Yargitay ceza dairesi başkanliğina gönderilmek üzere bölge adliye mahkemesi ceza dairesi başkanliğina



Yüklə 0,99 Mb.
səhifə1/16
tarix27.12.2018
ölçüsü0,99 Mb.
#86456
  1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   16

YARGITAY CEZA DAİRESİ BAŞKANLIĞINA GÖNDERİLMEK ÜZERE BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ CEZA DAİRESİ BAŞKANLIĞINA1

DOSYA NO: 2017/……..

TEMYİZ YOLUNA BAŞVURAN SANIK: …..

TEMYİZ KONUSU KARAR: ………… Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesi Başkanlığının …/…/2017 tarih ve 2017/….. E sayılı kararı.

TALEP:

Ceza hukuku anlamında bir suçlama ile karşılaşan her bireyin, kanunla önceden kurulmuş, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme önünde adil yargılanma hakkı vardır ve bu hak en temel sanık hakları arasındadır (AİHS m. 6/1). AİHM’ye göre, bağımsız ve tarafsız olmayan bir organ, “mahkeme” sıfatının kullanılmasını dahi hak etmez (Beaumartin v. France). Bağımsız ve tarafsızlık bir mahkemenin ve adil yargılanma hakkının olmazsa olmaz unsurları arasındadır. Dolayısıyla, bağımsız ve tarafsız olmayan bir organın verdiği karar “mahkeme ya da yargı kararı” olarak değerlendirilemez. Aşağıdaki gerekçelerle, sanık hakkında karar veren ilk derece mahkemesi ile ikinci derece ceza mahkemesi, kanunla önceden kurulmuş, bağımsız ve tarafsızlık niteliklerinden yoksundur. Bu dilekçede yer verilen ve büyük çoğunluğu insan haklarını ve adil yargılanma hakkını ilgilendiren temyiz gerekçelerine ek olarak, temyize konu karar bu nedenle de bozulmalı ve dosya, “kanunla önceden kurulmuş, bağımsız ve tarafsız”, AİHS’nin 6. maddesi anlamında bir “mahkeme” önüne gönderilmelidir.

Diğer temyiz gerekçeleri, suç ve cezaların geçmişe yürümezliği ilkesinin (AİHS m. 7), non bis in idem kuralının (AİHS’ye Ek 7 No.lu Protokolün 4. Maddesi), avukat yardımından yararlanma hakkının (AİHS m. 6/3c), gerekçeli karar hakkının (AİHS m. 6/1), aynı konuda çelişkili karar olmaması ilkesinin (AİHS m. 6/1) ve iletişim özgürlüğünü kapsayan özel hayata saygı hakkının (AİHS m. 8) ihlali gibi hukuka aykırılıklardır. Gerekçeleri aşağıda açıklandığı şekilde tüm bu nedenlerle ikinci derece mahkemesi tarafından verilen karar bozulmalıdır. Nihai olarak, temyize konu karar bozulup, dosyanın AİHS’nin 6. maddesi anlamında bir “mahkeme” önüne gönderilmesi ve adil yargılanma hakkının tüm gereklerine uygun bir yargılama yapılarak yeniden karar verilmesi talepli, yasal süresi içerisinde yapılmış temyiz başvurusudur.

AÇIKLAMALAR:

Aşağıdaki gerekçelerle, sanık hakkında mahkûmiyet kararı veren Ağır ceza mahkemesi ile Bölge Adliye Mahkemesi yetkili ceza dairesi, kanunla önceden kurulmuş, bağımsız ve tarafsız mahkeme niteliklerinden yoksundur. Sanık hakkındaki Ağır ceza mahkemesinin mahkûmiyet kararı, Bölge Adliye Mahkemesi yetkili ceza dairesi tarafından istinaf incelemesinde onanmıştır. Aşağıda açıklanan gerekçelerle söz konusu onama kararı temyizen bozulmalı ve sanık hakkındaki dosya, AİHS’nin 6. maddesi anlamında adil yargılanma hakkının tüm güvencelerine uygun yargılama yapacak, “kanunla önceden kurulmuş, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme” önüne gönderilmelidir.



  1. İLK TEMYİZ GEREKÇESİ:

Aşağıdaki somut bulgular dikkate alındığında, Türkiye’deki tüm yargı organları, Milli Güvenlik Kurulunun birçok kararının ve özellikle 26 Mayıs 2016 tarihli kararının gereklerini yerine getirmektedirler. MGK’nın son kararının, 30 Mayıs 2016 tarihli Bakanlar Kurulu Kararı ile kabul edildiği anlaşılmakta olup, yargı organları MGK ve Bakanlar Kurulunun talimatlarını yerine getirmektedirler. Bağımsızlığın ilk göstergesi talimat almamaktır; yürütmenin talimatlarına göre hareket eden ve talimat alan bir organ bağımsız olamaz. Somut olaydaki yargılamaların arkasında yürütme organının olduğu herkesçe bilinmekte olup, yürütme organının talimatlarıyla, yürütmeden yana taraf olarak hareket eden mahkemeler, yargıladıkları kişilere karşı tarafsız da olamaz. “Bağımsız ve tarafsız mahkeme” niteliklerinden yoksun olan istinaf organının verdiği onama kararı, yargı kararı değildir. Sadece bağımsız ve tarafsız olan mahkemelerin kararı, yargı kararı olabilir. Bu nedenlerle söz konusu onama kararı bozulmalı ve sanık hakkındaki dosya, AİHS’nin 6. maddesinin gereği olarak, bağımsız ve tarafsız bir yargı organı önüne gönderilmelidir.

  1. İlk olarak Taraf Gazetesi tarafından “Gülen’i ve AKP’yi Bitirme Planı” olarak kamuoyuna yansıtılan bilgilere göre, 2004 yılının Ağustos ayında yapılan bir Milli Güvenlik Kurulu (MGK) toplantısında, iktidarın o tarihlerde kullandığı isimle “Cemaat ya da Hizmet Hareketi”, uluslararası alanda bilinen ismiyle “Gülen Hareketinin” yok edilmesi için bir eylem planının hazırlanmasına karar verildiği anlaşılmaktadır. Bir hukuk devletinde, bir hareket veya grup yasa dışı herhangi bir eylem ya da faaliyette bulunmaktaysa, bunun yolu mahkemeler kullanılarak yasa dışı eylemlerde bulunan kişi ya da grupların yargı yolu ile cezalandırılmasıdır. Bir hukuk devletinde, kişi ya da kişi grupları aleni olan yasalarda belirtilenler dışındaki yöntemlere başvurularak yok edilmeye çalışılamaz. Eğer suç oluşturan eylemler varsa, o eylemlerin tespiti ve cezalandırılması yargı organlarının yetkisindedir. Hukuk devletinde, devlet organları, gizli toplantılarda, aleni olmayan belgelere dayalı olarak, kendi vatandaşlarına komplo kurarak onları yok etmeye çalışamaz. Aksi durum şunu gösterir: devlet denen mekanizma bir zümre tarafından çok önceden ele geçirilmiştir; kamu görevine vatandaş olarak girme hakkı olan (AY m. 70) diğer bireylere devlet kapalıdır. Her nasılsa bir şekilde kamu görevine girenler olmuşsa, onlar da söz konusu zümre açısından tehdit olarak görülmektedir ve yok edilmelidir. Bilindiği gibi, hangi siyasi görüşe sahip olursa olsun, devleti ele geçirmiş bir zümrenin yönettiği yönetim demokratik bir yönetim değildir. Devletin bir zümre tarafından yönetildiği yönetim şekline oligarşik yönetim denir; tek kişi yönetiminden tek farkı, bir kitle, grup ya da zümrenin otoriter ya da diktatoryal yönetimi olmasıdır.

  2. 2004 yılında hazırlandığı anlaşılan yok etme planı ilk değildir. Bilindiği gibi, 28 Şubat 1997 Sürecinde de benzer planlar yapılmış ve söz konusu planlar uygulanmaya konmuştur. Yargı mensuplarına Genelkurmay Başkanlığında brifingler verildiği dikkate alındığında, 28 Şubat Sürecinde de yargının kullanıldığı, yönlendirildiği, en hafif ifade ile etkilenmeye çalışıldığı ve yargıçların “bağımsızlık ve tarafsızlık ilkeleriyle uyumlu olmayan faaliyetler içine girdiği” yönünde somut bulgular bulunmaktadır.

  3. Ancak Gülen Hareketi olarak isimlendirilen yapının, herhangi bir yargı kararı olmadan, önce “Paralel Devlet Yapılanması (PDY)”, daha sonra da “FETÖ/PDY terör örgütü”2 ismiyle isimlendirilmesi ve bu isim altında terör örgütü ilan edilmesi, yargısal bir süreç olmayıp, özellikle 17-25 Aralık 2013 tarihli operasyonlar sonrası gelişen siyasi bir süreçtir. Bilindiği gibi, söz konusu Hareketin lideri hakkında 28 Şubat sürecinde “terör örgütü kurma ve yönetme” suçlamasıyla açılan kamu davası beraatla sonuçlanmış ve 2008 yılında Yargıtay Ceza Genel Kurulu kararıyla, beraat kararı onanıp kesin hüküm niteliğini almıştır. Ayrıca, 15 Temmuz 2016 tarihli menfur darbe girişiminin gerçekleştiği tarihe kadar, bahse konu Hareketin mensuplarının şiddete başvurduğunu gösteren en küçük bir kanıt da ortaya konamamıştır. Bu nedenledir ki, devletin tüm gizli bilgileri dâhil “Gülen Hareketi” hakkındaki her türlü bilgiye vakıf olan Cumhurbaşkanı Erdoğan, 16 Temmuz 2016 tarihinde saat 03.20 civarında İstanbul Havaalanında yaptığı açıklamada bu durumu açıkça ortaya koymuştur. Sayın Erdoğan, darbe girişiminin Paralel Yapıya mensup askerlerce gerçekleştirildiğini açıkladıktan sonra, bu olguya dayalı olarak, “Bu grubun silahlı terör örgütü olduğu AÇIĞA ÇIKMIŞTIR” demiştir. Eğer bahse konu yapının daha önce şiddet eylemlerine başvurduğuna dair olay ve olgular bulunsaydı, 15 Temmuz darbe girişimi gerekçe gösterilerek bu açıklama yapılır mıydı? Bilindiği gibi, terör örgütü suçunun olmazsa olmaz unsuru, toplumu dehşete düşürecek türden şiddet eylemlerine başvurmadır.

Gülen Hareketi isimli yapı, 15 Temmuz 2016 tarihli darbe girişiminden çok önce, yargısal bir kararla değil, siyasi bir kararla terör örgütü ilan edilmiştir

  1. Darbe girişiminin Gülen Hareketine mensup kişilerce gerçekleştirildiği iddiasının bir an için doğru olduğu varsayılsa dahi, bu Hareketin terör örgütü ilan edilme süreci 15 Temmuz 2016 tarihinden çok önce başlatılmıştır. Söz konusu Hareket, hiçbir yargı kararı olmadan, yürütme içerisinde yer alan bir kısım devlet organlarınca terör örgütü ilan edilmiş, mensuplarının PKK ve benzeri terör örgütlerinin üyeleri gibi yargılanacağı ve yargının da bu çerçevede her şeyi yapacağı açıklanmıştır. Kısaca, yürütmenin aldığı kararların yargı organlarınca yerine getirileceği, yargının talimatla hareket ettiği açıkça ifade edilmiştir.

  2. Sayın Erdoğan, 10 Ağustos 2014 tarihinde Cumhurbaşkanı seçildikten bir süre sonra, Gülen Hareketi isimli oluşumu Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’ne (“MGSB” veya “Kırmızı Kitap”) “terör örgütü” olarak koyduracağını kamuoyuna beyan etmiştir. Her iki ayda bir gerçekleşen ve başkanlık ettiği birkaç Milli Güvenlik Kurulu toplantısından sonra, Gülen Hareketinin, 29 Nisan 2015’te yenilenen Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’ne “legal görünümlü illegal yapılanma” olarak konduğunu açıklamıştır. Bu tarihten on üç gün sonra, 12 Mayıs 2015 tarihinde, Belçika dönüşünde, uçakta gazetecilere Yargı bundan sonra Kırmızı Kitaba göre karar verecek demiştir3. Bunun anlamı, mahkemeler bundan sonra, Anayasa, yasalar ve evrensel normlara göre (AY m. 138/1) değil, erişilebilir ve öngörülebilir olmayan, neleri içerdiği halk tarafından bilinmeyen, resmen gizli bir belge olan ve hukukun kaynakları arasında yer almayan MGSB’de yazılanlara göre karar verecektir. Bu talimatın üzerinden 38 gün geçtikten sonra, İstanbul 5. Sulh ceza hâkimi, tutuklamaya ilişkin 23 Haziran 2015 tarihli kararının gerekçesinde, açıkça Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’ne dayanmıştır. İstanbul Anadolu 3. sulh ceza hâkimliği ise, 8 Eylül 2015 tarihli kararında (No. 2015/2983) açıkça şu gerekçeye yer vermiştir: “Milli Güvenlik Siyaset Belgesinde tavsiye olarak Paralel Devlet Yapılanması (PDY/Fetullahçı Terör Örgütü, Fetö) olarak kabul edilmiş, bu tavsiye üzerine, Bakanlar Kurulu Kararıyla da bu yapılanmalar terör örgütü olarak kabul ve ilan edilen terör örgütüne finansal destek sağladıkları …”. Benzer ifadeler, İstanbul Anadolu 9. Sulh ceza hâkiminin 7 Eylül 2015 tarih ve 2015/1291 değişik iş sayılı kararında da tekrarlanmıştır. Bu örnekler, hem MGK kararlarının yargı organlarınca yerine getirildiğini hem de yürütmenin yargıya verdiği talimatların aynen uygulamaya konduğunu göstermektedir.

