Yargitay ceza dairesi başkanliğina gönderilmek üzere bölge adliye mahkemesi ceza dairesi başkanliğina


MİT’in soruşturma organlarına gönderdiği



Yüklə 0,99 Mb.
səhifə13/16
tarix27.12.2018
ölçüsü0,99 Mb.
#86456
1   ...   8   9   10   11   12   13   14   15   16

MİT’in soruşturma organlarına gönderdiği Bylock kullananlara dair listeleri mutlak doğru kabul edip soruşturma açma, tutuklama, yargılama ve MİT’in verdiği bilgiye mutlak doğruluk değeri verip bu bilgiye dayalı kişiyi mahkûm etmenin mahkemelerin bağımsızlığı ilkesine açıkça aykırılığı (AİHS m. 6/1)




  1. Soruşturma organları ile MİT’in verdiği bilgiler veya kamuoyuna yapılan açıklamalar dikkate alındığında, kimlerin Bylock indirdiği ve/veya kullandığına dair veriler MİT tarafından tespit edilip soruşturma organlarına listeler halinde gönderilmekte ve bu bilgilerin doğru olup olmadığı hiçbir şekilde sorgulanmadan, bağımsız ve objektif bilirkişilerce de kontrol edilmeden, MİT’in verdiği listelere dayalı olarak kişiler hakkında soruşturma ve kovuşturma işlemleri yapılmaktadır. Yargı organları bu listelere “mutlak doğru oldukları” şeklinde yaklaşmakta, Bylock kullanıcısı olduğu MİT listelerinde yazılı olduğu belirtilen kişiler tutuklanmakta ve serbest bırakılmamaktadır. Kısaca, yürütme içerisinde bir organ olan ve yürütmenin emir ve talimatlarına bağlı olan bir organın (MİT, Emniyet, Jandarma, BTK) hazırladığı bilgiler veya listeler, yargı organlarınca mutlak doğru imiş gibi kabul edilmekte ve kişiler hakkında bu verilere dayalı olarak soruşturma ve kovuşturma işlemi yapılmaktadır. Oysa yaklaşık 9 ay civarında tutuklu kaldıktan sonra, bazı kişilerin Bylock kullanıcısı olmadığı ve hatta akıllı telefonu dahi bulunmadığı tespit edilmekte ve söz konusu kişiler serbest bırakılmaktadır.

  2. MİT mensupları herhangi bir yargı denetimine tabi olmadıkları için, (yürütmenin talimatı olsun ya da olmasın) hazırlayacakları (muhtemel) sahte veriler nedeniyle, yürütmenin izni olmadan, ileride herhangi bir disiplin, hukuki ya da cezai yaptırımla da karşılaşmayacaklardır. Bu nedenle, bu kurumun sunacağı elektronik verilere mutlak doğru muamelesi yaparak, bu verilere dayalı kişilerin cezalandırılması, açık şekilde bağımsızlığın kaybı anlamına gelir. Bu nedenle, söz konusu Bylock verilerinin bağımsız ve objektif uzmanlara teslim edilerek, sanığın göstereceği eksperler aracılığıyla da incelenip iddiaların doğru olup olmadığının ispatı gerekir. Sadece devlet kurumlarının hazırladığı ve mutlak şekilde yürütme organının hiyerarşisi altında çalışan kurumların raporlarının dikkate alınması mahkemelerin bağımsızlığının kaybına yol açar.

  3. AİHM’ye göre, yürütme organı içerisinde bulunan ve hiyerarşiye bağlı bir devlet kurumu tarafından hazırlanmış bir rapor ya da bilgiyi tartışmadan, onların ürettiği delilleri bağımsız ve objektif bir bilirkişiye inceletmeden aynen kabul edip, bu rapor ya da verilere göre karar veren mahkemeler bağımsızlıklarını kaybeder. Bağımsız olmayan organ, mahkeme isminin kullanılmasını dahi hak etmez (AİHM, Beaumartin v. France - Chevrol v. France). Somut olayda MİT tarafından hazırlanmış listelerin ve bu listelerin dayanağı olan elektronik verilerin yer aldığı hard disk ve flaş belleğin kriminal incelemesini bağımsız ve objektif bilirkişilere yaptırmadan, tüm hard disk, flaş bellek ve diğer deliller bağımsız ve objektif bilirkişilere teslim edilerek onların hazırlayacağı objektif raporlar alınmadan, yürütmenin hiyerarşisi altında çalışan kurumların ürettiği verilere mutlak doğru muamelesi yapıp, onlara dayalı karar vermek, bu kararları veren yargı organlarının bağımsızlığını kaybetmesine yol açar. Somut olayda olan uygulama da bu olup, bahse konu kararı veren yargı organı bağımsızlığını kaybetmiştir. Bağımsızlığını kaybetmiş bir organ tarafından yapılacak yargılama, adil yargılanma hakkının en temel gereklerinden biri olan “bağımsız ve tarafsız mahkeme önünde yargılanma hakkını” ihlal etmiştir (AİHS m. 6/1).

  1. AİHS’nin 7 ve 14. maddelerine aykırılık




  1. Bylock isimli akıllı telefon uygulamasını cep telefonuna indirip kullanmanın tek başına suçlamalara dayanak olup olmadığından bağımsız olarak, bir hususu da belirtmekte yarar vardır. HSYK’nın Akit Gazetesinin bir haberi üzerine yaptığı açıklamaya göre, Şubat 2016 tarihinde (darbe girişiminden yaklaşık beş ay önce) kullanımı tamamen sonlandırılan Bylock’u Türk makamlarının açıklamalarına göre 215 000 kişi indirmiş ve kullanmıştır. Google Play ve Apple Store’un verilerine göre ise, bu uygulamayı yaklaşık 600 000 kişi indirmiş ve kullanmıştır. Bir cep telefonu uygulamasını indirmek ve kullanmak suç ise, herkes için suç, değilse hiç kimse için suç değildir. Kanunsuz suç ve ceza olmaz ilkesinin bir gereği olarak, eğer mesaj içerikleri dikkate alınmadan, söz konusu uygulamayı kullanmak tek başına terör örgütü suçlaması için yeterli ise, bu uygulamayı kullanan 215 000 veya 600 000 kişinin tamamının terör örgütü üyeliği ile suçlanıp kovuşturulması gerekir. Ceza kanunları (somut durumda terör örgütü suçlamasına dair kanun maddeleri) selektif ya da ayrımcı şekilde yorumlanıp uygulanamaz. Bylock kullanmak kanunda tanımı yapılan suçun kapsamına girmekte ise, bu uygulamayı kullanan herkes hakkında soruşturma açılıp dava açılması gerekir. Kanundaki suç tanımının kapsamına girmiyorsa, hiç kimse hakkında bu nedenle ceza soruşturması açılamaz. Aksi uygulama kanunsuz suç ve ceza olmaz ilkesinden yararlanmada ayrımcılık anlamına gelir ve Sözleşmenin 7 ve 14. maddelerinin birlikte ihlaline yol açar.

  2. Kamuoyuna yansıyan bilgilere göre, Ak Partili Cuma İçten, Ahmet İyimaya, Osman Aktan, Belma Satır ve Vecdi Gönül gibi milletvekili ve bakanların da aralarında bulunduğu yüzden fazla siyasetçinin, Ömer Turan gibi gazetecilerin Bylock uygulamasını cep telefonlarına indirdiği ve/veya kullandığı iddia edilmektedir. Bu iddianın da doğru olup olmadığı, sadece Bylock verilerini bağımsız ve objektif bilirkişilerin incelemesi sonucu ortaya çıkabilir. Ancak en az bir yıl Google Play markette, altı ay Apple Store’da kamuya açık olan bir uygulamayı indiren (en az) 215 000 veya 600 000 kişinin tamamının aynı gruptan olma ihtimali mümkün görünmemektedir. Sonuç olarak, Bylock uygulamasını indirdiği iddia olunan bazı kişiler hakkında aynı gerekçe ile herhangi bir soruşturma açılmamasına rağmen, 50 000’den fazla kişi hakkında sadece Bylock kullandığı gerekçesiyle kamu görevinden ihraç kararı verildiği, haklarında soruşturma açılıp tutuklandığı ve yargılandığı dikkate alındığında, kanunsuz suç ve ceza olmaz ilkesinden yararlanmada ayrımcılık yapılmış olur. Özellikle iktidar partisine yakın veya mensup olan ve Bylock kullandığı iddia olunan kişiler hakkında hiçbir soruşturma açılmazken, sanık hakkında bu uygulamayı kullandığı iddiasıyla terör örgütü üyeliği suçlamasından mahkûmiyet kararı verilmesi, AİHS’nin 7 ve 14. maddelerini birlikte ihlal etmiştir.

Sonuç: Bylock, MİT Kanunu, CMK, CGK Kararları, Anayasa ve AİHS

  1. Yukarıda açıklananlardan anlaşılacağı gibi, Whatsapp, Viber, Tango, Msn, Messenger, Hotmail.com vb. iletişim uygulamalarında olduğu gibi, Bylock aracılığıyla yapılan iletişimde, internet üzerinden telekomünikasyon teknolojisi kullanılarak haberleşme sağlandığı için, “telekomünikasyon yoluyla iletişim” kavramının kapsamındadır. Bu konuda ve Bylock verilerinin ilk kez MİT tarafından istihbari faaliyetler çerçevesinde elde edildiği konusunda hiçbir şüphe yoktur.

