"Ah, koru beni tatlı İsis. Ölüyorum. Yardım et Hathor. Yardım et bana!" Taita'nın sesi de onunkine karışmıştı, onun çığlığı da Fenn'inki kadar vahşi ve sınırsızdı.
Meren, onların çığlıklannı duyup elindeki bira tasını düşürerek ayağa fırladı. Tasın içindekiler ateşe dökülmüş ve buharlar yükselmişti. Kılıcını kınından çıkardı ve çarpışmaya hazır bir şekilde Taita'nın kulübesine koştu. Nakonto da neredeyse onun kadar hızlıydı, iki elinde kısa saplı birer mızrakla Meren'in peşinden koşuyordu. Yarı yola gelmeden Sidudu ile İmbali önlerini kesti.
Meren, "Kenara çekilin!" diye bağırdı. "Başları dertte. Yanlarına gitmeliyiz."
"Geri dön Meren Cambyses!" Sidudu küçük yumruklarını Meren'in göğsüne indiriyordu. "Senin yardımına ihtiyaçları yok. İkisinden de teşekkür alamazsın."
580
11. Yazıt
İmbali de erkeğine, "Nakonto, seni aptal Shilluk!" diye bağırdı. "Kaldır o mızrakları. Hiç mi bir şey öğrenmedin o budala hayatın boyunca? Rahat bırak onları!"
İki savaşçı kafaları karışmış bir şekilde, önlerine dikilen kadınlara bakıyordu. Sonra utançla birbirlerine baktılar. Meren, "Yani sahiden mi?..." diye söze başladı. "Büyücü ile Fenn yardım istemiyor mu?..." Aptal aptal bakıyordu.
Sidudu, "Evet sahiden," dedi. "Sahiden o işi yapıyorlar." Kararlı bir şekilde kolundan tutup ateşin başındaki taburesine götürdü. "Sana yeniden bira koyayım."
"Taita ile Fenn ha?" Sersemlemiş bir şekilde başını salladı. "Kimin aklına gelirdi ki?"
Sidudu, "Sen hariç herkesin," dedi. "Galiba kadınlar ve ihtiyaçları hakkında hiçbir şey bilmiyorsun." Sonra onun kızdığını fark edip yatıştırmak için elini omzuna koydu. "Ah, erkeklerin ihtiyaçları konusunda her şeyi biliyorsun ama. Eminim ki Mısır'da bu alanda üstüne yoktur."
Meren ağır ağır yatıştı ve Sidudu'nun söylediklerini düşündü. "Galiba haklısın Sidudu," diye itiraf etti sonunda. "Kesinlikle neye ihtiyaç duyduğunu bilmiyorum. Bilseydim onu bütün kalbimle verirdim sana."
"Vereceğini biliyorum sevgili Meren. Bana karşı her zaman iyi ve kibar davrandın. Kendini tutmanın sana ne kadar güç geldiğini de anlıyorum."
"Seni seviyorum Sidudu. Maymunlardan kaçarken gördüğüm andan beri seviyorum."
"Biliyorum." Meren'e iyice yaklaştı. "Sana anlatmıştım. Jarri'de başıma gelenlerin çoğunu biliyorsun, ama anlatamadığım şeyler de var. O canavar Onka..." sesi kesildi, sonra hafif bir sesle, "Yaralar bıraktı bende," dedi.
581
Wilbur Smith
Meren, "O yaralar iyileşecek mi?" diye sordu. "Hayatım boyunca bekleyebilirim."
"Buna gerek yok. Senin yardımınla tamamen iyileşti, izi bile kalmadı." Sonra utanarak başını öne eğdi. "Belki bu gece yatağımı kulübene getirmeme izin verirsin..."
"İki yatağa ihtiyacımız yok." Meren'in yüzünde kocaman bir tebessüm vardı. "Benimki yeterince geniş. Senin gibi minik bir şeye fazlasıyla yer var." Kendisi kalktı ve Sidudu'yu da kaldırdı. Onlar alevin ışığında uzaklaşırken İmbali ile Nakonto da ikisini seyrediyordu.
İmbali keyifli ve anaç bir ses tonuyla, "Ah bu çocuklar!" dedi. "Gözlerinin önündekini görmelerini sağlamak hiç kolay olmuyor, ama artık işim bitti. Hem de bir gecede ikisi birden! Kendimden çok hoşnudum."
Nakonto sert bir tavırla, "Daha yakınmdakileri görmüyor olmayasm kadın?" dedi.
"Ah, demek ki işim daha bitmemiş, yanılmışım." Güldü. "Gel hadi Shillukların büyük şefi. Mızrağını keskinleştireyim. O zaman daha iyi uyursun." Ayağa kalkarken bir daha güldü. "Tabii ki ben de."
Yüzlerce yıldır fillerin çiğneyip yol haline getirdiği bir patika vardı, ama çok dar olduğu için önce yolu genişletmek üzere zaman ve emek harcamaları gerekiyordu. Sonunda filoyu taşıyıp tekrar suya indirmeyi başardılar ve akıntının ortasında küreklere asıldılar. Akıntı hızlıydı ve onları kuzeye doğru sürüklüyordu, ama aynı zamanda tehlikeliydi. Beş gemiyi su altındaki sivri uçlu kayalara kurban verdiler. Üç adam ve altı at sulara sü-
582
11. Yazıt
rüklendi. Semliki Nianzu Gölü'nün açık sularına ulaştıklarında neredeyse bütün gemiler hasar görmüştü. Nil'in tekrar akmaya başlamasından sonraki kısacık sürede, suları önemli derecede yükselmişti. Sığ ve çamurlu hale gelmiş olan dere yatağı, şimdi güneşin altında mavi mavi parlıyordu. Kuzeye doğru bakınca uzaktan kıyıyı görmek mümkündü, ama batı yönünde kara hiç görünmüyordu.
Kıyı boyunca, onlar giderken orada olmayan pek çok yeni köy vardı. Belli ki buralara yeni yerleşmişlerdi, ızgaralarda yeni tutulmuş balıklar pişiyor, sıcak közler parıldıyordu ama filonun geldiğini gören köy halkı kaçıp gitmiş oluyordu.
Îmbali, Taita'ya, "Ben bu kabileyi tanırım," dedi. "Çekingen balıkçılardır, bize bir şey yapmaya kalkışmazlar. Zaman tehlikeli ve etrafları savaşçı kabilelerle çevrili olduğu için kaçıyorlar."
Taita onanm için gemilerin kıyıya çekilmesini emretti. Tinat ile Me-ren'i kamp kurma işinin başına bıraktı. Kendisi ve Fenn de, çevirmen olarak îmbali ve Nakonto'yu yanlarına alıp sağlam kalmış bir tekneyle gölün batı kıyısına, Semliki Nehri'nin ağzına doğru yola çıktılar. Taita, Nil'in diğer büyük kolunun da yeniden akmaya başlayıp başlamadığını anlamaya kararlıydı, belki de o kol hâlâ Eos'un uğursuz büyülerinin etkisi altındaydı. Kamak'a vardıkları zaman Firavun'a Mısır'ın refahı ile ilgili her konuda bilgi verebilmeliydi.
Doğudan esen uygun rüzgâr sayesinde yelken açarak kürekçilerin yükünü biraz hafifletebiliyorlardı. Pruvanın önünden köpükler saçarak, beyaz kumsallar ve kayalık burunlarla kaplı bir kıyı şeridi boyunca yol aldılar, ufukta haşmetli dağlar görünüyordu. Beşinci gün güneyden gelip göle karışan geniş bir nehir ağzına ulaştılar.
Taita, İmbali'ye, "Bu Semliki mi?" diye sordu.
583
Wilbur Smith
İmbaii, "Daha önce hiç buralara kadar gelmemiştim. Bilemiyoru " diye cevap verdi.
"Emin olmak zorundayım. Burada yaşayan birilerini bulmamız gerek " Bu kıyılarda yaşayanlar da gemiyi görür görmez kaçıp gitmişti, ama sonunda uzakta eski püskü bir kano gördüler. Teknedeki iki ihtiyar adam o kadar meşguldü ki, geminin geldiğini görememişlerdi. Sonra ağlannı bırakıp plaja kaçmaya çalıştılar, ama kadırganın önünden geçmelerine imkân yoktu. Sonunda çaresiz vazgeçip kendilerini kazanda pişirilmeye hazırladılar.
Kimsenin onları yemeyeceğini anlayan iki ak sakallının çenesi açılmıştı. İmbaii sorunca o nehrin Semliki olduğunu ve yakın zamana kadar suyu olmadığını anlattılar. Hayata dönüş mucizesini tarif ettiler. Yeryüzünün ve dağların sallandığı gün, gölün suları dev gibi dalgalarla göklere yükselmiş ve nehir de suyla dolmuştu. O gün bugündür de, ta çok eskiden olduğu gibi gürül gürül akmaktaydı. Taita, onlara boncuklar, bakır olta uçları armağan etti ve şanslarına inanmakta güçlük çeken iki ihtiyarı kendi hallerine bıraktı.
Fenn'e, "Burada işimiz bitti," dedi. "Artık Mısır'a dönebiliriz."
Nil'in ağzındaki kamp yerine dönünce, Meren ile Tinat'ın onarım işlerini bitirdiklerini ve gemilerin yine suya inmeye hazır olduğunu gördüler. Taita demir alma emrini vermek için öğle rüzgârının çıkmasını bekledi. Üçgen yelkenlerin ve küreklerin yardımıyla gölün açık sularında yol almaya başladılar. Rüzgâr lehlerine olduğu için güneş batmadan önce kuzey kıyıya vardılar ve Nil'in, Naiubaale ve Semliki Nianzu gibi iki büyük gölün sularıyla beslendiği koluna girdiler. Artık, gelirken geçtikleri bölgeden kuzeye doğru gidiyorlardı.
Yolculuklarının bir sonraki engeli ölümcül çeçe sinekleriydi. Atları iyileştirecek Tolas çöreklerini bitireli çok olduğu için kıyıdan gelen ilk si-
584
11. Yazıt
nelc öndeki geminin güvertesine konar konmaz, Taita filonun nehrin orta-s)nda seyretmesini emretti. Gemiler tek sıra halinde dizildi ve çok geçmeden Taita'nın kararının isabetli olduğu anlaşıldı. Sinekler oraya kadar ge-lerniyordu, böylece zarar görmeden ilerlemeye devam edebiliyorlardı. Taita, hava kararınca da gemilerin kıyıya yanaşmasına izin vermedi ve ay ışığında seyir yaptılar.
İki gün ve üç gece daha nehrin tam ortasından gitmeye devam ettiler. Nihayet, uzaktan bakire göğüslerini andıran tepeleri gördüler, burası sinek bölgesinin kuzey sınırıydı. Taita yine de atları tehlikeye sokmak istemedi ve kıyıya yanaşma izni verene kadar fersahlarca yol aldılar. Karaya çıktıklarında sinek olmadığını ve Adari Kalesi'ne az bir yol kaldığını görünce rahatlamıştı.
Albay Tinat neredeyse on bir yıl önce terk ettiği garnizonun ne halde olduğunu görmek için herkesten fazla sabırsızlanıyordu. Sürgündekile-ri bulup ülkelerine götürmenin kendi sorumluluğu olduğuna inanmaktaydı. Filo kalenin bulunduğu tepelerle aynı hizaya gelince gemileri kıyıya bağlayıp atlarla yola çıktılar.
Sakin nehir yolculuğundan sonra yeniden güzel atlara binmek çok keyifliydi ve bir grup atlı eşliğinde geçitten geçip kaleyi çevreleyen yemyeşil platoya bakma imkânı bulan Taita, Tinat ve Fenn'in morali yüksekti.
Fenn, "At cerrahı Tolas'ı hatırlıyor musun?" diye sordu. "Onu yeniden görmeyi çok istiyorum. Bana çok şey öğretmişti."
Taita, "Atlar konusunda harikaydı," diye ona hak verdi. "Duman Ye-li'ne göz dikmişti ve gördüğündü iyi bir atı ayırt edebilecek biriydi." Kısrağın boynunu okşadı ve o da kulaklarını dikip Taita'yı dinlemeye başladı. "Seni benden çalmak istiyordu, öyle değil mi?" Duman Yeli burnundan hava verip başını salladı. "Sen de muhtemelen güle oynaya gidecektin onunla, seni vefasız hoppa."
585
Wilbur Smith
Kaleye doğru ilerlediler ama çok geçmeden ciddi bir sorun olduğunu fark ettiler. Otlaklarda ne bir at ne de bir sığır vardı, duvarların arkasından dumanlar yükselmiyordu ve korkuluklara çekilmiş hiçbir bayrak yoktu.
Tinat, "Nerede benim insanlarım?" dedi. "Rabat güvenilir bir adamdır. Şimdiye kadar bizi fark etmiş olması gerekirdi... tabii hâlâ buradaysa." Taita, "Duvarların hali perişan," diye bağırana kadar tırısta yola devam ettiler. "Her yer ıssız görünüyor."
"Gözcü kulesi yanmış," dedi Tinat da ve atları eşkinle koşturmaya başladılar.
Kale kapılarına varınca ardına kadar açık olduklarını gördüler. Girişte durup içeriye baktılar. Duvarlar yangından kararmıştı. Tinat üzengilerinin üstünde kalkıp gür bir sesle korkuluklara doğru seslendi. Ne bir cevap geldi ne de üstlerine doğrultulan silahlar göründü, ama garnizonun yardımına koşmakta aylarca gecikmişlerdi. Kapıdan içeri girince ana avludaki ocakların etrafına saçılmış zavallı kalıntıları gördüler.
Yamyamlık izlerini tanıyan Taita, "Chimalar!" diye bağırdı. Chima-lar, omuriliğine ulaşmak için uzun kol ve bacak kemiklerini ateşte pişir-miş, sonra iri taşlann arasında ezmişlerdi. Kırık kemik parçalan dörtbir yana dağılmıştı. Aynı şekilde kurbanların kafataslarını da kavrulup kararana dek ateşe atmışlar, sonra da haşlanmış yumurta gibi kırıp yemişlerdi. Taita onların halka halinde oturup pişmiş kafataslarını elden ele geçirişlerini, yarı pişmiş beyin parçalarını parmaklanyla alıp ağızlarına atışlarını hayal etti.
Kafatası artıklarına bakarak kurbanların sayısını tahmin etmeye çalıştı. "Galiba garnizondan kurtulan olmamış," dedi. "Chimalar kadın, erkek çoluk çocuk kim varsa hepsini öldürmüş."
586
11. Yazıt
Duydukları dehşet ve isyanı anlatmak için kelimeler yetmiyordu.
Fenn, "Bakın!" diye fısıldadı. "Bu minik bir bebekmiş. Kafatası ancak olgun bir nar kadar." Gözleri yaşlarla dolmuştu.
Taita, "Kalıntıları toparlayın," diye emretti. "Gemilere dönmeden önce onları gömmeliyiz."
Duvarın dışında küçük bir ortak mezar kazdılar ne de olsa gömülecek fazla bir şey kalmamıştı.
"Yine de Chima ülkesinden geçmek zorundayız," diyen Tinat'ın yüzü soğuk ve sertti. "Eğer tanrılar merhamet ederse o katil köpeklerle hesaplaşmama izin verirler."
Gitmeden önce, belki kurtulan olmuştur diye kaleyi ve etrafındaki ormanı araştırdılar, ama kimsecikler yoktu. "Gafil avlanmış olmalılar," dedi Tinat. "Hiç çarpışma izi yok."
Kederli bir suskunluk içinde kıyıya yöneldiler ve ertesi gün yola çıktılar. Chima bölgesine ulaşınca, Taita her iki kıyıya birer atlı öncü ekip gönderdi.
"İçerilere girin ve gözünüzü açık tutun. Sakın Chimaları kuşkulandıracak bir şey yapmayın. İzlerine rastlayacak olursanız, derhal dönüp bize haber verin."
Dördüncü gün Tinat'ın dileği kabul oldu. Nehirde geniş bir büklümü döner dönmez, kıyıdan gözcülerin başındaki Hilto'nun el salladığını gördüler. Öndeki gemi kıyıya yanaşırken Hilto güverteye atlayıp Taita'yı selamladı. "Büyücü, kıyıdan az içeride büyük bir Chima köyü var. İki, üç yüz vahşi var köyde toplanmış."
"Seni gören oldu mu?" diye sordu Taita.
"Hayır. Hiçbir şeyden kuşkulanmıyorlar."
"Güzel." Taita diğer gemide bulunan Tinat'la Meren"i de çağırdı ve çabucak saldırı planını açıkladı. "Katledilenler Albay Tinat'ın adamlany-
587
Wilbur Smith
di, o yüzden intikam almak onun hakkı. Albay bu gece büyük bir kuvvetle kıyıya çık... Chimalar tarafından görülmemek için gece gitmelisin. Karanlık iyice bastırınca köyle ormanın kıyısı arasında mevzi alın. Şafağın ilk ışıklarıyla biz de gemileri köye getiririz ve Chimaları trompetlerle veya birkaç ok atarak baskına uğratırız. Kesinlikle ağaçlara doğru kaçacaklardır. Sorusu olan var mı?"
Meren, "Güzel ve sade bir plan," dedi, Tinat da başını sallayarak onayladı.
Taita devam etti. "Chimalar kaçmaya başlayınca, Meren'le ikimiz de adamlarımızı alıp peşlerine düşeceğiz. Bir kıskaç harekâtıyla hepsini kıstırmış oluruz. Adari Kalesi'nde gördüklerinizi unutmayın. Esir ya da köle almak yok. Hepsini tek tek öldüreceğiz."
Alacakaranlık çökünce, köyün planını bilen Hilto, Tinat'ın birliğinin önüne düştü ve yola koyuldular. Gemiler karşı kıyıda bağlı olarak geçirecekti geceyi. Taita ile Fenn döşeklerini ön güverteye serip gökyüzünü seyretmeye başladılar. Fenn, onun semavi cisimleri, takımyıldızlarıyla ilgili efsaneleri anlatmasını seviyordu. Ama sonunda hep aynı konuya geliyordu. "Yine benim yıldızımı anlatsana Büyücü, hani ben öldükten sonra oluşan Lostris Yıldızı'nı. Ama başından başla. Nasıl öldüğümü, beni nasıl mumyalayıp mezarımı süslediğini de anlat." Tek bir ayrıntıyı atlamasına bile izin vermiyordu. Taita, onun saçından bir bukle kesip Lostris Tılsı-mı'nı yapışını anlatırken her zamanki gibi sessizce ağlamaya başladı. Uzanıp tılsımı avucuna aldı. "Sana döneceğime hep inandın mı?" diye sordu.
"Daima. Her gece yıldızının doğuşunu izler ve gök kubbeden kaybolma zamanının gelmesini beklerdim. O zaman bana döneceğini biliyordum."
"Çok mahzun ve yalnızdın herhalde?"
588
r
11. Yazıt
Taita, "Sensiz olunca hayatım ıssız bir çöl gibiydi," dedi ve Fenn yine ağlamaya başladı.
"Ah, canım Taita'm, bu yeryüzünün en hüzünlü ve en güzel hikâyesi. Lütfen şimdi seviş benimle. Seni bütün ruhumla ve bedenimle istiyorum. İçimde olmanı, özüme dokunmanı istiyorum. Bir daha asla ayrılmamalıyız."
@—'\
Şafak sökerken, filo yükselmekte olan pusun arasından güneye doğru süzülmeye başladı. Küreklerin sesi pusun içinde boğuluyordu, garip bir sessizlik hüküm sürmekteydi. Okçular, hazır vaziyette küpeştelere dizilmişlerdi. Sisin arasından kulübe damlan görününce Taita, Meren'e dümen kolunu kıyıya çevirmesini işaret etti. Kıyıda bir köpek havladı, ama onun dışında çıt çıkmıyordu. Pus, sabah rüzgârıyla dağılırken Chima köyü üstündeki örtü kaldırılmış gibi ortaya çıktı.
Taita kılıcını havaya kaldırıp seri bir hareketle aşağı indirdi. Bu işaretti ve ceylan boynuzundan borularını çalmaya başladılar. Boru sesleriyle yataklarından uğrayan yüzlerce çıplak Chima, kıyıya yanaşan teknelere aval aval bakıyordu. Sonra ümitsiz feryatlar yükseldi ve vahşi bir panik havası içinde kaçmaya başladılar. Çoğunda silah yoktu ve uyku sersemliği içinde sarhoş gibi düşe kalka ağaçlara doğru gidiyorlardı. Taita kılıç tutan kolunu bir daha kaldırdı ve kolu iner inmez okçular Chimaları ok yağmuruna tuttu. Taita oklardan birinin anasının sırtında bağlı bebeğe isabet ettiğini ve onu delip geçerek kadını öldürdüğünü gördü.
"Kıyıya çıkıyoruz!" Pruva sahile değer değmez atlayıp koşmaya başladı.
589
Wilbur Smith
Mızraklı ve baltalı adamlar da Chimaların peşinden koşuyordu. İleride Hilto'nun pususuyla karşılaşanlarda yeni bir dehşet ve panik havası yaşanmaktaydı. Tinat'ın adamlarının kılıçlan inip kalkıyor ve geri çekilen kılıçlardan ıslak bir emilme sesi çıkıyordu. Çıplak bir Chima, dirseğinden kesilmiş kolu sallanarak Taita'ya doğru koştu. Bedenine kan fışkırdıkça vahşi çığlıklar atıyordu. Taita bir kılıç darbesiyle kafatasının yansını uçurdu. Sonra, onun arkasından gelen kadını da sarkık göğüslerinin ortasına indirdiği tek kılıç darbesiyle öldürdü. O anda ne acıma ne de pişmanlık duyuyordu. Bir sonraki Chima çıplak ellerini kaldırarak kendini korumaya çalıştıysa da Taita, onu da üstüne konan bir çeçe sineği gibi ezip geçti.
İki taraftan kuşatılmış olan Chimalar ağa takılmış balık sürüsü gibi çırpınıyordu. Misilleme soğuk ve acımasız, kıyım kanlı oluyordu. Birkaç Chima bronz kuşatmayı kırıp nehre ulaşmayı başardı. Ama bunu yapanları da okçular ve timsahlar bekliyordu.
Taita, ölülerle ve ölmek üzere olanlarla dolu alanın ortasında buluşunca, Tinat'a, "Kaçan oldu mu?" diye sordu.
"Kulübelere saklanan birkaç kişi oldu. Gidip onlan çıkaralım mı?"
"Hayır. Artık silahlanmışlardır ve köşeye kıstırılan leoparlar kadar tehlikeli olurlar, kimseyi tehlikeye atmak istemiyorum. Kulübelerin dam-lannı ateşe verin."
Güneş ağaçlann üstünde yükseldiğinde her şey bitmişti. Tinat'ın adamlarından ikisinde hafif yaralar vardı, ama Chimalar tamamen yok edilmişti. Cesetleri sırtlanlara bırakıp gemilerine döndüler ve öğle olmadan kuzeye doğru tekrar yola koyuldular.
Ön güvertede yan yana otururken, Taita, Fenn'e, "Artık önümüzde sadece Büyük Güney bataklıkları kaldı," dedi. "Yani seni bulmuş olduğum bataklıklar. Sen de o kabilelerden biriyle yaşayan küçük bir vahşiydin."
590
11. Yazıt
Fenn, "Her şey ne kadar uzakta kaldı artık," diye mırıldandı. "Anılarım soldu bile. Öteki hayatımı bile ondan daha iyi hatırlıyorum. Umarım o hayvan Luolarla karşılaşmayız. Onlan tamamen unutmak istiyorum." Altın lülelerini savurarak başını Taita'nın göğsüne dayadı. "Daha hoş şeylerden söz edelim," dedi. "İmbali'nin karnında bir bebek büyüyor, biliyor musun?"
"Ah! Demek ondanmış. Nakonto'nun ona bir garip baktığını gördüm. Ama sen nereden biliyorsun bunu?"
"İmbali söyledi. Çok gururlanıyor. Bu bebeğin Nakonto gibi büyük bir savaşçı olacağını söylüyor."
"Ya kız olursa?"
"O zaman da İmbali gibi büyük bir savaşçı olur..." Fenn güldü.
"Bu onlar için güzel bir şey ama bizim açımızdan üzücü."
"Niye?"
"Yakında onlardan ayrılacağız korkarım. Artık baba da olacağına göre, Nakonto'nun avare savaşçılık günleri sayılı demektir. İmbali ile çocuğunu alıp köyüne dönmek isteyecektir. Shilluk ülkesine yaklaştığımıza göre, bu da yakında olur herhalde."
Ormanlar ve fil bölgesi geride kalınca, kıyılardaki manzara da, yer yer düz tepeli akasya ağaçlarıyla bezeli geniş savanalara dönüşmüştü. Kahverengi bedenleri beyaz beneklerle kaplı kule gibi zürafalar, yüksek dallardaki ağaçlan yiyor, altlarında, tatlı savana otlaklarında antilop ceylan, Afrika geyiği, çizgili zebra sürüleri geziniyordu. Yeniden akmaya başlayan Nil, bereketiyle onları tekrar kendine çekmişti. >
İki gün daha gittikten sonra, uzun, geriye yatık boynuzlarıyla yüzlerce hörgüçlü sığınn dik kıyılarda otlandığını gördüler. Başlarında genç siyah çobanlar vardı. Taita, Fenn'e, "Bunlar kesinlikle Shilluk," dedi. "Nakonto evine kavuştu."
591
Wilbur Smith
"Nasıl emin olabiliyorsun?"
"Bak ne kadar uzun ve sırım gibiler; tünemiş leylekler gibi tek ayak üstünde gayet dengeli duruyorlar. Ancak Shilluk olabilirler."
Nakonto da onları görmüş ve her zamanki uzak, ilgisiz tavrı uçup gitmişti. Güverteyi sarsan bir savaş dansına başlayıp kıyıdan rahatça duyulacak tiz bir sesle tempo tutmaya başlamıştı. İmbali, onun bu garip hallerine gülüp alkışladı ve teşvik etmek için bağırmaya başladı.
Çobanlar, gemiden birinin kendi dilleriyle şarkı söylediğini duyunca koşarak kıyıya geldiler ve şaşkın şaşkın ziyaretçilerine bakmaya başladılar. Nakonto içlerinden ikisini tanıdı ve, "Sikunela! Timbai!" diye seslendi.
Arkadaşları şaşkınlıkla, "Sen kimsin yabancı?" diye bağırdı.
"Ben yabancı değilim. Amcanız Nakonto'yum, ünlü savaşçı!"
Oğlanlar heyecanla yerlerinden fırlayıp köye, büyüklerine haber vermek için koştular. Çok geçmeden yüzlerce Shilluk kıyıda toplanmış hayretle Nakonto'ya bakıyordu. Sonra Kısa Boylu Nontu, karısı ve çocukları kıyıya geldi.
Nakonto ile Nontu hasretle kucaklaştılar. Sonra Nontu, kadınlara komutlar yağdırdı ve onlar da koşarak köye gitti. Biraz sonra başlarında rahatça taşıdıkları köpüklü bira çanaklanyla döndüler.
Kıyıdaki kutlama günlerce sürdü ama sonunda Nakonto, Taita'ya geldi. "Artık yaşlı olmayan büyük adam, seninle uzaklara gittim," dedi. "Çok güzeldi, özellikle de savaşlar, ama beraberliğimiz burada bitiyor. Sen kendi halkına dönüyorsun, ben de kendi halkımla kalmalıyım."
"Bunu anlıyorum. Yolunu birleştirebileceğin iyi bir kadın buldun ve çocuklarının da senin boyuna geldiğini görmek istiyorsun. Belki onlara da babaları kadar ustaca mızrak kullanmayı öğretebilirsin."
"Bu doğru, benden genç olan yaşlı baba. Ama ben olmazsam bataklıkta yolunu nasıl bulacaksın?"
592
11. Yazıt
"Bana, seni tanıdığım zamanki yaşında iki tane maceraya ve savaşa susamış adam bul. Onlar bizimle gelip yolu göstersin." Nakonto Büyük Güney Bataklığı'nda yol gösterecek iki yeğenini seçti.
Taita, "Bunlar çok genç," dedi. "Kanalları bulabilecekler mi?"
"Bir bebek anasının memesini bulmayı nasıl bilir?" diyen Nakonto güldü. "Gidin artık. Seni her zaman bir büyüğüm olarak ve güzellikle hatırlayacağım."
"Geminin deposundan, kendine beş yüz güzel sığır alacak kadar boncuk seç." Bir Shilluk'un zenginliği sahip olduğu sığırların ve oğulların sayısıyla ölçülürdü. "Ayrıca yüz tane de bronz mızrak ucu al ki, oğul-! ların her zaman iyi silahlarla donanmış olsun."
"Sana ve saçları Nil'in sularında dans eden güneşe benzeyen kadının Fenn'e dua edeceğim."
İmbali ve Fenn gözyaşları içinde birbirlerine sarıldılar. Nakonto ile İmbali, adımlarını öndeki gemiye uydurarak, el sallayıp dans edip veda sözleri haykırarak bütün sabah kıyı boyunca onlara eşlik etti. Sonunda durdular ve Fenn ile Taita da onların uzun boylu figürleri küçülene kadar geminin kıçından onları seyrettiler.
@—-7
İlk kasvetli papirüs manzarası belirip, uçsuz bucaksız ufku kaplayınca, Nakonto'nun yeğenleri pruvada yerlerini aldılar ve dümendeki Me-ren'e, dar kanalda, sazların arasından görünmeyen dönüşleri işaret etmeye başladılar.
Nil yükseldikçe bataklıkta da su artmış ve kuru yer kalmamıştı, o yüzden günlerce kıyıya çıkamadılar. Ama onları kuzeye doğru götüren
593
F:38
Wilbur Smith
rüzgâr değişmedi ve üçgen yelkenleri iyice şişirip, sazların arasından gelip sokan böceklerin bulunduğu bataklıktan hızla ilerlemelerine yardım etti. Fenn, sık sık rüzgârın doğal olmayan bu yardımseverliğini düşünüyordu. Sonunda, Taita'nın Eos'tan aldığı güçleri kullanarak elementleri kendi dilediği gibi yönettiğine karar verdi.
Bu durumda, bataklığın içindeki yolculuk dayanılmaz değildi. Ta-ita'ya fazla ihtiyaç duyulmuyordu ve o da seyir işini Meren ile Nakon-to'nun yeğenlerine, diğer bütün konulan da Tinat'a bırakabiliyordu. Fenn'le ikisi, günlerinin ve gecelerinin büyük bir kısmını ön güvertedeki özel köşelerinde geçirmekteydiler. Konuştukları konular arasında başı çeken, birinci olarak Taita'nın Eos'la karşılaşması ve ikinci olarak da Font'u, onun mucizevi olanaklarını keşfetmesiydi. Fenn, onun Eos'u tanımlamasını duymaktan asla bıkmıyordu.
"Gördüğün en güzel kadın o muydu?"
"Hayır Fenn. En güzeli sensin."
"Çenemden kurtulmak için mi söylüyorsun yoksa bu doğru mu?"
"Sen benim minik balığımsın ve bütün okyanusların en tatlı yaratığı olan altın bir dorado'sun."
"Ya Eos? O da bu kadar güzel değil miydi?"
"Çok güzeldi ama katil köpekbalığı da güzeldir. Onunki uğursuz ve ürkütücü bir güzellikti."
"Bedenleriniz birleştiğinde benimle olduğu gibi miydi?"
Dostları ilə paylaş: |