  3. Gülen Hareketi isimli oluşum, 21 Ekim 2015 tarihli MGK toplantısında alınan kararda, “terör örgütleri ile işbirliği içinde hareket eden paralel devlet yapılanması” şeklinde suçlanmıştır. Adım adım terör örgütü ilan edilmesinin kaldırım taşları bu şekilde döşendikten sonra, 26 Mayıs 2016 tarihli MGK toplantısı sonrası alınan kararda artık “bir terör örgütü olan paralel devlet yapılanması” olarak yargılanmadan, yürütme organı eliyle terör örgütü ilan edilmiştir.4

  4. Açıklamalardan anlaşılacağı gibi, esas dikkate alınması gereken karar, darbe girişiminden çok kısa bir süre önce alınmıştır. 26 Mayıs 2016 tarihinde yapılan Milli Güvenlik Kurulu toplantısı sonrasında, Cumhurbaşkanı Erdoğan, 27 Mayıs 2016 tarihinde Kırşehir’de yaptığı konuşmada şunları söylemiştir: “Dün (MGK’da) yeni bir karar daha aldık. Legal görünüm altındaki illegal terör örgütü dedik. Fetullahçı Terör Örgütü olarak tavsiye kararını aldık ve Hükümete gönderdik. Şimdi Hükümetten de Bakanlar Kurulu kararı bekliyoruz. Bunların terör örgütü olarak tescilini de gerçekleştireceğiz. PYD ne ise, YPG ne ise, PKK ne ise bunlar da aynı kategoride yargılanma sürecinin içerisine girecekler.” demiştir. Bu beyan, Gülen Hareketi isimli yapıya dair davalar söz konusu olduğunda, Türkiye’de mahkemelerin, MGK kararlarının gereğini yerine getirdikleri ve yürütmeye karşı bağımsız olmadıklarını açıkça göstermektedir. Bu sözlerin sarf edildiği konuşmada, Yargıtay ve Danıştay başkanları da ön sıralarda yer almış ve Cumhurbaşkanının bazı beyanlarını müteakip alkış tuttukları gözlenmiş, bu durum medyaya yansımıştır.

  5. 30 Mayıs 2016 tarihli Bakanlar Kurulu Toplantısı sonrası, Başbakan Yardımcısı ve Hükümet Sözcüsü Numan Kurtulmuş, “Paralel Devlet Yapılanmasının (PDY) daha önceki Milli Güvenlik Kurulu (MGK) toplantılarında legal görünümlü illegal bir yapılanma olduğunun altı çizilmiş, yine daha önceki MGK toplantılarında Paralel Devlet Yapılanması ile ilgili olarak, devlet olarak top yekün mücadelenin esas alındığı ifade edilmiştir. MGK’nın tavsiye kararı ile birlikte Paralel Yapı ile mücadelede yeni bir safhaya geçilmiştir. PDY ilk kez MGK toplantısında tavsiye kararı olarak bir terör örgütü olarak nitelendirilmiş ve bundan sonraki mücadelenin ana çerçevesi de bir terör örgütü ile mücadele şekline getirilmiştir. Dolayısıyla bunun gerektirdiği her şey hem Hükümet tarafından hem GEREKLİ YARGI BİRİMLERİ tarafından yerine getirilecek, uygulama aksatılmadan sürdürülecektir.” açıklamasını yapmıştır.5 Ayrıca, Cumhurbaşkanı’nın 26 ve 27 Mayıs 2016 tarihlerinde yaptığı Rize ve Kırşehir ziyaretlerinde yüksek yargı organlarının başkanlarının kendisine eşlik etmesine ilişkin eleştirilere dair olarak, “Yargı kurum ve kuruluşları son olarak Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin en üst makamı olan Cumhurbaşkanlığı makamına bağlıdır.” Bu açıklamanın yürütme organı adına yapıldığı ve tüm bir yürütmeyi bağladığında kuşku yoktur. Bu ifadelerden, Gülen Hareketi isimli yapıya karşı, yargı organları (tüm mahkemeler) dâhil devlet olarak top yekûn mücadele edildiği ve bunun gerektirdiği her şeyin yargı organlarınca da yerine getirildiği anlaşılmaktadır. Böylece MGK ile Bakanlar Kurulunda alınan kararların yargı organlarınca yerine getirildiği yürütme organınca resmen beyan edilmiştir. MGK ve Bakanlar Kurulu kararlarını aynen uygulayan yargı organları bağımsız olamaz; hatta bu organlara mahkeme dahi denemez (AİHM, Beaumartin v. France).

  6. Bu olay ve olgular dikkate alındığında, Gülen Hareketi isimli yapıya mensup veya sempati duyan kişilerin davalarında, yargı organları MGK kararlarının gereğini ve yürütmenin talimatlarını yerine getirmektedir. Daha spesifik olarak, yargı organları MGK’nın 26 Mayıs 2016 tarihinde ve daha önce aldığı kararların ve Bakanlar Kurulunun bu çerçevede verdiği kararların gereğini yerine getirmektedir. Mahkemeler, bahse konu Hareketi yok etme çerçevesindeki mücadelenin gereklerini yerine getirmektedirler. Talimat alan bir organ bağımsız olamaz; mücadele eden organ ise tarafsız olamaz.

  7. Tüm bu nedenlerle sanık hakkındaki ilk derece mahkûmiyet kararını onayan Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesi bağımsız ve tarafsız değildir. Bağımsız ve tarafsız olmayan bir organ AİHS’nin 6. maddesi anlamında “mahkeme” olamaz. MGK ve Bakanlar Kurulu kararlarının uygulaması çerçevesinde verilen karar, AİHS’nin 6. maddesi anlamında “bağımsız ve tarafsız bir mahkeme kararı” olamayacağı için, temyize konu karar bozulmalı ve dosya bağımsız ve tarafsız bir yargı organı önüne gönderilmelidir.

