KAHVEHANELER
390
391
KAHVEHANELER
özelliklerini, açtıkları kahvehanelerde canlı tutarak gündelik hayat içinde bir çeşit kült oluşturmaktadırlar. Bu mekânların istanbul'daki kültür hayatını derinden etkileyen bir diğer özelliği de Bektaşîlik(->) ile olan organik ilişkilerdir. Bektaşîliğin Yeniçeri Ocağı'nda örgütlenmesi ve bu nedenle sur dışında kalan birkaç tekke hariç tutulursa, İstanbul'un mahalle ölçeğinde yaygınlık kazanmaması, tarikatın yeniçeri kahvehanelerinin açılmasından önceki döneme ait temel bir özelliği olarak dikkati çeker. Ancak bu özellik yeniçeri kahvehanelerinin yaygınlaşmasıyla ortadan kalkmış, 18. yy'dan itibaren bu mekânlar birer Bektaşî tekkesi gibi faaliyet göstermişlerdir. Her yeniçeri kahvehanesinde bir Bektaşî babasının bulunması ve belli günlerde meydan açması bu mekânların 1826'ya kadar devam eden gelenekleri a-rasmdadır. 1826'ya kadar süren bir başka yeniçeri kahvehanesi geleneği, bu mekânların doğrudan gündelik siyasetin içinde bulunmalarıdır. "Devlet sohbeti" adı verilen siyasi tartışmalar, bu merkezlerin temsil ettiği muhalif kültürün ayrılmaz bir parçası olmuş, her türlü yolsuzluk dedikodusu ve kötü icraatın yol açtığı toplumsal öfke, önce buralarda dile getirilmiş ve kimi zaman da saraya karşı ayaklanmaların tohumları bu kahvehanelerde atılmıştır.
Gündelik hayatın muhalif kültür odakları olarak tanımlanabilen yeniçeri kahvehaneleri, istanbul folkloruna zengin bir miras bırakmışlardır. Özellikle yeni açılacak bir kahvehane için düzenlenen "nişan a-layı" tıpkı esnaf alaylarında olduğu gibi İs-
Geçen
yüzyılın
sonlarında
bir
kahvehanede
tavla
oynayanlar.
Cengiz Kahraman
arşivi
tanbul'un gösteriş yanı ağır basan toplumsal olaylarındandır. Önce kahvehane açmak için gerekli para çevre sakinlerinden toplanır ve bunun karşılığında o bölgenin kolluk hizmeti üstlenilirdi. Kahvehanenin bağlı bulunduğu yeniçeri ortasına ait nişan, açılış töreninde başkarakullukçu tarafından Süleymaniye'deki Ağa Kapısı'n-dan alınarak taşınır, alayın başında da Bektaşî babaları bulunurdu. Bu gelenek II. Mahmud dönemine (1808-1839) kadar sürmüş, daha sonra tulumbacı kültürüne miras kalarak farklı bir düzlemde devam ettirilmiştir.
Yeniçeri Ocağı'mn 1826'da II. Mahmud tarafından kaldırılmasından sonra bu zümreye bağlı kahvehane kültürünü tulumbacı teşkilatı miras almış ve II. Meşrutiyet yıllarına kadar yaşatmıştır. Aslında bir yeniçeri mesleği sayılan tulumbacılık, Acemi Ocağı'na bağlı bir teşkilat iken 1826'da dağıtılmış, yerine mahalle tulumbacılığı getirilmiştir. İstanbul tulumbacılarının tıpkı yeniçeriler gibi başlangıçta bekâr olmaları ve şehrin belli kesimlerinde kendilerine ayrılmış bekâr odalarında ikâmet etmeleri, mahalle ölçeğinde yaygın bir örgüt kurmalarını engellemiştir. Bu gevşek örgütlenmenin yangınları önlemede yetersiz kaldığı düşünülerek her mahallede tulumbacı takımları kurulmuş ve bunu da mahalle ölçeğinde yaygınlaşan tulumbacı kahvehaneleri izlemiştir. Abdülaziz döneminden (1861-1876) itibaren altın çağını yaşamaya başlayan mahalle tulumbacılığı aynı zamanda yeniçeri kahvehanelerinin toplumsal tabanını meydana getiren asker-es-
naf insan tipinin yerine külhanbey-kaba-dayı tipini yaratmıştır. İstanbul'un tanınmış tulumbacı kahvehaneleri arasında Galata' da Hendek Kahvehanesi, Defterdar'da Kâhya İsmail'in Kahvehanesi, Karagümrük'te Uzun Ahmed'in Kahvehanesi ve Beyazıt' ta Köşklülerin Kahvehanesi bulunur. Bunların dışında İstanbul'un hemen her semtinde yaygın bir şekilde faaliyet göstermişler ve dönemin spor kulüpleri olarak kabul edilmişlerdir. Tulumbacı kahvehanelerinin özellikle ramazan aylarında semai kahvehanelerine dönüşmeleri, 17. yy'dan itibaren âşık kahvehanelerinde şekillenen kültürün bu mekânlarda sürdürüldüğünü kanıtlamaktadır.
Yeniçeri kahvehanelerinden tulumbacı kahvehanelerine uzanan kültürel sürekliliğin bir benzeri ise, âşık kahvehanelerinden semai kahvehanelerine ulaşan tarihsel gelenek içinde şekillenmiştir. Aşık adıyla tanınan saz şairlerinin toplandıkları bu mekânlar, yeniçeri kahvehanelerinin hemen öncesinde faaliyet gösteren ve daha sonra bu yeni oluşumun bir parçası olarak devam eden kültürel merkezlerdir. Semai kahvehanelerinin ise 19. yy'da devraldıkları kültürel miras, geleneksel âşık kahvehanelerinin 17. yy'in başlarından itibaren oluşturdukları zengin dünya görüşü ve buna bağlı olan edebiyat anlayışıdır. Âşık tarzı denilen bu anlayış, imparatorluğun Anadolu ve Rumeli coğrafyasındaki sözlü kültür geleneklerinin İstanbul ölçeğinde yeniden şekillendirilmesiyle ortaya çıkmıştır. Bu mekânların temel kültür formu o-lan âşık tarzı, bir bakıma anonim edebiyat ile tasavvuf ve divan geleneklerinin kesişme noktasında yer alır. Bu açıdan âşık kültürü, Osmanlı mozaiğini kuran bağlayıcı öğelerin başında gelmekte, saz şairi de farklı toplumsal çevrelerin sözcüsü olarak bu birikimi İstanbul'un gündelik hayatına sokan insan tipini temsil etmektedir.
Âşık kahvehanelerini, Osmanlı İmpa-ratorluğu'nda geniş bir coğrafyaya yaydan kültür geleneklerinin senteze ulaştıkları mekânlar olarak tanımlamak mümkündür. Anadolu ve Rumeli'nin arkaik mitosları ile İstanbul'un gündelik hayatına ilişkin ütopyalar, bu mekânlarda iç içe yaşamışlardır. Bu kaynaşmanın sonucunda gündelik hayatın iktisadi ve siyasi dalgalanmalarına karşı duyarlı bir edebiyat doğmuştur. Âşık kahvehanelerinde dile getirilen bu edebiyatın kahramanları, gündelik hayatın sıradan insanlarıdır.
18. yy'dan itibaren âşık kahvehanelerinin yeniçeri kahvehaneleriyle özdeşleştiği görülmektedir. Yeniçerilerin esnaflaşma süreci, âşık kahvehanelerinin kültürel ortamına bir siyasi ideoloji olarak yansımış, şehir hayatındaki düzensizlikler saz şairlerinin dilinden bu mekânları dolduran kalabalığa eleştirel bir biçimde aktarılmıştır. Bu gelenek bir ölçüde 1826'dan sonra da sürdürülmüş, Çemberlitaş civarında Tavuk Pazarı'ndaki âşık kahvehaneleri bu mekânların son örnekleri olmuştur. Saz şairlerinin kendi kahvehanelerinin dışında özellikle yeniçeri kahvehanelerinde de destan, mani ve koşma okumaları genel bir ku-
ral olmakla birlikte, her yeniçeri kahvehanesinin kadrosunda ayrıca Ayvansaray Loncası'ndan alınma hanendeler, Kıpti ya da Rum kökenli köçekler ve meddahların bulunması kuralı 1826'ya kadar bozulmamıştır. Kahvehanede köçek oynatmak bir yeniçeri geleneği olarak ocağın kaldırılmasına kadar devam etmiştir. Daha sonra âşık kahvehaneleri ile yeniçeri kahvehanelerinin ortak mirasını sürdüren semai kahvehanelerinde birkaç istisna dışında böyle bir geleneğin izine rastlanmamaktadır.
1826 İstanbul kahvehaneleri için bir dönüm noktasıdır. Tulumbacı kahvehaneleri gibi semai kahvehaneleri de bu tarihten sonra İstanbul'un kültür hayatına girmişlerdir. Çalgılı kahvehaneler olarak da adlandırılan bu mekânların faaliyet zamanları yıl içinde mevsimlere göre değişiklik gösterse de kural olarak ramazan ayım kapsamaktadır. Ramazan boyunca açık bulunan bu mekânların hazırlanması, kahvehanenin sahibi ya da kiralayanı tarafından bir dizi geleneğin yerine getirilmesiyle gerçekleşirdi. Hazırlıklara sürre alayının ertesi günü başlamak genel bir kuraldı. İç dekorasyonu en ince ayrıntılarına kadar düşünmek, mekânı külhanbeyi zevkine göre düzenlemek, kahvehane sahibinin bilgi ve görgüsünü yansıtırdı. Genellikle tulumbacı yamakları ve Haliç kayıkçıları arasından çıkan primitif sanatçılar, dekorasyon konusunda var olan geleneğin izinden yürüyerek kahvehaneyi bir çeşit fantastik dünyaya çevirirlerdi.
Programlı eğlence anlayışı, Tanzimat' la birlikte semai kahvehanelerine giren bir Batı geleneğidir. Bu programın içeriği 19. yy boyunca dönemin modalarına uygun şekilde değişikliğe uğramıştır. Önceleri â-şık tarzının egemen olduğu bu kahvehanelerde II. Abdülhamid döneminden (1876-1909) itibaren alafranga müzik zevkinin de geliştiği görülmektedir. Asıl program, okunan manilerle başlar ve destanlarla devam ederdi. Sıradan insanın gündelik hayatına ilişkin çeşitli sorunlar bu mani ve destanların temel konularını oluşturmuşlardır.
İstanbul'daki başlıca semavi kahvehaneleri, şehrin eğlence merkezi sayılan Şeh-zadebaşı'nda toplanmıştır. Bunun dışında Unkapam, Defterdar, Eyüp, Halıcıoğlu, Kasımpaşa, Galata, Fındıklı, Beşiktaş, Kadıköy ve Üsküdar'da da semai kahvehaneleri işletilmiştir.
Semai kahvehaneleri gibi ramazan ayında faaliyet gösteren bir başka eğlence mekânı da meddah kahvehaneleridir. Başlangıçta Tahtakale'de yoğunlaşan bu kahvehaneler daha sonra Şehzadebaşı'n-da odaklanmıştır. Divanyolu'nda Arifin Kıraathanesi(-») ile ünlü meddah Kız Ahmed'in işlettiği Beyoğlu'nda İngiliz Elçiliği karşısındaki kahvehane bu türün en tanınmış olanlarıdır.
İstanbul kahvehaneleri, üstlendikleri toplumsal işleve uygun bir mimariye ve iç düzenlemeye sahiptirler. Yeniçeri kahvehaneleri genellikle iki katlıdır. Kahvehanenin mensup olduğu ortaya ait nişan zemin kattaki giriş kapısının üzerine asılır ve bu
1930lu yıllarda bir İstanbul kahvehanesi. Salâhattin Giz
kapıdan tabanı mermer döşeli asıl mekâna girilir. Bu kısmın merkezinde fıskiyeli bir havuz, etrafında da bağdaş kurarak oturmak için üzeri yastıklarla döşenmiş peykeler bulunur. Bu tür geometrik düzenleme, geleneksel yalı mimarisindeki divanhane anlayışının izlerini taşımaktadır. Ayrıca bu ana bölüme açılan küçük ölçekli yan mekânlar, plan organizasyonunu bütünleyici özellik göstermektedir. Kahve ocağı, â-şıklarm saz çaldıkları yerden yükseltilmiş kısım ve "baba sofası" adıyla anılan Bektaşî şeyhinin makam yeri, geometrik düzenin en uygun açılım noktasına konumlan-dırılmıştır. İç dekarasyonun tamamlayıcı öğeleri ise duvarlardaki Bektaşî levhaları ve pencere içleri ile havuz kenarına dizilen fesleğen saksılarıdır. Diğer kahvehane türlerinde de bu mimari plan küçük değişikliklerle uygulanmıştır. Kahve ocağının karşı köşesinde iki basamaklı bir merdivenle çıkılan ve cami maksuresini andıran, parmaklıklarla çevrili kerevetin adına "köşk" ya da "başsedir" denilmekte ve burası kahvehanenin imtiyazlı müşterilerine ayrılmaktadır. Başsedirin yakınında kahvehane sahibine ait olan, önüne post serilmiş bir dolap vardır. Bunun yanında da genellikle alçıdan yapılma zarif kahve ocağı yer alır. Bazı kahvehanelerde ayrıca berber esnafı bulunduğundan, ona ait eşyalar da kahve ocağına yakın bir kısma konmuştur. Tanzimat'tan sonra başlayan modernleşme hareketiyle bu iç düzenlemede büyük değişiklikler meydana gelmiştir. Peykelerin yerini iskemleler almış, ayrıca gösteri sanatlarının icra edildiği küçük bir sahne, kahvehanelerin mimari programlarına dahil edilmiştir.
Bibi. L. Ferdinando Marsigli, Bevanda Asiati-ca Brindata, Viyana, 1685; L. Rava, "il Conte Marsigli e il Caffe". Memorie Intorno a Luigi
Dostları ilə paylaş: |