenekli askerlerimiz ve güçlü atlarımız sayesinde Yüeh-chih'ları ağır (bir) hezimete uğratarak hepsini ya öldürdük, ya da tâbi kıldık ve böylece bu meseleyi hallettik. Lou-lan, Wu-sun, Hu-chieh ve yakınlarındaki yirmi altı ülkenin hepsi artık Hsiung-nu oldu. Yay çeken halkların hepsi tek (bir) aile içinde toplanmış, (böylece) kuzey bölgelerinde huzur sağlanmıştır." (Onat vd. 2004: 14).
Mektuptan açıkça anlaşıldığına göre yay çeken bütün halklar (bozkır kavimleri) "Hun" adı altında tek bir aile oldular. Bu ifadeler âdeta bir milletin oluşumunu anlatmaktadır. Motun kurduğu sağlam ve disiplinli yapıyı millî ruhla da doldurmasını bilmiş, bir aile olarak gördüğü milletine toprak ve vatan duygularını aşılayarak tarihte kayıtlı ilk milliyetçilik ilkesini ortaya koymuştur: Ne kadar değersiz olursa olsun toprak devletin temelidir; hiç kimseye verilemez.
Motun'un şahsî serveti yüzünden ülkesini savaşa sokmayan, fakat devlete ait bir toprak parçası söz konusu olduğu zaman asla müsamaha göstermeyen tutumu Çin tarihlerinde ayrıntılı olarak kaydedilmiştir:
"Mo-tu (Motun) başa geçtiği sırada Tung (Doğu) Hu'lar güçlüydü. Mo-tu'nun babasını öldürerek hükümdar olduğunu duyunca elçi gönderip Mo-tu'ya şöyle demişlerdi: 'Tou-man'ın Çien Li Ma olarak bilinen atını
TÜRK DİLİ TARİHİ 63
işitiyoruz.' Mo-tu devletin ileri gelenlerine sorunca, hepsi 'bu, Hiung-nu'ların değerli (bir) atıdır, verilemez' diye cevaplamışlardı. Mo-tu; 'nasıl olur da (bir) kişi (bir) atı komşusundan daha çok sevebilir?' diyerek (atı) vermişti. Kısa bir süre sonra, Tung Hu'lar Mo-tu'nun kendilerinden korktuğunu düşünerek (ona) elçi gönderip; 'Çan-yü'nün Yen-cıh'larından birini istiyoruz' demişlerdi. Mo-tu yine çevresindekilere sorunca hepsi öfkeyle; "Tung Hu'lar terbiyesizce davranarak hâlâ Yen-cıh istiyorlar! İzninizle onlara saldıralım' diye cevap vermişlerdi. Mo-tu; 'nasıl olur da (bir) kimse (bir) kadını komşusundan daha çok sevebilir?' diyerek sevdiği Yen-cıh'yı Tung Hu'lara vermişti. (Bunun üzerine) Tung Hu'ların hükümdarı gittikçe kibirlenerek batısındaki (topraklan) istilâ etmişti. Hiung-nu'larla aralarında kimsenin oturmadığı boş bırakılmış bin li'den (415 km) daha fazla (büyüklükte bir) toprak (parçası) vardı. Her iki (kavim) bu (toprak parçasının) sınırında ou-tou (gözetleme yeri) oluşturarak oturmaktaydı. Tung Hu'lar elçi göndererek Mo-tu'ya; 'Hiung-nu'lar bizimle sınır olan ou-tou'larının ötesindeki terk edilmiş topraklara gelemezler. Biz buraya sahip olmak istiyoruz' demişti. Mo-tu devlet büyüklerine sorunca bazıları, 'burası terk edilmiş (bir) topraktır, verelim' diye cevap vermişlerdi. Bunun üzerine Mo-tu öfkelenip, 'toprak devletin temelidir, nasıl olur da verilebilir?' diyerek verilmesini söyleyenlerin hepsinin başını vurdurmuştu. Mo-tu atına atlayıp ülkesinde (kendisine katılmakta) gecikenlerin başının vurulmasını emretmiş ve doğuya yönelerek aniden Tung Hu'lara saldırmıştı. Tung Hu'lar baştan beri Mo-tu'yu küçüm-semiş ve (savunmak için bir) tedbir almamıştı. Mo-tu ordusuyla gelerek Tung Hu hükümdarını büyük (bir) yenilgiye uğratmış, halkım, malını ve mülkünü ele geçirmişti." (Onat vd. 2004: 6-7).
Motun'un sağlam temeller ve millî ülkü üzerine oturttuğu Hun birliği, 100 yıldan fazla bir süre kudretli bir dönem yaşamış; bozkırların bu mutlu ve şaşaalı döneminde, daha sonra Türk adını alacak olan gururlu millet doğmuştur. Hiç şüphesiz Çi-çi'nin, ağabeyi Ho han-ye'nin Çin himayesine gir-rneyi teklif eden sözlerine karşı verdiği "devlet at sırtında savaşmak ve mücadele etmek suretiyle kuruldu. Bağımlı olmak ve kölelik Hunlar için en âdi bir durumdur" cevabı, Motun'un devletin temeline koyduğu millî ülkü ve bağımsızlık ruhunun tezahürüdür.
Hunlardan kalan sağlam devlet geleneği ve milliyetçilik şuuru destan-larla da beslenerek yüzyıllarca Türk maşerî vicdanını idare etti. Artık bütün devlet başkanları, yabgular, kağanlar, hakanlar, sultanlar ve padişahlar Oğuz Han'ın (Motun'un) çocukları oldular.
Adı ister yabgu, ister kağan olsun Türk hükümdarı, hükmetme, dünyayı yönetme yetkisini Gök Tanrı'dan almakta idi. Hun hükümdarı "göğün (Tan-
64 Ahmet B. ERCİLASUN
rı'nın) yükselttiği şanyü" idi (Ögel 1981: 439, Golden 2002: 52). Tıpkı Tan-rı'nm İlteriş Kağan'ı tepesinden tutup yükselttiği gibi. Unvanın daha geniş biçimi de Çin kaynaklarında kayıtlıdır: "Yer ve gökten doğmuş; güneş ve ayın takdir ettiği büyük şanyü" ( Kafesoğlu 1996: 237, 244; Golden 2002: 52). Hükümdarın kut'unu (güç ve karizmasını) Tanrı'dan alması, Türk kültürünün, ilk defa Hunlarda görülen çok önemli bir unsurudur.
Ülkenin sol (doğu) ve sağ (batı) bilge tiginler ve onların altındaki yöneticilerce idare edilmesi şeklindeki iki kanatlı teşkilât (Kafesoğlu 1996: 241, Grousset 1980: 39); 24 tümenden (boydan ?) oluşan ordu (Golden 2002: 53) ve bu orduların 10 000 (tümen), 1000, 100 ve 10'lu birliklere ayrılması (Kafesoğlu 1996: 270, Golden 2002: 53), Hunlarm Türk kültür ve yönetim miraslarının en önemlileridir. Tunghu'ların toprak istemesi ve Ho han-ye ile kardeşi Çi-çi arasındaki tartışma örneklerinde görüldüğü gibi, önemli işlerin devlet meclisinde (toy=kurultay) görüşülmesi de (Kafesoğlu 1996: 247) Türk devlet geleneğinde bir Hun mirasıdır.
Hunlarda görülen Gök Tanrı ve yer-su inancı; atalar kültü; dağ, kaya, su, ağaç gibi tabiat unsurlarının ruh taşıdığına inanılması vb hususlar; Maniheizm, Budizm ve Müslümanlık'tan önceki Türk din kültürünün önemli öğeleri idiler. "Asya Hunlan yılın ilk ayında Tanhu'nun sarayında ve ilkbaharda (5. ayda, bizim takvime göre Haziranda) Lung Çeng (Ongin nehri bölgesinde)'de... sonbaharda Tai-lin'de Gök-Tanrı'ya, atalara, tabiat kuvvetlerine at ve koyun kurban ederlerdi... Hükümdar tanhu, gündüz güneşe, gece tolunaya tazim ederdi." (Kafesoğlu 1996: 289).
ALTINCI BÖLÜM
TÜRKİSTAN, AFGANİSTAN VE HİNDİSTAN'DA TÜRKLER
Tarihin çeşitli dönemlerinde Asya'nın doğusundan batısına ve Avrupa'ya doğru muhtelif göç dalgaları olmuştur. Bunlardan biri de M.Ö. 170 yıllarında başlayan göç dalgasıdır. Bunun sebebi de Hunlardır. Hunların ve Usunların Yüeçileri, Yüeçilerin de Sakaları batıya ve güneye doğru itmeleri, Türkistan, Afganistan ve Hindistan'da birtakım yeni oluşumlara yol açtı. Bu oluşumlar içinde Türklerin izleri de açıkça görülmektedir.
Motun ömrünün son yıllarında, kuzeybatı Kansu'da yaşayan Yüeçileri ağır bir yenilgiye uğratmıştı. Daha sonra Motun'un oğlu Lao Şang (Kök Han da Yüeçilere son darbeyi vurdu ve onları Kansu'dan çıkardı. M.Ö. 170 yıllarındaki bu olay, birkaç yüzyıl sürecek olan göç ve oluşumların başlangıcıdır. Yüeçilerin Kansu'dan atılmasının ilk etkisi Usunlar üzerinde görüldü. U-sunlar, İli vadisi ve Isık Göl taraflarında, keçe çadırlarda yaşayan, et yeyip kımız içen konar göçer bir Türk halkı idi. Kansu'dan çıkarılan Yüeçiler İli
vadisine gelerek Usunları ağır bir yenilgiye uğrattılar; hükümdarlarını öldür-düler. Usun hükümdarının küçük oğlu bir bataklığa atıldı. Dişi bir kurt çocuğu emzirdi. Hunlar bunu görünce çocuğun Tanrı tarafından kutsandığını düşündüler. Hun yabgusu çocuğu eğitip büyüttü. Adı Kun-mo idi; yiğit bir komutan oldu; dağılmış olan halkının başına geçti. Hun yabgusundan izin alarak M.Ö. 130 civarında Yüeçilerin üzerine yürüdü. Böylece Yüeçiler Isık Göl'ü de terk etmek zorunda kaldılar (Ögel 1981: 486-489). Çin tarihlerinin kaydettiği bu olay iki önemli hususu göstermektedir: 1) Tarihî Çin'in kuze-yinde ve Orhun vadisinde Hunlar yaşarken bugünkü Batı Türkistan'ın İli
vadisi ve Isık Göl havzasında da Usun Türkleri yaşamaktaydı. 2) Köktürklerin türeyişiyle ilgili Bozkurt efsanesi, çekirdek motifi (kurt tarafının emzirilen çocuk) itibarıyla Köktürklerden çok eskiye, Usunlara dek u-zanmaktaydı.
Usunların önünden kaçan Yüeçilerin baskısı, Kâşgar-Fergana arasındaki
Sakaları yerinden oynattı. 20. yüzyıl başlarında Hotan'da bulunan eserlerden
anlaşıldığına göre bu bölgedeki Sakalar, bilginlerin Hotan Sakacası adını
verdikleri bir Doğu İran dili konuşmaktaydılar (Grousset 1980: 48).
Yûeçilerin önünden kaçan Sakalar M.Ö. 130'larda Baktriya krallığını yıktı-
lar. Strabon'a göre Baktriya'nın yıkılışında Usunlar da yer almış olmalıdırlar
Golden 2002: 41-42). Belh civarındaki Baktriya krallığı, Büyük İskender
TÜRK DİLİ TARİHİ 67
Kuşanları bir Hint-Avrupa kavmi kabul ederler. E. Chavannes, F. Hirth ve sanat tarihçisi M. Rostovtsev ise Kuşanları Türk sayar (Togan 1981: 419). Türk tarihçilerinden Togan (Togan 1981: 39) ve Konukçu ile sanat tarihçisi E. Esin (Esin 1978: 44) de Kuşanları Türk saymaktadırlar.
4. yüzyılın ortalarında Mâverâünnehir'de yeni bir güç ortaya çıktı: Akhunlar. Altay dağlarından çıkan ve Çin kaynaklarında İ-ta, Ye-ta, Hua gibi adlar alan Akhunlar, Hint kaynaklarında Hûna ve Şveta Hûna (Akhun), Fars kaynaklarında Heftal/Heftalit, Grek kaynaklarında Hunnoy, Abdelai, Arap kaynaklarında Haytal olarak adlandırılırlar (Kafesoğlu 1996: 81; Konukçu 2002: 583). Bizans tarihçileri ise onlar için Akhun adını kullanmışlardır (Grousset 1980: 82; Kafesoğlu 1996: 81). Bu adlandırmalarda (H)eftal ve (Ak)hun şeklinde iki ayrı kelime görülmektedir. "Eftalit paraları üzerinde görülen Heftal-khion" ibaresinde de bu iki kelime göze çarpmaktadır. W. Samolin'in tahmin ettiği gibi bunlardan birincisi sülâle adını, ikincisi kavim adını göstermiş olmalıdır (Kafesoğlu 1996: 81).
K. Czegledy'ye göre 350'lerde Juan-juan devletinden ayrılan Uar ve Hun boylan (Akhunlar) Güney Kazakistan'a gelerek daha önce buralarda yaşayan Hunları İdil'e doğru sürmüşler, sonra da güneye yönelmişlerdir 'Kafesoğlu 1996: 82). Akhunlar 5. yüzyıl başlarında da Ceyhun'u geçerek Kuşan hükümdarını Peşâver'e sürdüler. Daha sonra bütün Afganistan ve Kuzey Hindistan'a hâkim olarak Kuşanları ortadan kaldırdılar (Cöhce 2002:
533).
Mes'ûdî'ye göre Sâsânî padişahı Behram Gûr (420-438) zamanındaki Akhun hükümdarı Hakan el-Türk unvanını taşıyordu. Ceyhun'u geçerek Sâsânîlerle savaşan Hakan el-Türk, Behram Gûr tarafından öldürülmüştü Konukçu 2002: 584). 5. yüzyılın ortalarına doğru, eski Kuşan sahası olan Baktriya, Kâbil ve Kandehar bölgeleri Akhunların eline geçmişti (Grousset .980: 83). 5. yüzyılın ikinci yarısındaki Akhun hakanının adı Ahşunvar idi. 3u kelime Türkçede Akşunkar veya Aksungur olarak söylenir (Gömeç 1997: 20). Aksungur, Sâsânîlerin iç işlerine karışacak ve Fîruz'u şah yapacak kadar kudretli idi. Aksungur'dan sonra da bu kudret devam etmiş, İ-ran'daki Mazdek isyanı bastırılmış ve 498'de Kubad'ın İran tahtına oturması sağlanmıştı. Akhunlar, bütün Türkistan'a hükmeden selefleri Kuşanlar gibi Kuzey Hindistan'a da hâkim olmuşlardı. "520 yılında Akhun hanını yazlık merkezi Bedahşan'da, sonra 'tegin'i de Gandara'da" ziyaret eden Çinli Song-yun Akhunları şöyle anlatmaktaydı:
"(Akhunlar) şehirlerde oturmuyorlardı; hükümetlerinin merkezi seyyar bir karargâh idi. Elbiseleri keçedendi. Su ve otlak aramak için yer değiştiriyorlar, yazın serin yerlere, kışın ılımlı bölgelere göçüyorlardı. Hükümdarları kenarı 40 adım uzunluğunda bir kare şeklinde büyük bir çadır diktirmişti; her tarafında duvarlarda yün halılar serilmişti. Hükümdar işlemeli ipekten elbi-
68 Ahmet B. ERCİLASUN
seler giymişti. Ayaklan dört altından anka kuşu ile temsil edilen altın bir yatakta oturuyordu. Hanımı da aynı şekilde işlemeli ipekten bir elbise giymiş olup etekleri üç ayak boyunca yerde sürünüyordu. Başının üzerinde beş ayrı renkte kıymetli taşlarla süslü sekiz ayak yüksekliğinde uzun bir boynuz taşıyordu." (Grousset 1980: 84).
Kuzey Hindistan'ı hakana bağlı tiginler yönetiyordu. 500-515 yılları a-rasında Toraman, 515-550 arasında Mihrakula, Hindistan'ı yönetmişti. Toraman, Bîrûnî'de Hun racası olarak geçmekteydi. Mihrakula ise Grousset tarafından (Grousset 1980: 85) "Hindistan'ın Attilası" olarak nitelenmekteydi (Konukçu 2002: 584-585). Akhunlar, selefleri Kuşanların aksine Budizm'e karşı düşmanca davranmışlar, manastır ve stupalarını yıkmışlardı (Grousset 1980: 84-85).
Akhunlarm Afganistan'daki varlığına 557'de, Batı Köktürk yabgusu İstemi ile Sâsânî hükümdarı Nûşirevan ittifakı son verdi. Bu ittifak sonunda öldürülen son Akhun hükümdarının adı Taberî'de Wrz olarak geçmektedir (Golden 2002: 66-67). Bu ismin açılımı Warz, Türkçesi Bars olmalıdır.
7.yüzyılın başlarında Hindistan'daki Akhunlar da racalar tarafından ortadan kaldırıldı. Birçoğu Hint halkı içinde eridi. Türkşâhîler adlı bir grup ise Afganistan - Hindistan arasında 870'lere kadar yaşadı (Cöhce 2002: 574).
Kökleri Yüeçilere dayanan ve Türk olmaları muhtemel bulunan Kuşanların tarihteki en önemli rollerinden biri, Budizm'in Orta Asya ve Çin'e yayılmasına vesile olmalarıdır. Bilindiği gibi Budizm Çin kültürünü etkileyecek ve Doğu Türkistan'daki Uygurlar arasında da 500 yıl kadar geçerli din olacaktı. Tabiî ki bu sürecin başlangıcı, Motun ve oğlu tarafından Yüeçilerin, Kansu bölgesinden çıkarılmasına kadar gider. Kuşanların tarihteki bir başka rolü, Afganistan ve Kuzey Hindistan'da Akhunlara zemin hazırlamış olmalarıdır. Asya Hunlarından ayrılmış bir kol olan Akhunlar, Kuşanlardan boşalan Afganistan ve Kuzey Hindistan'a 5. yüzyılda yerleştiler. Akhunlarm Türklüğünden genellikle şüphe edilmemektedir. "Aksungur, Toraman" gibi hükümdar adları,"hakan el-Türk, tegin" gibi unvanlar onların Türk olduğunun kanıtıdır. İsimlerinin başındaki ak onların, Asya Hunlarının batı kolundan olduklarını gösterir; çünkü Türklerde ak, batı yönü için kullanılır. Gerek Kuşanlar, gerek Akhunlar, İran devletlerinin Afganistan ve Hindistan'a yayılmasına engel olmuşlar; bu bölgelerde kendilerinden sonraki Türk oluşumlarına (Köktürkler, Gazneliler, Gurlular, Babürlüler) zemin hazırlamışlar ve Afganistan, Pakistan, Hint kültürlerinde bugün de görülen Türk tesirlerinin ilk tabakasını teşkil etmişlerdir. Özellikle, Sâsânîlerle iş birliği yaparak 557'de Akhunları yıkan Batı Köktürklerinin, Mâverâünnehir ve Afganistan bölgesindeki hâkimiyetinde, kendilerinden önceki Akhunlarm bıraktığı Türk varlığının önemli rolü olmalıdır.
Dostları ilə paylaş: |