Hapishanelerin olumsuz koşulları, yaşadığı uzun açlık grevleri ve özellikle ‘96 ölüm orucu fiziksel sağlığını epeyce zorlamış, zihnini de oldukça hırpalamıştı. Sık sık artık biraz dinlen, temsilciliği bırak dediğimde, “şimdilik ihtiyaç var” derdi.
Ulucanlar Cezaevi'nde gerçekten toplumsal bir önder tavrıyla hareket ediyordu. Yargılanması ise onun için tam bir kürsü görevi görüyordu. Savunmasındaki ifadeler nedeni ile dava açılıyor, o davada da tekrar aynı savunmasını yapıp, şimdi daha kararlıyım diyordu.(202)
Amansız bir okuyucu ve yazardı. Bu haliyle süreç içinde oldukça bilgili ve yetkin hale gelmişti. Öyle ki, ilk davalarındaki savunmalarında önemli müdahalelerde bulunuyorken, son süreçte yararlanmak için de savunmalarını inceliyordum. Bu gelişme öyle belirgindi ki, cezaevi idaresinden onun ilkokul mezunu olduğuna inanmayanlar vardı.
Ulucanlar hapishanesine girdikten bir süre sonra gerçek kimliğinin Nevzat Çiftçi olduğu anlaşılmış, bir gazetede yayınlanan bu haberi görünce şaşırmıştık. Ne var ki, kendi deyimiyle, o Habip ismini sevmişti, Habip de onu. Her yerde yine de bu adla tanındı ve çağrıldı. Politik kimliğinin ve faaliyetinin yarattığı bu yeni kimlik, doğuştan aldığı kimliği tamamen silmişti. Öyle ki, ailesi bile Habip ismini kullanıyor, bundan mutluluk duyuyordu. Bu hal politik kimlik ile bütünleşmenin ve çevresine verdiği güvenin yarattığı sevgi ve saygının ürünü olmalı.