İSTANBUL'U SEVENLER GRUBU
bak. istanbul şehrî muhipleri
CEMiYETi
İSTANBUL'UN ADLARI
Resmi ve yaygın adı "istanbul" olan kent, uzun tarihi boyunca, bazıları aynı adın farklı dillerdeki söyleyişleri olan 135 dolayında adla anıldı. Bunlar arasında, "imparatorluk merkezi", "taht merkezi", "başkent" anlamlan veren ya da kentin özelliklerini anımsatan unvanlar da vardır. Akdeniz uygarlık merkezlerinden, hattâ olasılıkla dünyadaki büyük kentlerden hiçbiri bu kadar çok ad ve unvana sahip olmamıştır. Evliya Çelebi'nin Seyahatname 'sinde ise "Her Lisanda Islânıbol ismini Beyan Eder" başlığı altında, Batı ve Doğu dillerinden derlenmiş 25 isim verilmiştir.
istanbul'un adları kesin bir kronolojiye göre sıralananıaz. Bununla birlikte kuruluş öncesi coğrafi yer-mevki adları, efsane dönemi adları, Roma ve Bizans dönemlerindeki adlar, başka ulusların verdiği adlar, Osmanlı dönemi adları olarak gruplandırmalar yapılabilir.
Kentin yerleştiği tarihi yanmadanın bilinen en eski adı Licus/Liğos'tur. Bu coğrafi ad, Bayrampaşa Deresi'nin antik çağdaki Lekop adıyla açıklanmıştır. Licus'u a-nan ilk yazar Genç Plinius (MS 61-113) olmuştur. Inciciyan (ö. 1833) kentin, olasılıkla bu en eski adının, kaynakların istanbul yakınında gösterdiği ve Ermeni tarihçi Parbeli Gazar'm (5. yy) "Büyük Konstanti-nos'un Gotlara karşı yürüdüğü vakit, kıyısında ordugâh kurduğu" Lekop Dere-si'yle ilgili olduğunu vurgulamıştır. Kentin bu eski adı, imparator I. Theodosius döneminde (379-395) düzenlendiği sanılan eyaletlerle ilgili kayıtların Trakya bahsindeki "Ufak bir eyalet olan Europa'da daha önce Licus ve Bizantium adını taşıyan Konstantinopolis vardır" cümlesinde de geçmektedir. Tahminlere göre Licus-Li-ğos-Likos, kuzeybatıdan tarihi yarımadaya doğru akan Lekop Deresi'nin sağında, Haliç Vadisi'ne kadar inen yarımadanın, aynı zamanda da buradaki ilk yerleşim yerinin adıydı.
Kentin yedi tepeli bir yarımada üzerinde kurulu olduğunu bildiren ve Doğu kaynaklarına, örneğin Târih-i Beyân-ı Binayı Ayasofya-yı Kebir'deki gibi "Cezîre-i Heft Cebel-i nıa'ruf ki kal'a-i Konstantiniy-ye-i Rûmî'dir" tanımıyla geçen "yedi tepeli ada" deyimi de olasılıkla Latince ya da Grekçeden alınmış coğrafi bir addır.
Licus-Liğos'un yerini alan ve bir antik çağ kenti olarak gelişen Bizantion(->) istanbul'un en uzun dönemine damgasını vurmuştur. Kentin efsanevi kurucusu kabul edilen Buzi oğlu Bizas'ın(->) anısına verilen Bizantion, yalnız kentin değil, zamanla bir imparatorluğun da adı olmuştur. Bu sözcük, Latincede Bizantium, Grek-çede Vizantion'du. Eski Arap kaynaklarında örneğin Ibn Hurdadbih'te (ö. 912) ve Mes'udî'de (ö. 956) Bizantiya, Buzantiya imlaları görülmektedir. Ermeni A. Bağeş-yan, istanbul'un 1453'teki fethedilişine i-lişkin şiirinde kentin bu eski adını da Vi-zant Kağak (Vizant Kenti) olarak zikretmiştir. Evliya Çelebi ise istanbul'a Yahudi dilinde Vizendoyne dendiğini, Constan-tinus tarafından kurulduğunda verilen adlardan birinin de Pozantyam olduğunu yazar. Bizantion, kimi kaynaklara da Buzan-tion, Vizention biçimlerinde girmiştir. Mür' i't-Tevarih'te bir zelzele nedeniyle istanbul'un tarihinden söz edilirken kentin kurucusunun "Yanko evladından Bo-zantin" olduğu belirtilmiş olup bu bilgi, Bizantion adının, 18. yy Osmanlı aydın-larınca da bilindiğine kanıttır.
Augusta Antonina, MS 3. yy'ın başında Romalılann kente verdikleri bir addır, imparator Septimius Severus (hd 193-211) zapt ettiği istanbul'u yıktırmış, oğlu Anto-nius'un (imparator Caracalla) isteği üzerine de onun anısına yeni bir kent kurulma-
İSTANBUL'UN ADLARI
254
255
İSTANBUL'UN ADLARI
HER LİSANDA tSLÂMBOL İSMlNİ BEYAN EDER
îslâmbolun ibtidâki ismi Lisân-ı Lâtinde Makedonya, Yanko bina etdiği içün Li-sân-ı Süryanîde Yankoviçe'dir. iskender'e nisbetle Aleksandre, ba'de bir zaman sarfde Pozanta dediler. Lisân-ı Yehudda bir zaman Vizendoyne, Frenkde Yağ-furye ve Konstantin bina etdikde Pozantyam ve Kostantiniye dediler. Nemse lisânında Kostantin Opol, Moskovlar Tekfuriye derler. Lisân-ı Agrıkda Grandoye ve Lisân-ı Macarda Vezendovar ve Lisân-ı Lehde Kanaturye ve Lisân-ı Çehde Alyana, Lisân-ı Isvaçda Harakliyan ve Lisân-ı Felemenkde Estefanye ve Lisân-ı Frankda Ağrandone, Lisân-ı Portugalda Kostye ve Lisân-ı Arabda Kostantiniye-i Kübrâ, Lisân-ı Fürsde Kayser-i Zemin, Lisân-ı Hindde Taht-ı Rûm, Lisân-ı Moğulda Çak-durkan, Lisân-ı Tatarda Sakalye, Lisân-ı ÂH Osmanda îslâmbol derler. Gûlgûle-i Rum nâmıyle de şöhre-i âfak olmuşdur.
Evliya, Seyahatname, I, 55
anlamını veren mahmiyye ve mahrûse sözcükleriyle birlikte Mahmiyye-i istanbul, Mahrûsâ-i istanbul biçimleri görülmektedir.
Kostantiniyye istanbul'un Islami adı olup Konstantinopolis'in Arapçalaştmlmı-şıdır. Kostantiniyye-i Kübrâ, Kostantina el-Uzmâ, Kostantaniya, Kostantiniyye el-Mahrusâ, Mahrusa-i Konstantiniyye, Konstantiniyye el-Mevkıyye, Konstantiniyye-tü'1-Mahrusâtü'l-Mahmiyye, Şehr-i Kostantin vb terkipler, resmi ve Islami belgelerle kitaplarda kullanılmıştır.
Beldetü'l Tayyibe, "güzel şehir" anlamında Arapların verdiği bir ad olup bu i-sim takımındaki harflerin kentin fetih yılı olan Hicri 857'yi verdiği ebcedle hesaplanmıştır.
Dârü'l-Islâm, Dârü'1-Mülk, el-Farruk ve Ümmü'd-Dünyâ da istanbul için uygun görülen Arapça ve Islami diğer adlar ve niteliklerdir. Ancak bunlardan Ümmü'd-Dünyâ, Mısır'ın bir adı olup istanbul için kullanılması yanlış ve gereksizdir. Doğu
sına izin vermişti. Bu küçük Roma kentine o zaman Augusta Antonina dendi. Bu ad da kimi kaynaklarda Antoninia, Antom'a, Antoninya olarak geçer. Kentin Latince kökenli ilk adı budur.
Anthusa/Antusa, yine kentin Latince bir başka adıydı, istanbul'un talihini temsil eden bir anıt-heykel de "şen ve bayındır" anlamına gelen Anthusa adını taşımaktaydı. Hıristiyanlık öncesi döneme ait bu ad, Roma'nın sıfatlarından olan Flora' nm eşanlamlısıydı.
Secunda Roma (ikinci Roma) deyimi, imparator I. Constantinus döneminde (324-337), kente ilişkin özel bir kanunda yer almış ve bu imparatorun at üstündeki heykelinin yanındaki mermer bir sütuna yazılmıştı. Bu yeni adla ilgili yasa, imparatorluk merkezinin Roma'dan istanbul'a taşındığı 11 Mayıs 330 tarihini taşımaktaydı.
Almus Roma/Alma Roma da Büyük Constantinus tarafından verilen adlardan olup "cömert ve bereketli Roma" anlamın-daydı.
Nova Roma (Yeni Roma) ise 5. yy'dan itibaren kentin resmi adı oldu. Bunun i-çin bir de yasa çıkarılmıştı. Nova Roma, konsil tutanaklarında, kiliselere ve rahiplere ilişkin kayıtlarda geçmektedir.
Nor-Hromn da "Yeni Roma" anlamında Ermenice bir ad olup kaynaklarda pek ender yer almıştır.
Roma Orientum (Şarki Roma, Doğu Roma) deyiminin 5. yy'da parçalanan Roma Imparatorluğu'nun Doğu'daki ülkeler, ö-zellikle de istanbul için geçerli olduğunu tnciciyan, kaynaklar göstererek bildirmektedir.
Urbis Imperiosum (imparatorluk Kenti) de aynı şekilde istanbul'un bir adlandırması olarak kaynaklarda yer almıştır.
Roma Bizanti (Bizans Roma'sı) ise daha geç dönemde kullanılan ikinci derecede adlardandı, istanbul halkına "Romani" "Romanio" denmesi de bu ada bağlandığı gibi, Arapların ve Türklerin, Grekçe konuşan yerli halktan dolayı Anadolu'ya "Rumiye, Rumya, Diyar-ı Rum", halka da "Rum, Rumi" denmesi de istanbul'un "Roma" sözcüğünü içeren adlar taşımasına bağlanmıştır.
Megalipolis, "büyük şehir" anlamında olup istanbul'dan söz eden eski birçok kaynakta geçer.
Kalipolis ise "iyi şehir" anlamında, istanbul'un eski sıfatlarındandır.
Konstantinopolis (Konstantin Kenti) a-dı, 4. yy'da I. Constantinus tarafından kentin imar edilip genişletilmesinden sonra diğer adların önüne geçmiş ve 20. yy'a kadar da kullanılmıştır. Kent Konstantinopolis adı ile resmi kayıtlara ilk kez imparator II. Teodosios dönemine (408-450) ait bir yasada yer alarak geçmiştir. Ortaçağ Latincesinde Bizantion'a oranla daha yaygın kullanılan ve asıl ad olarak genelleşen Konstantinopolis, Fransızcaya Constani-noble, Italyancaya Constantinopoli ve bunun kısaltılmışı olan Cospoli, Almancaya Konstantinopol olarak yerleştiği gibi, ortaçağ Ermeni yazarları da bu adı Konstan-tinupolis, Konstantinobolis, Konstantinu-pol olarak vermişlerdir. Sözcük, Rumca-Ermenice karışımı imlasıyla Konstandinu-K'alak (Konstantin Kenti) olurken patrikhane kayıtlarında ise istanbul başpiskoposlarının unvanı "arkhiepiskopos Kons-tantinoupoleos" biçiminde yazılmıştır. In-ciciyan, Latince bazı kaynaklarda "Roma Constantinum" (Konstantinos Roma'sı) a-dıyla anılan kente, 14. yy'da Rumcadan bozma olarak "Kostyantine-Grad" denildiğini de ilave eder.
Evliya Çelebi, Avusturyalıların, istanbul'a "Kostantin Opol" dediklerini vurgulamaktadır. Konstantinopol adı, istanbul' daki gayrimüslim ve Levanten toplulukları arasında 20. yy'a değin kullanıldığı gibi, 19. yy Osmanlı basınında da özellikle kitapların ve gazetelerin basım yeri olarak çokça kullanılmıştır.
Neas Romes adına ise 12. yy kilise kayıtlarında rastlanılmıştır.
Polis (kent) ve bunun kısaltılmışı olan Poli, Greklerin konuşma diline özgü olup eski pek çok ozan ve yazar da istanbul' dan söz etmek istediklerinde bu kısa adla-n tercih ettikleri gibi, Doğu Karadeniz-Kaf-kasya ahalileri de istanbul'a Poli demekteydiler. Eskiden italyan halkının Roma' ya "Urbs" (Kent) demeleri gibi, istanbul çevresinde yaşayanların da bölgenin en ünlü merkezi olması nedeniyle buraya aynı anlamda Polis dedikleri ve öteki kentlerden ayırmak için de yazıda büyük harfle gösterdikleri bilinmektedir.
Kospoli (Cospoli) ise, kentin siyasi ve ekonomik kaderine uzunca bir süre ege-
men olan Latinlerin, resmi yazışmalarda-ki Constantinopoli'nin kısaltılmışı olarak günlük konuşmalarda benimsedikleri bir başka addı.
Miklagard-Miklagord, Vikinglerin ve eski iskandinav topluluklarının istanbul'a verdikleri adlardı. "Mikla (Mikael-Mihail) Kenti" anlamındaki bu adlar, kuşkusuz, 9-11. yy'larda Bizans tahtına oturan Miha-el adlı imparatorlardan birisiyle ilgiliydi. Aynı zamanda "imparator kenti" anlamını ifade ediyordu.
Tsarigard (Carigrad) da Slav uluslarının muhtelif dillerinde Tsar'grad (Çar'grad), Tsaregrad (Çaregrad) imlalarıyla yine "imparator kenti" anlamında istanbul için kullanılıyordu. Rusça Tsar'gorod (Çar'gorod) bu adların menşeiydi. Rumenler ise istanbul'a Tarigrad demekteydiler.
istanbul, kentin günümüzdeki adı olup bu sözcüğün kökeni ve anlamı üzerinde R. Jaquet (üriğine de l'un deş noms sous lesquels l'Empire romain a ete connu en Chine, Journal Asiatique, Mayıs 1892, s. 456-464), Edward G. Bourne (TheDeriva-tion of Stanboul, American Journal of Phüology, VIII, I, s. 78-82) ve D. Hesseling (jstambol, Revue deş Etudes Grecques, III, 1890, s. 189-196) önemli etütler yapmışlardır. Ortaya konan iki tezden birincisi Stanbul-Istanbul sözcüğünün aslının Grekçe "Eis tin polin" (Istinpolin) veya "Stin-poli" olduğudur. Bunların anlamı ise "şehirde", "şehir içinde" olarak verilir, ikinci tez, istanbul adının, Konstantinopolis'in (Ko)stan(tino)poli biçiminde hece düşmesine uğramasından ortaya çıktığı yönündedir. Ancak bu ikinci tezin doğruluğu daha zayıf bir olasılıktır. Ekinci tezin kanıtlanabilmesinde ise asıl duraksama ikinci hece olan "-tin"in hangi nedenle "-tan"a döndüğü sorunuyla ilgilidir. Bunun kentin Türklerce fethinden sonra ve Türkçedeki ses uyumu gereği, önce Istan-bol, daha sonra da istanbul söyleyişiyle yerleştiği ileri sürülmüştür. Oysa daha eski dönemlerde de kent adının "-tan" hecesini içeren muhtelif imlalarla kaynaklara geçtiği saptanmaktadır. Örneğin, Kadı Da-rir (14. yy) tarafından Anadolu Türkçesi-ne çevrilen Vakidî'nin (ö. 823) Fütuhü'ş-Şam adlı eserinde, "Rum Meliki Timaoş' un oğlu istanbul'un bir şehir kurmayı mu-rad edindiği, dört sene süren hükümdarlığı boyunca şehrin inşasına çalıştığı, yerine geçen Kostantin'in de şehri tamamladığı ve bu nedenle kente hem istanbul, hem Kostantin dendiği" yazılıdır. Mes'udî Tenbîh adlı ünlü eserinde, halk dilindeki söyleyişiyle Istinbolin'i de zikretmiştir. Buna göre, 10. yy'da Doğu ülkelerinde bir Bizans imlası olan "Polin-Bolin" ve halk dilindeki "istin Bolin" bilinmekteydi. 11. yy'a kadar gerilere giden Ermenice kaynaklarda ise bazen Istanbol, Istın-bol, bazen de Istımpol yazılışları vardır. Yakut el-Hamavî'nin (ö. 1229) Mu'ce-mü'l-Buldan adlı eserinde de Iştanpol-Iş-tanpul geçer. Yakut'un bunu, 10. yy Arap coğrafyacısı Ibn Hurdadbih'ten aldığı sanılmaktadır. Ibnü-'l Esir (ö. 1210), Hamdullah Müstevfî el-Kazvinî (ö. 1350), Ebu'l
Fidâ (ö. 133D, Ibn Battuta da (ö. 1369) istanbul'u, birbirine çok yakın imlalarla an-mışlardır. Ibn Battuta, kenti betimlerken "biri Astanbul öteki Galata olmak üzere" iki kent bulunduğunu da vurgulamıştır. 13. yy'ın sonuna doğru Vartabed Vartan, imparator Herakleios'un (hd 610-641) "kutsal çarmıh"ı, Estambol'a naklettiğini yazar. Kuşkusuz, bu Estambol sözcüğü, Istinpol' ün Ermeniceye uyarlanmış bozuk bir söyleyişidir. Bunun gibi, aynı dönemde kente uğrayan gezginlerden, Escomboli adını zikredenler de vardır. Yine, 15. yy'da Ara-kel Bageşyan, istanbul'un fethine yazdığı şiirinde şehrin öteki adları yanında Stim-bol'ü de zikretmiştir. Inciciyan (ö. 1833) ise "Şehrin adı halk dilinde Stanbol ise de doğru şekli Istanbol veya istanbul'dur. Bu isim, Rumcada 'şehirde' demek olan Is tin polin tabirinin bozuk bir şekli veya transkripsiyonudur" der. 1807'de Sis Kon-sili'ne katılan istanbul Ermeni piskoposu da imzasını "Istinbol/Istinpol Piskoposu Husik" olarak atmıştır.
Türkçe (Osmanlıca) eser yazan en eski müelliflerden Ali bin Abdurrahman (14. yy) Türkçeye çevirdiği Acaibü'lMah-lukat'ta. istanbul adını verdiği gibi, Ahmed Bican da (ö. 1455'e doğru) Dürrü Mek-nûrida "istanbul" imlasını tercih etmiştir.
Kentin Türkler tarafından alınmasından sonra Istambûl, bazen de şiirlerdeki vezin kuralları gereği Sıtanbûl sözcükleri kullanılmıştır. Türkçeleştirilirken başına "i" ünlüsü getirilen ve sözcüğün ortasında da uzun okumaya uygun "a" ünlüsüne yer verilen başka örnekler gibi, Istin-pol-Stinpol'un da, istanbul'a dönüşmesinin 15. yy'da gerçekleşmiş olması muhtemeldir.
Divan şairleri, gazel, kaside vb şiirlerinde, 3 kapalı heceden oluşan istanbul yerine bazen de l açık, 2 kapalı heceli Si-tanbul'u tercih etmişlerdir. Tâcizâde Câ' fer Çelebi (ö. 1514) Hevesname'sinde "vas-f-ı hıttâ-i istanbul", Sirozlu Sa'di (15. yy) bir gazelinde "Şehr-i İstanbul", Lâtifi (ö. 1582) Evsaf-t istanbul'da. "Şehr-i istanbul", Bakî (ö. 1599) bir gazelinde "Geçemez hûb-lanndan gönül istanbul'un", Bahtî (I. Ahmed) (ö. 1617), bir gazelinde "Sitanbul'un sulu şeftalüsü gibi güzel olmaz", Şeyhülislam Yahya (ö. 1644) "Salmsun îyd irişdi yine hûbânı Sitanbul'un", Sabit (ö. 1712) "Ak sâde geydi şehr-i Sitanbul güzelleri", Nâbî (ö. 1712) Hayriyye'sinde "Itsün istanbul'u Allah ma'mûr" ve "Hep Sitanbul' da bulur izz ü şeref, Nedîm (ö. 1730) "Bu şehr-i Sıtanbûl ki bî-müsl ü behâdır", Mustafa Rahmî (ö. 1751) "Sitanbul'da çoğaldı şimdi destar-ı horasanî", Esrar Dede (ö. 1796) "Dûzah bana her kûçe vü her kûy-i Sıtanbûl", Sünbülzade Vehbî (ö. 1809) "Şeyhi zen-dost eylemiş istanbul'un mek-kâresi", Sürurî (ö. 1814) "Sıtanbul'â düşen âdem çıkub olduğu kişverden" ve "Çevremi itdi Sitanbul gibi eskim derya" vb dizelerle istanbul'u farklı söyleyişleriyle an-mışlardır. Ca'fer Çelebi'nin Mahrusa-i Is-tanbulfetihnamesinde olduğu gibi, manzum ve mensur eserlerde, resmi belgelerde ise "Tanrı'nın koruduğu büyük kent"
İSTANBUL
U N
ADLARI
(Alfabetik Liste)
Ağrandone
Aleksandre
Alma Roma
Alyana
Anthusa
Antonia
Âsitane
Beldetül-Tayyibe
Bizantion
Cezire-i Heft Cebel
Constantinople
Çakdurkan
Çar'gorod
Çezar Şehri
Dârü'l-Hilâfe
Dârü'l-Islâm
Dârü'1-Mülk
Dârü's-Saltana
Der-aliyye
Der-i Devlet
Dergâh-ı Selâtin
Dersaadet
el-Farruk
Escomboli
Estambol
Estefanye
Granduye
Gûlgûle-i Rûm
Harakliyan
Islâmbol
istanbul
Istimboli
Istinpolin
Kalipolis
Kanaturye
Kayser-i Zemin
Konstantina el-Uzmâ
Konstantiniyye
Konstantinopolis
Kospoli
Kostye
Kostyantine-Grad
Licus
Mahmiyye-i istanbul
Mahrûsâ-i istanbul
Mahrusa-i Konstantiniyye
Makedonya
Megalipolis
Miklagard
Neas Romes
Nor-Hormn
Nova Roma
Pây-i Taht-ı Saltanat
Poli
Polin
Polis
Pozantyam
Roma Bizanti
Roma Constantinum
Roma Orientum
Sakalye
Secunda Roma
Sitanbul
Südde-i Saadet
Südde-i Saltanat
Şehir
Şehr-i Azam
Şehr-i Konstantin
Taht-ı Rûm
Tarigrad
Tekfuriye
Urbis Imperiosum
Ümmü'd-Dünyâ
Vezendovar
Vizant Kağak
Yağfurye
Yankoviçe
Not: Aynı adın muhtelif dillerdeki yazımlarına (örneğin Bizantium, Buzantion, Buzan-tiya, Vizention, Vizendoniye) listede yer verilmemiştir. Böyle adların da eklenmesiyle sayı 135'e ulaşmaktadır.
Müslüman halkları ise istanbul'u Çasar-Kayzer (Çezar Şehri) olarak anmışlardır. Islâmbol-tslâmbul, Arap harfleriyle yazım farkı olmayan fakat anlamlan ayrı birer isimdir. Istinpolin'den Türkçeleştirilen istanbul'un özel bir anlamı olmadığı halde, istanbul'dan yakıştırılan bu isimlerin, kentin adına Islamiyede ilgili anlamlar kazandırmak amacıyla uydurulduğu açıktır, istanbul'un fethini gören Ermeni ozan-ya-zar Engürülü Abraham Şehirde mânâsını ifade eden / Istambol adını değiştirdi / islam çokluğu demek olan Islâmbol denilsin dedi diyerek bu uydurmanın gerekçesini ve bu adın Fatih tarafından verildiğini ima etmiştir. Evliya Çelebi'nin Seyahat-name'sinâe de "Lisan-ı Al-i Osman'da Islâmbol derler" cümlesi geçmekle birlikte bu uydurmanın ya da uyarlamanın bir halk etimolojisi olduğu kuşkusuzdur. Bununla birlikte Osmanlı Devleti'nin islam siyasetine uygun düştüğünden gerileme döneminde III. Ahmed'den (hd 1703-1730), III. Selim'e (hd 1789-1807) kadar Osman-
İSTAVROZ CAMÜ
256
257
İSTİHDAM
lı sikkelerine "duribe fî Islâmbol" ibaresi konmuş; belgelerde de ekseriya istanbul yerine Islâmbol sözcüğüne yer verilmiştir. 1766-1768 olaylarını aktaran Çeşmîzade Taribi'nde, kente dönük gelişmeler anlatılırken dahi Islâmbol denildiği görülmektedir. Tâcizâde Ca'fer Çelebi'nin (ö. 1514), Cemalî'nin (ö. 1512?), Yenişehirli Beliğ'in (ö. 1760) şiirlerinde de Islâmbol geçer. Beliğ, kentteki meyhaneler için "Işret-gede-i Islâmbol" diyerek bir tezat sanatı yaparken Enderunî Fâzıl (ö. 1810) da Huban-namefsinde "der Beyân-ı Hûbân-ı tslâm-bûl" başlığına yer vermiştir. Çağdaşı Süru-rî (ö. 1814) ise bir gazelinde Seyredin dil-ber-i nâzik-terin Islâmbûl'un / Oturan anlar imiş zîverin Islâmbûl'un demiştir. Sâmî (ö. 1730) istanbul'un bayram yerlerini "Yusufistan'a dönüb îdgeh-i Islâmbûl" diyerek betimlemiştir. "Uçar hâlâ gözümde hâk-ı müşk asâ-yı Islâmbol" dizesinin şairi ise bilinmemektedir. Mür'i't-Teva-rib'te Islâmbol ve istanbul, aynı konu içinde, örneğin "Islâmbol kadısı", "istanbul kadısı" gibi rasgele kullanılmıştır.
Islâmbol/Islâmbul adlan, Osmanlı Dev-leti'nin Batılılaşma sürecine girdiği 19. yy' da resmi belgelerde ve paralarda kullanılmazken istanbullu ulema zümresi 20. yy' in başında bile mektup zarflarına ve özel yazılarına "Islâmbol" yazmaya devam etmişlerdir. 1860'a doğru öldüğü sanılan ozan Şeref Hanım da bir kıtasında "Ey Mecmâ-i yaran olan Islâmbûl" demiştir.
Evliya Çelebi, Seyahatnamesinde "Her Lisanda Islâmbol ismini Beyan Eder" başlığı altında Latinceden Tatarcaya kadar muhtelif dillerde istanbul'a verilen adları sıralamıştır: Makedonya, Yankoviçe, Yağfurye, Aleksandre, Tekfuriye, Grandu-ye, Vezendovar, Kanaturye, Harakliyan, Estefanye, Ağrandone, Kostye, Vizendo-yne, Kostantin Opol, Alyana, Kayser-i Zemin, Taht-ı Rûm, Çakdurkan, Sakalye bunlardandır.
Gûlgûle-i Rûm, Evliya Çelebi'nin verdiği ilginç bir başka isimdir. "Rum gürültüsü" anlamına gelen bu isim için gezginin herhangi bir açıklaması yoktur.
Şehr-i Azam adını, 15. yy şairlerinden Aynî, istanbul'un fethine yazdığı murab-bada vermektedir.
"Şehir" deyimi ise istanbul'a yerleşen ve kuşaklar sonrası artık bu kentin yerlileri olan Müslüman Türklerce benimsenmiş; halk, suriçi istanbul'a "Şehir", kendilerine de "Şehrî" ve "Şehirli" demeyi tercih etmişlerdir, istanbullu ozanlar ve yazarlar ise kente nispetlerini, adlarına ekledikleri eş-Şehrî sözcüğüyle vurgulamaktaydılar.
Dergâh-ı Selâtin, Südde-i Saadet, Süd-de-i Saltanat, deyimleri gerçi istanbul'u da ifade etmekle birlikte daha çok buradaki padişahlık makamı ve hanedan sarayı ile ilgiliydi.
Der-i Devlet, Der-i Devlet-i Aliyye, Der-aliyye, Dersaadet(->) biri diğerinin müteradifi olarak yüzyıllar boyunca istanbul' un başkentlik unvanları arasında yer almış; ayrıca Anadolu köylüleri istanbul'a genellikle Deraliye demişlerdir.
Âsitane(->) ve bununla oluşturulan Âsi-
tane-i Saadet, Âsitane-i Aliyye, Âsitane-i Hüma-Âşiyâne takımları ve Asitan sözcüğü de Osmanlılar döneminde, Tanzimat'a kadar kentin resmi adlarındandı.
Dârü's-Saltana, Dârü's-Saltanat-ı Seniy-ye, Dârü's-Saltanat-ı Âliyye ise istanbul' un, Osmanlı Devleti'nin başkenti olduğunu vurgulayan resmi unvanlardı.
Dârü'l-Hilâfe, Dârü'l-Hilâfetü'l-Aliyye unvanları da 18. yy'ın sonlarından itibaren istanbul'un aynı zamanda hilafet merkezi konumunu vurgulamak üzere kullanılmaya başlandı. 19. yy'da yaygınlaşan ve Osmanlı Devleti'nin yıkılışına kadar resmi yazışmalarda yer alan bu adlar, son dönemde yalnızca suriçi istanbul'u değil, Ga-lata'yı, Üsküdar'ı, Rumeli ve Anadolu yakasındaki tüm semtleri içine alan istanbul metropolünü ifade etmekteydi.
Pây-i Taht-ı Saltanat da aynı süreçte istanbul'un saltanat başkenti olduğuna ilişkin resmi bir adlandırmaydı.
Cumhuriyet döneminde istanbul'a yeni bir ad verme girişimi 1930'larda gündeme gelmişti. Gazi Mustafa Kemal Paşa'mn "Atatürk" soyadını almasından esinlenerek istanbul'a da Atakent adının verilmesi ö-nerisi, basında ve istanbul Şehir Meclisi'n-de tartışılmış, ancak gereksizliği görülerek bundan vazgeçilmiştir. Bunun yerine, kentin modern bir banliyösüne Ataköy a-dı verilmiştir,
Türkçenin özleştirilmesi ve dildeki yabancı sözcüklerin de dil kurallarına ve ses uyumuna göre biçimlendirilmesi (örneğin Elaziz: Elazığ, Diyarbekir: Diyarbakır) çalışmaları sürerken istanbul, Istambul yazımları tartışılmış fakat istanbul sözcüğünün ulusal kültür içindeki değeri ve değişmezliği dikkate alınarak bundan da vazgeçilmiştir.
Bibi. C. Baysun, "istanbul", İA, 53/A, 1142-1144, Evliya, Seyahatname, I, 55-56; Inciciyan, istanbul, 1-2, Dr. Afif Erzen, "istanbul Şehrinin Kuruluşu ve isimleri", Belleten, 1954, S. 70, s. 131-158; H. Berberian, "Stanbol (istanbul) Kelimesinin Etimolojisine Dair Bir Deneme", istanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Dergisi, S. 9 (Mart 1954), s. 187-192; Janin, Constantinople byzantine, 31; Mamboury, Rehber, 22 vd; A. H. Çelebi, Divan Şiirinde istanbul, ist., 1953; N. Sakaoglu "istanbul Efsaneleri", istanbul, S. 9 (Nisan 1994), s. 28 vd. NECDET SAKAOGLU
İstavroz Camii
KadirAktay/ Onyx, 1994
İSTAVROZ CAMÜ
Beylerbeyi'nde, Abdullah Ağa Caddesi ile Beybostanı Sokağı'nın birleştiği yerde ve Beylerbeyi Sarayı(->) karşısındadır. "Abdullah Ağa Camii" de denir.
Cami 16. yyin sonlarında yapılmıştır. Yaptıran III. Murad'ın (hd 1574-1595) bostancıbaşısı Abdullah Ağa'dır. Abdullah Ağa Beylerbeyi'nde camiden başka bir hamam, bir sıbyan mektebi, bir çeşme, Kısıklı ile Langa'da birer mescit yaptırmıştır. 1591'de vefat eden Abdullah Ağa, Kısıklı' daki mescidin bahçesine defnedilmiştir. Ayrıca ismine izafeten Beylerbeyi'nde Abdullah Ağa Mahallesi, Abdullah Ağa Çeşme Sokağı ve Abdullah Ağa Hamam Sokağı vardır. Caminin çok zengin olan vakfı IV. Mehmed zamanında (1648-1687) hükümdarın annesi Turhan Sultan'ın yaptırdığı Yeni Cami vakfına alınmış, daha sonra I. Abdülhamid döneminde (1774-1789) Beylerbeyi Camii(-*) yapılınca semt birliği ileri sürülerek I. Abdülhamid vakfına katılmıştır.
Cami iki katlı olup zemin katı kagir ve sarı badanalı, yukarısı ahşap ve krem rengine boyalıdır. Minaresi solda olup tavam ahşap ve çatısı alaturka kiremit ile örtülüdür.
Camiye, Abdullah Ağa Caddesi üzerinde bulunan camekânlı bir bölümden geçilip iki kanatlı klasik ahşap bir kapı ile girilir. Aydınlık bir camidir. Kıble tarafında altta 4 ve üstte 5, sağında, solunda ve arkasında bulunan dörder pencereden ışık alır. Zemin kat pencereleri içten kemerlidir. Giriş kapısının sağında ve solunda hanımlara mahsus 30 cm yükseklikte, seccadelerle kaplı ibadet yeri ve bu ibadet yerinin sağından ahşap bir tırabzanlı merdivenle de üst kata çıkılır. Caminin ilk tamiri sırasında I. Mahmud (hd 1730-1754) tarafından yaptırılmış olan padişah mahfe-li de buradadır. Caminin içi açık krem rengine boyalıdır. Zemin taban halıları ile kaplıdır. Seyrek geometrik işlemeli tavandan büyük bir avize sarkmakta olup fanusları eski kandil fanuslarını andırmaktadır.
Beyaz ve sade mermerlerle kaplı mihrabın iki yanında ayaklı antika iki saat i-le şamdanları ve sağında da ahşap minberi bulunmaktadır. Caminin içindeki lev-
halar arasında büyük hattat Mehmed Ra-sinı'in nefis bir "hilye-i saadet"i ve Tebriz-li Kasım'm ta'lik bir levhası asılı durmaktadır.
Caminin ilk tamirinden sonra ikinci tamiri I. Abdülhamid tarafından ve son tamiri de caminin giriş kapısı üzerindeki kitabeden anlaşılacağı gibi 1248/1832'de II. Mahmud zamanında (hd 1808-1839) yapılmıştır. Kitabenin ta'lik hattı, Yesariza-de Mustafa izzet Efendi'ye aittir.
REBII BARAZ
İSTEK VAKFI OKULLARI
istanbul Eğitim ve Kültür Vakfı'na (İSTEK) bağlı özel ilk ve orta öğretim kurumlarıdır.
1985'te oluşturulan İSTEK Vakfı özel okullarının özelliği, yabancı dil ağırlıklı öğretim vermesidir, istanbul'un çeşitli ilçelerinde anaokulu, ilkokul, I. ve II. devreli (orta-lise) olmak üzere 12 okulu vardır. Bunlar, Büyükada Beyhan Aral Lisesi (1985), Semiha Şakir Lisesi (1985), Büğe Kağan Lisesi (1986), Belde Lisesi (1986), Kemal Atatürk Lisesi (1987), Uluğ Bey Lisesi (1987), Kaşgârlı Mahmut Lisesi (1987), Acıbadem ilkokulu (1989), Atanur Oğuz Lisesi (1989), Acıbadem Lisesi (1989), Acıbadem Anaokulu (1990) ve Fen Lisesi'dir (1993). Beyhan Aral Lisesi ile Fen Lisesi'n-de 1993-1994'te öğrenci bulunmamaktadır.
Okullarda ağırlıklı yabancı dil ingilizce olup tüm okullar karmadır. Vakıf okullarına devam eden öğrencilerin sayısı 4.853 kız, 5.124 erkek olmak üzere, toplam 9.977'dir. Öğretmen sayısı ise, 631'dir.
625 sayılı Özel Öğretim Kurumları Ka-nunu'na göre çalışan okulların parasal ve yönetsel işleri resmi vakıf senedine göre yönetim kurulu başkanı, yönetim kurulu, genel müdür ile imza yetkisi bulunan vakıf temsilcileri tarafından yürütülmektedir, istanbul büyükşehir belediye başkanı ile bölgesinde okul açılan belediye başkanları da genel kurulun tabii üyeleridir. İSTEK Vakfı'nın amaçları arasında meslek liseleri açmak da vardır.
Maddi olanağı yetersiz öğrencilere sürekli burslar da verilir. Okul yapıları ise çağdaş eğitimin gerektirdiği konumda ve birbirini andırır biçimde tasarlanmıştır. AYHAN DOĞAN
Dostları ilə paylaş: |