Gülen Hareketi isimli yapı 15 Temmuz 2016 tarihli darbe girişimi nedeniyle terör örgütü ilan edilip edilemeyeceği hususunda değerlendirme

  1. Gülen Hareketi olarak isimlendirilen yapı, özellikle 15 Temmuz 2016 tarihli darbe girişimini planlayıp uyguladığı iddia edilerek terör örgütü ilan edilmeye çalışılmakta ve bu çerçevede MGK’da alınan kararın uygulanmaya konduğu anlaşılmaktadır. Oysa somut bulgular ve uluslararası istihbarat örgülerinin açıklamaları, söz konusu darbe girişimini Gülen Hareketinin planlayıp, organize ve orkestra ettiği iddiasını çürütmektedir. Sırasıyla CIA, BND ve AB İstihbarat Merkezi gibi istihbarat teşkilatları, İngiliz Parlamentosu Dış İlişkiler Komitesi ve son olarak 17 Haziran 2017 tarihinde Rusya Devlet Başkanı Putin, darbe girişimini Gülen Hareketinin organize ve orkestra ettiğini gösteren somut delil olmadığını açıklamıştır.

  2. Yukarıdaki açıklamalardan anlaşılacağı gibi, Gülen Hareketi isimli oluşumu terör örgütü ilan etme süreci, darbe girişiminden çok önce, şiddet olaylarına dair herhangi bir delil olmadan başlatılmıştır. Ayrıca, 15 Temmuz 2016 tarihli darbe girişiminin bahse konu Hareket tarafından planlandığı, organize ve orkestra edildiği iddiası da, uluslararası istihbarat teşkilatlarının açıklamalarına ek olarak, aşağıdaki somut bulgular ışığında da temelsiz olup, bu iddiaya dayalı olarak da bahse konu yapı terör örgütü ilan edilemez.6

  3. 11 Ekim 2016 tarihinde RedHack (@TheRedHack97) tarafından yayınlanan ve devletin istihbarat ve güvenlik organlarından alınan bir bilgiye dayalı olduğu anlaşılan, (… yahoo.com) e-mail adresinden, e-mail sahibinin kardeşi olan bir bakana ait (… yahoo.com) e-mail adresine, 20/3/2016 tarihinde (3.57 PM) gönderilen bir e-postada, “TSK kendi iç çalışmasına göre Orgeneral ve Korgeneral rütbesinde Paralel bağlantılı komutan olmadığı kanaatinde. Tümgeneral seviyesinde belki 1-2 isim olabileceği düşünülüyor. Onların da halen etkin görevde olmadığı ve izlemede tutulduğu belirtiliyor.” bilgilerine yer verilmiştir. 15 Temmuz 2016 tarihli darbe girişimi sonrası Türk Silahlı Kuvvetlerinde 2 orgeneral, 10 korgeneral ve 28 tümgeneral ile 4 tümamiral (toplam: 44 general) darbe ile ilişkili oldukları iddiasıyla gözaltı kararına muhatap olmuş, tutuklanmış ve/veya Silahlı Kuvvetlerden ihraç edilmişlerdir. Bilindiği gibi, orduyu en üst rütbeli generaller yönetmektedir; albaylar, yarbaylar, binbaşılar ya da teğmenler değil. Bu bilgiler dikkate alındığında, 15 Temmuz 2016 tarihli darbe girişiminin “Gülen Hareketi” isimli yapıya mensup subaylar tarafından organize ve orkestra edildiği iddiasının temelsiz olduğu anlaşılmaktadır.

  4. Bu nedenledir ki, darbe girişimi sonrası 35 gün boyunca, darbenin arkasında “Gülen Hareketi” isimli yapının olduğu açıklanmış olmasına karşın, Kültür Bakanı Nabi Avcı, 21 Ağustos 2016 tarihinde katıldığı CNN Türk canlı yayınında darbenin arkasındaki aktörü açıklayamayacaklarını şu şekilde ifade etmiştir: “Darbe olayının arkasında kimin olduğunu biliyoruz, devlet aklı bunu açıklamaya el vermiyor” (@gritliturk, 21.8.16 – 22.17). Nabi Avcı Bakanlar Kurulu üyesi olup Bakanlar Kurulu toplantılarda konuşulan açık gizli her türlü konuya vakıf bir yürütme mensubu olarak bu ifadeyi kullanmakta ise, Yürütme organı da darbeyi organize ve orkestra eden yapının, kamuoyuna açıklanan yapı olmadığını bilmektedir. İlk günden itibaren darbenin arkasında belirtilen yapının olduğu açıklanmasına rağmen, bunun gerçek olgularla ilgisinin olmadığı yürütme organınca da bilinmekte, ancak gerekçesi bilinmeyen bir nedenle, maddi gerçek kamuoyuna açıklanamamaktadır.

  5. Ayrıca, sanıkların mahkemelerdeki ilk ifadelerinden anlaşıldığına göre, 15 Temmuz 2016 gecesi darbe girişimi çerçevesinde verilen tüm emirlerin, “Gülen Hareketi” isimli yapıyla hiçbir ilgisi olmayan üst rütbeli generaller tarafından verilmiştir. Örneğin, Kurmay Albay Cemil Turhan’ın ifadesine göre, sıkıyönetim direktif ve mesajlarının, dönemin Genelkurmay 2. Başkanı Orgeneral Yaşar Güler’in emri ile çekildiği anlaşılmaktadır. Kurmay Albay Fırat Alakuş’un ifadesine göre, Genelkurmay Başkanını derdest edip Akıncı Üssü’ne götürme talimatı, Özel Kuvvetler Komutanı (o tarihte) Tümgeneral Zekai Aksakallı tarafından verilmiştir. Tuğgeneral Gökhan Şahin Sönmezateş, Marmaris’e gidecek timin 4 saat bekletilip daha sonra operasyon için Marmaris’e gidilmesi talimatını halen görevde olan üst rütbeli bir generalden aldığını ifade etmiştir. Kısaca darbe gecesi en önemli eylemsel talimatların halen görevde olan üst rütbeli generaller tarafından verildiği anlaşılmakta olup, görevde olan bu generallerin “Gülen Hareketi” isimli yapıyla herhangi bir ilişkileri bugüne kadar hiçbir yerde ileri dahi sürülmemiştir. Darbe gecesi Genelkurmay Karargâhına Özel Kuvvetler Komutanlığından gelen time yol gösterdiği kamera kayıtlarında tespit edildiği belirtilen Genelkurmay Personel Başkanı Korgeneral İlhan Talu’nun MHP’li kardeşi, MHP eski Milletvekili Özcan Yeniçeri aracılığıyla, General Talu’nun ülkücü olduğunu açıklamıştır. Tutuklu yargılanan Tuğgeneral Erhan Caha ise, “Bu vahim ve menfur darbe teşebbüsü, Genelkurmay Başkanı, Kuvvet Komutanları ve MİT müsteşarının planı, bilgisi ve kontrolü dâhilinde olmuştur” demiştir. Tüm bu olgular dikkate alındığında, 15 Temmuz 2016 tarihli darbe girişiminin “Gülen Hareketi” isimli yapı tarafından organize ve orkestra edildiği ve bu iddiaya dayalı olarak bahse konu yapının terör örgütü olduğu ve sanığın da terör örgütü üyesi olduğu iddiaları temelsiz görünmektedir. Darbe girişimi sonrası toplam 169 general ve amiralin gözaltına alındığı, tutuklandığı ve/veya meslekten ihraç edildiği durumu da dikkate alındığında bahse konu iddianın temelsiz olduğu daha net anlaşılır.

  6. Kaldı ki, darbeye girişen askerler arasında Gülen Hareketine sempati duyan askerlerin var olduğu kabul edilse dahi, bu durum tek başına bir bütün olarak bir yapıyı terör örgütü yapmaz. Aksi düşüncenin kabulü halinde, darbeyi solcu veya Atatürkçü düşüncedeki askerlerin yapması (1960) durumunda, darbeciler dışındaki tüm Atatürkçü ve solcular da terör örgütü üyesi olarak kabul edilecektir. Darbenin emir komuta zinciri çerçevesinde yapılması (1980) durumunda ise, tüm bir ordu terör örgütü olarak kabul edilebilecektir. Ayrıca, 15 Temmuz 2016 tarihli darbe girişiminde iktidar partisi mensubu bazı sivillerin de yer aldığı ortaya çıkarsa, bu durumda da iktidar partisi ve üyeleri bir bütün olarak terör örgütü ve terör örgütü mensubu olarak kabul edilebilecektir. 15 Temmuz 2016 tarihli darbe teşebbüsüne katılan ülkücü askerler nedeniyle tüm ülkücüler, Atatürkçüler nedeniyle de tüm Atatürkçüler terör örgütü üyeliği suçlaması ile karşı karşıya kalacaktır. AİHS’nin 7 ile 14. maddeleri birlikte dikkate alındığında, kanunsuz suç ve ceza olmaz ilkesinin ayrımcılık yapılmadan uygulanması halinde, başka türlü bir sonuca ulaşmak imkânsızdır. Kanunların en önemli özelliklerinden biri de “genel” olmalarıdır; kanunlar herkese eşit şekilde, ayrımcılık yapılmadan uygulanır. Buna ceza kanunları da dâhil olup, bir yapı için suç olan eylem, diğer oluşumlar için de suçtur. Toplumun bir kesimine yakın olduğu iddia olunan bazı askerlerin darbe girişimine katılması ile bir yapı terör örgütüne dönüşüyorsa, diğer yapılar da terör örgütüne dönüşür. Ceza kanunları bazı kesimler için uygulanıp diğer kesimler için uygulanmazsa, selektif uygulanırsa, kanunsuz suç ve ceza olmaz ilkesinden yararlanmada ayrımcılık yapılır. Bu da Anayasa (m. 10 ve 38) ve AİHS (m. 7 ve 14) tarafından yasaklanmıştır.

  7. Kısaca, somut olaydaki özel suç tipi “darbe teşebbüsü’ olup, bu suç ceza kanununda özel olarak düzenlenmiştir. Şiddete başvurma darbe suçunun olmazsa olmaz unsurlarından biri olup, hukuken sadece bu nedene dayalı olarak bir yapının terör örgütü olduğuna karar verilemez; verilerse TSK dâhil yukarıdaki tüm grupların da terör örgütü olduğu kabul edilir. Aksi uygulama (ceza kanunlarının selektif ve kişiye göre farklı uygulanması), kanunsuz suç ve ceza olmaz ilkesinden (AİHS m. 7) yararlanmada ayrımcılık anlamına gelir ve AİHS’nin 7 ve 14. maddelerini birlikte ihlal eder. Unutulmamalıdır ki, terör örgütü suçunun unsurları farklıdır.

  8. Suç ve cezaların şahsiliği prensibinin bir sonucu olarak, atılı suçla hiçbir ilgisi olmayan insanların veya insan gruplarının suçlu kabul edilmesi imkânsız olduğu için, ne 1960 darbesi nedeniyle solcular, ne 1980 darbesi nedeniyle tüm bir ordu, ne de 2016 darbe teşebbüsü nedeniyle bir bütün olarak bir yapı veya iktidar partisi, ülkücüler, Atatürkçüler ya da başka bir grup terör örgütü olarak kabul edilemez. Bu yapıların her birinin organize ve hiyerarşik oluşumlar olmadığını, araştırmadan kimse ileri süremez. Kaldı ki, Türk Silahlı Kuvvetlerinden daha organize ve hiyerarşiye sıkı sıkıya bağlı başkaca bir yapı yoktur. Aslında bir devleti terör örgütlerinden ayıran en önemli özellik, devletin eylem ve işlemlerinde hukuka bağlı olmasıdır. Yargılamadan adam öldüren, adam kaçıran, illegal şekilde insanları özgürlüklerinden mahrum bırakan veya tutuklamalar yapan ya da suikast girişimleri için planlar yapan yapılar terör örgütleridir.

  9. Kısaca, darbe girişiminde bulunan askerler darbeye teşebbüs suçunu işlemişlerdir. Somut olaydaki suç tipi, eylem dikkate alındığında, TCK’da özel olarak düzenlenmiş olan darbeye teşebbüs suçu olup, terör örgütü suçu değildir. Aksi durumda, her darbe ya da darbe girişiminden sonra, o darbe girişiminde bulunan askerlerin mensup olduğu siyasi veya toplumsal yapıya mensup herkes ya da tüm ordu mensupları terör örgütü üyesi olarak kabul edilir ki, suçun manevi unsuru (kast unsuru) ve suç ve cezaların şahsiliği prensibi dikkate alındığında, bu düşünceyi kabul etmek imkânsızdır. 15 Temmuz darbe teşebbüsü, henüz kimler tarafından organize ve orkestra edildiği ve bir numarasının kim olduğu bilinmeyen, son derece ağır bir ceza ile cezalandırılan özel bir suç tipidir. “Toplumu dehşete düşüren türden kuvvet kullanma ya da şiddete başvurma” bu suçun olmazsa olmaz unsuru olup, sadece darbe girişimine dayalı olarak ayrıca silahlı terör örgütü suçlamasının yapılması, ceza hukukundaki suç tipleri (bileşik suç, karma suç, geçitli suç gibi) dikkate alındığında mümkün görünmemektedir. Bilindiği gibi, “toplumu dehşete düşüren türden şiddet kullanma” terör örgütü suçunun da olmazsa olmaz unsurudur.

  10. Sonuç olarak yukarıda belirtilen somut bilgi ve bulgular dikkate alındığında, 15 Temmuz 2016 tarihli darbe girişimini Gülen Hareketi isimli yapının organize ve orkestra etmediği açıktır. Bu menfur darbe girişimi, belirtilen Hareketi yok etmek için özellikle bu şekilde planlanmış ve uygulamaya konmuş gözükmektedir. Darbe girişiminin en önemli sivil aktörü olan Adil Öksüz’ün MİT elemanı olduğu ve darbe girişiminde kışkırtıcı ajan (ajan provakatör) olarak rol aldığı, bazı somut kanıtlara dayalı olarak sosyal medyada iddia edilmiştir. MİT Eski Kontr Terör Daire Başkanı Mehmet Eymür, Adil Öksüz’ün MİT’e angaje bir ajan olduğunu belirtmiştir. Adil Öksüz’ün 2014 yılında MİT’e angaje olduğuna dair MİT Angaje Formu da @denizbayrak83 isimli Twitter hesabından 19 Kasım 2016 tarihinde yayınlanmıştır.7 Darbe girişiminden üç gün önce, 12 Temmuz 2016 tarihinde kabul edilen Çatı İddianamesinde “Hava Kuvvetleri sorumlusu” olarak isim ve kimlik numarasına yer verilmesine ve Kemalettin Özdemir isimli şahıs tarafından Adil Öksüz’ün Cemaatin Hava Kuvvetleri imamı olduğu 2012 ve 2013 yıllarında devletin istihbarat birimlerine ve savcılara bildirilmesine rağmen8 15 Temmuz 2016’ya kadar hiçbir zaman ifadesinin alınmaması, defalarca havaalanından yurt dışına çıkış yapıp yurda girmesine rağmen yakalanmaması, 14 Temmuz 2016 tarihinde, darbeden bir gün önce Milli Savunma Bakanı Fikri Işık’la Sakarya’da görüşmesi, bir gün sonra da darbe girişiminin merkezi olan Akıncı Üssü civarında yakalanması, gözaltında iken bir Başbakanlık müşavirince üç kez ziyaret edilmesi, 16 Temmuz 2016 tarihinde Akıncı Üssündeki sorguda kendisinin “asker imamı olduğu, Amerika’ya sürekli gidip geldiği ve en son iki gün önce gidip geldiği bilgileri Emniyet Genel Müdürlüğü’nden teyit edilmesine9 ve hâkimlik sorgusundan önce tüm bu bilgilerin bilinmesine rağmen, çok kısa bir süre gözaltında kalıp 18 Temmuz 2016 tarihinde sabah 06.38 civarında hâkim tarafından serbest bırakılması, itirazı reddeden hâkim tutuklanırken Adil Öksüz’ü serbest bırakan hâkimin hâlâ serbest olması, Adil Öksüz’ün günlerce AKP’li bir belediye başkanının evinde saklandığı gibi olgular dikkate alındığında, 15 Temmuz 2016 tarihli darbe girişimi, daha önceden kurgulanmış, MGK’nın Gülen Hareketi isimli oluşumu yok etme yönündeki kararlarının uygulamasını kolaylaştırmak için organize edilmiş ve bu çerçevede bahse konu Harekete sızdığı anlaşılan bazı ajanların kullanıldığı ve bu durumun somut bulgulara dayalı ve temelsiz olmadığı görünmektedir. Darbe girişimini, yok edilmesi kararlaştırılan sosyal gruba yıkmak için, 2014 yılında MİT’e angaje edildiği anlaşılan bir kişi kışkırtıcı ajan olarak kullanılmış (benzer şekilde angaje olmuş başka kişilerin de kullanılmış olma ihtimalinin yüksek olduğu) ve bu ve benzer kışkırtıcı ajanların, Gülen Hareketi isimli yapıya mensup olduğu iddia edilen bazı askerleri de (zaten) yapılacağı konuşulan darbeye ses çıkarmama, komutanlarının emirlerine karşı gelmeme ya da görev almaya yönlendirdikleri görünmektedir. Darbe kışkırtıcılığı talimatının Gülen Hareketi isimli yapının lideri tarafından değil, Adil Öksüz’ü ve benzerlerini kullanan birimlerce verildiği iddiası, yukarıdaki somut bulgular ve darbenin önceden bilinmesine rağmen engellenmediği yönündeki kanıtlar dikkate alındığında, sağlam olgusal temelleri olan bir iddiadır. Darbe girişiminin asıl hedefinin, MGK’da terör örgütü ilan edilip bu çerçevedeki mücadelede devletin tüm organ ve imkânlarının kullanılacağı kararlaştırılan ve yok edilmesi planlanan10 yapıyı ortadan kaldırmaya gerekçe oluşturmak olduğu yönündeki iddianın temelsiz olmadığı, ortaya çıkan her yeni delille daha da sağlamlaştığı görünmektedir. Tüm bunlar, Gülen Hareketi isimli yapının darbe girişimin aktörü değil, mağduru ve hedefindeki kitle olduğunu göstermektedir. MGK’da top yekûn mücadele edilmesi ve yok edilmesi kararı verilen grup olup, 15 Temmuz 2016 tarihli darbe girişimi gerekçe gösterilerek, bu kararın gereklerinin yerine getirildiği anlaşılmaktadır. Kışkırtıcı ajanları kullanarak, “darbe girişimin gerçek azmettiricisi (instigator) olanlar” araştırılıp tespit edilmediği sürece, Gülen Hareketi isimli oluşum, mağduru olduğu darbe girişimine dayalı olarak terör örgütü ilan edilemez.

  1. Yüklə 0,99 Mb.

    Dostları ilə paylaş:
  1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   16




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin