PEYGAMBER SALLALLAHU ALEYHİ VE SELLEM ’İN HASTALIĞI VE VEFATI
1110- Hazreti Aişe (Radıyallahu Anha) der ki:
Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem, ölüm hastalığında, kızı Fatıma’yı (Radıyallahu Anha) yanına çağırarak kulağına gizlice bir şey söyledi. Hazreti Fatıma ağlamaya başladı. Sonra ikinci defa yine gizlice kulağına bir şey söyledi. Bu defa Hazreti Fatıma gülümsedi. Sonra biz Hazreti Fatıma’ya bu iki halin sebebini sorduk. Bize şöyle anlattı:
— Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem, birinci defasında bu hastalık yüzünden dünyadan ahirete göçeceklerini bana söylediler. Onun için ağladım. İkinci defasında ise vefatlarından sonra aile ferdleri içinden en önce kendilerine kavuşacak olan kimsenin ben olduğumu bildirdiler. Onun için sevindim ve güldüm.
Hazreti Aişe yine anlatır: Ben, Resûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ’den çok defa şöyle buyurduğunu işitirdim: Hiç bir peygamber, dünyada kalması ve ahirete göçmesi arasında muhayyer bırakılmadıkça (bunlardan birini seçme serbestliği kendisine tanınmadıkça) vefat etmez.” Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ’in, ölüm halinde mübarek sesi kısılınca şu mealdeki ayeti kerimeyi okuduğunu işittim:
“Allah’a ve Peygambere, itaat edenler, işte bunlar, Allah’ın kendilerine nimet verdiği peygamberlerle, sıddîklarla, şehidlerle ve iyi kimselerle beraberdirler. Bunlarsa ne güzel arkadaşlardır!” (Nisa: 69)
Bunun üzerine diğer peygamberler gibi, Allah tarafından dünyada kalmasıyla ahirete göçmesi arasında Hazreti Peygamberin de serbest (muhayyer) bırakıldığını anladım.
1111- Hazreti Aişe (Radıyallahu Anha) der ki:
Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri sağlık hallerinde iken: “Hiç bir peygamber cennetteki yerini görmedikçe ve sonra da dünya ile ahiret arasında muhayyer kılınmadıkça vefat etmemiştir.” buyurdular. Hazreti Peygamber hastalanıp ölüm halinde mübarek başı dizim üzerinde iken, bir ara kendinden geçtiler. Sonra kendilerine geldikleri vakit, mübarek gözlerini evin tavanına doğru çevirdi ve:
“Allah’ım! Beni, yüce yoldaşa kavuştur.” buyurdu. Yani, bir an önce sana kavuşayım, yahut mukaddes yüksek makama erişeyim.
Hazreti Peygamber böyle dua edince, ben kendi kendime dedim ki artık Resûlullah bizi seçip dünyada kalmasını dilemez. Hayatlarında buyurdukları, “Allah tarafından dünya ile ahiret arasında muhayyer kılınmak” hadîs-i şerifinin gereği ahireti ihtiyar ettiklerini anladım.
Mütercim:
Hazreti Peygambere ölüm halinde Cibril gelip onu muhayyer kıldığı diğer hadîslerde geçmektedir.
1112- Hazreti Aişe (Radıyallahu Anha) der ki:
Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ’in mübarek vücutlarına bir hastalık geldiği zaman, muavvizeteyn (Nas ve Felak) sûrelerini okumak ve parmaklarının uçlarına üfleyerek ağrıyan yerlerine sürmek adetleri idi. Bu defa ölümlerine sebeb olan hastalıkta iken, ben de Muavvizeteyn sûrelerini okuyarak Hazreti Peygamberin ellerine üfürür ve ellerini ağrıyan yerlerine sürerdim. Bu son hastalığında kulağımı mübarek ağızlarının yanına yaklaştırdım ve dinledim. Şöyle dua ediyorlardı:
“Allah’ım! Beni bağışla, beni esirge ve beni yüce yoldaşa kavuştur.”
1113- Hazreti Aişe (Radıyallahu Anha) der ki:
Allah Teâlâ Hazretlerinin bana özel olarak ihsan buyurduğu en büyük nimetlerinden biri de, Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretlerinin benim evimde ve nöbet günümde, mübarek başları göğsüme dayalı bulunduğu halde vefat etmeleri ve benim ağız suyum ile Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretlerinin ağız suyunun birbirine karışmış olmasıdır. Şöyle ki:
Hazreti Peygamberin hastalığında onun dayanağı idim; O, bana yaslanıyordu. O anda yanıma kardeşim Abdurrahman (ibni Ebi Bekir) geldi. Elinde bir misvak (ağaçtan diş fırçası) olduğu halde içeri girmişti. Hazreti Peygamberin, kardeşimin elindeki o misvâk’a dikkatle baktığını gördüm. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ’in o misvâk’ı istediğini anladım. Hemen sordum:
— Ya Resûlallah, misvak ister misiniz? Hazreti Peygamber, evet, manasında mübarek başı ile işaret etti. Ben de hemen kardeşimden misvâk’ı alarak Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ’e verdim. Hazreti Peygamberin hastalığı şiddetli olduğundan misvak ona sert geldi. Ben, ya Resûlallah! mivsâk’ı size biraz yumuşatayım, dedim. Yine başları ile işaret ederek yumuşatmamı istediler. O misvak’ı mübarek elinden aldım ve ağzımda çiğneyerek tükürüğüm ile yumuşattım. Sonra Resûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ’e verdim. O da misvakı dişlerine sürdü.
Resûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ’in önünde deriden ve içinde su bulunan bir kap vardı. Mübarek ellerini o suya sokarak ıslatır, mübarek yüzüne sürer ve şöyle buyururdu:
-Allah’tan başka ibadet edilecek hiç bir ilâh yoktur; ölümün de gerçekten sekeratı (şiddeti) vardır.” Sonra Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri, ellerini göğe doğru kaldırıp ruhlarını teslim edinceye kadar:
“Yüce yoldaşın yanında...” demeye başladılar. Sonra mübarek, eli yavaş yavaş düştü. (Artık dünyadan göçmüşlerdi.)
1114- Hazreti Aişe (Radıyallahu Anha) der ki:
Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ’e hastalığında baygınlığa benzer bir hal gelmişti. Biz de hastalığına bir ilaç hazırladık. Kendileri bu ilâcı istemediklerini, işaretle bize bildirdilerse de, biz, her hasta ilâç kabul etmez düşüncesiyle yine o ilâcı ağızlarına damlattık. Sonra Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem kendine gelince şöyle buyurdu:
“Ağzıma ilâç damlatmaktan sizi menetmedim mi! Bu evde (amcam) Abbas’tan başka herkesin ağzına (ceza olarak) aynı ilâçtan damlatılacak ve ben de göreceğim. Abbas ise sizin ağzıma ilâç damlatmanızı görmedi (o esnada aranızda değildi).”
Mütercim:
Şanı yüce bir peygamber böyle ilaçlamayı yasaklamışken, bunu dinlemeyenlerin ahirette bir cezaları olması gerektiğinden dünyada kısas olarak onların aynı ilâcı kullanmak suretiyle cezalandırılarak ahiret cezasından kurtarıldıkları anlaşılmaktadır. Bizzat tedavi ile uğraşanlar ve görüpte rıza gösterenler aynı cezaya hâk kazanmış oldular. Fakat Hazreti Abbas tedavi sırasında bulunmadığı için o müstesna kılınmıştır.
1115- Hazreti Enes (Radıyallahu Anh) der ki:
Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ’in irtihallerine sebeb olan son hastalıkları ağırlaşınca, mübarek, vücutlarına bir ağırlık bastığını gören kızı Hazreti Fatıma (Radıyallahu Anha):
— Yetişin, babama ağırlık bastı! diye feryad etti. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem kızına şöyle buyurdu: (Kızım), bugünden sonra artık babanın bir sıkıntısı kalmayacaktır.”
Mütercim:
Hazreti Peygamberin altmış üç yaşında irtihal ettiklerini Hazreti Aişe anlatır. Her ne kadar Sahih-i Müslim’de altmış beş yaşında irtihal ettiği rivayet ediliyorsa da, doğrusu Hazreti Aişe’nin Buharî’deki rivayetidir. Bu altmış üç yılın elli üç senesi, Mekke’de ve geri kalan on senesi de Medine’de geçmiştir.
Tam kırk yaşında Mekke’de nübüvvet geldikten sonra, peygamberliğin ilk onüç yılını da orada geçirmişlerdir. Ancak bu on üç yılın üç senesi fetret devri (vahyin kesildiği zaman) olmuştur. Bu itibarla arka arkaya Kur’an ı kerimin nüzulü on sene Mekke’de ve on sene de Medine’de peyderpey vuku bularak yirmi senede tamamlanmış oldu.5
5 Ömer Ziyaeddin Dağistâni, Zübdetü’l-Buhari, Hisar Yayınevi:758-763
KURAN TEFSİRİ BAHSÎ
FATİHA SURESİ
1116- Ebû Saîd El-Hudrî (Radıyallahu Anh) der ki:
Ben, mescidi şerifte namaz kılarken Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem beni huzurlarına çağırdı. Namazdan sonra huzurlarına varıb:
— Ya Resûlallah! Namazda idim; onun için geciktim, dedim. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:
-“Allah Teâlâ; Allah ve Peygamberine, sizi çağırdığı zaman derhal icabet edin, buyurmadı mı?” (Enfal: 24) Böylece beni azarlama yollu ikaz ettikten sonra şöyle buyurdular:
“Bu mescidden dışarıya çıkmadan sana bir sûre öğreteceğim ki, o sûre, Kur’an’ın en büyük sûresidir.” Sonra Hazreti Peygamber elimden tutup beraberce mescidden çıkarken ben dedim ki, ya Resûlallah, siz Kur’an’ın en büyük sûresini bana öğretecek değil miydiniz? Bunun üzerine buyurdular ki:
“O sûre, El-hamdü lillâhi Rabbil’alemîn (Fatiha) süresidir. Bu sûre tekrarlanan yedi ayet ve Allah tarafından bana verilen büyük Kur’andır.”
Mütercim:
Fatiha sûresi yedi ayettir. Ancak imam Azam Hazretlerine göre, Besmele sûreden bir ayet değildir. “Sıratallezine en amte aleyhim” tam ayettir ve bununla yedi ayet tamamlanmaktadır. İmam Şafii Hazretlerine göre ise, Besmele, Fatiha sûresinden bir ayettir ve “Sıratellezine en’amte aleyhim” tam ayet değildir.6
6 Ömer Ziyaeddin Dağistâni, Zübdetü’l-Buhari, Hisar Yayınevi:763
BAKARA SURESİ
1117- Abdullah bin Mes’ud (Radıyallahu Anh) der ki:
Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri (‘ne) günahların en büyüğü hangisidir? diye sordum. Bana şu cevabı verdiler:
“Allah seni yarattığı halde senin ona eş ve ortak koşmandır.” Sonra en büyük günah hangisidir? sordum. Buyurdular ki:
“Seninle ekmeğini paylaşacağı korkusu ile kendi çocuğunu öldürmendir.” Ben yine sordum: Sonra en büyük günah hangisidir? Bana şu cevabı verdiler:
“Komşunun helali ile zina etmendir.”
1118- Said bin Zeyd (Radıyallahu Anh) Hazretlerinden rivayet edilmiştir:
“Kızıla çalan ak mantar, kudret helvası türündendir ve onun suyu göze şifadır.”
1119- Ebû Hureyre’den (Radıyallahu Anh) rivayet edilmiştir:
İsrail Oğullarına, Kudüs kapısından başlarınızı eğerek ve günahlarınızın bağışlanması için dua ederek giriniz, buyrulduğu halde, onlar kıçlarının üstünde sürünerek girdiler ve emri değiştirip, günahlardan tevbe, diyecekleri yerde, arpada habbe, dediler (emri alaya aldılar).”
Mütercim:
İsrail Oğullarının, Allah’ın emrini alaya almalarından dolayı onlara taun (veba) hastalığı gelerek bir saat içinde yirmidört bin kişinin öldüğü rivayet edilmiştir:
1120- İbni Abbas’dan (Radıyallahu Anh) rivayet edilmiştir:
Allah Teâlâ buyurmuştur: “İnsanoğlu hakkı olmadığı halde beni yalanladı ve hakkı olmadığı halde bana sövdü. Beni yalanlaması şu: Sanıyor ki, çürüyüp toprak olduktan sonra kendisini eski durumuna çeviremem. Bana sövmesine gelince, benim çocuklu olduğumu iddia etmesidir. Hâlbuki ben, zevce yahut çocuk edinmekten beriyim.
1121- Ebû Hureyre’den (Radıyallahu Anh) rivayet edilmiştir:
“Siz ehli kitabı ne doğrulayınız, ne de yalanlayınız; ancak biz Allah’a ve bize indirilene iman ettik, deyiniz.”
1122- Ebû Saîd’den (Radıyallahu Anh) rivayet edilmiştir:
“Kıyamet gününde Nûh (Aleyhisselâm Allah’ın huzuruna) davet edilince:
— Emrine hazırım, emret, ey Rabbim! diyecektir. Allah Teâlâ ona buyuracak:
— Benim emir ve hükümlerimi kavmine tebliğ ettin mi? O da: — Evet (tebliğ ettim)! diyecek. Sonra onun ümmetine sorulacak:
— Size bu peygamberiniz (Allah’ın hükümlerini) tebliğ etti mi? Onlar da:
— Bize ihtarcı bir peygamber gelmedi, diyecekler. Sonra (Allah Teâlâ Nûh Aleyhisselâm’a) diyecek ki:
— Senin lehine (tebliğde bulunduğuna dair) kim şahitlik edecek? Nuh Aleyhisselâm da:
— Muhammed Aleyhisselâm ve onun ümmeti (benim İçin) şahitlik ederler, diyecektir.
Bunun üzerine ümmetim, Hazreti Nuh’un, kendi ümmetine Allah’ın hükümlerini tebliğ ettiğine şahidlik edecekler ve peygamberiniz de sizin şehadetiniz doğru olduğuna şahitlik edecektir. İşte bu, Allah Teâlâ Hazretlerinin Kur’an ı Kerimde:
“Ey müminler! Böylece sizi seçkin ve şerefli bir ümmet kıldık ki, bütün milletler hakkında adalet örneği ve hak şahidleri olasınız. Peygamber de sizin üzerinize şahid olsum” (Bakara: 143) mealindeki buyurduğu ayetin anlamıdır. (Vasat, adalet demektir)
1123- Enes (R.A.) der ki, Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle dua ederdi:
“Allah’ım, ey Rabbimiz! Bize hem dünyada iyilik (ibadet ve itaat) ver, hem de ahirette iyilik (sevab ve rahmet) ver ve bizi azabdan koru.”
1124- Ebû Hureyre’den (R.A.) rivayet edilmiştir:
“Yoksul kendisini veya iki hurmanın yahut bir veya iki lokmanın geri çevirdiği dilenci değildir. Yoksul, o kimsedir ki, dilenmekten kaçınır. İsterseniz Allah Teâlâ Hazretlerinin, “onlar halktan ısrar edip dilenmezler”, âyeti kerimesini okuyunuz.” (Bakara: 273)7
7 Ömer Ziyaeddin Dağistâni, Zübdetü’l-Buhari, Hisar Yayınevi:763-767
ALİ İMRAN SÛRESİ
1125- Hazreti Aişe (R.A) der ki:
Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri şu mealde ki ayeti kerimeyi okudu:
“Sana Kur’an ı indiren O’dur. Kur’an’ın muhkem (açık ve kesin) âyetleri vardır ki, bunlar (kutsal) kitabın esasıdır. Birtakım müteşabih (değişik anlamlara gelebilen) başka âyetler de vardır ki, kalplerinde eğrilik bulunanlar, fitne çıkarmak ve kendilerine göre yorumlamak için onun müteşabih ayetlerine uyarlar. Hâlbuki o müteşabihin te’vilini ancak Allah bilir. İlmin inceliklerine vakıf olanlar: Biz ona (kutsal kitaba) inandık, hepsi (muhkemi ve müteşabihi) Rabbimiz katındandır, derler. Aklıselim sahipleri ancak buna akıl erdirir.” (Ali İmran: 7)
Sonra bana Hazreti Peygamber şöyle buyurdu:
Kur’an’ın müteşabih ayetlerinin ardına düşenleri görürsen bil ki, onlar, Allah’ın adlandırdığı (Kalpleri eğri) kimselerdir. Onlardan sakınınız.
Mütercim:
Müteşabih gerçek manası anlaşılamayan ayetlerdir. Bunlar da iki kısımdır. Biri, hem lâfız, hem de manası müteşabih olanlardır. Bunlar, sûre başlarında gelen (Elif, Lam, Mîm ve Ta, Ha gibi) harfledir. Bunlara mukatta’a harfler denir. Bunların Arab dilinde ne lâfız lan ve ne de manaları bilinmiyor. Bunların gerçek manasını yalnız Allah bilir.
İkinci kısım müteşabih de, yalnız manaları bilinmeyen ve kapalı olan ayetlerdir. “Allah’ın eli, sizin ellerinizin üstündedir.”, “Rahman olan Allah Arş üzerine oturdu.” ayetleri ile, “Rabbimiz dünya göğüne iner.” mealindeki hadîs-i şerifler gibi. Bu ayetlerde geçen Allah’ın eli, oturdu kelimeleriyle hadîste geçen iner kelimesinin manaları bilinen şeylerdir. Fakat bunları Allah’a isnad etmek, Allah’ın şanına uygun düşmeyeceğinden bunların gerçek manalarını Allah’a bırakmak selef âlimlerin görüşüdür. Ancak daha sonra gelen ve müteahhirin dîye adlandırılan müçtehitlere göre, bu gibi ayetler ve hadîs-i şerifler, Allah’ın şanına yaraşır şekilde tevil edilirler. Allah’ın eli demek, Allah’ın kudreti demektir. İstilâ, ihata manasınadır. Allah’ın inmesi demek, rahmetinin bolca gelmesi demektir, şeklinde uygun manalar verirler.
İşte böyle müteşabih ayetlerin hakikatinden bahsedenler ve tartışanlar, kalplerinde eğrilik bulunanlar olduğunu Allah Teâlâ Kuranı kerimde buyuruyor. Bu ayetin meali metinde verilmiştir.
1126- İbni Abbas’dan (Radıyallahu Anhuma) rivayet edilmiştir:
“Eğer insanların dava edip istedikleri her şey kendilerine (yalnız iddiaları üzerine) verilmiş olsaydı, birtakım kimselerin kanları ve malları haksız yere giderdi. Yemin ancak davalıya teklif edilir (ve davacı ise delil ikame etmekle yükümlüdür).”
1127- İbni Abbas (Radıyallahu Anhuma) der ki:
Hazreti İbrahim Aleyhisselâm ateşe atılırken “Allah bize kâfidir ve o ne güzel vekildir!” dedi.
Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem efendimize de bazı kimseler gelerek: Müşrikler sizinle savaşmak için hazırlanmış ve bir araya gelmişlerdir. Bunlarla (Ebu Süfyan ve arkadaşları ile) savaşabilecek gücünüz yoktur. Tedbirli olunuz diye korku verdikleri zaman, onların bu sözleri ancak müminlerin iman ve cesaretlerini artırdı ve şöyle dediler:
“Allah bize kâfidir ve O ne güzel vekildir.”
1128- Üsame bin Zeyd (Radıyallahu Anh) der ki:
Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri Bedir savaşından önce Medine’de hastalanan Sa’d bin Ubade’yi ziyaret için çıkmıştı. Sa’d, Haris bin Hazrec oğulları yanında hasta yatıyordu. Hazreti Peygamber bir merkebe binmişti. Merkebin sırtında, Fedek beldesinde dokunan saçaklı ve kalın bir kilim vardı. Hazreti peygamberin terkisinde de küçük Üsame bulunuyordu. Yolda giderlerken, henüz İslâmı kabul etmemiş olan Abdullah bin Selül’ün cemiyetine uğradılar. Bu toplantıda, Müslümanlardan, putperest müşriklerden ve Yahudilerden karışık kimseler vardı. Ashaptan Abdullah bin Revaha da bu toplantıda bulunuyordu. Hazreti Peygamber geçerken merkebin kaldırdığı tozlar oradakilerin üzerlerini kapladı. Abdullah bin Ubeyy bin Selül, elbisesinin eteği ile yüzünü ve burnunu kapadı. Sonra Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ’e;
— Üstümüzü, başımızı toz etmeyiniz, dedi. Hazreti Peygamber o meclise selâm verdi ve durdu. Sonra hayvanından inerek orada bulunanları dine davet etti ve onlara öğüt verdi, Kur’andan ayet okudu.
Abdullah bin Ubeyy bin Selül dedi ki:
— Senin söylediklerin gerçek ve hak ise, bundan daha güzel şey olamaz. Fakat bizim meclisimize gelipte bizi böyle rahatsız etmeyiniz. Siz evinize dönünüz de, size gelen olursa ona öğüt veriniz.
Bunun üzerine ashabın ileri gelenlerinden şair Abdullah bin Revaha:
— Ya Resûlallah! Abdullah bin Ubeyy bin Selül’ün sözüne bakma; her zaman meclisimize şeref ver ve bize Kur’an okuyarak öğütlerde bulun, dedi. Bunun üzerine Müslümanlarla diğer müşrikler arasında münakaşa ve çekişme başladı. Birbirleriyle dövüşecek hale geldiler. Hazreti Peygamber yumuşak ve tatlı sözleri ile onları yatıştırdı.
Bundan sonra Hazreti Peygamber yine hayvanına binerek yola koyuldu ve Sa’d bin Ubade’nin bulunduğu eve girdi. Sa’d Hazretlerine şöyle buyurdu:
“Ey Sa’d! Ebû Hubab’ın (Abdullah bin Ubeyy bin Selül’ün) dediklerini keşke kulağınla işitseydin. Adam şöyle şöyle söyledi.” Sa’d bin Ubade şu cevabı verdi:
— Ya Resûlallah, onu bağışlayınız. Çünkü Size Kur’an ı indiren Allah’a yemin ederim ki, Allah Teâlâ Hazretleri en şerefli olan peygamberlik rütbesini ve tacını size ihsan buyurdu. Hâlbuki bu belde halkı (Medine’liler) tüm olarak Abdullah bin Übeyy bin Selül’ü kendilerine başkan seçmek ve ona, özel şekilde sarılmış saltanat tacını giydirmek üzere idiler. Sonra sizin Medine’ye teşrifinizle onun bu saltanatı yıkılınca son derece kederlendi. İşte Abdullah’ın size karşı o çirkin hareketi bundan ileri gelmektedir. Bu bakımdan Abdullah bin Ubeyy bin Selül’ün kusuruna bakmayınız.
Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem de onu bağışladı.
Zaten Hazreti Peygamber ötedenberi kendilerine karşı yapılan kusur ve kabahatleri kimden gelirse gelsin affederlerdi. Kâfirlerin yapmış oldukları eziyetlere katlanarak sabrederlerdi. Kâfirlerle savaşmaya dair Allah’ın emri gelinceye kadar hep böyle devam etti. Bedir savaşında Kureyş müşriklerinin ileri gelenlerinin bir kısmı öldürülünce, adı geçen Abdullah bin Ubeyy bin Selül ile müşrik arkadaşlarından ibaret kalabalık bir topluluk, bu Bedir savaşı açık bir üstünlüktür, diyerek hemen İslâmı kabul ettiklerine dair Hazreti Peygambere söz verdiler.
Mütercim:
Bunların İslâmı kabul edişi görünüş haldedir; çünkü Abdullah bin Ubeyy bin Selül, münafıkların başı idi. O hal üzere de ölmüştü. “Münafıklardan hiç kimse üzerine namaz kılma ve kabri üzerinde durma,” mealindeki ayeti kerime bunun hakkında nazil olmuştur.
1129- Ebû Saîd El-Hudri (Radıyallahu Anh) der ki:
Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretlerine birtakım insanlar gelip:
— Ya Resûlallah! Kıyamette biz Rabbimizi görecek miyiz? diye sordular. Hazreti Peygamber onlara şu cevabı verdi:
“Evet, (göreceksiniz)! Bulutsuz, gayet berrak bir havada ve tam öğle zamanında güneşi görmekte hiç sıkıntı çeker misiniz?” Ashabı kiram:
— Ya Resûlallah, hiç bir zorluk çekmeyiz, dediler. Hazreti Peygamber tekrar:
“Bulutsuz ve berrak bir gecenin aydınlığında dolunayı görmekte hiç zahmet çeker misiniz?” buyurdu. Ashap yine:
— Ya Resûlallah, çekmeyiz! dediler. Bunun üzerine Hazreti Peygamber onlara şöyle buyurdu:
“İşte böyle güneş ve ayı sıkıntısız ve kuşkusuz gördüğünüz gibi, Allah Teâlâ Hazretlerini de kıyamette öylece göreceksiniz.
Kıyamet günü olunca, bir münadî (çağırmacı) şöyle çağıracaktır: Her ümmet, dünyada kime ibadet etmişse onun peşinden gitsin. Bunun üzerine Allah’tan başka (put ve sair) şeylere İbadet edenlerin hepsi cehenneme düşecektir. Ancak iyi olsun veya günahkâr olsun, Allah’a kulluk edenlerle kitap ehlinin bir kısmı kalacaktır. Sonra Yahudi’ler çağrılır ve onlara şöyle denilir!
— Siz (dünyada) kime ibadet ediyordunuz? Onlar derler ki:
— Biz, Allah’ın oğlu Uzeyr’e ibadet ediyorduk. Onlara:
— Siz yalan söylüyorsunuz. Allah çocuk ve zevce edinmemiştir. Siz şimdi ne istiyorsunuz? denilir. Onlar derler ki:
— Ey Rabbimiz! çok susadık. İçmek için su isteriz. Onlara, aslında cehennem alevi olup uzaktan serap gibi görünen cehennemi göstererek, işte oraya varmalısınız, denilir. Onlar toplanıp oraya giderek cehenneme düşerler.
— Sonra Hıristiyanlar çağrılır ve onlara sorulur:
— (Dünyada) kime ibadet ediyordunuz? Onlar derler ki:
— Biz, Allah’ın oğlu Mesih’e (İsa’ya) ibadet ediyorduk. Bu cevablarına karşılık onlara:
— Siz yalan söylüyorsunuz. Allah zevce ve çocuk edinmemiştir. Şimdi ne istiyorsunuz? denilir. Onlar önceki
Yahudiler gibi söyleyip sonunda cehenneme düşerler. Böylece mahşerde yalnız Allah’a ibadet eden iyi ve günahkâr müminler kalınca, alemlerin Rabbi onlara, evvelce tasarladıkları surete yakın bir surette gelir. Bunlara şöyle denilir:
— Siz ne bekliyorsunuz? Her ümmet ibadet etmiş olduğu şeye uyarak gitti. Onlar şu cevabı vereceklerdir:
— Biz dünyada kendilerine en çok muhtaç olduğumuz zamanda bile onlardan ayrılmış ve onlarla arkadaşlık etmemiştik. Biz, ibadet etmiş olduğumuz Rabbimizi bekliyoruz. Allah Teâlâ buyurur: — işte ben sizin Rabbinizim. Onlar:
— Biz dünyada kendilerine en çok muhtaç olduğumuz zamanda bile onlardan ayrılmış ve onlarla arkadaşlık etmemiştik. Biz, ibadet etmiş olduğumuz Rabbimizi bekliyoruz. Allah Teâlâ buyurur: — işte ben sizin Rabbinizim. Onlar:
— Biz Allah’a hiç bir şeyi ortak koşmayız, derler ve bu, iki veya üç kez tekrarlanır.”8
8 Ömer Ziyaeddin Dağistâni, Zübdetü’l-Buhari, Hisar Yayınevi:767-773
NİSA SURESİ
1130- Abdullah bin Mes’ud (Radıyallahu Anh) der ki:
Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem bana:
“Benim için biraz Kur’an oku.” buyurdu. Ben dedim ki: — Ya Resûlallah! Kur’an size nazil olmuşken ben mi size okuyacağım? — Bana şu cevabı verdiler:
“Kur’an ı başkasından dinlemeyi seviyorum.” Ben de ona Nisa süresini okudum. Nihayet:” Her ümmetten peygamberlerini birer şahid getirdiğimiz ve seni de onların üzerine şahid yaptığımız zaman, bakalım kâfirlerin hali ne olacak!..” mealindeki (Nisa sûresi 41.) ayete geldiğim zaman, Hazreti Peygamber bana: “Dur!” dedi. Bir de baktım ki, (mübarek) gözlerinden yaş boşanmakta idi.
Mütercim:
Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretlerinin ağlaması, Allah’a ibadette kusur işleyenlere üzülmelerindendi. Yahut bu ayetin ihtiva ettiği mananın şiddet ve azametindendir. Yahut bu şekilde ağlamaları, kendi, ümmetinin diğer ümmetlere adalet üzere şahid olacakları sevincindendir. Şerkavî şerhinde böyle açıklanmaktadır. Bana kalırsa, Hazreti Peygamberin ağlaması, Kur’an dinlemenin verdiği manevî hazdan ve duygulanmalardan ileri gelmiştir.
1131— Ebû Hureyre’den (Radıyallahu Anh) rivayet edilmiştir:
“Kim benim Yunus bin Metta’dan daha hayırlı olduğumu iddia ederse muhakkak yalan söylemiştir.”
Mütercim:
“Hût sahibi (Yunus Aleyhisselâm) gibi olma.” mealindeki ayetin zahirine bakarak Hazreti Yunus’dan daha hayırlı olduğunu sanan kimse, yalancıdır; çünkü hiç kimse peygamber derecesine ulaşamaz.
Yahut Hazreti Peygamber burada tevazu göstererek ümmetinden hiç kimsenin peygamberler arasında üstünlük iddiasına kalkışıpta Hazreti Yunus’u noksan ve aşağı derecede görmemesini istemiştir. Peygamberler arasında fark gözetilmemelidir.
Her ne kadar ayeti kerimede, “Biz, peygamberlerin bir kısmını diğerlerinden üstün kıldık.” buyruluyorsa da, burada iman cihetinden fark gözetmemeğe delâlet eden: “Allah’ın peygamberlerinden hiç birini diğerinden ayırd etmeyiz,” mealindeki mana kastedilerek bir tevazu belirtisi olmuştur. Yoksa Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem bütün peygamberlerin en faziletlisidir. Nitekim şöyle buyurmuşlardır:
“Ben insan oğullarının efendisiyim: Bundan övünme yoktur.”
Sonuç olarak denir ki, hiç kimse, Yûnus Aleyhisselâm’ın kıymetini noksan görmesin. Ancak peygamberler arasında fazilet bakımından fark vardır. Fakat tümünün hak peygamber olduğuna iman etmekte hiçbir fark yoktur.
Metta, Hazreti Yûnus Aleyhisselâm’ın, babasının adıdır. Annesinin ismi olduğunu söyleyenler de vardır.9
9 Ömer Ziyaeddin Dağistâni, Zübdetü’l-Buhari, Hisar Yayınevi:773-775
Dostları ilə paylaş: |