  2. Yargıtay 16. Ceza Dairesi (CD), 24 Nisan 2017 tarihli kararında, Whatsapp, Messenger, Bylock ve benzeri uygulamalar aracılığıyla, e-posta hesapları üzerinden yapılan iletişimin bilgisayar kütüklerine (hard diske) kaydedildiğini belirtmiş ve bu nedenle Bylock ve benzeri programlarla yapılan iletişime müdahale için CMK’nın 134. maddesinin (bilgisayara ve kütüklerine el koyma) uygulanacağını değerlendirmiştir. Oysa belirtilen türden uygulamalardaki e-posta hesapları üzerinden yapılan haberleşme içeriklerinin bilgisayar kütüklerine kaydedildiği bilgisi maddi gerçeğe aykırıdır. Whatsapp, Viber, Messenger, Hotmail.com ve Bylock kullanılarak e-posta hesabı üzerinden yapılan iletişimde, bilgisayar veya akıllı telefonlar sadece birer araç olarak kullanılmakta ve özellikle sesli ve/veya görüntülü konuşmalar kesinlikle hard diske kaydedilmemektedir.

  3. Yargıtay 16. CD’nin 24 Nisan 2017 tarihli kararında belirtilenin aksine, Bylock ve benzeri uygulamalar aracılığıyla e-posta hesapları üzerinden yapılan iletişime müdahaleye, CMK’nın 134. maddesi (bilgisayar kütüklerine el koyma ve inceleme) dayanak oluşturamaz. Zira bir kişinin Whatsapp veya Bylock hesabı üzerinden görüntülü ve/veya sesli konuşmaları, iletişim aracının (örneğin akıllı telefonun) kütüğüne/hafızasına kesinlikle kaydedilmemektedir. Dolayısıyla, akıllı telefon ya da tablete CMK’nın 134. maddesi uygulanarak el konulsa dahi, yapılan konuşmanın içeriğini elde etmek hiçbir zaman mümkün olmaz. Üstelik bireyler çoğu zaman yazılı e-posta iletilerini, farklı farklı dijital aletleri (bilgisayar, akıllı telefon veya tablet) kullanarak veya büro, internet kafe ya da bir arkadaşının bilgisayarlarını kullanarak iletmektedir. Bir an için tüm yazılı e-posta iletilerinin bilgisayar hard disklerine kaydedildiği varsayılsa dahi, kişinin e-posta göndermek için birkaç yıl boyunca kullandığı tüm dijital aletlerin (bilgisayarların) tespit edilmesi de imkânsıza yakın bir ihtimal olup, bu nedenle de CMK’nın 134. maddesi telekomünikasyon yoluyla iletişime müdahaleye dayanak oluşturamaz. Suç şüphesi altındaki kişinin e-posta iletilerine müdahale için, son derece doğal bir yol olan, bu kişiye ait e-posta hesabının şifresini kırarak telekomünikasyon yoluyla iletişimi tespit edilebilecekken ve CMK bu hususta özel bir düzenleme (CMK m. 135 - telekomünikasyon yoluyla iletişime müdahale) öngörmüşken, zorlama bir yorumla ve iletişim teknolojileri konusundaki yanlış bilgilere dayalı olarak CMK’nın 134. maddesinin uygulanacağına karar vermek yasaların yanlış yorumlanıp uygulanmasına örnektir.

  4. Eğer Yargıtay 16. Ceza Dairesinin 24 Nisan 2017 tarihli kararında belirtildiği gibi, Whatsapp, Messenger ve Bylock gibi uygulamalar kullanılarak yapılan iletişime müdahale için CMK’nın 135. maddesi değil de, CMK’nın 134. maddesi dayanak yapılacak olursa, bu programlar aracılığıyla yapılan sesli ve/veya görüntülü haberleşmenin içeriğini elde etmek yasal olarak hiçbir zaman mümkün olmayacaktır. Zira bu tür görüşmeler bilgisayar kütüklerine kaydedilmediği için, CMK m. 134 uyarınca cep telefonuna el koyma kararı verilse dahi, geçmişte yapılan konuşmaların içeriğini elde etmek fiilen imkânsız olacaktır. 16. CD’nin görüşü dikkate alınırsa, CMK’nın 135. maddesi de e-posta hesapları aracılığıyla yapılan iletişime uygulanmayacağı için, akıllı telefon uygulamaları aracılığıyla sesli ve/veya görüntülü yapılan konuşmaları dinleme ve kaydetme konusunda tam bir yasal boşluk oluşacaktır. Bu hususta özel hayata saygı hakkına müdahale için CMK ya da diğer yasalarda başkaca bir yasal dayanak da yoktur. Yasal dayanağı olmadan bir kişinin iletişim içeriklerini elde etme ise, her defasında açıkça AİHS’nin 8. maddesinin ihlaline yol açacaktır. 16. CD’nin görüşü kabul edilecek olursa, yazılı e-posta iletileri açısından da, büro, internet kafe veya başka bir kişiye ait bilgisayar, cep telefonu veya tablet üzerinden gönderilen e-posta iletileri de yasal olarak elde edilemeyecektir. Dolayısıyla, Yargıtay 16. CD’nin kararı uygulanacak olursa, Messenger, Msn, Whatsapp ve Bylock gibi uygulamalar aracılığıyla yapılan iletişime CMK’nın 134. maddesinin uygulanması, bu alanda yasal boşluk doğmasına yol açmakta ve bugüne kadar ki tüm yargısal uygulamalara da aykırılık oluşturmaktadır. CMK’nın yürürlüğe girdiği 2005 yılından bugüne kadar ki yargı uygulamalarına göre, CMK’nın 134. maddesi bilgisayar ve bilgisayar kütüğü gibi elle tutulur hard aletlere el koymaya dayanak yapılırken, telefon ve e-posta hesapları üzerinden yapılan yazılı, sesli ve/veya görüntülü iletişime (soft) müdahaleye CMK’nın 135. maddesi dayanak yapılmıştır.

  5. Yargıtay 16. CD’nin bu konudaki yanlış uygulamasının ve ısrarının nedeni, MİT Kanununun 6/2 maddesinde yatmaktadır. Zira 16. CD Bylock ile iletişimin telekomünikasyon yoluyla yapılan iletişimin tespiti kavramının kapsamına girdiğini kabul etmiş olsaydı, Bylock’a ilişkin verilerin MİT tarafından ele geçirilmeden önce bir mahkeme kararı alınmış olması gerekecekti. MİT Kanununun 6/2 ve devamı maddelerine göre, telekomünikasyon yoluyla yapılan iletişime müdahale edebilmek için MİT’in Ankara Ağır ceza mahkemesi hâkiminden karar almış olması gerekir. Oysa Bylock verileri ele geçirilmeden önce bu şekilde alınmış bir mahkeme kararı yoktur; zira 16. CD kararında bu verilerin satın alma yöntemiyle elde edildiği belirtilmiştir. Yargıtay 16. CD, Bylock yoluyla yapılan iletişimin telekomünikasyon yoluyla yapılan iletişim olduğunu değerlendirmiş olsaydı, bu durumda MİT’in Bylock verilerini açıkça MİT Kanununa aykırı olarak ele geçirdiğini kabul etmiş olacaktı. MİT Kanununa aykırı elde edilmiş deliller ise Anayasanın 38/6 hükmü uyarınca, hiçbir yargılamada kullanılamayacaktı. Yargıtay 16. CD, bu durumu aşmak ve MİT Kanununu dolanmak için, son derece zorlama ve telekomünikasyon teknolojisinin gerçekleriyle uyuşmayan bir yorumla, somut olaya CMK’nın 134. maddesinin (bilgisayarlara el koyma) uygulanacağını değerlendirmiştir.

  6. Somut olayda telekomünikasyon yoluyla yapılan bir iletişim söz konusu olup, Bylock kullanılarak gönderilen e-postalara dair verileri ilk kez MİT ele geçirmiştir. MİT Kanununun 6/2 ve devamı hükümlerine göre, telekomünikasyon yoluyla iletişimin tespiti, dinlenmesi ve kaydedilmesi için MİT’in önceden bir mahkeme kararı almış olması gerekir. Somut olayda bu türden önceden alınmış bir yargı kararı olmadan, Bylock verileri satın alma yoluyla elde edildiği için, Bylock verileri kanuna (MİT Kanununun 6/2 ve devamı hükümlerine) açıkça aykırı olarak elde edilmiş delil niteliğindedir. Anayasanın 38/6 maddesi dikkate alındığında, kanuna aykırı elde edilmiş bu veriler hiçbir yargılamada delil olarak kullanılamaz. Ayrıca, 600 000 kişinin haberleşme özgürlüğüne toplu halde müdahale oluşturan satın alma yoluyla ele geçirmeye ne Litvanya iç hukuku, ne de Türkiye ve Litvanya’yı bağlayan ve her iki ülkede doğrudan uygulanma özelliği olan AİHS’nin 8. maddesi izin verir. AİHS’ye ve Litvanya iç hukukuna da aykırı olan bu uygulama nedeniyle de söz konusu veriler hukuka aykırı ele geçirilmiş delil niteliğinde olup hiçbir yargılamada kullanılamaz.

  7. Ayrıca, CMK’nın 134. maddesi sadece SORUŞTURMA aşamasında ŞÜPHELİ açısından uygulanabilecek bir hüküm olup, kovuşturma aşamasında SANIK statüsünde olan bireyler açısından uygulanamaz. Whatsapp, Messenger veya Hotmail.com üzerinden gönderilen e-posta iletilerine ilişkin iletişime CMK’nın 134. maddesinin uygulanacağı kabul edilecek olursa, yasal açıdan kovuşturma aşamasında bir sanığın e-postalarına erişip delil elde etme de imkânsız hale gelir. Yargıtay 16. CD’nin görüşü doğru kabul edilecek olursa, kovuşturma aşamasındaki sanığın e-postalarına müdahale açısından da yasal boşluk doğar. 24 Nisan 2017 tarihli 16. CD kararında da, sanık hakkındaki yargılama devam ederken, Bylock verileri hakkında kovuşturma aşamasında CMK’nın 134. maddesi uyarınca alınmış bir hâkimlik kararı uyarınca delil elde edilmiş ve bu delil mahkûmiyet kararında kullanılmıştır. 16. CD’nin 24 Nisan 2017 tarihli kararı CMK’nın 134. maddesine bu açıdan da açıkça aykırıdır.

  8. Ayrıca, iletişimin tespiti kavramı CMK’da tanımlanmış olmayıp, e-posta içeriklerinin ele geçirilmesinin bu kavramın kapsamına girmeyeceği değerlendirmesi de hukuka uygun bir yorum değildir. Bu kavramın ne anlama geldiği geçmişte Yargıtay daireleri tarafından, 2007 yılında Adalet Bakanlığınca hazırlanan bir yönetmeliğe dayandırılmış olup, bu yönetmelik, tamamen hukuk dışı olduğu gerekçesiyle 9 Mart 2017 tarihinde Danıştay tarafından iptal edilmiştir. Kaldı ki, Yargıtay 16. CD kararında belirtilen “ByLock uygulamasının “e-posta” özelliği kullanılarak gönderilen her bir e-posta için, e-postayı gönderen kullanıcı, e-postayı alan kullanıcı, e-postayı alan diğer kullanıcılar, konu e-posta içeriğinin şifreli hali, imza, e-postanın gönderilme zamanı, e-postanın gönderilen kişiye iletilme zamanı, bilgileri mail tablosunda saklandığı görülmüştür.” ifadesinden anlaşılacağı gibi, altı çizili tüm bilgiler, 16. CD’nin anladığı anlamda, iletişimin tespiti kavramının açıkça kapsamındadır. Bu bilgiler, iletişimin içeriğine müdahale etmeden, kimin kimlerle ne zaman iletişim kurduğunun tespitine ilişkin olup tamamen “iletişimin tespiti” kavramının tanımı içerisindedir. Üstelik “iletişimin tespiti” amacıyla bir kişinin e-posta hesabına girdikten sonra, e-posta içeriklerinin görülmemesi imkânsız olup, “iletişimin tespiti” kavramını “içeriği elde etmeden” kimin kimle ne zaman iletişim kurduğunun tespiti şeklinde anlamak maddi gerçekliğe ve işin doğasına da aykırıdır.

  9. Bir an için Yargıtay 16. CD’nin somut olaya CMK’nın 135. maddesinin değil de, CMK’nın 134. maddesinin uygulanacağı görüşünün doğru olduğu varsayılsa dahi, Ankara 4. Sulh ceza hâkimliğinin MİT’in gönderdiği hard disk ve flash bellek için verdiği karar da CMK’nın 134. maddesine birçok açıdan aykırıdır. Bu madde sadece şüphelinin fiilen kullandığı ve zilyetliğinde olan bilgisayar ve bilgisayar kütüklerine el koymaya ve inceleme yapmaya izin vermektedir; MİT’in veri yüklediği, fiilen MİT’in kullandığı ve devlet kurumlarının zilyetliğinde olan hard disklerde inceleme yapmaya CMK’nın 134. maddesi izin vermediği için, somut olayda CMK’nın 134. maddesi de haberleşme özgürlüğüne müdahaleye yasal dayanak olamaz. Ayrıca, CMK m. 134, sadece şüphelinin (sanığın değil) fiilen kullandığı bilgisayar kütüklerine el koymaya izin vermesine rağmen, yargılanan iki sanığın hiçbir şekilde kullanmadığı ve zilyetliğinde de olmayan, MİT’in gönderdiği hard disk ve flash bellek üzerinde inceleme yapmaya yasal dayanak olamaz. Yargıtay 16. CD, kamuoyunda Ergenekon Davası olarak bilinen davaya ilişkin bozma kararında, CMK’nın 134. maddesini son derece katı yorumlayıp en küçük usulî eksikliği delillerin yasa dışı delile dönüşmesine dayanak gösterirken, 24 Nisan 2017 tarihli kararında CMK’nın 134. maddesini (yasa koyucu gibi) değiştirir şekilde yorumlaması ve bu maddeyi sanıkların (Oysa CMK m. 134 uyarınca, sadece “şüphelinin” bilgisayarlarına el konulabilir.) hiçbir şekilde kullanmadığı bilgisayar kütüklerinde incelemeye dayanak kabul etmesi, aynı mahkemenin aynı konuda birbiriyle çelişen karar vermesi anlamına gelir. Bu konudaki sapmanın gerekçesi 24 Nisan 2017 tarihli 16. CD kararında açıklanmadığı için, bu karar adil yargılanma hakkını (AİHS m. 6) da ihlal eder (AİHM, Beian v. Romania).

  10. Son olarak, bir an için Bylock verilerinin MİT tarafından yasalara tamamen uygun olarak ele geçirildiği varsayılsa dahi, MİT’in yaptığı açıklamaya göre, bu veriler istihbari çalışmalar neticesinde ele geçirilmiştir. Hem MİT Kanunu hem de yerleşik Yargıtay Ceza Genel Kurulu (CGK) kararlarına göre, istihbari veriler amacı (önleyici istihbarat amacı) dışında kullanılamaz; örneğin, bu tür istihbari verilerin ceza soruşturma ve kovuşturmalarında delil olarak kullanılması mümkün değildir. Yargıtay 16. Ceza Dairesi, bu konuda hiçbir değerlendirme yapmadan, hem MİT Kanununu hem de Yargıtay CGK kararlarını neden görmezden geldiğinin nedenlerini kararında açıklamadan, 24 Nisan 2017 tarihli mahkûmiyet kararı verdiği için, AİHS’nin 6. maddesi bu açıdan da ihlal edilmiştir. Bir kanunun açık hükümlerini uygulamamak keyfilik olduğu için AİHS’nin 6. maddesine aykırılık oluşur. Yerleşik içtihatlardan gerekçe göstermeden sapma ve farklı karar verme de birbiriyle çelişen yargı kararlarının oluşmasına yol açar. Aynı konuda birbiriyle çelişen yargı kararlarının varlığı, adil yargılanma hakkını ihlal eder.

  11. Sonuç olarak, MİT tarafından, özellikle MİT Kanununun 6/2 ve devamı hükümlerine ve AİHS m. 8’e açıkça aykırı olarak, istihbari faaliyetler çerçevesinde ele geçirilmiş Bylock verileri, özellikle iki nedenle hiçbir yargılamada kullanılamaz: a) “Kanuna aykırı elde edilmiş bulgular, delil olarak kabul edilemez” (AY m. 38/6). b) MİT Kanununun 6. maddesi “hükümlerine göre yürütülen faaliyetler çerçevesinde elde edilen kayıtlar, bu Kanunda belirtilen amaçlar dışında kullanılamaz.” (MİT Kanunu m. 6/6). Tüm bu ve yukarıda belirtilen nedenlerle, 24 Nisan 2017 tarihli Yargıtay 16. Ceza Dairesi kararı (2015/3E-2017/3K) hukuka açıkça aykırı olup, bu karara dayanılarak verilen temyize konu karar bozulmalıdır.

  1. SEKİZİNCİ GEREKÇE: Poliste alınan ifadenin yasak sorgu yöntemlerine başvurarak alınması ve sanığın özgür iradesine dayanmaması (AİHS m. 3 ve CMK m. 148)




  1. CMK’nın 148. maddesine göre, “şüphelinin ve sanığın beyanı özgür iradesine dayanmalıdır. Bunu engelleyici nitelikte kötü davranma, işkence, ilaç verme, yorma aldatma, cebir ve şiddette bulunma, bazı araçları kullanma gibi bedensel ve ruhsal müdahaleler yapılamaz; kanuna aykırı bir menfaat vaat edilemez; bu suretle elde edilen ifadeler rıza olsa dahi delil olarak değerlendirilemez.” Bu maddede belirtilenler sadece örnek niteliğinde sayılmış olup, örneğin bir kişiyi işkence yapmakla tehdit etmek de işkence olup, işkence, öldürme veya yakınlarını yok etme ya da yakınlarına zarar verme veya tecavüz tehdidinde bulunma da işkence kapsamındadır (AİHM (Büyük Daire kararı), Gafgen v. Germany). Tecavüz, en ağır işkence yöntemlerinden biri (AİHM, Zontul v. Greece) olup, işkence ile alınan ifadeler hiçbir yargılamada kullanılamaz; kullanıldığı anda adil yargılanma hakkı mutlak şekilde ihlal edilmiş olur. Ayrıca, işkence kapsamına girmese de, şüpheliyi gözaltında günlerce insanlık dışı şartlarda tutma, dinlenmesine izin vermeme, ışıkları sürekli açık veya kapalı tutup şüphelideki zaman mefhumunu yok etme, ilaç verme, avukatı olmadan mülakat adı altında geceleri tehdit ve şantaj altında sorgulama, 3 kişilik yerde 9 kişiyi günlerce tutma, tutulan kişinin tuvalet ihtiyaçlarını gidermesine bir süre izin vermeme, 160 kişinin günlerce tutulduğu bir spor salonunda tek bir tuvaletin bulunması, su ve banyo ihtiyacının günlerce karşılanmaması, bazı günler hiçbir şekilde yiyecek vermeme, bazı günler ise bir el büyüklüğünde bir ekmek parçası ile küçük bir parça reçel verme, yeterince içecek su vermeme, yazın çok sıcak, kışın soğuk ve nemli bir ortamda günlerce tutma, polislerin kaba davranışlarına ve sürekli hakaret ve suçlamalarına maruz bırakılma, mutat kullanılan ilaçları vermeme gibi kasdi insanlık dışı muameleler altında günlerce tutarak şüphelinin iradesini zayıflatıp ifadesini alma da insanlık dışı şartlar altında ifade alma kapsamındadır. Zira yukarıdaki gözaltı şartlarının tamamının değil, sadece bir kısmının bir arada uygulanması AİHS’nin 3. maddesi anlamında asgari insanlık dışı muamele oluşturur. İnsanlık dışı muamele altında alınan ifadeler de mutlak delil yasakları arasında olup hiçbir yargılamada kullanılamaz; ne şüpheli aleyhine, ne de şüphelinin ifadesinde belirttiği (ismini verdiği) kişiler aleyhine, hiçbiri yargılamada kullanılamayacak türden mutlak delil yasakları arasındadır.

  2. Herkesin bildiği gibi, 15 Temmuz 2016 tarihli darbe girişimi sonrası yapılan neredeyse tüm ifade almalarda avukat yardımından yararlanma hakkı AİHS kararlarının gereklerine aykırı şekilde kısıtlandığı gibi (ilk beş gün avukatla görüştürülmeme ve avukat-müvekkil mahremiyetine saygı gösterilmeme gibi)141, gözaltına alınan binlerce şüpheliye yukarıdaki yöntemlerden en az bir kısmı uygulanmış, en fazla 4 gün olan gözaltı süresi, AİHM kriterleriyle uyumlu olmayan şekilde 30 güne kadar uzatılmış, yüzlerce şüpheli gözaltında uzunca bir süre insan haysiyetine aykırı şartlarda tutulmuş, aç ve/veya susuz bırakılmış, günlerce iki ya da üç kişilik nezarethanelerde onlarca kişi ile birlikte tutulmuş, yorulmuş, gece yarısından sonra “mülakat” adı altında ifadesi alınmış, kötü davranılmış, hakarete uğramış, üzerine bağırılmış, ilaç alan şüphelilere ilaçları ya da su verilmemiş, duş almaları ve kirlenmiş elbiselerini değiştirmelerine izin verilmemiş, cebir ve şiddete maruz kalanlar olmuş, itirafta bulunmazsa eşleri ve kızlarına tecavüz edileceği şeklinde tehdit edilenler olmuş ve etkili olması için kişilere eş ve kızlarının fotoğraf ya da kamera görüntüleri gösterilerek bu tehdit yaygın şekilde kullanılmış, gözaltında nezarethane dışına çıkarılıp ıssız ya da ormanlık alana götürülüp konuşmazsa cesedinin dağ başında bırakılacağı yüzlerine söylenmiş, yüzlerce şüpheliye gerçek anlamda işkence yapılmış, bazı şüphelilerin vücutlarında kalıcı hasarlar oluşmuş, işkence konusundaki şikâyetler konusunda işlem yapılmamış, işkenceciler cesaretlendirilmiş, tolere edilmiş, korunmuş ve etkin soruşturmanın hiçbir gereği yerine getirilmemiştir (Bu konulardaki örnekler aşağıda belirtilmiştir.). Doktor raporları polisler eşliğinde alınmış ve her gün alınması gerekirken alınmamış, şüpheliler tehditlerle korkutulmuş ve şikâyetlerini doktora iletmeleri bile imkânsız hale gelmiş, yaşadıklarını tutanağa dahi aktarmaktan mahrum bırakılmış, onlarca kişi gözaltında hayatını kaybetmiş ve bu konuda da etkin soruşturmanın hiçbir gereği yerine getirilmemiş, ondan fazla kişi şehirlerin işlek caddelerinde, kameraların görüntü aldığı yerlerde siyah transporterlarla kaçırılmış, işkenceye maruz bırakılarak ifade vermeleri sağlanmış, bu konudaki şikâyetler için de hiçbir işlem yapılmamış, etkin soruşturma yürütülmesi gerekirken (AİHM, Çakıcı v. Turkey) yürütülmemiş, ailelere şikâyetçi olmamaları söylenmiş ve şikâyetçi olurlarsa kaçırılan kişilerin eşlerinin de başına aynı olayların geleceği ve çocuklarının yetim büyüyeceği şeklinde tehditler yapılmış ve neredeyse tüm ifadeler belirtilen unsurlardan en az bir kısmı uygulanarak alınmıştır. Tarsus’da tutulu bulanan bazı kadın tutuklular “sizi burada öldürsek hiç kimsenin haberi dahi olmaz” şeklinde yaşamları ile tehdit edilmiştir.142

  3. 15 Temmuz 2016 sonrası işkence iddialarının en yoğun ifade edildiği illerden biri olan Afyon’da gözaltına alınan bir öğretmen, gözaltında yaşadıklarını kendi ifadeleriyle şu şekilde anlatmıştır: “Gözaltına alındığım yerden emniyete kadar TEM’den iki polis eşlik etti. Küfürler ve hakaretler eşliğinde; “hainler, şerefsizler; biz sizi konuşturmasını biliriz” diyerek nezarethaneye geldik. “Patronun selamı var; tek kalacak; kimseyle konuşmayacak; su, battaniye verilmeyecek” dendi. Bazen polisler tehdit edip gidiyorlardı. Bir hafta sonra TEM’e ifadeye çıkarıldım. Kapının önünde, yüzüm duvarda, bazı polisler kafama vurup, kafamı duvara çarptırıp geçiyorlardı. İçeri alındığımda, bildiklerimi anlatmazsam işkence ve sorgu ekibinin geleceğini, işkence için bir yer olduğunu, orada bana her türlü işkencenin yapılacağını, copla tecavüz edileceğini söyledi. Ben “bir şey bilmiyorum” dedim. Tekrar etti aynı muamele. Kapının önünde bekletildim. Sonra tekrar içeri alındığımda aynı şeyleri eşime yapacaklarını söylediler. “Soyup karşında aynı şeyi ona da yaparlar ve çok kötü şeyler olur; ellerinden alamam” dedi birisi. “Ben terörist değilim; sadece öğretmenim” dedim. İşkence ekibi geldi. Kapıyı kapattılar. Sorular sorup şiddetli bir tokat attı. Diğeri küfür ederek kafama epeyce vurdu. “Korkma! İz bırakmayız; iyice uzman olduk” dedi. Odaya bir kişi daha geldi. Toplam beş kişi oldular. Gelen kişi: “Bunu bana verin; önce ben becereyim” dedi. Arkamdan birisi birden başıma çuval geçirdi; boğazımı sıktı; nefesimi kesti; yere yığıldım. Ayağa kaldırıp bu kez çuvalın üstüne bir de poşet geçirdiler. Tekrar boğazımı sıktılar. Nefesim kesildi. Yine yere yığıldım. Yerdeyken ayaklarıma, sırtıma, böbreklerime ve göğsüme elektrik verdiler. Ben mani olmaya çalışınca ellerimi geriye alıp bu kez hayâlarıma elektrik verdiler. Sonra ayağa kaldırdılar; duvara döndürüp yine aynı ses: “bunu önce ben becereyim” dedi. Ayaklarımı araladı. Kalçama temas ettiğinde ayaklarım titriyordu. Pantolonumu indirmeye çalışıyordu. Benim bir elim duvarda, bir elimle pantolonumu tutmaya çalışıyordum. Duvardaki elime elektrik verdiler. Takatim kalmamıştı artık. Dayanamayıp yere attım kendimi. Yemin ederek “eşini de getireceğiz. Bunların aynısını karşında ona da yapacağız” diyordu. Aklımı kaybettiğimi zannettim. Sanki kontrolümü kaybetmiştim. Her şey bittikten sonra avukat geldi. Polisler onun yanında alaycı bir şekilde, “susma hakkın vardı ama kullanmadın” dediler. Avukat “söyleyeceğin bir şey var mı?” dedi. “Yok” dedim. Ben bunları Afyon’da yaşadım ve maalesef Afyon’da işkence var.”

  4. Sosyal medyada Afyon’da TEM Şube Müdürlüğünde görevli komiser Teoman Yaman’ın şu işkence yöntemlerine başvurduğu ifade edilmiştir: “Gözaltındaki kişileri yakınlarıyla, eşi, kızı ile tehdit etme (Buraya eşini kızını getiririz, gözünün önünde yapmadığımızı bırakmayız.), Copla tacizde bulunma, tırnak çekme, gözaltındaki kişiyi Emniyet’in dışında bir yere götürüp orada dövme, kötü muamele, hakaret, küfür etme, yemeğe tükürüp verme, sırtı duvara dönük olarak saatlerce bekletme, işkence ile isim söyletme, döverek gözlük camı kırma ve kırık camla yüze zarar verme, şüphelilerin yeme, içme ve tuvalet gibi ihtiyaçlarını karşılamama, doktora götürmeme, darp izlerinin geçmesini bekleyip daha sonra doktor muayenesine götürme, soğuk olan nezarethanelerde yatak ve battaniye vermeme, zorla içki içirip bu haldeyken ifade alma, ışıkları kapatıp zaman mefhumunu kaybettirme, özellikle bayanlar olmak üzere vücudun hassas yerlerine toplu iğne batırma(@Turkiyedeiskence, 1/08/2017, 4:46 AM). Dini vecibeleri gereği alkollü içki kullanmayan birine zorla alkollü içki içirme, tek başına işkence oluşturur.

  5. 15 Temmuz 2016 tarihinde görevi gereği ABD’de bulunmasına rağmen ertesi gün Türkiye’ye dönenen bir tuğamirale de gözaltında benzer muameleler yapılmış ve ifadesi alınmıştır. Ahmet Ali Nesin’in yaptığı bir sosyal medya programına katılan emekli edilmiş bir generalin anlattıklarına göre, gözaltındaki “sorguda ABD’den dönen tuğamiralin önüne hazır bir ifade metni koyuyorlar ve “bu metni imzala” diyorlar. Tuğamiral “ben bu metni imzalamam” diyor. Sonra diyorlar ki “imzalayacaksın”. Tekrar “imzalamam” deyince sorguda bulunanlar avukatı dışarı çıkarıyorlar. Avukatın olmadığı esnada tuğamirale işkence yapıyorlar; buna rağmen yine hazır metni imzalamam diyor. Ve en son diyorlar ki,Eğer imzalamazsan senin karını buraya getireceğiz; gözlerinin önünde cariyemiz yapacağız. Bunu imzalayacaksın.” Bu son derece ağır tehdit üzerine, avukatı içeri alıyorlar ve bu şartlar altında tutanak tuğamirale imzalatılıyor. Daha sonra avukat telefon ederek yaşadıklarını tuğamiralin eşine anlatmış, eş de bu görüşmeyi kaydetmiştir. AİHM kararlarına göre, tecavüz en ağır işkence yöntemlerinden biridir (AİHM, Zontul v. Greece). Ayrıca bir kişiye veya yakınlarına işkence (tecavüz) tehdidinde bulunarak ifadesini almak da işkencedir (AİHM, Gafgen v. Germany (Büyük Daire)). Aynı programda Ahmet Aziz Nesin işkence gören bir generalin eşinin anlattıklarını “öyle bir işkence yapıyorlar ki, o kişinin kaldıramayacağını biliyorlar; intihar malzemelerini de ortada bırakıyorlar ki işkence mağduru intihar etsin” şeklinde özetlemiştir.

  6. 15 Temmuz 2016 sonrası TSK’dan ihraç edilen bahse konu General, Ahmet Aziz Nesin’e verdiği mülakatta işkence konusunda şu açıklamaları da yapmıştır: “… Arkasından bu spor salonuna Akın Öztürk geliyor; akşam. Bütün, yüzlerce insanın ortasına getiriyorlar Akın Öztürk’ü; çırılçıplak. Yaşını bilmiyorum Akın Öztürk’ün. O arada en çok onu dövüyorlar; en çok. Saatlerce dövüyorlar; hakaretler, bundan ayrı. Ve o kadar işkence yapıyorlar ki, artık yanındaki diğer polislerin tahammül sınırını aşıyor ve “Yapma Elif!” diye bağırıyorlar. Bundan ne anlıyoruz? İşkenceyi yapanlardan bir tanesi Elif diye kadın polis.”143 Aynı General Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar’ın yaveri Yarbay Levent Türkkan’ın yaşadığı işkenceyi de şu şekilde anlatmıştır: “… Levent Türkkan, şişlene şişlene bağırsakları dışarı çıkmış bir insan. Kimse bunu görmesin diye onun fotoğrafları yayınlandı. Genelkurmay Başkanının yaveri. Şişlene şişlene. Ölümünden korkuyorlar, serüm ve saire bağlıyorlar. Onun ifadeleri zaten bütün iddianamelerde kullanıldı. Ama sonra ortaya çıktı ki, şişlenmekten bağırsakları dışarda, bu görünmesin diye sarmışlar sargı bezi ile. Bu çok net, ortada. Anadolu Ajansı logosuyla bütün bu işkence görüntüleri yayınlandı.” Gerçekten de, darbe girişimi sonrası gözaltına alınan birçok generalin cebir ve şiddet gördüğünü gösteren yaklaşık 7 dakikalık görüntüler Anadolu Ajansı tarafından 19 Temmuz 2016 tarihinde yayınlanmıştır. Yarbay Levent Türkkan’ın vücudunun orta kısmı sargılı ve kafa ve yüz kısmında darp izlerinin olduğu fotoğrafı da 21 Temmuz 2016 tarihli Hürriyet Gazetesinin ilk sayfasında yayınlanmıştır.

  7. 21 Temmuz 2017 tarihinde Periscope üzerinden yaptıkları programda gazeteci Tarık Toros 26 Nisan 2017 tarihli Ankara merkezli 81 ilde yapılan bir operasyonda gözaltına alınan bir öğretmenin avukatına anlattığı olayı şu şekilde aktarmıştır: “Eskişehir yolunda, bir spor salonunda birkaç gün tutmuşlar, oradan da Ankara Emniyet Müdürlüğü’ne götürmüşler; Terörle, Organize, Mali Şube müdürlüklerinde sorgulamışlar. Müvekkili gözyaşları içerisinde anlatıyor, Ankara Emniyetindeki ziyareti sırasında Avukatının. “Bizi bir spor salonuna götürdüler. 150 kişiydik. Tek lavabo, tek tuvalet. Spor salonunun orta sahasında birkaç gün çok kötü şartlarda üst üste uyuyarak kaldık. Ardından Ankara Emniyeti nezarethanelerine getirildik. Şu an 6 metrekarelik bir odada 15 kişi kalıyoruz. Mesai bitiminde kurumdan herkes gidip ortam tenhalaşınca, özellikle gece geç saatlerde gelen polis memurları bir kişinin ismini okuyup o kişiyi alıp götürüyor. “Mülakat” adı altında çırıl çıplak soyarak karanlık bir odada bir şeyler anlatmasını, suçunu itiraf etmesini, isim vermesini istiyorlar. Eğer istedikleri şekilde ifade vermezseniz başınıza poşet geçirilerek eller arkadan bağlanarak bir şişe aracılığıyla cinsel organınıza müdahalede bulunup canınızı yakıyorlar. Şahıs çaresiz kalıp birkaç isim verene kadar bu ve çeşitli yöntemlerle dayak atıp gerek maddi, gerek psikolojik şiddette bulunuyorlar. Birçok kez geceleri mülakata giden arkadaşların bağırma ağlama seslerini duyduk. Giden kişi birkaç saat sonra geliyor ve genelde gelen içeride yaşadıklarını anlatmaya dahi utanıyor. Aynı nezarethanede kaldığım arkadaşlarımdan biri yine bir gece vakti mülakat adı altında götürülmüştü. Geldiğinde bilinci yerinde değildi. İki gün boyunca başına aldığı darbeler sebebiyle defalarca kustu ancak hastaneye götürülmedi. Yalnızca ikinci gün acil servis ekiplerinden gelip birkaç müdahalede bulundular. Arkadaşım hâlâ çok kötü durumda. Burada kalp hastası, bel fıtığı olan insanlar var; fakat kimseye merhamet edilmiyor. Can güvenliğimiz yok. Her an ismim okunabilir ve ben de farklı bir dayak ve işkenceye maruz kalabilirim. Çok korkuyorum. İtiraf edebileceğim bir suçum da yok. Arkadaşlara mülakat denilen işkence ve dayak odalarında söylenen şeyleri ifade sırasında avukat huzurunda söylemedikleri halde yine aynı şeylerin yapılacağını, ne de olsa tutuklanacaklarını, istedikleri şekilde ifade vermediğimiz takdirde cezaevinden gelip bizi alacaklarını ve daha beter dayak atacaklarını söylüyorlar. Burada profesyonel işkence yapılıyor. İnanın bazı arkadaşların vücutlarında iz bile bırakmamışlar; birkaç ezikten başka. Lütfen bu anlattıklarımı kimseye söyleme, adliyeye çıkana kadar. Yoksa beni buradan sağ çıkarmazlar.”

  8. Gazeteci Cevheri Güven’in bir işkence mağduru ile yaptığı röportaj 6 Ağustos 2017 tarihinde “kronos” isimli haber sitesinde yayınlanmıştır. Röportajın da yer aldığı haber sitesi, “Ankara Adliyesi’ne 100 metre mesafede gördüğü işkenceyi anlattı” başlığı altında şu bilgilere yer vermiştir: “15 Temmuz darbe girişimi sonrasında Ankara’da gözaltına alınan yüzlerce kişinin toplu olarak tutuldukları spor salonlarında haftalar boyunca işkence ve kötü muameleye maruz kaldıkları tanık anlatımlarıyla belgelendi. KHK ile kapatılan Nokta Dergisinin Yayın Yönetmeni Cevheri Güven (CG), Ankara’da bir toplu gözaltı merkezinde işkence ve kötü muameleye maruz kalan bir mağdur tanıkla görüştü. İşkence mağdurunun anlatımlarına göre, Adalet Bakanlığı Ek Binasının yanında ve Ankara Bölge Adliyesi’ne yaklaşık 100 metre mesafede bulunduğu belirlenen toplu gözaltı merkezinde yüzlerce kişi kötü muameleye maruz kaldı. Kimliğini gizleyen işkence mağdurunun gözaltı süresince yaşadıklarıyla ilgili anlattıklarının satır başları şöyle: İşkence mağdur ve tanığı: “Yüzlerce kişi haftalarca bir basketbol sahasında toplu halde tutulduk. Bulunduğumuz alanda sırt üstü, yüzükoyun ya da sola dönük yatmamız yasaktı. 160 kişinin kullanması için tek bir tuvalet ve sadece iki banyo vardı. Sadece iki saat aralıklarla su veriliyordu. Banyo için günlerce sıra bekliyorduk. 11 kez sorgulandım ve hiçbirinde avukatım yoktu.CG: “Doğrudan işkenceye şahit oldunuz mu?İşkence mağdur ve tanığı: “Evet, hem bana hem de başkalarına işkence yaptılar. İnsanları panelvana bindirip başka yerlere götürüyorlardı. Gidenlerden sadece birkaç tanesi geri geldi. Yani dönmediler. Dönenlerin söylediğine göre, yön tayini yapamasınlar diye araç içinde sürekli dayak atmışlar. Herkese, "Konuşmazsan buradan sağ çıkamazsın. Öldürsek seni, kimsenin umurunda olmaz. Aileniz belki yıllar sonra tazminat alır ama bize yine de bir şey olmaz.” diyorlardı.” CG: “Gözaltındakiler asker mi yoksa sivil miydi?” İşkence mağdur ve tanığı: “İlk gözaltına alındığımda oradakilerin çoğu kurmay subaydı. İkinci kez alındığımda ise hemen hepsi sivildi. Mühendis, doktor, öğretmen, … Onların istediği şekilde konuşmayanları 3. kata götürüp ağır işkenceler yaptılar. Çırılçıplak soyup sandalyeye bağladılar; basınçlı su tuttular. Sürekli başımızdan aşağı içi buz dolu su döktüler. Konuşmak yasaktı. Tuvalet sırasında sürekli ağlayan birine "Ne oldu?" diye sordum. Kendisine copla tecavüz edildiğini söyledi.” CG: “İkinci kez gözaltına alındığınızda şartlar daha iyi mi yoksa daha kötü müydü?İşkence mağdur ve tanığı: “İkinci kez gözaltına alındığımda şartlar daha da ağırlaşmıştı. Konuşmamıza kesinlikle izin vermiyorlardı. Doktorlar işkence ya da darp raporu yazmaya korkuyorlardı. Bir doktor yazdı, onu hemen başka yere götürdüler. Gözaltındakiler için de başka hastaneden “darp yoktur” raporu aldılar.”

  9. Yoğun işkence iddialarının yaygın şekilde dile getirildiği illerden biri de Bartın’dır. Bartın’da 1 Ağustos 2017 tarihine kadar, duruşma esnasında işkence gördüğünü ifade eden ve gözaltında yaşadıklarını mahkeme tutanaklarına geçirten toplam 47 sanık bulunmaktadır. Yurt dışında yaşayan ve Türkiye’ye tatile gelen kardeşi D.G.’ye cezaevi ziyaretinde yaşadığı işkence olaylarını anlatan bir tutuklu, gözaltında iken Bartın KOM şube polislerinin kendisine ağır işkenceler yaptığını belirtmiş ve yaşadıklarını şu şekilde anlatmıştır: “Ekim 2016’da işten eve geldiğimde hemen arkamdan polisler içeri daldı. Ne olduğunu anlamadan küfürler ederek üzerime çullandılar. Eşim, üzeri müsait olmadığından, hemen mutfağın kapısını kapattı. Sonradan adlarını öğrendiğim Ceyhun Yuca ve Coşkun Alış adındaki polisler kapıyı tekmeleyip eşimi sürükleyerek yanıma getirdiler. Ailemin yanında ağza alınmayacak küfürleri hiç çekinmeden söylediler. Coşkun ve Ceyhun isimli polisler hiç susmuyorlardı. “Vatan hainleri, siz bittiniz, alçak şerefsiz devlet düşmanları, fe..cu köpekler, teröristler…” diye bağırıyorlardı. Küfürler eşliğinde ekip arabasına bindirildim. İşkence daha ekip aracında başladı. Ceyhun ensemi sıkıp, “Bak ulan fe.. piçi, bugün yorgunuz, ifadeni yarın alacağız, sana tavsiyem tüm tanıdığın fe.. cüleri bu gece bir gözden geçir. Bizleri yorma, yoksa biz seni yarın yorarız.” dedi. Coşkun da kulağımı çekerek, “Aman ha Ceyhun Abinin dediğini kulağına küpe yap. Bizim ekip sinirlenince çok fena şeyler yapıyor” dedi ve pis pis gülüştüler. İkinci gün, beni penceresiz, pas, kir içinde ambar gibi bir yere götürdüler. Adını sonradan öğrendiğim, alnında iz olan Kaya, Sarıkafa lakaplı Özcan ve Ahmet Kıyak isimli polisler ifade almak için içeri girdiler. Ters kelepçeli olarak pis bir masaya oturtuldum. Sordukları kişileri tanımıyor, sorularından hiçbir şey anlamıyordum. Her “bilgim yok” dediğimde beni dövdüler. Tecavüz tehdidi yapıyor, Kaya kafamı tutuyor, Ahmet ise copu ağzıma sokuyordu. Özcan da sürekli tokat atıyordu. Bir süre daha devam ettiler ve sonra Özcan “Bizi çok ararsın, yarın sana vali ve yardımcısını göndereceğiz” dedi ve gülerek gittiler. Üçüncü gün, odaya Kaya ile yine adlarını sonradan öğrendiğim Ayhan Çelik ve İlkay Boynueğri adındaki polisler geldi. Ayhan’ın elinde bir kâğıt vardı, “Bak ulan bunu rızanla imzalayıp, avukata da bu ifadenin aynısını anlatacaksın. Yoksa bir daha aileni unut” dedi. Kabul etmeyince üçü birden sandalyeden beni yere atıp tekmelediler. Sonra kafama çöp poşeti geçirip beni boğmaya çalıştılar. Yorulunca sigara yakıp bir süre dinlendiler. Sonra içlerinden biri çöp poşetinin içine sigara dumanını üfledi. Bunu 3-4 kere yaptı. Ömrümde sigara hiç içmedim. Dumandan dolayı poşetin içinde ölüyorum zannettim. Dördüncü gün, Ayhan, İlkay ve Özcan tekrar gülerek yanıma geldiler. İlkay kahkahayla, “fett.şcuğum, müdürümden izin çıktı (bahsettiği kişi KOM Müdürü Tolga Sipahi idi). Seni lunaparka götürüp imamın kayığına bindireceğiz” dedi. Ardından beyaz Ford Focus marka bir araca bindik. Gözümü bağladılar. Araçtan indiğimde dalga sesi duyuyordum. Beni bir sandalyeye oturtup bağladılar. Bir anda havaya kaldırıp 1 2 3 deyip denize attılar. Sandalyeden dolayı hareket edemiyor boğuluyordum. Her defasında su yutmaktan baygınlık geçiriyorken çıkarıyorlardı. Çok su yuttum. Bu işkenceyi belki 10 kez yaptılar. Her seferinde ölüp kurtulacağımı sanıyordum ama buna da izin vermiyorlardı. Ağlayarak, “Tamam, yeter, ne olur durun” diye yalvarıyordum. “Ne derseniz yapacağım” diye yalvarırken içlerinden biri “Dinsizin hakkından deniz gelirmiş” dedi, hep birlikte gülerek beni sudan çıkardılar. Ekim ayı idi. Soğuktan titriyordum, o halimle beni ekip aracına bindirip tekrar nezarete attılar. Birkaç gün sonra barodan bir avukat geldi. Bara avukatı Duygu Tufan, tarafıma avukat olarak atanmış. İfade odasına geldi. Yalnız kalınca işkencelerden bahsettim. Bana, “Boşuna nefesini tüketme, hayatta kaldığına dua et. Bak bu adamlar caniler, gözleri dönmüş. Aileni bir daha görmek istiyorsan ne derlerse kabul et. İşkenceden kimseye bahsetme, öldürürler seni.” dedi. O andan sonra avukatın da bu sırtlanlarla ortak olduğunu anladım. Yıkılmıştım. Kâğıtları imzaladım. İfadede tarih yoktu. Bu işlemi gözaltının 29. günü yapılmış gibi gösterdiler. Tabi amaçları yaralarımın iyileşmesi idi. Ama hala vücudumda morluklar vardı. Devlet hastanesinde bir doktora götürdüler. Adlarını bilmediğim ama eşgallerini bildiğim 2 polisten zayıf esmer olanı doktorun odasına girince İsa (İl Emniyet Müdürü) müdürümün selamı var doktor bey, kontrole geldik” dedi. Doktor yüzüme bile bakmadı. Hemen sağlam raporunu verdi. Hâkim de ifaden aynı mıydı deyince ifademde ne yazdığını tam bilmeden “evet” dedim ve tutuklandım. Şu an kaldığım koğuş normalde 16 kişilik ama 26 kişi kalıyoruz. Cezaevinde öğrendiğim koğuş arkadaşlarımdan işkence görmeyen yok gibi. Ama 11 tanesine de benim gibi çok ağır işkenceler yapılmış. Bazılarına o kadar eziyet etmişler ki ben halime şükrettim. Eşine taciz edilip, tecavüzle tehdit edilenler mi dersin? Makatına cop sokulanlar mı dersin? Yediği dayaktan iç kanama geçiren mi dersin? … 11 koğuş arkadaşım ve ben ilk mahkememizde bize yapılan işkenceleri detaylıca hâkimlere anlattık. Hepsi SEGBİS’le kaydedildi. Tüm işkencecilerin adlarını vererek, eşgalleriyle anlattık. Ancak hala Bartın’da tek bir memur açığa alınıp soruşturma geçirmedi. (@Turkiyedeiskence, 31/7/2017, 3:03 PM).

  10. Anlaşıldığına göre, polis görevlileri güvendikleri veya işkence iddialarını dile getirmeyecek avukatlar söz konusu olduğunda şüpheliyle avukatın baş başa görüşmesine izin verilmekte ve şüphelinin konuşup konuşmayacağı öğrenilmeye çalışılmaktadır. Ayrıca şüphelilerin kendi seçtikleri avukatların soruşturma organlarınca neden kabul edilmediği böylece çok net anlaşılmaktadır. Adeta baroların görevlendirdiği avukatlar özel olarak seçilip görevlendirilmekte ve işkence iddialarının peşine düşülmemekte, kapatılmaya çalışılmakta, izlerin geçmesi ve işkence olaylarının delillendirilmesinin imkânsızlaşması sağlanmaktadır. Esasında bu iddiaların dile getirildiği ilk anda etkin bir soruşturma başlatılarak, deliller yok olmadan toplanmalı ve bu çerçevede bağımsız ve objektif bir doktordan sağlık raporu alınmalı, şüphelinin kendi seçeceği doktora kontrolü sağlanmalı ve iddiaların inandırıcı olduğu anlaşılırsa işkenceci polisler derhal açığa alınıp soruşturma devam ettirilmelidir.

  11. Gözaltına alınan bir avukat günlerce gözaltında 9 metrekare alanda 14 kişi tutulduklarını, günlerce işkence gördüğünü, oturma ve uyumalarının yasaklandığını, günlerce kaba dayak attıklarını, önceden hazırladıkları ifade tutanağını imzalamazsan nezarethaneden sadece cesedin çıkar şeklinde tehdit edildiğini, avukatı olmadan gece yarısı sorgulandığını, eşini ve kızlarını polis merkezine getirip onların gözleri önünde kendisini taciz ve tecavüz etmekle tehdit ettiklerini, bir polisin nezarethanede bulunanlara sürekli “hepinizi öldürmek istiyorum” şeklinde sık sık bağırdığını, polislerin kendisine, “eğer avukatın tekrar seninle görüşmek için gelirse onu da gözaltına alacağız; söyle avukatına bir daha gelmesin” dediklerini, yaşadığı işkence olaylarını söylememesi için gözaltında avukatıyla yaptığı görüşmelerde bir polislerin hazır bulunduğunu ve görüşmeye müdahale ettiklerini ve sulh ceza hâkimi önündeki tutuklama duruşmasında, yaşadığı işkenceleri bu hâkime anlatmasını engellemek için işkence yapan polislerin duruşma odasına girdiklerini ve oturduklarını ifade etmiştir (@Av_EvrenSEL, 1/08/2017, 1:05 PM).

  12. 19 Ağustos 2017 tarihinde sosyal medyada yayınlanan bir habere göre, Kayseri’de KHK ile ihraç edilen 34 yaşındaki bir öğretmen olan A.Ş.’ye, eşinin yerini söylemesi için Bünyan Emniyetinde görevli ve soy ismi belirtilmeyen polis memuru K. tarafından işkence yapılmıştır. Erciyes Devlet Hastanesine rapor almak için başvurunca Emniyet görevlileri Hastaneyi adeta abluka altına almışlar ve doktorlar önce rapor vermek istememişlerdir. A.Ş.’nin avukatı devreye girince bir rapor verilmiş ve bu rapor Emniyet’e işkence nedeniyle soruşturma açılması için teslim edilmiştir. Rapor Emniyet’e ulaştıktan sonra yok edilmiştir. Avukat, savcılığa verebilmek için raporun orijinal bir örneğini daha Hastaneden istemiş ancak Y. isimli aynı doktor tehdit edildiğini söyleyerek raporu tekrar veremeyeceğini söylemiş ve o hafta yıllık izne ayrılmıştır. Rapor almak için Erciyes Devlet Hastanesinde bulunan A.Ş.’yi hastaneden atmak istemişlerdir. Avukatı devreye girince, bu kez çok ciddi rakamlara ulaşan tedavi masrafları çıkarılmıştır. Bu olay nedeniyle boynunda morluklar ve belinde ezikler oluştuğu ifade edilen A.Ş.’nin aynı zamanda belirli oranda da görme kaybı yaşadığı belirtilmiştir (@magdurmesajiTr - Aug 19, 2017 - 4:36 PM).

  13. OHAL döneminde cezaevlerinde tüm tutuklular ile avukatları ve aile fertleri arasındaki görüşmeler en az bir görevli ve kamera kaydı altında yapıldığı için, tutuklular da yaşadıklarını ailelerine ve avukatlarına anlatmaktan dahi korkmuş, aynı olayları tekraren yaşamamak için şikâyetlerini avukatlarına ve yakınlarına anlatmaktan dahi mahrum bırakılmışlardır. Cezaevine verdikleri dilekçeler ise işleme konmamış, iade edilmiş ya da yırtılıp çöpe atılmıştır. OHAL döneminde görev alan kamu görevlilerine 667 sayılı KHK’nın 9. maddesi ile tam bir hukuki koruma getirildiği için, tüm bu yasa dışı işlemler kamu görevlilerince korkmadan yapılmıştır.

  14. Birçok sanık, yasa dışı bir şekilde tutuklu olduğu cezaevinden alınarak tekrar nezarethaneye götürülmüş ve yine uzunca bir süre nezarethanede insanlık dışı muamele oluşturur şartlarda tutulmuş, işkence altında istihbarat görevlileri tarafından tekrar sorgulanmıştır. Aylardır tutuklu olanlar, cezaevinden alınıp nezarethaneye götürülmüş, nezarethanede en temel insan ihtiyaçları dahi gerektiği gibi karşılanmadan işkenceye maruz bırakılmıştır. Örneğin, Yrd. Doç. Dr. Musa Günay da bu türden muamelelere maruz bırakılmış, tutuklu olduğu Şanlıurfa cezaevinden alınıp nezarethaneye götürülmüş, 20 günden fazla nezarethanede tutulmuş, zorla avukat istemediği yönünde belge imzalatılmış,144 eşine tecavüz edileceği, çocuğunun ise darp edileceği yönünde tehditlere maruz kalmış, tüm elbiseleri çıkartılarak çıplak bırakılmış, başına çuval geçirilmiş, her türlü kaba dayağa maruz bırakılmış, darp edilmiş, elektrik verilmiş, kısaca şuurunu kaybedene kadar işkenceye maruz bırakıldığı sosyal medyada ifade edilmiştir. İşkence ve eziyet Türk Ceza Kanunu tarafından suç olarak düzenlenmesine ve idari izne tabi olmayan, savcının doğrudan harekete geçerek soruşturması gereken, takibi şikâyete dahi tabi olmayan bir suç olmasına ve yukarıdaki bilgiler sosyal medyada yayınlanmasına rağmen, hiçbir soruşturma başlatılmamış, devam eden işkenceye son verecek hiçbir tedbir de alınmamıştır. Kuzey Batı illerinden birinin başsavcısının polislere “iz bırakmadan işkence yapabilecekleri” yönünde beyanlarının olduğu yine sosyal medyaya yansımış ama bu konuda da hiçbir soruşturma açılmadığı gibi, söz konusu haber, muhatap olan başsavcı tarafından yalanlanmamıştır.

  15. Birçok işkence mağdurunun anlattıklarından anlaşıldığına göre, “kendini suçlayıcı beyanda bulunmazsan ya da bize isim vermezsen eşini ve (varsa) kız çocuğunu buraya getirir, gözlerin önünde tecavüz ederiz” tehdidinin neredeyse her işkence mağduruna yaygın şekilde uygulandığı anlaşılmaktadır. Hatta birçoğuna, eşinin ve kızının yakın zamanda çekilmiş kamera görüntüleri izletilerek, işkence mağdurunun eşini ve kızını takip ettiklerini gösterip zarar verebilecekleri tehdidine inandırıcılık kazandırdıkları da anlaşılmaktadır.

  16. Yukarıda belirtilenler izole olaylar olmayıp, 15 Temmuz 2016 sonrası gözaltına alınanlara sistematik şekilde işkence yapıldığına dair birçok olay sosyal medyada yer almıştır. Özellikle Zonguldak, Antalya, Afyon, Ankara ve Kırıkkale gibi şehirlerde sistematik işkence yapıldığına dair olaylar medyada yer almıştır. Bu durumu Çağdaş Avukatlar Derneği Başkanı Avukat Selçuk Kozağaçlı, Ankara Barosu’nun 64. Olağan Genel Kurulu’nda yaptığı 16 Ekim 2016 tarihli konuşmada şu şekilde anlatmıştır: “Hizmet (Hareketi) mensubu, Paralel Devlet Yapılanması mensubu yargıçlara, savcılara, askerlere, polis memurlarına veya vatandaşa sistematik işkence yapılıyor. Farkında mısınız? … Bu arkadaşlarınıza hapishanelerde tecavüz ediyorlar. Bu arkadaşlarınızın tırnaklarını söküyorlar, emniyet birimlerinde. Emin olun. Bana güvenin. … Kalın bağırsak ameliyatı olmuş insanları gördüm; makatlarına sokulan eşyalar nedeniyle; emniyette ve hapishanede. Ülke genelinde 40 000 tutuklama var. 80 000 gözaltı yapıldı. Sistematik olarak işkence yapıldı. … 18 kişi intihar etti. Savcılar, polis müdürleri, kaymakamlar; bir insana ne yapılır da kafasına silahı dayayıp sıkar?

  17. Gözaltının ilk beş günü avukatla görüşmenin yasaklanması, daha sonrasında ise tüm avukat görüşmelerinin bir görevli huzurunda ve/veya kamera kaydı altında yaptırılması, gözaltı süresinin 30 güne kadar uzatılabilmesi, gözaltında en asgari şartlarda dahi yiyecek, içecek veya dinlenme imkânlarının karşılanmaması, bazen uzunca bir süre 6 metrekare alanda 15 kişinin günlerce tutulması, böylece kişilerin tüm dirençlerinin kırılması ve bu şartlarda gece yarısı ifadeye çağrılıp hiç kimselerin olmadığı ve duymayacağı şartlar altında işkence yapılarak ifade alınması, doktorların da polislerden korktukları, hatta bazılarının polislerle işbirliği içerisinde, vücudunda işkence izi olan mağdurlarda “vücudunda herhangi bir lezyon yoktur” şeklinde raporlar verdikleri anlaşılmaktadır. Tüm doktor muayenelerinin iki polis huzurunda yapıldığı, mağdurların, “yaşadıklarını anlatırsan aynı muamelelere tekrar maruz kalırsın; zaten tutuklanacaksın; seni cezaevinden alır tekrar işkence yaparız” şeklinde tehdit edildikleri ifade edilmektedir. Bartın ilinde yaşanan bir olayda, şüphelinin gözaltına gördüğü işkence sonrası yüzünde ve gözlerinde morluklar olmasına rağmen, doktor muayenesinde polislerin doktora “sağlam” şeklinde rapor hazırlattıkları, işkence izlerinin rapora yazılmaması hususunda polislerle doktorların önceden anlaştıkları, savcının huzuruna çıkarıldığında “gözaltına işkence gördüğünü” ifade eden şüpheliye, yüzündeki izlere rağmen savcının “raporun sağlam diyor” şeklinde karşılık verdiği ve işkence hususunun zapta geçirilmediği, Bartın Başsavcısı, İl Emniyet Müdürü, bahse konu savcı ve sağlık raporu veren doktorların işkenceden haberdar olmalarına rağmen hiçbir işlem yapmadıkları ve bu işkenceleri polis memuru İlkay ile KOM Şube Müdürü Tolga Sipahi’nin yaptığı iddia edilmiştir. Bu haberler medyada yayınlanmasına rağmen resen soruşturma başlatılması gerekirken, etkin soruşturmanın gerektirdiği hiçbir işlem yapılmamıştır. Şikâyette bulunanların bu şikâyetleri konusunda etkin soruşturmanın hiçbir gereğinin yapılmadığı da dikkate alındığında, neredeyse tüm ifade almalarda insanlara sistematik işkence yapılarak ifade alındığı anlaşılmaktadır. Bu durum iz bırakmadan, raporlara yansıtmadan yapıldığı için ispatı çoğu zaman mümkün görünmese de işkenceciler aleyhine etkin hiçbir soruşturma yürütülmemesi, anlatılanların bir biriyle uyumu, avukatla görüşmenin ilk beş gün yasaklanması, gözaltı süresinin 30 güne kadar uzatılıp işkence izlerinin yok olmasının sağlanması, her gün doktor muayenesi gerekirken, sadece gözaltının son günü rapor alınması gibi olgular bir arada değerlendirildiğinde, işkence konusunda anlatılan olayların doğruluğu ve inandırıcılığı anlaşılacaktır. Bu konuda Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiseri Nils Muiznieks’in değerlendirmeleri de önemlidir.

  18. 15 Temmuz 2016 sonrası yaşanan süreçte, Türkiye’de işkence olduğu yönündeki iddialarla ilgili olarak, Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiseri Nils Muiznieks 7 Ekim 2016 tarihli Memorandumda (CommDH(2016)35)145 şu değerlendirmeyi yapmıştır: “Devam etmekte olan cezai kovuşturmalar açısından, işkence ve kötü muamele iddialarına ilişkin süregelen beyanlar insan haklarıyla ilgili en acil kaygılar arasında yer almaktadır. Komiser bu tür iddialara otomatik olarak itibar etmemekle beraber, gözaltı süresinin 30 güne çıkarılması, tıbbi rapor alma usullerindeki uygulama değişiklikleri, avukata erişim hakkına getirilen ciddi kısıtlamalar ve avukat-müvekkil ilişkisinin mahremiyetine ilişkin sınırlamalar, bu tür iddiaların sürmesine katkıda bulunmaktadır. Hâlihazırda Türkiye’de işlevsel bir Ulusal Önleme Mekanizmasının olmaması ve mevcut Cezaevi İzleme Kurullarının kaldırılarak böylesi önemli bir dönemde yeni kurulların atanması, bu durumun doğasında var olan riskleri daha da artırmaktadır. Gözaltı süresi, avukata erişim hakkına getirilen kısıtlamalar ve savcıların resen aldığı kısıtlayıcı tedbirler gibi cezai takibattan diğer sapmalar da dahil olmak üzere ilgili usul güvenceleri bakımından, Komiser, Türk yetkililerine acil olarak, mevcut durumdan olağan üstü hal öncesi duruma geri dönülmesi tavsiyesinde bulunur. … Komiser, ayrıca yetkilileri Avrupa İşkencenin Önlenmesi Komitesi’nin (CPT) hazırlanmakta olan raporu kabul edilip Türk makamlarına bildirilir bildirilmez yayımlanmasına izin vermeye davet etmektedir. Komiser’in görüşüne göre, bu, işkence ve kötü muamele açısından kuşkuları tamamıyla ortadan kaldırmanın en iyi yolu olacaktır. Yetkililer bu bağlamda CPT tarafından kendilerine verilen tavsiyeleri herhangi bir gecikmeye mahal vermeksizin uygulamaya koymaya teşvik edilmektedir.” İşkenceyi Önleme Komitesinin bahse konu raporu çoktan hazırlanıp Hükümete gönderilmesine ve aradan bir yıla yakın bir süre geçmesine rağmen, bu raporun yayınlanmasına izin verilmemiştir. CHP milletvekili ve insan hakları hukukçusu olan Sayın Sezgin Tanrıkulu, 19 Ağustos 2017 tarihinde resmi Twitter hesabından şu paylaşımda bulunmuştur: “İşkence yok diyen Hükümete çağrım; İşkenceyi Önleme Komitesinin raporunun yayımlanmasını engellemekten vaçgeç” (@MSTanrikulu). Bunlara ek olarak işkence iddiaları konusunda Birleşmiş Milletler görevlilerinin Türkiye’ye yapacakları ziyarete de izin verilmemiştir.

  19. 2 Temmuz 2017 tarihli HSK kararnamesi ile Burdur’dan alınıp Şanlıurfa’ya başsavcı atanan Sadi Doğan’ın açıkladığı gibi, 15 Temmuz 2016 tarihinden sonraki soruşturmalarda yazılı veya maddi delil bulunmadığı için,146 eldeki neredeyse tek delilin itiraflar olduğu ifade edilmiş ve itiraf elde etmek için gözaltına alınan neredeyse herkese kanuna aykırı vaatte bulunulmuş, işkence, insanlık dışı şartlarda (Asgari yiyecek, içecek, temizlik ve dinlenme şartları sunulmadan 30 güne yakın gözaltında tutulanlar olduğu gibi 3 kişilik nezarethanelerde kapasitesinin birkaç katı kişi bir arada günlerce tutulmuştur.) uzunca bir süre tutma, yorma, direncini kırma veya aşağılayıcı muameleye tabi tutma, başkaca isimler verirlerse kendilerinin serbest bırakılacağı gibi yasaya aykırı vaatlerde bulunma yöntemlerine yoğu şekilde başvurulduğu anlaşılmaktadır. AİHM’ye göre itiraf elde etmek ya da üçüncü kişiler aleyhine tanıklıkta bulunmak için kişi gözaltına alınamaz; bu şekildeki bir gözaltı tamamen keyfi olup bu durum AİHS’nin 5/1 maddesi ihlal eder (AİHM, Cebotari v. Moldova). HSYK Başkanvekili Mehmet Yılmaz da benzer bir açıklama yapmış ve “itirafçı olacak tutuklu hâkim ve savcıların serbest bırakılacağı” yönündeki açıklamasının, tutuklu yargı mensuplarını (tuzağa düşürüp) itiraf elde etmek için yapıldığını itiraf etmiştir. 300 civarında itirafçı sayısına ulaştıklarını belirttikten sonra bunların da serbest bırakılmayacaklarını kamuoyuna açıklamış ve böylece CMK’nın yasakladığı bir yönteme başvurulduğu hakim ve savcılar açısından delillendirilmiştir.

  20. Somut olayda da sanığın ifadesinde yukarıdaki yöntemlerden bir kaçına başvurulmuş olup, gözaltına alındığı sürece insanlık dışı şartlarda tutulmuş, en temel insani ihtiyaçları (yeme, içme, dinlenme, temizlik gibi) gerektiği gibi asgari şartlarda dahi karşılanmamış, dinlenmesine izin verilmemiş, yorulmuş, gözaltının ilk anından itibaren avukatla üçüncü bir göz ve kulak olmadan görüşmesine müsaade edilmemiş ve insanlık dışı bu şartlarda tutulduktan sonra ifadesi alınmıştır. (NOT: BU KISMA ÖNCELİKLE GÖZALTI SÜRESİNİ BELİRTEREK, SANIĞIN GÖZALTINDA YAŞADIKLARINI SOMUT OLARAK AÇIKÇA YAZINIZ) İnsanlık dışı şartlar altında alınan ifade sanığın özgür iradesine dayalı olmayıp bu suretle elde edilen ifadeler rıza olsa dahi delil olarak kullanılamaz (CMK m. 148). CMK’nın 148/5 fıkrasındaki güvence insan haklarıyla aykırı şekilde ortadan kaldırılmış olduğu için tüm bu uygulamalar OHAL döneminde adil yargılanma hakkını tamamen ortadan kaldırır şekilde yapılmıştır. Mutlak delil yasağı oluşturduğu için147 belirtilen uygulamalar ve bu şekilde elde edilen ifadeler yargılamayı geri dönüşü olmaz şekilde zehirlemiş ve adil olmaktan tamamen çıkarmıştır. Bu nedenle de karar bozulmalıdır.

  21. İşkence ve insanlık dışı şartlar ve kötü muamele altında alınan ifadeler sanık aleyhine kullanılamayacağı gibi, bu şekilde elde edilen deliller (itiraflar) de kesinlikle diğer sanıklar aleyhine de kullanılamaz. Örneğin, A isimli şahsa ait olan ve işkence altına alınan ifadelerde ismi geçen B’ye ilişkin yargılamada da A isimli şahsın verdiği aleyhe ifadeler delil olarak kullanılamaz. Aksi durumda adil yargılanma hakkı kesin şekilde ihlal edilmiş olur.



  1. Yüklə 0,99 Mb.

    Dostları ilə paylaş:
1   ...   8   9   10   11   12   13   14   15   16




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin