Ünden bugüN



Yüklə 8,87 Mb.
səhifə37/140
tarix27.12.2018
ölçüsü8,87 Mb.
#86730
1   ...   33   34   35   36   37   38   39   40   ...   140

İKBAL KIRAATHANESİ

ihtisab ağasından çekinir, onun ya da yardımcılarının her an karşısında olabileceği korkusuyla haksızlık yapmamaya çalışırdı. En çok denetlenen yerler ise fırınlardı. Unkapanı'ndaki kapanların denetimi de aralıksız sürdürülürdü, ihtisab ağasının istanbul'un iaşesiyle doğrudan ilgili bir başka görevi ise gelen emtia ve ürünlerin kentin her semtine dengeli biçimde dağıtılmasına, bunun için de her malın, ilgili olduğu iskeleye veya çardağa indirilmesine yardımcı olmaktı, ihtisab ağasının makamının bulunduğu Çardak iskelesi ya da ihtisab Iskelesi'ne ise pirinç ve arpa yüklü gemiler yanaşmaktaydı. Yine, yaş meyve sebze teknelerinin yanaştığı iskele ve hal de "Muhtesib Çardağı" adım taşımaktaydı, istanbul'dan başka, Galata ve Üsküdar'da da bu adda çardaklar vardı.

ihtisab ağası ve keloğlanları kenar iskelelerini deneüeyerek kaçak mal getirilmesini önlemeye çalıştıkları gibi hayvanlara aşırı yük vurulmasına, kayıklara erkeklerle kadınların bir atada, bindirilmesine, taşıma ücretlerinin fazla alınmasına da engel olurlardı. Esir pazarlarını, hamamları da kontrol ederlerdi. Gedik sistemine aykırı olarak çalıştırılan işyerlerini ihtisab a-ğasının kapatma yetkisi vardı. Örneğin, 1594'te, istanbul'da sayıları 5 olması gereken çiçekçi dükkânlarının 200'ü bulması nedeniyle, kadıya yazılan hüküm üzerine ihtisab ağası bunları kapatmakla görevlendirilmişti. Bunun gibi, 100 olması gereken kumaşçıların 318'e çıkması da benzeri bir önlem gerektirmişti. Dükkânlarda, ruhsata esas mal ve eşyanın satılıp satılmadığım kontrol de ihtisab ağasının göreviydi.

"Ihtisabiye" ya da "ihtisab rüsumu" denen vergi, İstanbul'da, diğer kentlere o-ranla çok yüksek bir gelir sağladığından, "bedel-i mukataa", "bedel-i iltizamiye" denen ve kamu hazinesine ödenen peşin bedeli, 3.000.000 akçeden fazlaydı. Bununla birlikte, ihtisab işlerinin bozulmaya başladığı 18. yy'da ihtisab ağaları ihtisab vergilerini toplamakla yetinmeyerek keloğlanları aracılığı ile "sefâ-amedi", "iydiye", "ramazaniye", "haftalık", "aylık", "müsamaha", "haslık" vb adlar altında yasaya aykırı isteklerle çarşı esnafına parasal zulümde bulunmaktaydılar. Simitçi, hamal, seyyar satıcı, bozacı, leblebici gibi ayak esnafından ihtisabiye toplanmazken bunlardan da rüşvet alınır olmuştu. Yine, istanbul'un yakın çevresindeki üretim bölgelerinden Mudanya, Yarımca, Pendik, Kartal, Şile ve Silivri gibi yerlerden gelen ürünlerle Karadeniz'den gelen yumurtadan, Ege Bölge-si'nden gelen zeytinden çok düşük oranda ihtisabiye alınması kanun gereğiydi. Ancak, ihtisab ağaları bunlar için de türlü rüşvet yöntemleri uygulamaktaydılar.

istanbul, 18. yy'da ihtisab işleri bakımından "kol" denen 15 vergi bölgesine ayrılmıştı. Bunlar, kentin başlıca alışveriş merkezleri olan, Tahtakale, Eksik, Taraklı, Ayasofya, Tavukpazarı, Kadıasker, Lan-ga, Yedikule, Aksaray, Karaman, Edirneka-pı, Balat, Unkapanı, Rah-ı Cedid, Cibali semtleriydi.

ihtisab ağalığı, 1821'den sonra, karadan ve denizden istanbul'a gelenleri kontrol işiyle de görevli kılındı. "Mürur tezkiresi" denen, esnaf kethüdalarından, mahalle imamlarından, daire ve kapılardan alınan giriş ve çıkış belgelerinin ihtisab ağasına mühürletilmesi kural oldu. Bu amaçla, Rumeli tarafından gelenler Küçükçekmece' de, Anadolu'dan gelenler Bostancıbaşı Köprüsü'nde, tezkirelerini nöbetçi koloğ-lanlarına göstermekte, bir hafta zarfında da ihtisab ağasının konağına giderek, Anadolu veya Rumeli defterine, vilayetlerini, ne maksatla geldiklerim ve ne kadar kalacaklarını yazdırmaktaydılar.

1826'da Yeniçeri Ocağı'nın kaldırılmasının ardından ihtisab işlerine de yeni bir düzen öngören II. Mahmud, ilkin ihtisab mukataa bedelini Asâkir-i Mansure hazinesine tahsis etti. istanbul kadısına gönderdiği bir fermanla da eski humbaracıba-şı Mustafa Ağa'yı ihtisab ağası tayin ettiğini, amacının, çarşı pazarı düzene koymak olduğunu, serseri ve işsiz kalabalıkların istanbul'dan uzaklaştırılmalarını istediğini bildirdi.

Ağustos 1826'da da eski ihtisab kanunnameleri yerine İhtisab Ağalığı Nizamnamesi yayımlandı. Çardak Iskelesi'ndeki eski ihtisab ağası konağının yerine kuru-yemişçi dükkânları yapılmış olduğundan, oraya yakın Ellialtı Kahvesi'nin kamulaş-tırılıp yeni bir ağa konağı yapılması uygun görüldü. Keloğlanlarının yeniçerilikle ya-kınlıklan dikkate alınarak bunlann kısa zamanda tasfiye edilip Asâkir-i Mansure-i Muhammediye'den yüzbaşı ve onbaşıların, ihtisab ağası maiyetine ihtisab nefe-ratı ve mülazimleri olarak verilmesi kararlaştırıldı. Bunlann kentte dolaşıp namaz kılmayanları, oruç tutmayanları mahalle imamlarından soruşturmaları, ihtisab ağasının şehirde sık sık kol gezip esnafı denetlemesi, gerektiğinde suçluları falakaya yatırması, ihtisab mahbesine koyması, hamamlarda gayrimüslimlere nalın verilmemesi hususunun da gözetilmesi, ihtisab a-ğasının bir hamallar yazıcısı tayin edip iskele hamallarının defterlerini hazırlatması, koyun getiren Cihanbeğli ve Alişanlı aşiretleri mensupları dışında Kürtlerin, istanbul'a daha önce yerleşmiş olanlar dışında da Arnavutların memleketlerine iade edilmeleri, iskelelere yanaşan şüpheli gemi ve kayıkların dikkatlice aranması vb gibi pek çok iş, ihtisab örgütüne yüklendi. Ancak tüm bunların geleneksel örgütle yürütüle-meyeceği anlaşıldığından kurumsallaşmaya gidildi ve 1826 sonuna doğru ihtisab Nezareti kuruldu. Mustafa Ağa, ilk ihtisab nazın oldu. istanbul Belediyesi'nin çe-kirdiğini oluşturan nezaret ise llamat ve Tekarir Odası, Varidat Odası ve Tezkire-hane olarak 3 ana birime ayrıldı. Bu büroları birer başkâtip yönetmekte olup bunlann yardımcılarına "refik-i sani" deniyordu. Nazırın yardımcılığını ise kethüda e-fendi yapmaktaydı. 1834'ten başlayarak kent yaşamını ve zabıta hizmetlerini kolaylaştırıcı yevmiye jurnalleri düzenlendi. Bununla kontroller daha seri yapılabiliyordu. 1846'da Zaptiye Müşiriyeti kurulun-

ca güvenlik ve giriş-çıkışlarla ilgili işler bu örgüte devredildiğinden ihtisab Nezare-ti'nin görevi tamamen belediye hizmetleriyle sınırlandı. Esnaf ve narh kontrolleri ağırlık kazandı.

1854'te şehremaneti kurulduktan sonra son ihtisab nazın Hüseyin Bey, 19 Haziran 1858-1 Mayıs 1860 ve 23 Haziran 1862-6 Mart 1868 arasında iki defa şehremin-liği yapmıştır. Bu zat, İstanbul'da "ihtisab Ağası Hüseyin Bey" olarak ün yapmıştı. Abdülaziz'in annesi Pertevniyal Valide Sul-tan'm kethüdalığı görevinde de bulunan Hüseyin Bey çarşıya çıktığında esnafın eli ayağı birbirine dolaşırdı. Belirli noktalarda duran Hüseyin Bey, vukuat jurnallerini okutur, orada karakuşî ceza verir ve uygulatırdı.



Bibi. Y. Z. Kavakçı, Hisbe Teşkilatı, Ankara, 1975; F. Atar, İslam Adliye Teşkilatı, Ortaya Çıkışı ve işleyişi, Ankara, 1979; (Ergin), Mecelle, I, 335 vd; Z. Kazıcı, Osmanlılarda IhtisabMüessesesi, İst., 1987; I. L. Barkan, "XV. Asrın Sonunda Bazı Büyük Şehirlerde Eşya ve Yiyecek Fiyatlarının Tespit ve Teftişi Hususlarım Tanzim Eden Kanunlar I. Kanunname-i thtisab-ı istanbul el-Mahrusa", Tarih Vesikaları, S. 5 (Şubat 1942), s. 326 vd; R. Mantran, Un Do-cument sur l'ihtisab de Stamboul a la fin du XVII. Siecle, Şam, 1957; Evliya, Seyahatname, I, 120 vd; 1. Ortaylı, Türkiye İdare Tarihi, Ankara, 1979, s. 203-204; Pakalm, Tarih Deyimleri, II, 40 vd; Ziyaoğlu, Belediye Reisleri; Mustafa Ragıp, "intisap Ağası Hüseyin Bey", Tarihten Sesler, S. 2 (Şubat 1943).

NECDET SAKAOĞLU



İKBAL KIRAATHANESİ

Nuruosmaniye Caddesi'nin Vezir Hanı Caddesi'yle kesiştiği sol köşede ve Nuruosmaniye Camii'nin avlu kapısının karşısında yer almış eski bir kıraathane.

Ne zaman açıldığı kesin olarak tespit edilmemişse de I. Dünya Savaşı öncesinde faaliyette olduğu bilinmektedir.

Resmi dairelerin yoğun olduğu Sirkeci ve Babıâli semtleriyle basın-yayın dünyasının merkezi durumundaki Cağaloğ-lu'na yakın olduğu için şair ve yazarların, gazetecilerin uzun yıllar uğrak yeri olmuştur.

20. yy'm başlarında hemen her akşam Karagöz oynatılan ya da Kemani Memduh ile Bülbüli Salih yönetimindeki saz takım-larınca fasıl yapılan ikbal Kıraathanesi'nin oldukça geniş ve loş bir salonu vardı.

I. Dünya Savaşı'nın ilk yıllarında Halil Nihat Boztepe, M. Fuat Köprülü, ibrahim Alaaddin Gövsa, Yusuf Ziya Ortaç, Hamamîzade ihsan, Enis Behiç Koryürek, Orhan Seyfl Orhon, Hakkı Süha Gezgin ve Agâh Sırrı Levendin her akşam uğradığı kahvehaneye arada sırada Celal Sahir Ero-zan, Ömer Seyfeddin, Falih Rıfkı Atay ve Tahir Nadi Ozanözgü de gelirdi. Savaşın son yıllarında Nâzım Hikmet, Halil Vedat Fıratlı, Rıfkı Melul Meriç, Vâlâ Nurettin ve Ekrem Şerif Egeli de buraya devam etmeye başlar.

Mütareke yıllarında Hasan Âli Yücel ve onunla ahbaplık eden Yahya Kemal Be-yatlı ile Ahmet Hamdi Tanpınar'ın IkbaPe devam etmeye başlaması kıraathaneye yeni bir canlılık kazandırır. Kıraathaneye Mü-

tareke yıllarının Milli Mücadele'yi destekleyen sanat ve edebiyat dergisi Dergâh'ı çıkaran Mustafa Nihat Ozon ile yazı ailesinden Nurullah Ataç, Yunus Kâzım Koni, jvlustafa Sekip Tunç, Necmettin Halil Onan, Ali Mümtaz Arolat, Abdülhak Şinasi Hisar ve Ahmed Haşini de devam eder.

Mükrimin Halil Yinanç ile Osman Cemal Kaygılı da bu dönemde IkbaPe devam edenler arasındadır. Tanınmış şair ve yazarların uzun tartışma ve fikir alışverişlerine ev sahipliği yapan kıraathane, Dergâh' m kapanmasıyla eski canlılığını yitirir ve müdavimler arasında yer almakla birlikte varlıkları pek hissedilmeyen gazetecilere geçer.

ikbal Kıraathanesi'nin şak ve yazarların uğrak yeri olarak yeniden canlılık kazanması, Orhan Kemal'in Adana'dan istanbul'a göç ettiği 1951 yılına rastlar. Orhan Kemal, arkadaşlanyla birlikte bu kahvehaneye uzun yıllar devam etmiş; ocakçısı ve garsonlarıyla ahbaplık ederek burayı telefonundan da yararlandığı bir ofis gibi kullanmıştır.

Kıraathanenin Orhan Kemal'le başlayan yeni dönemini Nurer Uğurlu, anı ve gözlemlerine dayanarak Orhan Kemal'in ikbal Kahvesi adlı kitabında oldukça ayrıntılı bir biçimde anlatır. Günlük Cağaloğ-lu dedikoduları, yazıları ve eserleriyle en ağır dille gıyabi ya da vicahi olarak yargılanan çağdaş yazarlar, bu yazarlarla tanışmak için gelen hevesliler, mücellitten yeni alındığı için henüz kurumamış tazelikte kitaplar kahvehanenin gündelik ayrıntılarım oluşturur.

Orhan Kemal dışında Edip Cansever, Muzaffer Buyrukçu, Ferit Öngören, Yaşar Kemal, Ece Ayhan, Lütfü Erişçi, Fahir On-ger, Rasih Nuri ileri, Haldun Taner, Fahir Aksoy, Fikret Otyam, Ara Güler, Yusuf Kenan Karacanlar, Oktay Akbal, Konur Ertop, Ümit Yaşar Oğuzcan, Behçet Necatigil, ismet Zeki Eyüboğlu, Nurer Uğurlu da kahvehaneye devam edenler arasındadır.

Ancak Ikbal'in gedikli müşterileri de vardır ve doğal olarak Orhan Kemal'le o-lan yakınlıkları nedeniyle masaların aranan kişileridir. Arap Talat (Talat Kılıç), Patriyot Hayati, Yelfe ihsan, Erol Sadi Erdinç, Enver Aytekin ve Edip Karahan bu gediklilerin başında gelirler. Bazen bir köşede o-turup şiir çalışan, bazen Orhan Kemal'le derileşen Hasan izzettin Dinamo da arada sırada Ikbal'e uğrayanlardandır.

1960'lı yılların ortalarında (yak. 1965) kapanan ve yerine halı, turistik eşya satılan bir mağaza açılan ikbal Kıraathanesi, adına kitap yazılan eski kahvehanelerden biri olmuştur, ikbal kapandıktan sonra bir süre değişik yerlere devam eden Orhan Kemal ve arkadaşları eskiden beri Babıâli ve Cağaloğlu'na devam eden herkesin yakından tanıdığı Meserret Kıraathanesi' ne(-») devam etmeye başlarlar.



Bibi. A. H. Tanpınar, Yahya Kemal, İst., 1962, s. 28; ay, Beş Şehir, ist., 1978, s. 72-73; N. Uğurlu, Orhan Kemal'in İkbal Kahvesi, ist., 1973; S. Birsel, Kahveler Kitabı, ist., 1975, s. 321-332.

M. SABRİ KOZ



İkdam gazetesinin 25 Temmuz 1923 tarihli

sayısı.


Gözlem Yayıncılık Arşivi

İKDAM

Ahmed Cevdet (Oran) (1862-1935) tarafından yayımlanmış günlük siyasi gazete.

5 Temmuz 1894'te yayıma başladı. İlk olarak başlığına "ilmi, siyasi Türk gazetesidir" kaydım koymuş, bu özelliğine bağlı olarak hem dilde sadeleşmenin hem de Türkçülük akımının savunucusu olmuştur.

ikdam, II. Abdülhamid rejiminden aldığı destekle ilk rotatif baskıyı gerçekleştiren gazetelerden oldu. Sarayla uyumlu olmaya özen göstermesine rağmen, zaman zaman kapatılmaktan da kurtulamadı. Dönemin sayısı az olan Türkçe gazeteleri arasında kendine özgü bir canlılık sağlamayı başarmış ve bunun etkisiyle II. Meş-rutiyet'in ilanından sonra tirajım 40.000'le-re kadar yükseltmiştir, ittihatçı yönetimlerle de çatışmaktan kurtulamamış, kapatıldığı sürelerde Yeni ikdam ve Iktiham adlarını da alarak yaşamım sürdürmüştür.

İkdam Eylül 1912'de eskiden Paris muhabirliğini yapmış olan Ali Kemal'in başyazarlığını üstlenmesiyle ittihatçılara karşı sert muhalefete girişmiş, ancak 1913'te ittihatçıların iktidarı tam ele geçirmesi üzerine karşıtlığını yumuşatmak zorunda kalmıştır.

Babıâli'nin okul görevi yapan gazeteleri arasında bulunan ikdam, Halit Ziya (Uşaklıgil), Ahmed Rasim, Cenap Şehabet-tin, Hüseyin Cahit (Yalçın), Hamdullah Suphi (Tanrıöver), Ahmet Emin (Yalman), Ali Naci (Karacan) gibi kalemlerin yanında birçok yeteneği de yetiştirmiştir. Hastalığı sebebiyle Ahmed Cevdet'in sürekli olarak isviçre'de yaşaması sebebiyle Mütareke yıllarında Yakup Kadri (Karaosmanoğlu), 1923'ten itibaren Mecdi Sadrettin'in ve Ali Naci'nin (Karacan) yönetiminde çıktı. Yeni harflerin kabulünden sonra uğradığı büyük tiraj kaybı üzerine 31 Aralık 1928'de yayımına son verdi.

İSTANBUL

145 İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI'NPA

İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI'NDA İSTANBUL

II. Dünya Savaşı yıllan istanbul için ülkeyi ve dünyayı saran bütün sıkıntıların yansıdığı, buna rağmen Osmanlı Devleti'nin yıkılışından sonra ilk yenileşmelerin gündeme geldiği bir zaman dilimi olmuştur, iki dünya savaşı arasındaki yıllarda istanbul başkent olma özelliğini yitirmiş; gerek hükümetin ilgisi, gerekse de merkezi bütçeden aldığı pay itibariyle ikinci dereceden bir konuma düşmüştü. Kentin kendi kaynaklarına sahip çıkması ve geliştirmesi ise dönemin merkeziyetçi anlayışlan çerçevesinde esasen olanaksızdı -ki bu durum sonraki yıllarda da süregelmiştir. Hattâ, söz konusu yıllarda merkeziyetçi anlayış o kadar ileri gitmekteydi ki, vali ve belediye başkanı Ankara'dan atanan tek ve aynı kişiydi. Öte yandan yabancıların ve a-zınlıklarm yoğun olarak bulunmaları ve dış ticareti önemli ölçüde yönlendirmeleri açısından da istanbul'un yeni Ankara yönetimi tarafından çok sempatiyle bakılan bir kent olduğunu söylemek olanaksızdır. Ankara borçların tasfiyesi ve millileştirme gibi işlerle uğraşırken Batı devletleriyle ticaretin azınlıkların eliyle yürütülmesine hoş bakmıyordu, işte istanbul II. Dünya Sava-şı'nı böyle bir ortamda karşıladı. Savaşın ilk döneminde, muharebeler uzakta iken kentin günlük yaşamı artan yokluklar, kesilen ithalat, karaborsa ve pasif korunma tedbirlerinin uygulanması gibi olaylara rağmen nispeten sakin bir şekilde devam etti. Ancak savaş kente yaklaştıkça durum değişti. 23 Kasım 1940'ta istanbul, Kocaeli ve Trakya illerini kapsayan sıkıyönetim ilan edildi. Nisan 194l'de Alman orduları Balkanlar'a girip de sınırlarımıza yaklaştıkça kentin boşaltılması dahi gündeme getirildi. Bundan sonraki 3 yıl, savaşın her an kapıyı çalma ihtimali içerisinde gerilimli bir ortamda geçti. Ancak 1944 yazından i-tibaren savaşı müttefiklerin kazanacağının belli olması ile yeni bir döneme geçildi ve Türkiye'nin gündemi bu duruma uygun o-larak yeniden çizilmeye başlandı.

II. Dünya Savaşı yılları tüm yokluklara rağmen şehrin fiziki dokusunun değişmeye başladığı bir dönemdir, imar hareketlerinin başlamasındaki temel etken kuşkusuz ki Cumhuriyet'in biraz olsun kendisini toparlaması ve eski başkente el atma zamanının geldiğine karar verilmesiydi. Bu imar hareketleri savaşın getirdiği kaynak sıkıntıları dolayısıyla sınırlı kalacak, ancak aradan bir 10 yıl geçtikten sonra, Menderes döneminde bütün hızıyla yeni bir hamleye dönüşecekti. Bir mezbelelik halinde olan Yeni Cami çevresinin a-çılması, Eminönü Meydanı'nın yapılması, Mısır Çarşısı'mn onanlması bu dönemin işlerindendir. Savaş sırasında hem vali, hem de belediye reisi olan Lütfi Kırdar Sirkeci ve Sultanahmet meydanları ile Vilayet binasının temizlenmesine ve bahçe içine alınmasına da önem vermişti. Unkapanı Meydanı ve çevresinin düzenlenmesi ve buradan Saraçhanebaşı istikametinde Haliç'ten Marmara'ya uzanan Atatürk Bulva-

İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI'NDA

146

147

İKİNCİ VAKIF HANI

rı o günlerin en önem verilen projelerinden birisiydi. Kentteki diğer bir önemli değişiklik de 1940'ta Taksim Gezisi'nin inşası ve Ayaspaşa'dan Dolmabahçe'ye inen yolun ve parkın yapılmasıdır. Dolmabah-çe Stadyumu inşaatı da 19 Mayıs 1940'ta başlamış fakat malzeme fiyatlarının artması ve yokluklardan dolayı zaman zaman duraklayarak devam etmiştir. Kentin hemen hemen tüm diğer köşelerinde de birtakım iyileştirmelere gidilmiştir.

Kentin aydınlatma ve ulaştırma gibi işlerine gelince, bunlann savaş sırasında pek az geliştirilebildiği ve esasen çok sınırlı olduğu görülür. Örneğin 1938'de her şeye rağmen İstanbul gibi nüfusu bir milyona yakın bir kentte sadece 4.792 adet sokak aydınlatma lambası bulunuyordu. 1945'e kadar bunlara 3.255 adet ilave yapılmış ve sayı ancak 8.047'e çıkarılabilmişti. Kısacası karartma olmasa da İstanbul'un sokakları karanlıktı. Bu arada 1939'da İstanbul' da 123.775 adet elektrik abonesinin bulunduğunu belirtelim. 1945'e gelindiğinde bunlann sayısı 147.595'e yükselmişti. Bunların tükettikleri yıllık toplam elektrik miktarı ise 1939'da 120 milyon kwh'den 1945' te 160 milyona çıkmıştı. Ulaştırmaya gelince, tramvay idaresi l Ocak 1939'da, yani savaştan hemen önce millileştirilmişti. Fakat savaş nedeniyle yeni tesis kurma ve a-raç satın alma olanağı olmadığı için bu hizmet de geliştirilemedi, fakat tamir ve yedek parça imali ile ulaşım elden geldiğince sürdürülmeye çalışıldı. 1939'da hizmette 258 araba var iken bu rakam 1940'ta 244'e, 194l'de 217'ye, 1942'de ise 199'a düştü. 1943 ve 1944'te sırasıyla 201 ve 234

araba ile idare edildi, istanbul 1945'i 243 tramvay ile karşıladı. Ne var ki o tarihlerde istanbul halkının büyük bölümünün çok nadiren semtinden ayrıldığını ve ulaşımın ileriki yıllardaki kadar büyük bir sorun olmadığını belirtmek gerekir. Demiryolunun banliyö hatları ve Şehir Hatları İşletmesi o yıllarda ulaştırma açığını büyük ölçüde kapatıyordu. Otobüs seferlerine gelince, II. Dünya Savaşı yıllarında bunlar yok denecek kadar az sayıda idi. Binbir güçlükle temin edilen 15 adet kamyon şasisi üzerine eldeki imkânlarla birer otobüs karoseri oturtulmuş ve 1943'te sefere çıkarılmıştı. Ancak lastik ve yedek parça yokluğu nedeniyle bunların da hepsi aynı anda seferde tutulamadı. 1945 ve 1946'da İsveç'ten 5 adet, ABD'den 4 adet otobüs alınarak sefere konuldu. Fakat İstanbul'da ciddi olarak ilk otobüs işletmeciliği Ekim 1947'de getirilen 50 araç ile başlamıştır.

Savaşın Ege ve Karadeniz'e sıçraması ve deniz ulaşımının sekteye uğraması istanbul'a yiyecek ve yakacak ikmalini ö-nemli bir sorun haline getirmişti. Ancak hükümet her zaman olduğu gibi ülkedeki kaynaklara hâkim değildi. Vergi toplayamıyor, savaşan ülkelerden dahi daha yüksek düzeyde seyreden enflasyona mani olamıyor, hattâ karaborsayı kendi eliyle yaratıyordu. Çalışanlar, vergi kaçakçılığı yapamayan şirketler ve küçük çiftçiler giderek daha fazla eziliyor; o yıllarda da, örneğin 1944'te ücretliler vergilerin yüzde 54,78 gibi çok,büyük bir oranım ödüyordu. Daha savaşın ilk günlerinden itibaren hükümet "ihtikâra ve karaborsacıların çok şiddetle cezalandırılacağını" ilan etmişse

1930'ların sonunda Iğneada'ya iltica eden Yahudiler Sirkeci Garı'nda. Sâlahaddin Giz

de bu büyük ölçüde lafta kalmıştı. Garlar kontrol altında tutuluyor ve üç-beş parça fazla eşya ile gelen talihsizler karaborsacı olarak nitelenerek haklarında takibat a-çılıyordu -ki bunun genel toplamda hiçbir önemli payı olamazdı. Hattâ, İstanbul'da 120 çuval şeker stok eden Nikolaki Sefe-roğlu adındaki azınlıklara mensup yurttaşın 2 yıllığına Kırşehir'e sürülmesi gibi münferit olayların da sistemdeki temel a-rızaları gizlemesi olanaksızdı. Savaş yıllarında istanbul'da görev yapan Defterdar Faik Ökte resmi fiyatla satılan ithal malların devletin kolluk kuvvetlerinin gözü ö-nünde karaborsacılar tarafından âdeta mağaza yıkılarak kapışıldığım, bir sokak ötede ihtiyaç sahiplerine fahiş fiyatla satıldığını ifade etmekteydi. Halkın gözünde karaborsa ve CHP eşanlamlı hale gelmişti. Refik Saydam hükümeti 18 Ocak 1940'ta Milli Korunma Kanunu'nu ilan etmiş; bunun uygulanması ve iller arasındaki işbirliğinin sağlanması için "Koordinasyon Heyeti" oluşturmuştu. Fakat bu kurum da o-layların genel gidişatını değiştirmedi. Narhlar karaborsanın artmasına neden oldu. Zaten narhlı fiyatlar da artıyordu. Ekmek fiyatı 1939'da 9 kuruş iken 1941'de 16 kuruşa ve 1943'te 39 kuruşa yükseldi. Ekmek karnesi Ocak 1942'de günde 375 gram o-larak tayin edildi (sadece ağır işçiler 750 gram alabiliyorlardı) ve şubat ayında 300 grama düşürüldü. Bu da oldukça kalitesiz bir ekmekti ve francala 19 Haziran 1941' den itibaren sadece hastanelere veriliyordu. Mayıs 1942 tarihli bir haberde İstanbul'da 17 fırının emirlere uymadıkları için cezalandırıldığı yer almaktadır. Yine 1939-

1943 arasında pirinç fiyatının 30 kuruştan 180 kuruşa, şekerin ise yine 30 kuruştan 343 kuruşa çıktığı görülür. 1938 yılı temel alınırsa 1943 sonuna kadar genel fiyat düzeyi 5,9 kat, bitkisel malların fiyatları 8,94 kat, hayvani besinlerin fiyatları 7,52 kat, sanayi hammaddeleri ve yarı mamullerin fiyatı da 3,19 kat artmıştı. 1944'te ise sanayi hammaddeleri ve yarı mamullerin kategorisi artmaya, devam etti ama tarımsal kaynaklı kalemlerde kısmi bir düşüş meydana geldi. Savaş gelir dağılımını hızla bozuyordu. Aralık 1942'de İstanbul'da 6 aşo-cağı açıldığına dair bir haber yer almaktadır. Öte yandan sürekli artan fiyatlar en çarpıcı bir şekilde İstanbul'da göze çarpan bir savaş zenginleri kesimi yarattı. Bu durum 1943'ün ilk günlerinde Varlık Vergi-si'nin gündeme gelmesine yol açtı.

Varlık Vergisi özellikle 1939-1942 dönemi savaş zenginlerinin vergilendirilmesini öngörüyordu ve özü, servetlere hükümet tarafından el konulmasına bir kılıf uydurulmasından ibaretti. Uygulama ise daha çok azınlıklara yönelik oldu. Bunun bir nedeni Balkan Savaşı sonrasında başlayan azınlıkların tasfiyesine yönelik tutumun devam ediyor olmasıydı. Diğer bir nedeni de Avrupalıların ticari işbirliği için bunları tercih etmeleriydi. Böylece karaborsaya giden mallar da ister istemez bunların elinden çıkmış oluyordu. Fakat sonuçta karaborsacı olsun olmasın servet sahibi olduğuna inanılan bütün azınlıklar ezildi. Bunlara karşı katı bir tutum sergilenir ve çok yüksek vergiler konulurken Türk ve Müslümanlara daha müsamahakâr davra-mldı. Esasen o dönemde bütün Avrupa'yı derinden sarmış olan ırkçı dalganın rüzgârları Türkiye'yi de yalıyordu. Bir kereye mahsus olarak alınacak olan bu servet vergisini kimlerin vereceğini ve miktarını tayin için takdir komisyonları kuruldu. Bunlara itiraz hakkı yoktu. Ancak bu komisyonlar tümüyle sübjektif bir şekilde ve "olsa olsa" diyerek belirlemede bulundular ve çok kısa sürede işin endazesi kaçtı. Ankara belli rakamlara ulaşılması için sıkıştırıyor, öte yandan da siyasi etkiler, kişisel ilişkiler ve keyfi tutumlarla iş çığırından çıkıyordu. Sonuçta tahakkukun yaklaşık yüzde 65'i ve tahsilatın da yüzde 55'i gayrimüslimlerden yapıldı. Tüm Türkiye'den vergisini ödeyemediği için çalışma kamplarına sürülen 2.057 kişinin 1.867'si İstanbullu idi. Aşkale'ye sürülen 1.400 kişi içerisinde de İstanbullular 1.299 kişi ile ezici çoğunluktaydılar ve bunlar da ağırlıkla azınlıklardan oluşuyordu. Ancak Türklerin de Varlık Vergisi'nden tümüyle muaf tutuldukları düşünülmemeli. Mareşal Fevzi Çakmak bile Bahariye'deki evi i-çin gelen 2.000 liralık vergiye çok şaşırdı ve sitem etti ama sonunda ödemekten kurtulamadı, istanbul'da vergisini ödeyemeyenlere ait 855 adet gayrimenkulun de satıldığı bilinmektedir.

İstanbul'da azınlıkların dışında savaş sıkıntılarından payını alan bir kesim de basındı. Savaşın ilk günlerinden itibaren Matbuat Umum Müdürlüğü basını normalden daha sıkı bir sansür altına almıştı. Hükü-

met savaşan tarafların tepkisini çekmeme konusunda aşırı hassas davrandı. İstanbul gazeteleri her gün hangi haberi hangi sayfaya ve hangi puntoyla basacakları konusunda gönderilen talimatlara uymak zorundaydılar. Aksi durumda l günden 60 güne kadar uzayan kapatma cezalarına uğ-ruyorlardı ki savaş sırasında Cumhuriyet 5 kez, Tan 7 kez, Vatan 9 kez, Tesvir-i Efkâr 8 kez (1944'ten itibaren süresiz olarak), Vakit 2 kez, Yeni Sabah 3 kez, Akbaba 4 kez kapatıldı -ki liste böylece uzayıp gitmektedir. Kapatma kararı hükümet veya sıkıyönetim tarafından birbirinden bağımsız olarak verilebiliyordu. Öte yandan kâğıt sıkıntısı dolayısıyla gazeteler sayfa sınırlamasına da tabi idiler. Sadece milli bayramlarda (o da izin çıkarsa) çok sayfalı gazete basabiliyorlardı. Ne var ki o yıllarda tirajlar da çok düşüktü. Cumhuriyet 16.000, Tan 12.000, Yeni Sabah 10.000 okura sahipti. Sözde halkın morali bozulacak diye intihar haberleri yazmalarına dahi izin vermeyen basının okur sayısının azlığı şaşırtıcı değildir. Ancak savaş haberlerine olan talebe rağmen okur sayısının azlığı da dikkat çekicidir. Bu arada 1941-1944 arasında resmi politikayı işleyen milletvekili yazarların iti tarafı da kollayan yazılara ağırlık vermelerine rağmen, Almanların ilerlediği yıllarda mihver taraftarı yazıların çokluğu da gözden kaçırılmaması gereken bir husustur. Fakat 1944' ten itibaren Müttefiklerin başarıları ve ö-zellikle de Rusların Balkanlar'a ineceğinin anlaşılması üzerine o dönemde sayısı oldukça fazla olan Pantürkist yayınlar kapatıldı. Mayıs 1944'te İstanbul Sıkıyönetim Mahkemesi'nde Turancılar hakkında dava açıldı. Muhalif gazeteler Tan, Vatan ve Tasvir-i Efkâr da 1944 sonbaharında kapatıldı ama bunların bazıları San Fransis-co Konferansı öncesinde 22 Mart 1945'te tekrar açıldılar. Fakat bu da kimilerine u-zun ömürlü bir yayın hayatı sağlamadı. 4 Aralık 1945'te Tan gazetesi ve Görüşler, Yeni Dünya, Gün ve La Turquie adlı yayınların büro ve matbaaları güvenlik güçlerinin gözü önünde tahrip edildi. Kısacası bütün savaş boyunca basın ağır bir sansür ve baskı altında ezildi.

Bütün bu sıkıntılı yıllar boyunca günlük hayat da birçok unsuruyla birlikte devam etti. Naşid'in temsilleri sürüyor, Veli-efendi'de at yarışları yapılıyor ve o zamanki adıyla "milli küme" maçları ve büyük takımların ezeli rekabeti gündem konusu olmaya devam ediyordu. 1940'ta Taksim Gazinosu'nun açılması ve henüz Hit-ler'in istilasına uğramamış Balkan ülkelerinin katılımıyla yapılan 2. Balkan Spor Şenliği İstanbul'a hareket getiren olaylar olmuştu. Yine aynı yıl Tekirdağ, Çankırı, Zile ve Gerede'de art arda meydana gelen deprem felaketleri nedeniyle İstanbul halkı o zaman için büyük bir meblağ olan 720.847 lira 37 kuruş yardım toplamış ve ayrıca bir kısım depremzedeleri yerleştirmek için Fatih semtinde evler kiralanmış, bunlar için yiyecek ve soba bile temin e-dilmişti. Ancak birtakım açıkgözlerin kendilerini deprem kurbanı olarak tanıtıp bu-

raya yerleştikleri anlaşılınca Haydarpaşa' da daha sıkı kontrol yapılmaya ve deprem-zedelere tezkere sorulmaya başlanmıştı. Sıkıyönetim Komutanı Korgeneral Ali Rıza Artunkal göreve gelişinden 5 gün sonra, yani 28 Kasım 1940'tan itibaren özel araçları seferden men etmiş, fakat özel otomobil sahiplerinin bir kısmı şoförleri ü-zerine devrettikleri arabalarına taksi ruhsatı alarak bu yasağı delmişlerdi. Savaş bitince bu şoförlerin bazılarının arabaları geri vermeyip mesleğe devam ettikleri de söylenmiştir. O zamanlar istanbul'daki otomobillerin sayısı 2.000'i aşmıyordu. Ancak 30 Kasım 1940'ta uygulanmaya başlayan karartma yüzünden oldukça fazla sayıda kaza olmuştu ve İl Seferberlik Kurulu aksiliklerin önlenmesi için bu işlerin nasıl yapılacağına dair ek açıklamalar yapmak mecburiyetini hissetmişti, istanbul'da sivil savunma önlemleri için daha önce de 400.000 el broşürü dağıtılmıştı. Bu arada sığınak meselesi ele alınmış ve gazetelerde Tünel'in 3.300 kişiyi barındırabileceği üzerine yazılar çıkmıştı. Nisan 194l'de Almanlar Balkanlar'a indikten sonra İstanbul' un kademeli ve gönüllü olarak boşaltılması istenince oldukça az sayıda kişinin buna uyduğu görüldü. İstanbul'un teşkilatsız ahşap ev ve binalarında çıkan yangınlar bu yıllarda da eksik değildi.

Savaş döneminin en büyük yangınları 194l'de Fener'de Patrikhane'nin ek binalarının bazılarını da yok eden yangın ile 1942'de Vezneciler'de o zamanlar İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi olarak kullanılan Zeyneb Hanım Konağı'mn kül olmasıdır. Bu yılların acı bir olayı ise 769 Rumen Yahudisini taşıyan Struma gemisinin Aralık 194l'de İstanbul'a gelmesidir. Almanları tahrik etmemek için (kamuoyuna yansıtılmayan birkaç istisna dışında) yolcuların inmesine izin verilmemiş ve gemi tekrar Karadeniz'e çıkartıldıktan az sonra torpillenerek yolcularıyla birlikte suya gömülmüştür. II. Dünya Savaşı biter bitmez İstanbul kısa bir sürede soğuk savaşın ve çokpartili rejimin kavgalarının içine itilecek ve giderek artan bir ivme ile değişecektir.



Yüklə 8,87 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   33   34   35   36   37   38   39   40   ...   140




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin