HAT SANATI
Hat sanatının gelişmesinde ve güzelleşmesinde ilk hamleyi Arap hattatları yapmış ve Abbasiler dönemine kadar kullanılan "kufi" adlı yazıyı geliştirerek ondan "ak-lâm-ı sitte" adını taşıyan "muhakkak", "reyhani", "sülüs", "nesih", "tevki", "rık'a"
adlı altı çeşit yazı meydana getirmişlerdi. Zorluğuna ve önemini kaybetmesine rağmen, kufi yazı, az da olsa bir sanat ve süs unsuru olarak, diğer İslam ülkelerinde olduğu gibi Anadolu'da ve fetihten sonra İstanbul'da da varlığını günümüze kadar sürdürdü. Kufi, istanbul'da ilk olarak Fatih Camii'nde avlu penceresinde ve Çinili Köşk'ün eyvanında kullanılmıştır.
16. yy'ın ünlü hattatı Ahmed Karahisa-rî'nin(-») kâğıt üzerine yaptığı bazı denemelerinden sonra yüzyıllar boyu nadiren kullanılan bu yazı, 19. yy'ın sonlarında gazeteci ve yazar Ebüzziya Tevfik(->) tarafından yeniden canlandırılmaya çalışılmış, hattâ Yıldız Camii'nin kuşak yazısı onun tarafından yazılmıştı. Daha sonra Ismayıl Hakkı Baltacıoğlu da (ö. 1978) bu yazı ile eserler vermişti, istanbul'da Çapa'daki öğretmen okulunun üstünde çini üzerine geçirilmiş olan "Dâru'l-Muallimati'l-Âliye" yazısı onundur. 1960'tan sonra Emin Ba-rın(-0, sahip olduğu grafik bilgisi sayesinde kufiyi yeni bir açıdan yorumlayarak kimsenin hatırına gelmeyen örnekler ortaya koydu. Bütün bu gayretlere rağmen kufi, aklâm-ı sitte adı verilen altı çeşit yazının daha tabii ve daha sanatlı yapısı karşısında direnemeyerek 19. yy'dan itibaren yerini bu yazılara terk etmeye mecbur olmuştur.
Aklâm-ı sitte, Abbasilerin ilk çağında yaşamış olan İbn Mukle (ö. 940) adındaki ünlü vezir ve hattat tarafından belirli kurallarla disiplin altına alındıktan sonra, son
halife, Mustasım'ın saray hattatı Yakut (ö. 1298) tarafından nispi bir güzelliğe kavuşturuldu ve üslubu, kısa zamanda Bağdat' in dışına yayıldı. Anadolu hattatları 150 yıldan fazla onun tesirinde kaldı. II. Mehmed (Fatih), İstanbul'u aldığı sırada Amasya'da yaşamakta olan Şeyh HamduHah(-0, Yakut'un yazılarından istifade ederek sanatım geliştirirken diğer yandan, harflerin anatomi ve fizyolojisine kattığı güzellik unsurları sayesinde onu aştı. II. Bayezid döneminde (1481-1512) Osmanlı sarayına davet edilen Şeyh Hamdullah, yeni üslubunu, yetiştirdiği öğrencileriyle yaydı ve kısa zaman içinde İstanbul, Bağdat'ın yerini alarak hat sanatının merkezi haline geldi. Ortaya çıkan bu yeni üslup, bu haliyle kalmayıp devamlı gelişme gösterdi. 150 yıl sonra İstanbullu Hafız Osman(->), Şeyh Hamdullah'ın estetik bakımdan eksiklerini tamamlamak suretiyle aklâm-ı sit-teyi güzelliğin zirvesine ulaştırdı ve kemale erdirdi. Bugün Türk ve Arap dünyası hattatları, Hafız Osman üslubunu takip etmektedirler.
Aklâm-ı sitte yazılarından her birinin ayrı kullanılış yeri vardır. Muhakkak ve reyhani, Kuranların; sülüs, unvan ve levhaların, kitap başlıklarının; nesih, her çeşit kitabın; tevki, vakıfnamelerin; rık'a da ilmiye ve hat icazetnamelerin yazılmasında kullanılmaktaydı. Bunlardan, karakterleri itibariyle geniş, iri, yani büyük yazılma: ya müsait muhakkak, büyük yer tuttuğu için 16. yy'dan itibaren kullanılmaz olmuş
Yahya Hilmi'nin sülüs ve nesih ile yazılmış bilyesi, 1301 (solda) ve Kazasker Mustafa İzzet Efendi'nin celi sülüs levhası, Nilgün Serttürk koleksiyonu.
Ara Güler fotoğraf arşivi (sol), Nazım Timuroğlu
Dostları ilə paylaş: |