İSRA VE MİRAÇ BAHSİ
1036- Hazreti Cabir’den (Radıyallahu Anh) rivayet edilmiştir:
“Kureyş kavmi beni (İsrâ hadisesinde) tekzip edince (yalanlayınca), Hicr-i İsmail’de (Kâbenin kuzey yanında) durdum. Allah Teâlâ Mescid-i Âksa’yı gözümün önüne getirdi. Ben de mescid-i Aksa’ya bakarak belirtileri hakkında onlara bilgi vermeye başladım.
1037- Mâlik bin Sa’saa (Radıyallahu Anh) der ki:
Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri, “İsrâ” gecesini ashaba anlatarak şöyle buyurdular:
“Ben Hatîm’de yahut Hicri İsmail’de (Kabe’nin kuzey yanında) yatıyordum. Bana biri (Cibril Aleyhisselâm) geldi ve buramdan buraya kadar (boğaz çukurundan kasığına kadar) yararak kalbimi çıkardı. Sonra bana iman dolu bir altın tas getirildi ve kalbim yıkandı. Sonra kalbim (nur ve hikmetle) doldurularak yerine konuldu. Sonra bana, katırdan küçük, merkebden büyük beyaz ve gözünün gördüğü en uzak yere adımını atan bir hayvan (Burak) getirildi ve ona bindirildim. Cibril (Aleyhisselâm) beni alıp götürdü. Birinci göğe varınca, göğün açılmasını istedi. Kim o? diye soruldu. O da:
— Cibril! dedi. Beraberinde kim var? denildi. Cibril:
— Muhammed, dedi.
— Muhammed çağırıldı mı? diye soruldu. Cibrîl:
— Evet, dedi. Bunun üzerine:
— Hoş geldi ve ne mutlu bir geliş geldi, denildi. Hemen kapıyı açtı. Birinci göğe girince Hz. Âdem ile karşılaştım. Cibril bana:
— Bu senin atan Adem’dir, ona selâm ver dedi. Ben de selâm verdim. Selâmı aldı ve:
— Merhaba, sâlih oğul ve sâlih peygamber, dedi. Sonra yükselerek ikinci göğe vardı ve göğün açılmasını
istedi.
— Kim o? diye soruldu. O da:
— Cibril! dedi.
— Beraberinizde kim var? denildi. Cibrîl:
Muhammed var, dedi.
Muhammed Çağırıldı mı? denildi. Cibril:
Evet, dedi. Bunun üzerine:
— Hoş geldi ve ne mutlu bir gelişle geldi? denildi. Hemen kapıyı açtı. İkinci göğe girdiğimde teyze çocukları Hazreti Yahya ve Hazreti İsa ile karşılaştım. Hazreti Cibril bana:
__ Bu Yahya, bu da İsa’dır; onlara selâm ver, dedi. Ben de selâm verdim. Selâmı aldılar ve bana şöyle dediler:
__ Merhaba sâlih kardeş ve sâlih peygamber. Sonra Cibrîl beni
Üçüncü semaya çıkardı ve içeri girmek için İzin istedi. Bu gelen kimdir? denildi. Cibril’dir, cevabını verdi.
— Beraberinde kim var? denildi. Cibril:
— Muhammed, dedi.
— Çağrıldı mı? denildi. Cibril,
— Evet, dedi.
— Hoş geldi ve ne mutlu bir geliş geldi, denildi. Sonra kapı açıldı. Üçüncü semâya girdiğimde Hz, Yûsuf ile karşılaştım. Cibril bana de di ki, bu Yûsuf dur ona selâm ver. Ben de selâm verdim. Selâmı aldı. Sonra şöyle dedi:
— Merhaba sâlih kardeş ve sâlih peygamber! Sonra Cibrîl beni dördüncü semaya çıkardı ve içeri girmek için izin istedi.
— Bu gelen kimdir? denildi. Cibril:
— Ben Cibril’im, dedi.
— Beraberinde kim var? denildi. Cibril:
— Muhammed, dedi,
— Çağrıldı mı? denildi. Cibril:
— Evet, dedi. Bunun üzerine:
— Hoş geldi ve ne mutlu bir gelişle geldi, denildi. Sonra dördüncü semâ kapısı açıldı. Dördüncü semâya, girdiğim zaman Hz. İdris ile karşılaştım. Cibril:
— Bu İdris’dir, ona selâm ver, dedi. Ben de selâm verdim. Selâmı aldı. Sonra şöyle dedi:
— Merhaba sâlih kardeş ve sâlih peygamber. Sonra Cibril beni beşinci semâya çıkardı ve içeri girmek için izin istedi. Ona:
— Bu gelen kimdir? denildi. Cibril:
— Ben Cibril’im, dedi. Ona:
— Beraberindeki kimdir? denildi. Cibril:
— Muhammed, (Sallallahu Aleyhi ve Sellem ) dedi. Ona: — Çağırıldı mı? denildi. Cibril:
— Evet, dedi. Bunun üzerine
— Hoş geldi ve ne mutlu bir gelişle geldi, denildi. Beşinci semaya geçtiğimde Hz. Harun vardı. Cibril bana, bu Harun’dur ona selâm ver, dedi. Ben de selâm verdim. Selâmı aldı. Sonra:
— Merhaba sâlih kardeş ve sâlih peygamber, dedi. Sonra Cibril beni altıncı semaya çıkardı ve içeri girmek için izin istedi. Ona:
— Bu gelen kimdir? denildi. Cibril:
— Ben Cibril’im, dedi. Ona:
— Beraberinde kim var? denildi. Cibril:
— Muhammed, dedi. Ona:
— Çağırdı mı? denildi. Cibril:
— Evet, dedi.
— Hoş geldi ve ne mutlu bir geliş geldi, denildi. Altıncı semaya geçtiğimde Hz. Mûsâ ile karşılaştım. Cibril bana dedi ki, bu Mûsâ’dır, ona selâm ver. Ben de selâm verdim. Selâmı aldı ve şöyle dedi:
— Merhaba sâlih kardeş ve sâlih peygamber. Ben geçince Hazreti Mûsâ ağladı. Ona:
— Niçin ağlıyorsun? denildi. O cevap verdi:
— Ağlıyorum, çünkü benden sonra gönderilen genç bir peygamberin ümmetinden cennete girecekler, benim ümmetimden cennete gireceklerden çok daha fazladır.
Sonra Cibril beni yedinci semaya çıkardı ve içeri girmek için izin istedi. Ona:
— Bu gelen kimdir? denildi. Cibril:
— Ben Cibril’im, dedi. Ona:
— Beraberinde kim var? denildi. Cibrîl:
— Muhammed, dedi. Ona:
— O çağırıldı mı? denildi. Cibrîl:
— Evet, dedi.
— Hoş geldi ve ne mutlu bir gelişle geldi! denildi. Yedinci semâya geçtiğimde Hz. İbrahim ile karşılaştım. Cibrîl dedi ki, bu senin atan İbrahim’dir ona selâm ver. Ben de selâm verdim. Selâmı aldı ve şöyle dedi:
— Merhaba sâlih oğul ve sâlih peygamber.
Sonra ben, Sidre-i Mühteha’ya çıkarıldım. Orada Sidre ağacının meyvası, Hecer testileri gibi (iri) idi. O ağacın yaprakları da fillerin kulakları gibiydi. Cibril bana: Burası Sidre-i Münteha’dır, dedi. Oradan dört ırmak akıyordu. Bunların ikisi içten ve ikisi de dıştan akmakta idi. Ben sordum:
— Bunlar nedir? Ya Cibrîl!.. Cibrîl dedi ki:
— Bu içten akan iki ırmak cennet ırmaklarıdır. Dıştan akan diğer iki ırmak da Nil ile Fırat ırmaklarıdır.
Sonra bana Beyt-i Mamur gösterildi. Yetmiş bin meleğin her gün oraya girdiğini gördüm. Sonra bana bir kap şarab, bir kap süt ve bir kap bal getirildi. Ben sütü aldım. Bunun üzerine Cibril dedi ki: Bu tabiî lik dir. Sonra namazlar, her gün elli vakit olarak bana farz kılındı. Ben geri döndüm. Mûsâ’ya uğradığımda bana sordu:
— Sana ne emredildi?
— Her gün için elli vakit namaz, dedim.
— Senin ümmetin, her gün elli vakit namaza güç yetiremez. Vallahi, ben senden önce insanları denedim ve israiloğulları ile en ağır şekilde uğraştım. Rabbine dön ve ümmetinin yükünün hafifletilmesini iste, dedi.
Ben de geri döndüm ve Allah Teâlâ benden on vakti kaldırdı. Mûsaya döndüm. Bana aynı sözleri tekrarladı. Geri döndüm ve Allah benden on vakit daha kaldırdı. Mûsâ’ya döndüm. Bana aynı sözleri söyledi. Geri döndüm ve Allah benden on vakit daha kaldırdı. Mûsâ’ya döndüm. Bana aynı sözleri söyledi. Geri döndüm ve Allah benden on vakit daha kaldırdı ve her gün için on vakit namaz ile emredildim. Mûsâ’ya döndüm. Bana aynı sözleri tekrarladı. Geri döndüm ve bana her gün için beş vakit namaz emredildi (tarz kılındı). Mûsâ’ya döndüm. Sana ne emredildi? diye sordu. Her gün beş vakit namaz emredildi, dedim. Mûsâ dedi ki: Senin ümmetin, her gün beş vakit namaza güç yetiremez. Ben senden önce insanları denedim ve israiloğulları ile en ağır şekilde uğraştım. Rabbine dön de ümmetin için hafifletilmesini iste.
Dedim ki: Ben Rabbimden, yüzüm kızarıncaya kadar istedim. Artık razı ve teslim olacağım. Hz. Mûsâ’dan ayrılınca bir münâdi bana, farzımı kesinleştirdim ve kullarımın yükünü de hafiflettim, diye seslendi.” (Elli vakit beş vakite indirilmiş olmakla beraber elli vaktin sevabı verilmiştir.)
Bu îsrâ hadîsi, namaz bahsinin başında Enes Hazretlerinden nakledilmişti. Bu iki rivayetin herbirinde, diğerinde olmayan tafsilat vardır.
1038- Hazreti Aişe’den (Radıyallahu Anha) rivayet edilmiştir:
(Ey Aişe!) Rüyada iki defa bana gösterildin. Bir defasında seni bir ipek örtü içinde görüyorum. Bana, bu senin karındır, deniliyor. Ben de örtüyü açıyor ve bir de bakıyorum ki, sensin. Bunun üzerine, eğer bu rüya Allah tarafından ise, elbette tahakkuk ettirecektir diyorum.”
Mütercim:
Bu rüya, zahirine göre mi, yoksa tevil edilerek mi değerlendirilmesi gerekir, diye üzerinde tereddüt edilmiştir. Çünkü bütün peygamberlerin görmüş oldukları her rüyanın vahiy olduğunda şüphe yoktur. Ancak bu rüyanın nübüvvetten önce görülmüş olması ihtimali de vardır, denilmiştir.30
30 Ömer Ziyaeddin Dağistâni, Zübdetü’l-Buhari, Hisar Yayınevi:674-682
HİCRET VE MUHACİRLER BAHSİ
1039- Hazreti Aişe (Radıyallahu Anha) der ki:
Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem, Mekke’de Müslümanlara şöyle buyurmuştu:
“Ben, sizin hicret edeceğiniz yeri gördüm: İki kara taşlık arasında hurmalık bir yerdir.”
Bu işaret üzerine hicret edecek olanlar Medine’ye hicret ettiler. Daha önce Habeşistan’a hicret, etmiş olanlarla Mekke’ye döndükten sonra Medine’ye hicret ettiler. Bu arada babam Ebû Bekir de hicrete hazırlandı. Hazreti Peygamber babama şöyle buyurdu:
“Sen acele etme; çünkü bana (Allah tarafından hicret etmem için) izin verileceğini umuyorum.” Ebû Bekir sordu:
— Anam - babam sana feda olsun, siz bu hicret emrini gerçekten umuyor musunuz? Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem:
“Evet,” buyurdu. Bunun üzerine babam Ebû Bekir de, Hazreti Peygamberin yanında kalarak hicret etmeyi erteledi. Bugün, yarın hicret ederiz düşüncesiyle dört ay iki devesini çayırlara salmaksızın bağlayıp ağaç yapraklan ile besledi.
Bir gün öğle üzeri evde topluca oturmakta iken Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ’in, yüzü örtülü olduğu halde gelmekte olduğunu ev halkımızdan biri haber verdi. Babam Ebû Bekir dedi ki: Anam - babam ona feda olsun. Böyle bir vakitte ansızın gelmeleri, önemli bir iş sebebiyle olsa gerektir. Sonra içeri girmek için Hazreti Peygamber izin istedi. Babam da kendilerini Karşılayarak eve girdiler. Babam Ebû Bekir’e:
“Yanında bulunanları dışarıya çıkar (sizinle gizli konuşacağım)” buyurdular. Babam: — Ya Resûlallah! Anam - babam sana feda olsun. Bunlar sizin kendi ailenizdir, dedi. Hazreti Peygamber buyurdu:
“Bana hicret etmek için izin verildi.” Hazreti Ebû Bekir, babam sana feda olsun, ya Resûlallah! Sana arkadaş olmak istiyorum, dedi. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem : “Evet,” buyurdu. Ebû Bekir:
— Ya Resûlallah, babam sana feda olsun! Şu iki devemden birini al dedi. Hazreti Peygamber: “Bedeli mukabilinde alırım,” buyurdu.
Derhal biz yol azığını hazırlamaya koyulduk ve gerekli yiyecek ve eşyayı her ikisi için hemen getirdik. Kızkardeşim Esma da kuşağından bir parça keserek bununla dağarcığın ağzını bağladı. Ona bu işinden dolayı “ZATI NÎTAKAYN” denildi. Hazreti Esma ikiye böldüğü kuşağının bir parçası ile eşyaları ve diğer parçası ile de dağarcığı bağladığı için ona İKÎ KUŞAK SAHİBÎ manasına gelen “ZATI NITAKAYN” adı verildi.
Sonra babam Ebû Bekir ile Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem SEVR dağındaki mağaraya çıktılar ve orada üç gece saklı kaldılar. Perşembe günü mağaraya girdiler, pazartesi günü çıktılar, Ebû Bekir’in oğlu Abdullah da geceleri onlarla kalırdı. Abdullah çok anlayış ve kavrayışlı delikanlı idi. Gece seher vaktine kadar mağarada kalır ve bu erken vakitte mağaradan çıkarak çabucak Mekke’ye inerdi ve Mekke’de imiş gibi görünürdü. Bütün gün Mekke müşriklerinin konuşmalarını ve peygamber aleyhindeki planlarını öğrenirdi. Akşam karanlığı basınca Mekke’den çıkarak mağaraya döner ve aldığı haberleri aktarırdı. Ayrıca Âmir bin Füheyre adında bir azatlımız vardı. Âmir, mağara civarında sütü için ödünç alınmış koyunları güderdi. Akşam vaktinden bir saat sonra bu koyunları onların yanına götürür ve onlar, kapların içine koyulan kızgın taşlarla ısıtılmış sütü içerek geceyi geçirirlerdi. Şafak sökerken de Âmir bin Füheyre koyunları haydalar ve o üç günün her gecesinde böyle yapardı. Daha önce Mekke’de iken Hazreti Peygamberle Hazreti Ebû Bekir Kureyş kâfirlerinin dininden olup güvenilir bir kimse olan Abdullah bin Üreykıt ile sözleşme yapmışlar ve onu kılavuzluk yapmak için kiralamışlardı. Sevr dağına çıkıştan üç gün sonra sabahleyin bu kılavuz, kendisine teslim edilen iki deve ile gelecek ve onları Medine’ye götürecekti. Adam sözüne bağlı kalarak buluşma yerine üç gün sonra geldi. Sabahleyin Abdullah bin Üreykıt’ın kılavuzluğunda Hazreti Peygamber, Hazreti Ebû Bekir ve Âmir bin Füheyre Medine’ye doğru yola çıktılar ve sahil yolunu seçtiler.
Süraka bin Malik anlatır: Hazreti Peygamber ile Hazreti Ebû Bekir’i öldüren veya esir alan kimseye, her biri için yüz deve verileceğine dair Kureyş kâfirlerinin almış oldukları karar elçileri vasıtasıyla bize bildirildi. Kabilem Beni Müdlic’in bir toplantısında iken onlardan bir adam gelip yanı başımızda durdu ve bana hitaben:
— Sürâka! dedi, sahil yolunda birtakım karaltılar gördüm. Onların Muhammed ile arkadaşları olabileceklerini sanıyorum.
Ben, onların Muhammed ve arkadaşları olduğunu anladım ve fakat büyük ganimete konmak için niyetimi sakladım. Yalnız başıma bu ganimete konabilmek için o haberciye dedim ki: Senin gördüklerin onlar değildir. Sen, az önce gözümüzün önünden yitik mallarını aramak için o tarafa giden falan ve falanı görmüşsün. O toplantıda biraz bekledikten sonra kalkıp evime gittim. Cariyeme, atımı alıp tepenin arkasında beni beklemesi için emir verdim. Ben de mızrağımı alarak evin arka tarafından çıktım, Mızrağımın madenî ucunu (parlayıp farkedilmesin diye) yere çevirdim ve onu alçak tuttum. Böylece atımın yanına gelerek bindim. Hemen kısrağımı dört nala kaldırarak verilen haber doğrultusunda onları takib ettim. Nihayet Hazreti Peygamber ile Hazreti Ebû Bekir’e yaklaştım. Derken atım sürçtü ve yere serildim. Hemen elimi kuburuma atıp fal oklarımı çıkardım ve onları vurayım mı, vurmayayım mı? diye fala baktım. İstemediğim fal çıktı. Ben bu fala uymayarak yine atıma bindim ve hayvanı koşturdum. Hazreti Peygamberin okuyuşunu işitecek kadar yaklaştım. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem dönüp arkasına bakmıyordu. Hazreti Ebû Bekir ise, sık sık dönüp bakıyordu. Bu esnada atımın ön ayakları dizlerine kadar yere battı ve ben de yere yuvarlandım. Hayvanı kaldırmak için zorladım. Hayvan da kalkmağa çabaladı ise de bir türlü ayaklarını kurtaramıyordu. Nihayet zorlukla yere batmış olan ayaklarını kurtardı ve ayak izleri yerinden bir toz dumanı havaya yükseldi. Ben yine fal oklarımı çıkarıp fala baktım ve yine istemediğim fal çıktı. Bunun üzerine onlara emniyet çağrısında bulundum. Durup beni beklediler. Ben de hayvanıma binerek yanlarına vardım. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ’in bir mucizesi olarak hayvanımın ayaklarının yere göçmesi ve onlara bir zarar veremeyişimden, Peygamberin davasının üstün geleceği içime doğdu ve Hazreti Peygambere:
— Senin kavmin, seni öldürene veya seni esir alana mal vadettiler, dedim ve onların peygamber hakkında ne düşündüklerini bir bir anlattım. Hem de yanımda bulunan azık ve eşyayı onlara takdim ettim; fakat kabul etmediler. Yalnız Hazreti Peygamber bana:
“Durumumuzu gizli tut (kimseye söyleme)! “buyurdu.
Sonra ben, Hazreti Peygamberden bir güven kâğıdı istedim. Hazreti Peygamber de Âmir bin Füheyre’ye emredip bir deri parçası üzerine bir güven kâğıdı yazdırdı ve bana verdi. Hazreti Peygamber de beraberindekilerle yoluna devam etti. Müslümanlardan müteşekkil şam ticaretinden dönen bir kafile ile birlikte Zübeyir bin Avvam, yolda Hazreti Peygamberle karşılaştı. Zübeyir Hazreti Peygamber ile Hazreti Ebû Bekir’e beyaz giysiler giydirdi. Medine’li Müslümanlar Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ’in hicret maksadı ile Mekke ‘den çıkıp Medine’ye gelmekte olduğunu duyunca, Hazreti Peygamberi karşılamak için hergün sabahdan öğle sıcağına kadar Medine dışında Harre denilen taşlık bir yerde beklerler ve Sonra evlerine dönerlerdi.
Bir gün uzun bir beklemeden sonra evlerine dönmüş oldukları bir zamanda, Yahudi’lerden biri, bir iş için Medine burçlarından birine çıkıp etrafa bakınırken beyazlar içerisinde serab gibi bir parıltı gördü. Bu görüntü bazan kayboluyor ve bazan meydana çıkıyordu. Adam dikkat kesildikten sonra gelenlerin Hazreti Peygamberle arkadaşları olduğunu anladı ve kendisine sahip olamayarak var sesiyle bağırdı:
— Ey Arab toplulukları! Sizin beklemekte olduğunuz lideriniz geliyor. Bu çağrı üzerine Medine’de bulunan bütün Müslümanlar silâhlarını alıp evlerinden sıçradılar ve Hazreti Peygamberi karşılamaya gittiler. Karşılamaya çıkanların hepsi Harre denilen taşlık yerde Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ile karşılaştılar. Hazreti Peygamber Medine yolundan sağa saparak Kuba’ya doğru yöneldi. Kuba’da Beni Avf bin Amr’ın evine indiler. O gün Rebiul-Evvel ayının bir pazartesi günü idi. Gelenleri Hazreti Ebû Bekir karşılıyor. Hazreti Peygamber ise sessizce oturuyorlardı. Medine’li Müslümanlardan daha önce Hazreti Peygamberi görmemiş olanlar, Hazreti Ebû Bekir’i Peygamber sanarak ona selâm verip hürmet ediyorlardı. Nihayet güneş Hz. Peygamber’e değince Ebû Bekir hırkasını çıkarıp Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ’e gölgelik yaptı ve o zaman herkes peygamberi tanıdı. Böylece Hazreti Peygamber on dört gece Kuba’da Beni Amr bin Avf in yanında misafir kaldı ve hakkında, “Takva, üzerine kurulan Mescid” mealindeki ayeti kerime nazil olan KUBA MESCİDİNİ bina ederek orada namaz kıldılar. Sonra Hazreti Peygamber, devesine binerek Medine şehrine doğru yola çıktılar. Diğer insanlar da beraberinde yürüdüler. Medine şehrine girip şimdiki Peygamber Mescidinin bulunduğu yere geldikleri zaman Hazreti Peygamberin devesi çöktü. Daha önce de Medinedeki Müslümanlar orada namaz kılarlardı. Aslen bu yer Es’ad bin Zürare’nin himayesinde bulunan Sehl ve Süheyl adlarında iki yetimin hurma kurutmak içi harman yerleri idi. İşte Hazreti Peygamberin devesi oraya çökünce, Hazreti Peygamber şöyle buyurdular:
“Burası İnşallah meskenimizdir.”
Sonra Hazreti Peygamber, o iki delikanlıyı huzurlarına çağırttı ve bu harman yerinde mescit yapılmak şartı ile arsa kıymetinin bildirilmesini kendilerinden istedi. Gençler:
— Biz bu yerimiz karşılığında herhangi bir şey istemiyoruz. Sırf Allah rızası için biz onu size bağışlıyoruz, dediler. Fakat Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem arsayı bağış olarak kabul etmedi. Tahmin edilen kıymetin üstünde para vererek arsayı onlardan satın aldı. Sonra orada Mescidin inşasına başladı. Hazreti Peygamber bizzat diğer Müslümanlarla kerpiç taşır ve şöyle buyururdu: “Bu yükler Hayber’in (ticaret) yükleri değildir. Ey Rabbimiz, bu yükler daha iyi ve daha değerlidir.” Ve yine:
“Allah’ım! Gerçek mükâfat, ahiret mükâfatıdır. Sen Ensar ve Muhacirleri esirge!”
1040- Hazreti Enes (Radıyallahu Anh) der ki:
Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretlerine hicret yolunda Süraka yetiştiği zaman:
“Allah’ım! Onu yere ser!” diye Hazreti Peygamber dua etti. Süraka’yı, binmiş olduğu at yere serdi. Hayvanın da iki ön ayağı kumlara battı. Hayvan soluyarak güçlükle ayaklarını, kurtardı ve kalktı. Bunun üzerine Süraka:
— Ya Resûlallah! Bana dilediğiniz emri verebilirsiniz, dedi. Hazreti Peygamber ona şöyle buyurdu:
“Yerinde kal ve kimsenin bize ulaşmasına meydan verme!” Sonra Hazreti Peygamber Medine’ye girince:
“Akrabamızın evlerinden en yakını hangisidir?” diye sordu. Ebû Eyyûb, benim, yâ Resûlallah! dedi, işte bu evim ve bu da kapımdır. Hazreti Peygamber, Ebû Eyyûb’a:
“O halde git de, dinlenmemiz için yer hazırla,” buyurdu.
Ebû Eyyûb gitti ve yer hazırladı. Sonra dönerek Hazreti Peygamberle Hazreti Ebû Bekir’e hitaben: Allah’ın mübarek (hayırlı) kılması niyazıyla kalkınız (eve buyurunuz) dedi. Hazreti Peygamber böylece Ebû Eyyûb El- Ensarî’nin evinde bir müddet kaldılar. O sırada Yahudilerin en büyük âlimlerinden ve ulularından Abdullah bin Selâm Müslüman oldu. Hazreti Peygambere hitaben şöyle demişti:
— Ya Resûlallah! Ben şahidlik ederim ki, gerçekten sen Allah’ın peygamberisin. Allah tarafından getirdiklerinin hepsi hakdır doğrudur. Yahudiler bilirler ki, ben onların efendisiyim ve efendilerinin de oğluyum. aynı zamanda onların en bilginiyim ve en bilginlerinin de oğluyum. Müslüman olduğumu bilmeden kendilerini çağırıp beni nasıl tanıdıklarını sorunuz. Benim kim olduğumu size söylesinler. Eğer Müslüman olduğumu öğrenirlerse, aleyhimde çok şey söyler ve bana iftira ederler.
Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem de, Yahudileri huzurlarına davet etti ve onlara şöyle buyurdu:
“Ey Yahudiler topluluğu! Allah’tan korkunuz. Kendisinden başka ilâh bulunmayan Allah’a yemin ederim ki, siz muhakkak benim Allah’ın Peygamberi olduğumu biliyorsunuz. Ben size hak dini getirdim; Müslüman olunuz.” Yahudiler cevap olarak:
Bizim bu hususta bilgimiz yok! dediler ve bunu üç defa tekrarladılar. Sonra Hazreti Peygamber Yahudilere sordu:
“Abdullah bin Selâm sizce nasıl bir adamdır?” Onlar cevap verdiler: O, bizim efendimiz ve efendimizin oğlu, en bilginimiz ve en bilginimizin de oğludur. Hazreti Peygamber yine onlara sordu:
“O Müslüman olursa ne dersiniz?” Onlar:
— Hâşâ, o asla Müslüman olmaz” dediler. Hazreti Peygamber bu soruyu üç defa sordular. Onlar da aynı cevabı verdiler. Bunun üzerine Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem:
“Ey İbni Selâm! Onların karşısına çık!” buyurdu. Abdullah bin Selâm da çıktı ve şöyle konuştu:
— Ey Yahudi cemaati! Allah’tan korkun. Kendisinden başka hiç bir ilâh bulunmayan Allah’a yemin ederim ki siz O’nun Allah’ın peygamberi olduğunu biliyorsunuz. Hak dini de getirdiğini biliyorsunuz.
Yahudiler Abdullah bin Selam’a şu karışlığı verdiler:
— Sen yalan söylüyorsun. Bunun üzerine, Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri, o Yahudileri huzurlarından dışarı çıkarttı.
1041- Hazreti Ebû Bekir (Radıyallahu Anh) der ki:
Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ile Sevr dağındaki mağarada idim. Bir ara başımı kaldırıp baktım ki, bizi takip eden Kureyş kavminden bazı kimselerin ayakları gözüküyor. Ya Resûlallah! dedim, onlardan biri eğer gözünü aşağı indirirse, bizi görür. Hazreti Peygamber bana şöyle buyurmuştu:
“Sus, ya Ebû Bekir, Biz, Üçüncüleri Allah Teâlâ olan iki kişiyiz.” (Biz yalnız değiliz, bizi koruyan Allah var.)
1042- Ala bin Hadremî’den rivayet edilmiştir:
“Sadr (vacip olan veda) tavafından sonra muhacir (Medine’ye hicret etmiş olan), Mekke’de üç gün kalabilir.”
Mütercim:
Medine’de bulunan muhacirlerden Mekke’ye gidip hac yapan kimse vacip olan Sadr tavafını yaptıktan sonra Mekke’de ancak üç gün kalabilir. Dördüncü gün hicret, yeri olan Medine’ye dönmesi gerekir. Ancak bu hüküm, Mekke’nin fethinden önce geçerli idi. Mekke fethedildikten sonra hicretin hükmü kalktığından artık hac yapanların Sadr (veda) tavafından sonra Mekke’de üç günden fazla kalmalarında bir sakınca yoktur. Şerkavî şerhinde böyle yazılıdır.
1043- Ebû Hureyre’den (Radıyallahu Anh) rivayet edilmiştir:
“Eğer Yahudi’lerden on kişi bana iman etmiş olsaydı, hepsi bana iman ederdi.”
Mütercim:
Medine’de ve Medine çevresinde bulunan yahudilerin ileri gelenlerinden on kişi iman etmiş olsalardı. Yahudilerin tümü imana gelirdi. O zamanki Yahudilerin elebaşları arasında şunlar sayılabilir:
Kâ’b bin Eşref; Rafi, bin Übeyy Hakik, Yahya bin Ahtab, Ebû Yas bin Ahtab, Abdullah bin Hanif, Fâhhas, Rufa’a bin Yezid, Zü-beyr bin Batıya, Kâ’b bin Esed, Şemuyel bin Yezid... İşte bu gibiler İslâmı kabul etmiş olsalardı, diğer bütün yahudiler Müslüman olacaktı.31
31 Ömer Ziyaeddin Dağistâni, Zübdetü’l-Buhari, Hisar Yayınevi:682-690
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
BEŞİNCİ CÜZ
GAZALAR BAHSİ
BEDİR MUHAREBESİ
1044- Hazreti Enes (Radıyallahu Anh) der ki:
Bedir savaşından tam bir zaferle çıktıktan sonra Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri ashabı kirama şöyle buyurdu:
“Ebû Cehilin ne olduğuna kim bakacak (onun halinden bize haber getirecek) “Hemen İbni Mes’ud gidip onu, Afrâ’nın iki oğlu tarafından kılıç darbeleriyle vurulmuş olduğu halde can çekişirken buldu ve ona: -Ebû Cehil sen misin? Diyerek sakalını çekti. Ebû Cehil cevap verdi: — Öldürdüğünüz adamın veya kavmi tarafından öldürülen adamın üstünde (ondan daha yüksek) adam var mı?” (Kavminin en büyük adamı olarak ölmekte olduğunu sayıklıyor.)
Mütercim:
İbni Mes’ud, Ebû Cehil’in başını keserek Hazreti Peygamberin huzuruna getirdi. Hazreti Peygamberin, bundan dolayı Allah’a hamd ve şükür ettiği bazı rivayetlerde vardır.
Ebû Cehil, Afra adındaki kadının Muaz ve Muavviz adlarındaki iki oğlu tarafından öldürülmüşse de, ilk kılıç darbesini Ebû Cehil’in ayaklarına vurarak onu yere düşüren Muaz Hazretleri olduğundan Ebû Cehil’in üzerindeki eşyasını ganimet, olarak aldı.
1045- Ebû Talha (Radıyallahu Anh) der ki:
Bedir savaşından çıktıktan sonra, Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem, Kureyş’in ulularından yirmibeş kişinin cesedlerini bir araya toplatıp Bedir semtinin en pis çukurlarından birine atılmaları için emir vermiştir. Emir yerine getirildikten sonra Hazreti Peygamber dinlenmek için üç gece Bedir’de ordusu ile kaldı. Aslında her savaş sonunda böyle yaparlardı. Üçüncü gün yola çıkmak üzere hazırlıklara başlandı ve eşyalar bağlandı. Hazreti Peygamber, devesine binerek ve ashap da kendilerini takib ederek yürümeğe başladılar. Yolda Kureyş ulularının bulunduğu çukura gelince, kenarında durdular. Cesetleri bu çukurda gömülü olan Kureyş Ulularına adları ve baba adları ile seslenerek şöyle buyurdular:
“Ey falan oğlu falan, ey falan oğlu falan! Siz Allah’a ve onun peygamberine itaat etmiş olaydınız, sevinir miydiniz? Allah’ın bize vaat ettiği zaferi biz gerçek olarak bulduk. Siz de, Allah’ın size vaat ettiği azabı gerçek olarak buldunuz mu?” Hazreti Ömer sordu:
— Ya Resûlallah! Cansız cesetlere neler söylüyorsunuz? Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem bulurdular ki:
“Muhammed’in canı, kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki, söylediklerimi siz onlardan daha iyi işitenler değilsiniz.”
Mütercim:
Gerek mümin ve gerek kâfir ölülerin görmesi, işitmesi ve azab ile nimeti tadmaları, Kur’an ı kerim ayetleriyle ve hadîs-i şeriflerle sabittir. Onun için bu hadîsin teviline hacet yoktur.
1046- Rifa’a bin Râfi (Radıyallahu Anh) der ki:
Cibril (Aleyhisselâm), Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretlerine sordu. Bedir gazilerini içinizde ne olarak sayarsınız? Hazreti Peygamber ona cevap verdi:
“Biz onları Müslümanların en üstün kişilerinden sayarız.” Cibril Aleyhisselâm:
— Biz de, meleklerden Bedir’de bulunanları, öylece sayarız, dedi.
Mütercim:
Bedir savaşında, bulunan ashabın sayıları, Hazreti Talût ile Filistin nehrini geçenlerin sayısı kadar üçyüz onbir veya, üçyüz on iki kişi idi. Görev icabı Hazreti Peygamberin emirleriyle Medine’de kalan sekiz kişi ile üçyüz ondokuz ashap idiler.
1047- İbni Abbas (Radıyallahu Anhuma) der ki:
Bedir savaşı henüz başlamadan Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:
Üzerinde savaş teçhizatı bulunan ve atının başını (dizginini) tutmakta olan zat.”
Mütercim:
“Evet, eğer siz sabreder ve peygambere itaatsizlikten sakınırsanız, o düşmanlar da üzerinize gelecek olurlarsa, Rabbiniz size beşbin melekle yardım edecektir. (Ali Iman/125)” mealindeki ayeti kerimeden de anlaşılacağı üzere Hazreti Cibril süvari olarak beşbin melekle Bedir savaşına katılmış ve Müslümanlara yardım etmiştir.
1048- Rübeyyi’ binti Muavviz (Radıyallahu Anha) der ki:
Gelin olarak gerdeğe girdiğim gecenin ertesi günü Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem evimize şeref verdiler. Yanımda, def çalıp Bedir savaşında şehit düşen babalarına ağıt yakan küçük kızlar vardı. Derken kızlardan biri:
— İçimizde yarın ne olacağını bilen şanlı Peygamber var, dedi. Hazreti Peygamber o kıza şöyle buyurdu:
“Böyle söyleme, daha önce ne söylüyordunsa onu söyle!”
Mütercim:
Kızım, sen Bedir şehitlerini öven sözlerine devam et. Gaybı bilirim diye beni övme, diye buyurmuştur. Her ne kadar ölü arkasından böyle sözler söylenmesi mekruh ise de, savaşçıları ve Müslümanları cesaretlendirmek için yapılmasında bir sakınca yoktur.
1049- Ebû Talha El-Bedrî (Radıyallahu Anh) der ki:
Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: “İçinde köpek ve resim (canlılara ait resimler kastediliyor) bulunan eve melekler girmezler.” İçinde köpek ve canlı varlıklara ait (insan ve hayvan gibi) resimler bulunan evlere rahmet melekleri girmezler. İnsanların amellerini yazan kâtib melekler ise daima insanlarla bulunur ve ayrılmazlar.
Bu hadîs-i şerifin gaza ile ilgisi olmadığı halde Bedir savaşı münasebetiyle getirilmesinin sebebi, bunu rivayet eden ravi Ebû Talha’nın Bedir savaşına katılmış olmasıdır. Bundan sonra gelen hadîs-i şerifler de İmam Buharî tarafından aynı maksada işaretle getirilmiştir.
1050- Ebû Mes’ud El-Bedrî (Radıyallahu Anh) der ki:
Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem buyurmuştur: “Bakara sûresinin sonundan iki ayeti bir gecede okuyan kimseye, o iki ayet yeter.”
(Amene’r-Rasûlü’yü sonuna kadar okuyan kimseye, o gece için bunun sevabı kâfi gelir. Yahut insan ve cinlerin zararından korunmuş olur. Yahut bu okuyuş, gece namazının sevabını karşılar, demektir.)
1051- Mikdad bin Amr El-Kindî El-Bedrî (Radıyallahu Anh) der ki:
Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ’e sordum: — Ya Resûlallah! Kâfirlerden biriyle karşılaşsam da onunla çarpışsak ve kılıcıyla vurup bir kolumu kestikten sonra benden korunmak için bir ağacın arkasına sığınarak, Allah’a iman ettim, dese ne buyurursunuz, ya Resûlallah, onu öldürebilir miyim? Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem:
“Onu öldüremezsin!” buyurdu. Mikdad yine sordu: — Ya Resûlallah! Benim iki kolumdan birini kesti ve Müslüman olduğunu da o kolu kestikten sonra söyledi!” Hazreti Peygamber şöyle buyurdu:
“Onu öldüremezsin. Eğer öldürürsen, senin onu öldürmeden önceki durumunda o, olur; sen de, onun söylemiş olduğu sözü (şehadet kelimesini) söylemeden önceki durumunda olursun. (O, Müslüman yerine geçmiş olur; sen de bir Müslümanın öldürülmesini helal kabul etmiş olacağın için kâfir durumunda olursun.)
1052- Cübeyr bin Mut’im (R.A.) der ki:
“Mut’im bin Adiyy hayatta olup da şu (Bedir savaşında esir edilen) kokmuşlar (ın serbest bırakılmaları) hakkında benimle konuşmuş olsa onları kendisine bırakırdım.”
Mütercim:
Hazreti Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Taif’den döndükten sonra, Mut’im bin Adiyy’in himayesine müracaat etmişti. Mut’im, dört oğlunu Kâbe’nin dört köşesinde durdurarak: Muhammed, bizim himayemizdedir, diyerek ilân ettirdi. Kureyş ileri gelenleri de buna karşı çıkmayıp itaat etmek zorunda kaldılar. Yine Haşimoğulları aleyhine olarak Kureyş tarafından yazılan andlaşma metninin bozulmasına en çok çalışan da Mut’im idi.
1053- Hazreti Ebû Bekir (R.A.) der ki:
“Bize hiç kimse varis (mirasçı) olamaz. Bizim (öldükten sonra) geriye bıraktığımız mal sadakadır. Yalnız bu maldan Muhammed’in ailesi (ferdleri hayatta bulundukları müddet) yer.”
(Hazreti Peygambere ait olan gerek Hayber’de ve gerekse Fedek arazisindeki bahçeler, vereseler arasında bölünmeyip Hazreti Peygamberin aileleri hayatta bulundukları müddet, bu arazilerin gelirlerinden geçimlerini sağlarlar. Sonra bu malların hepsi sadaka olarak Müslümanların devlet hazinesine kalır.)32
32 Ömer Ziyaeddin Dağistâni, Zübdetü’l-Buhari, Hisar Yayınevi:691-696
ttt
Dostları ilə paylaş: |