2.3. TÜRKİYE’DE TÜKETİM VERGİLERİ
25.10.1984 tarihinde kabul edilen 3065 sayılı Katma Değer Vergisi Kanunuyla; o dönem itibariyle mal ve hizmetler üzerinden alınmakta olan ve harcama vergileri sistemini oluşturan istihsal vergisi, nakliyat vergisi, PTT hizmetleri vergisi, istihlak vergisi, ilan ve reklam hizmetleri vergisi ve işletme vergisi kaldırılmış ve dönemin ekonomik, mali ve sosyal ihtiyaçlarını karşılamak üzere katma değer vergisi ihdas edilmiştir.
Ülkemizde 4760 sayılı Özel Tüketim Vergisi Kanunu 06.06.2002 tarihinde kabul edilmiş ve o dönemde uygulanmakta olan akaryakıt tüketim vergisi, akaryakıt fiyat istikrar fonu, taşıt alım vergisi, tütün mamulleri ve alkollü içkilerden alınan savuma sanayi destekleme fonu ve çevre kirliliğini önemle fonu gibi 16 adet vergi, harç, fon veya payı yürürlükten kaldırmıştır. Özel tüketim vergisinin yürürlüğe girmesiyle, katma değer vergisinin yanı sıra ithalat, imalat veya ilk iktisap aşamalarında tek bir dolaylı vergi uygulanma imkânı bulunmuştur. Kanunla AB mevzuatına uyumlaştırma çalışmaları da dikkate alınarak, katma değer vergisinde genel orandan daha yüksek oranda vergilenen mallar özel tüketim vergisinin kapsamına alınmıştır.
Türkiye’de genel tüketim vergisi olarak 1985 yılından itibaren katma değer vergisi uygulanırken, 2002 yılından itibaren de özel tüketim vergisi alınmaya başlanmıştır. Bu vergiler öncesinde tüketim vergisi niteliğinde çok sayıda vergi, harç veya fon alınmaktayken ihdas edilen söz konusu vergilerle birlikte bunların tahsilâtı durdurulmuş ve merkezi yönetim tarafından alınmakta olan tüketim vergilerinde sadeleştirme sağlanmıştır.
Ülkemizde, tüketim vergilerinin diğer vergi gelirlerine oranı, gelişmiş ülkelerin tersine, son derece yüksek oranlara ulaşmıştır. Özellikle bazı ürünler için uygulanmakta olan yüksek özel tüketim vergisi oranları veya tutarları bireylerin
tüketim kalıplarında görülen değişmelerin en önemli nedeni haline gelmiştir. Bu bağlamda son yıllarda vergi sistemine getirilen en önemli eleştiri, dolaylı ve dolaysız vergi gelirlerinin toplam vergi gelirleri içindeki dağılımının dolaysız vergiler aleyhine dengesiz olduğu ve bunun da gelir dağılımını olumsuz etkilediğine ilişkindir. Merkezi yönetim tarafından tahsil edilen vergilerin bu açıdan dağılımını gösteren aşağıdaki tablo, bu eleştirileri destekler niteliktedir.
TÜRKİYE’DE DOLAYLI DOLAYSIZ VERGİLERİN DAĞILIMI
|
1965
|
1975
|
1985
|
1995
|
2005
|
2015
|
|
|
|
|
|
|
|
Dolaysız Vergiler
|
40%
|
55%
|
49%
|
36%
|
32%
|
35%
|
Dolaylı Vergiler
|
60%
|
45%
|
51%
|
64%
|
68%
|
65%
|
Kaynak: OECD Revenue Statistics (Erişim:12.07.2017)
(Sosyal güvenlik primleri dikkate alınmamıştır. Servet ve işlem vergileri dolaysız, diğer vergiler dolaylı vergiler arasında sınıflandırılmıştır.)
OECD ÜLKELERİNDE DOLAYLI VE DOLAYSIZ VERGİLERİN DAĞILIMI (OECD ORTALAMASI)
|
1965
|
1975
|
1985
|
1995
|
2005
|
2015
|
|
|
|
|
|
|
|
Dolaysız Vergiler
|
53%
|
57%
|
55%
|
53%
|
54%
|
54%
|
Dolaylı Vergiler
|
47%
|
43%
|
45%
|
47%
|
46%
|
46%
|
Kaynak: OECD Revenue Statistics (Erişim:12.07.2017)
(Sosyal güvenlik primleri dikkate alınmamıştır. Servet ve işlem vergileri dolaysız, diğer vergiler dolaylı vergiler arasında sınıflandırılmıştır.)
Son yıllarda Türkiye’de gerçekleştirilen KDV tahsilâtlarının bütçe gelirleri ve GSYH içindeki paylarına ilişkin bilgiler aşağıdaki tablolardaki gibidir.
Tablo 5: Türkiye’de KDV Gelirleri (2006-2012)
(Bin TL)
|
KDV GERÇEKLEŞME
|
2006
|
2007
|
2008
|
2009
|
2010
|
2011
|
2012 *
|
Merkezi Yönetim Gelirleri
|
173.483.430
|
190.359.773
|
209.598.472
|
215.458.341
|
254.277.435
|
296.823.602
|
331.700.350
|
Genel Bütçe Gelirleri
|
168.546.745
|
184.802.653
|
203.026.914
|
208.610.436
|
246.051.496
|
286.554.013
|
320.277.444
|
Vergi Gelirleri
|
137.480.292
|
152.835.111
|
168.108.960
|
172.440.423
|
210.560.388
|
253.809.179
|
278.751.067
|
Dahilde Alınan Mal ve Hizmet Vergileri
|
59.408.212
|
63.589.733
|
67.258.421
|
73.136.329
|
91.735.660
|
103.380.870
|
113.836.307
|
Dahilde Alınan Katma Değer Vergisi
|
15.911.290
|
16.793.065
|
16.804.601
|
20.852.820
|
26.325.142
|
29.956.675
|
31.571.710
|
GSYH Payı(%)
|
2,1
|
2,0
|
1,8
|
2,2
|
2,4
|
2,3
|
2,2
|
Bütçe Payı (%)
|
9,2
|
8,8
|
8,0
|
9,7
|
10,4
|
10,1
|
9,5
|
Vergi Gelirleri İç.Payı
|
11,57
|
10,99
|
10,00
|
12,09
|
12,50
|
11,80
|
11,33
|
Artış Oranları (%)
|
|
5,5
|
0,1
|
24,1
|
26,2
|
13,8
|
5,4
|
…
|
|
|
|
|
|
|
|
Uluslararası Ticaret ve Muamelelerden Alınan Vergiler
|
27.562.843
|
28.970.328
|
32.781.443
|
28.651.405
|
39.527.583
|
53.451.637
|
55.310.163
|
İthalde Alınan Katma Değer Vergisi
|
25.425.510
|
26.492.642
|
29.972.307
|
26.134.065
|
36.208.140
|
48.685.121
|
49.999.881
|
GSYH Payları(%)
|
3,4
|
3,1
|
3,2
|
2,7
|
3,3
|
3,8
|
3,5
|
Bütçe Payları (%)
|
14,7
|
13,9
|
14,3
|
12,1
|
14,2
|
16,4
|
15,1
|
Artış Oranları (%)
|
|
4,2
|
13,1
|
-12,8
|
38,5
|
34,5
|
2,7
|
GSYH
|
758.390.785
|
843.178.421
|
950.534.251
|
952.558.579
|
1.098.799.348
|
1.297.713.210
|
1.416.816.801
|
Kaynak:Muhasebat-BÜMKO
|
|
* 2012 Geçici Sonuçları
|
|
Tablo 6: Dâhilde Alınan KDV Gelirlerinin Vergi Gelirleri İçindeki Payı (2000-2012)
Dahilde Alınan Katma Değer Vergilerinin Toplam Vergiler İçindeki Payı (%) (Milyon TL)
|
|
2000
|
2001
|
2002
|
2003
|
2004
|
2005
|
2006
|
2007
|
2008
|
2009
|
2010
|
2011
|
2012
|
Vergi Gelirleri
|
29.571
|
43.813
|
60.356
|
82.491
|
100.373
|
119.628
|
137.480
|
152.835
|
168.108
|
172.440
|
210.560
|
253.809
|
278.751
|
Dahilde Alınan Katma Değer Vergisi
|
4.283
|
6.406
|
8.688
|
10.726
|
13.148
|
14.104
|
15.911
|
16.793
|
16.804
|
20.852
|
26.325
|
29.956
|
31.571
|
Vergi Gelirleri İçindeki %
|
14,48
|
14,62
|
14,39
|
13,00
|
13,10
|
11,79
|
11,57
|
10,99
|
10,00
|
12,09
|
12,50
|
11,80
|
11,33
|
Kaynak: Muhasebat Genel Müdürlüğü
2.4. KATMA DEĞER VERGİSİNİN TARİHÇESİ
KDV, bir harcama vergisi olarak ilk kez Alman sanayici Von Siemens tarafından önerilmiştir. Von Siemens, Almanya’da uygulanmakta olan muamele vergisinin yerine KDV’yi önermiştir. KDV’de indirim mekanizması ise 1920’lerde sisteme dâhil olmuştur.
Ancak KDV ilk defa Fransa’da 1948 yılında uygulanmaya başlanmıştır. KDV, önceleri sadece imalat aşamasında uygulansa da 1954 yılından başlayarak tüketim tipi vergiye dönüştürülmüştür.
Fransa, Federal Almanya, Hollanda, Belçika, İtalya ve Lüksemburg arasında imzalanan ve 1 Ocak 1958 tarihinde yürürlüğe giren Roma anlaşması ile Avrupa ekonomik Topluluğu (AET-AB) kurulmuştur. Topluluğunun görevi, bir Ortak Pazarın kurulması ve üye ülkelerin ekonomik politikalarının birbirlerine yakınlaştırılması yoluyla istikrar içinde dengeli ve sürdürülebilir bir kalkınmayı sağlamaktır. Bu amaçlara ulaşmak için, üye devletlerarasında gümrük vergileri ve miktar kısıtlamalarını ve eş etkili diğer bütün tedbirlerin kaldırılması ve kişiler (sosyal alanda), mallar (ekonomik alanda) ve sermayelerin (mali alanda) serbest dolaşımı öngörülmektedir.
Anılan Anlaşmanın 95-100. Maddelerinde vergi sistemlerinin uyumlaştırılmasına ilişkin hükümler yer almaktadır. 99 ve 100. Maddelerinde ise, dolaylı vergilerin uyumlaştırılması konuları hükme bağlanmıştır.
Dolaylı vergilerin uyumlaştırılmasının temel amacı, Avrupa Ekonomik Topluluğu’nun kuruluş amacına uygun olarak rekabette de tarafsızlığı sağlamaktır. Başka bir deyimle manada serbest rekabet ortamını oluşturmaktır. Bunun için üye ülkelerin dolaylı vergilerinin berrak ve nötr olması gerekmektedir.
Avrupa Topluluğu Komisyonu yukarıda belirtilen amaçları gerçekleştirmek amacıyla üye Devletlerin dolaylı vergilerini ahenkleştirmek için 1959 yılında çalışmalarına başlamıştır. Komisyon 1960 yılında Neumark başkanlığında Maliye ve Vergi Komitesini kurarak bu konuda öneri getirmekle görevlendirilmiştir. Maliye ve Vergi Komitesi muamele vergileri konusunda Fransa’da yürürlükte bulunan genel bir satış vergisi olan katma değer vergisini 1963 yılında önermiş ve bu öneri Avrupa Toplulukları Konseyince benimsenmiştir.
Roma Antlaşması, AB Pazarı’nda mal, sermaye ve hizmetlerin serbestçe dolaşımını öngörür. Fakat üye ülkelerin muamele vergileri yapı ve oranları itibarıyla önemli farklılıklar gösterdiğinden, bu amacın gerçekleşmesi mümkün görülmemektedir. Üye ülkelerden sadece Fransa’da KDV kullanılmakta, diğer devletler yayılı muamele vergisini uygulamaktadırlar. Yayılı muamele vergileri, dikey bütünleşmeyi özendirmekte, vergi piramidine neden olmakta, malların geçtikleri üretim aşamasının farklılığına göre farklı miktar ve oranlarda vergi yükü oluşturabilmektedir.
Söz konusu mali farklılıklar mal ve hizmetlerin serbestçe ve eşit şartlarda dolaşımı önünde önemli bir engel oluşturmaktadır. Dolayısıyla, üye ülkelerin vergi yapılarının da uyumlaştırılması zorunluluğu ortaya çıkar. AB üyesi ülkeler 1967 yılında, üye ülkelerin muamele vergilerinin uyumlaştırılması çerçevesinde ortak KDV
sistemine geçilmesini öngörmüşlerdir. Bu kapsamda en önemli ve kapsamlı düzenlemeler 17 Mayıs 1977 tarih ve 77/338/EEC sayılı Konsey Direktifi olan 6. direktifte yer almaktadır. 6. Direktifte; ortak KDV sistemi tek tip matrah uygulaması ve ortak istisnalar yer almaktadır.
1987 Yılında yürürlüğe giren Tek Avrupa Senedi ile Roma Anlaşmasına Ortak Pazar Hedefi eklenmiştir. Emeğin, malların ve sermayenin serbestçe dolaştığı Avrupa Birliği’nde üye Devletler haksız rekabete meydan vermemek için kendiliğinden hiçbir zorlama olmadan KDV oranlarını birbirlerine yakınlaştırmışlardır.
Avrupa Birliğine üye Devletlerde KDV uygulanması zorunludur. Ama bütün üye ülkelerin katma değer vergisi kanunlarının Gümrük Kanunu gibi ayni ve tek düze olduğunu söylemek mümkün değildir. Esasen buna gerek de yoktur. Çünkü direktifler belirli konularda üye Devletlere bir marj tanımakta veya serbest bırakmaktadır.
KDV uygulamaya başlanıldıktan sonra Komisyon tarafından çok sayıda direktif yayınlamaya devam edilmiştir.
Yine Avrupa Birliğinde, indirimli oran uygulamasının H listesindeki mal ve hizmetlerde olduğu göz önüne alınırsa, indirimli oran uyguladığımız mal ve hizmetlerin kapsamında da uyum sorunumuzun olduğu görülmektedir.
Bu kapsamda Avrupa Birliği müktesebatına uyum kapsamında indirimli oran uygulaması ve muafiyetler ve istisnalar konusunda düzenlemeler yapılması gerekmektedir.
KDV konusunda AB müktesebatına olan uyumun tam olması ve bu amaçla, mevzuatımızda var olan uyumsuz vergi hükümlerinin bir an önce değiştirilmesi Türkiye’nin tam üyelik hedefi için kaçınılmaz olarak görünmektedir.
2.5. KATMA DEĞER VERGİSİNİN ÖZELLİKLERİ
KDV esas itibariyle bir iktisadi işletme çerçevesinde malların teslimi ve hizmetlerin ifası sırasında satıcı fiyatı üzerinden ve bu fiyata tamamen orantılı olarak konulan genel bir tüketim vergisidir.
Ödeme nihai aşamaya (tüketiciye satış) kadar birbirini izleyen üretim, dağıtım ve ticari aşamaları arasında bölünür. Ancak aşamaların sayısı tüketicinin ödeyeceği vergi miktarını etkilememektedir. Görüldüğü gibi, KDV çok aşamaları genel, yayılı bir satış vergisi olup, nihai tüketimi hedef almaktadır. Ekonominin sadece imalat, toptan perakende gibi bir aşamasında ve belirli mallardan alınan bir vergi olmayıp, iktisadi işletme çerçevesinde hiçbir ayırım gözetilmeksizin bütün mal ve hizmetleri kavrayan bir vergidir.
KDV her ne kadar bir mal nihai tüketime konu oluncaya kadar geçirdiği birden fazla aşamada vergilendirme yapıyorsa da sonuçda devletin kasasına giren vergi tutarı, perakende aşamada tahsil edilen vergi miktarına eşittir. Vergi yükü bütünüyle nihai tüketici tarafından üstlenilmektedir.
KDV tahsilatı perakende aşamada uygulanan orana göre belirlendiğinden, mal ve hizmetlerin tüketilebilir hale getirinceye kadar geçirdiği ara aşamalarda uygulanan daha düşük veya yüksek oranların fiskal yönden bir önemi bulunmamaktadır.
Her ne kadar bir mal nihai tüketime konu oluncaya kadar geçirdiği aşamalarda farklı oranlarda KDV’ye tabi tutulsa bile, devletin kasasına giren vergi miktarı, nihai aşamada perakendeci fiyatına ilave edilen KDV kadar olmaktadır. Dolayısıyla perakende aşamada tespit edilen oran çok önemlidir. Perakendeden önceki safhalarda da aynı oranın uygulanması şart değildir. Bu nedenle vergi güvenliği ve ekonomik zaruretler nedeniyle farklı oranların uygulanması gerekebilir.
Diğer taraftan, dolaylı bir vergi olması nedeniyle KDV sosyal bir rol da oynamak zorundadır. KDV kişilerin sosyal durumları ile ilgilenmez ve ayırımcılık yapamaz. Buna rağmen genellikle dar ve orta gelirli ailelere hitap eden mal ve hizmetlerin vergi oranlarını düşük tutmak suretiyle vergilendirmede sosyal adaleti sağlamaya çalışır.
Satıcılar tarafından satın alınan mallar nedeniyle ödediği KDV açıkça üstlenilmemektedir. Zira ödenen vergi, ödenmesi gereken vergi tutarından indirilmektedir. Dolayısıyla KDV, satın alınan ve satılan malların maliyet bedellerinin bir unsuru değildir. Ayrıca, KDV, mal nihai tüketiciye satılıncaya kadar bütünüyle devlet tarafından kabul edilmemektedir. Bu aşamaya kadar yapılan tahsilatlar geçicidir. Çünkü sadece nihai tüketici indirim hakkından yararlanamamaktadır.
Mükellefin önemi; KDV uygulamasında en aktif rol vergiyi alıcıdan tahsil eden kişi olması nedeniyle mükellef tarafından oynanmaktadır. Diğer taraftan, vergi indirim hakkı sadece mükellefe ait olup hesaplanan vergiyle indirilebilir vergi arasındaki farkı mükellef tarafından devlete ödenmektedir. KDV Kanunu’na göre vergi mükellefi malı teslim edenler veya hizmeti ifa edenler olarak hüküm altına alınmıştır. Ancak verginin gerçek mükellefi yukarıda da belirttiğimiz gibi tüketicilerdir.
Uygulamada mükelleflerin görevi vergiyi nihai tüketiciden devlet adına tahsil etmek ve devlete aktarılmasını sağlamaktır.
Katma Değer Vergisi vergi indirimi esasına dayanır. KDV teorisinde iki türlü vergi indirimi sistemi bulunmaktadır:
— Matrahtan matrah indirimi,
— Vergiden vergi indirimi
KDV sisteminde benimsenen usul, vergiden vergi indirimi (déduction) mekanizmasıdır. Bu mekanizma sayesinde KDV hiçbir halde malların veya hizmetin maliyet fiyatının bir unsuru olmamaktadır. Herhangi bir KDV mükellefi ithalatta veya yurt içi alımları dolayısıyla ödediği KDV’ni müşterilerinden tahsil ettiği KDV’den indirmekte, dolayısıyla ödediği KDV hiçbir zaman üzerinde kalmamaktadır. Mükellefin ödediği KDV alacağını; teslim ettiği malların fiyatı üzerinden hesaplanan KDV ise mükellefin borcunu teşkil etmektedir.
Uygulamada vergi indirimi işlemden işleme yapılmayıp, Kanunla tespit edilmiş dönemlerde bir defada bütün işlemler için toplu olarak yapılmaktadır. Dönem sonunda borcuyla alacağı arasındaki müspet veya menfi fark, mükellefin ödeyeceği veya bir sonraki döneme devredeceği KDV tespit edilmektedir.
Her mükellef vergiye tabi olan mallarla vergiye tabi olmayan mallar için ödeyeceği KDV’yi açıkça bilmektedir. Vergi malların KDV’siz fiyatları üzerinden hesaplanmaktadır.
İthalat, her nevi ithalat KDV’nin konusunu teşkil etmektedir. KDV’de prensip olarak ülke içinde üretilen mallar ile ithal edilen benzer mallar aynı vergi oranına tabidir. Burada bir ayrım (discirimination) yapmak mümkün değildir.
İhracat, yurt dışına çıkarılan mallar prensip olarak vergiye tabi değildir.
KDV tarafsız bir vergidir, bunun anlamı, ekonomik sektörler ile toplumsal kesimler arasında herhangi bir farkın gözetilmemesidir. Üretim ve ticari aşamalarının sayısı devlet gelirlerinin miktarını etkilememektedir. Başka bir deyimle toplam devlet geliri üretim ve ticari aşamalarının sayısına göre değişmemektedir.
Maliyeti düşürücü işlemler rekabetin avantajlarını daha çok artırdığından KDV tarafından da desteklemekte ve bundan hem müteşebbis hem de tüketici yararlanmaktadır.
KDV, vergi kayıp ve kaçakları ile mücadelede etkin bir silahtır. KDV’de vergi oranları gider vergilerine göre çok daha düşüktür. Matrah, üretim ve dağıtım zincirinin muhtelif aşamalarında bölünmesi nedeniyle mükellefler vergi yükünü daha az hissettiklerinden, kaçakçılık eğilimi azalmaktadır.
Diğer taraftan, mükellefin KDV ödememeleri lehine değildir. Bu durumda söz konusu mal veya hizmet için hesapladığı verginin tamamını vergi dairesine ödemek zorunda kalır.
Buna göre, KDV belge almayı teşvik ettiğinden mükellefler arasında menfaat çatışması yaratılmaktadır. Çünkü mükellef sattığı mal ve hizmetler nedeniyle hesaplanan KDV’den, bu mal veya hizmetlerin satın alınması veya imalatı için ödediği vergileri indirebilmesi için belge almış olması zorunludur. Başka bir deyimle
Mükelleflerin vergi indirim hakkından yararlanabilmesi için fatura talep etmeleri lehlerine olacaktır.
KDV’nin kendinden beklenen direkt ve endirekt fonksiyonlarını yerine getirebilmesi için mutlaka her işlemde belge düzenlenmesi zorunludur.
KDV’nin net veya brüt kâr ile bir ilişkisi yoktur. KDV bir malın maliyet bedeli veya satın alma fiyatıyla satış fiyatı arasındaki fark üzerinden tahsil edilmemektedir. Her işlemde vergi hesaplanmasına rağmen belirli bir dönemdeki işlemler birleştirilmekte, ödenen vergiler için toplu vergi indirimi yapıldıktan sonra, varsa geriye kalan kısım ödenmektedir.
Devlete ödenecek vergi miktarı, vergiden vergi indirimi yoluyla tespit edilmekte ve dolayısıyla gerçekleşen kâr miktarıyla hiçbir şekilde ilgilendirilmemektedir. Başka bir deyimle zarar eden bir işletme KDV ödemek durumunda olabilir. Buna karşılık kâr eden bir işletmenin ise, ödemesi gereken KDV bulunmayabilir.
İstisnalar KDV’nin mantığına uygun değildir. KDV tek aşamalı vergilerden farklıdır. Bir mükellefte yapılan bir işlem muhatabı diğer mükellef nezdinde de sonuçlar doğurur. İstisna ise vergi indirimi imkanını ortadan kaldırdığı için sistemde aksaklıklara, kaçaklara yol açabilir.
KDV yansıtılabilir bir vergidir. Verginin “yansıtabilirlik” özelliği nedeniyle yükümlü başlangıçta işlemi yapan kişi veya kurum ise de asıl vergi yükü vergiyi ödeyen ve indirim hakkı olmadığı için kendi üzerinde kalan nihai tüketici mükellef durumundadır. Sadece vergiyi tahsil edip vergi dairesine yatıran kişinin mükellef olduğu, asıl vergi yükü üzerinde kalan mükellef ise bu vergi ile ilgisi olmadığını kabul etmenin ise “mükellefiyet” kavramı ile bağdaşamayacağı kuşkusuzdur. Ama ne var ki Kanun nihai tüketiciyi vergi işlemlerini gerçekleştirmek bakımından mükellef olarak kabul etmemektedir.
Dostları ilə paylaş: |