FURKAN SURESİ
1146- Hazreti Enes (Radıyallahu Anh) der ki:
Bir kimse Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ’e gelip: — Ey Allah’ın peygamberi! Yüzükoyun cehenneme sürüklenenler, (Furkan: 34) mealindeki ayeti kerimeye göre, kıyamet gününde kâfirler böyle nasıl götürüleceklerdir? diye sordu. Hazreti Peygamber şöyle buyurdu:
“Dünyada iken insanı iki ayağı üzerinde yürüten (Allah), onu kıyamet gününde yüzü üzere yürütmeğe kâdir değil mi?”
Mütercim:
Kâfirlerin yüzleri üzere cehenneme sürüklenmelerinin sebebi, yüz ve alınlarını secdeden sakındırdıkları içindir.19
19 Ömer Ziyaeddin Dağistâni, Zübdetü’l-Buhari, Hisar Yayınevi:792-793
KASAS SURESİ
1147- İbni Mes’ud (Radıyallahu Anh) der ki:
Kureyş kavmi, İslâm dinine girmekte geciktiklerinden, Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem, İslâm’a girmelerine vesile olsun diye, onlara, şöyle dua etti:
“Allah’ım! Hazreti Yûsuf’un yedi kıtlık senesi gibi Kureyş’i yedi kıtlık senesine uğratarak onlara karşı bana yardım et.”
Gerçekten bu duadan sonra Mekke halkı büyük bir kıtlığa düştüler. Açlıktan ölenler oldu. Ölen hayvanların leşlerini yediler. Açlık sebebiyle herkesin gözleri, etrafı bulanık görmeye başladı. Sonra Ebû Süfyan, Hazreti Peygamberin huzurlarına varıp:
— Ya Muhammed! (Sallallahu Aleyhi ve Sellem ) ben sana geldim. Sen bize daima yakın akrabaya iyilik etmemizi tavsiye ediyorsun. Hâlbuki senin yakın akraban olan kavmin kıtlık ve açıktan helak oldular. Siz bunlar üzerinden kıtlığın kalkması için Allah’a dua ediniz. Onlardan bu kıtlık kalkarsa sana iman ederler, dedi. Sonra Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem:
“Semanın apaçık bir duman (kıtlık) getireceği günü (azab gününü) bekle. Öyle bir duman ki, bütün insanları saracaktır. Bu acıklı bir azabdır. (O kıtlığa ve açlığa düşen kâfirler diyecekler ki): Ey Rabbımız! Bizden bu azabı kaldır; çünkü biz müminleriz. Onlar için düşünüp ibret almak nerede!... Doğrusu kendilerine (gerçekleri) açık seçik anlatan bir peygamber geldi. Fakat ondan yüz çevirdiler ve bu, (peygamber değil) ayartılmış bir çılgındır, dediler. Biz o vaat ettiğimiz (açlıktan ibaret) azabı biraz kaldıracağız; fakat siz yine (küfre) döneceksiniz.” (Duhan: 10-15) mealindeki ayeti kerimeleri okudu. Gerçekten ayetlerde açıklandığı gibi, Hazreti Peygamberin duası ile Mekke halkı üzerinden açlık ve kıtlık musibeti kalktı. Fakat Mekke halkı yine imana gelmekten yüz çevirdiler. Eski küfürlerine döndüler. Sonra onlar hakkında: “Biz de en ağır darbeyi indirdiğimiz gün, kendilerinden intikamımızı almış olacağız.” mealindeki ayeti kerime indi. (Duhan: 16)
Mütercim:
İbni Mes’ud Hazretlerinin bu hadîs’i Şerifi böyle açıklanmalarının sebebi şu:
İbni Mes’ud Hazretlerinin kendi kabilesinden bir adam diyordu ki, kıyamete yakın bir duman gelecek ve münafıkların kulaklarını sağır, gözlerini kör edecek, müminlere ise bu duman az bir zarar vererek hafif bir nezle şeklinde geçecektir. Adamın bu şekilde insanlara haber yaymasını İbni Mesud Hazretleri duyunca, dayanmış olarak oturduğu yerden hiddetle doğrulmuş ve şöyle konuşmuş:
— Gerçek bir bilgi sahibi olan konuşsun; bilgisi olmayan, Allah bilir, desin. Bilmediği şey hakkında Allah bilir, demek de bir çeşit bilgidir.
Bir de Allah Teâlâ Hazretleri: “Ey Resulüm, de ki: Ben, tebliğime karşı sizden bir ücret istemiyorum ve ben düzenbazlardan değilim,” buyurmuştur. Şimdi ben, o “Duman” meselesinin anlatıldığı gibi olmadığını, Kureyş hakkında olduğunu söyleyeyim diyerek yukarıdaki hadîs-i şerifi anlatmıştır.
Fakat Camiu’s-Sağîr’de rivayet edilen: “On alâmet meydana gelmedikçe kıyamet kopmayacaktır.., “ hadîs-i şerifte, bu alâmetlerden biri “Duman” olarak zikredilmektedir. Bu itibarla “Duman” hadisesinin geçmiş olmayıp kıyamete yakın olacağını ibni Abbas Hazretleri ile birçok sahabî söylemektedirler.
Bununla beraber hatıra şu gelebilir: Ayeti kerimede geçen DUHAN = Duman, yalnız Mekke’liler hakkındadır. Hadîste geçen DUHAN ise, kıyamet alâmetlerinden olan dumandır. Bu duman herkesle ilgilidir. (Bu dumandan, büyük tahrip gücüne sahip nükleer silahların, kullanılması kastedilmiş olabilir.)20
20 Ömer Ziyaeddin Dağistâni, Zübdetü’l-Buhari, Hisar Yayınevi:793-795
SECDE SÛRESİ
1148- Ebû Hureyre’den (Radıyallahu Anh) rivayet edilmiştir:
“Allah Tebareke ve Teâlâ Hazretleri buyurdu: sâlih olan kullarım için, gözlerin görmediği, kulakların işitmediği ve hiçbir kimsenin kalbinden geçmediği büyük nimetler hazırladım.”
Bu hadîs-i şerifi rivayet eden Ebû Hureyre demiştir ki, isterseniz şu mealdeki ayeti kerimeyi okuyunuz:
“Müminlerin işledikleri sâlih amellere karşılık (bir mükâfat) olarak kendileri içine göz aydınlıkları saklandığını hiç kimse bilemez.” (Secde: 17)
Mütercim:
Bazı rivayetlerde bu hadîs-i şerifin sonuna: “Bilgi edindiğiniz, cennet nimetlerini bir tarafa bırakınız: o nimetlerden başka gizli ve hatıra gelmeyen nice nimetler hazırlanmıştır.” sözleri ilave edilmektedir.21
21 Ömer Ziyaeddin Dağistâni, Zübdetü’l-Buhari, Hisar Yayınevi:795
AHZAB SÛRESİ
1149- Hazreti Aişe (Radıyallahu Anha) der ki:
Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ’in pak zevcelerinden Sevde (Radıyallahu Anha), hicab=örtünme ayetinin inmesinden sonra gece, yatsı vaktinde, zaruri ihtiyacı için evinden dışarı çıkmıştı. Hazreti Ömer (Radıyallahu Anh) onu uzaktan görerek tanıdı. Zaten Hazreti Sevde boylu poslu bir hanımdı. Onu bilenler görür görmez kendisini tanırlardı. Hazreti Ömer gece vakti onun böyle dışarı çıkmasını hoş görmeyerek kendisine seslendi ve eve geri dönmesini istedi. O da geri dönerek benim evime geldi. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri de benim evimde akşam yemeğini yiyordu ve elinde bir et parçası vardı. Hazreti Sevde:
— Ya Resûlallah! defi hacet için evden çıkmıştım. Hazreti Ömer beni gördü ve bana şöyle şöyle söyledi, dedi. O anda Allah Teâlâ Hazretleri, Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ’e vahiy indirdi. Vahiy tamamlanıp Hazreti Peygamberden şiddet hali gidinceye kadar mübarek elindeki et parçasını yere koymamıştı. Sonra Hazreti Sevdeye cevap olarak şöyle buyurdular:
“Gerçek şu ki, ihtiyaçlarınız İçin dışarıya çıkmanıza izin verildi.”
Mütercim:
İmam Buharî Hazretleri bu hadîs-i şerifi “Abdest bölümünde = Kitabu’l-vudu’da” ve hicab ayetinin inmesinden önce olarak göstermiştir. Hatta hicab ayetinin iniş sebebi olarak bu olayı anlatmıştır.
Burada ise, hicab ayetinin inmesinden sonra diye rivayet etmiştir. Kirmanî, şerhinde bu iki hadîs-i şerif için uygun yorum yapmış ve demiştir ki, Hazreti Sevde’nin evinden çıkması ve onu Hazreti Ömer’in görmesi iki defa olmuştur. Biri hicab = örtünme ayetinin inmesinden önce, diğeri de hicab ayetinin inmesinden sonradır. Böyle olması mümkündür.
Bazı âlimler de demişlerdir ki, hicab ayetinin inmesinden sonra olan Hazreti Ömer’in itirazı, kadınların örtülü olsa bile dışarı çıkmalarının caiz olmadığını sandığından ileri gelmiştir. Sonra bu hadîs-i şerif ile caiz olduğu anlaşılmıştır.
1150- Hazreti Aişe (Radıyallahu Anha) der ki:
Hicab ayeti indikten sonra süt babam Ebu’l-Kuays’ın kardeşi olan (süt amcam) Eflah evime geldi ve içeri girmek için izin istedi. Ben ona izin vermedim ve: Hazreti Peygamberden müsaade almadıkça sana izin veremem, dedim. Kendi kendime dedim ki, bu adam benim amcam olamaz; çünkü beni emziren kadındır ve o da Ebu’l- Kuays’in hanımıdır. Sonra Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem teşrif edince; olayı anlattım:
— Ya Resûlallah! Ebûl-Kuays’ın kardeşi Eflah gelip içeri girmek için izin istedi. Ben de, sizden müsaade almadıkça olmaz, dedim. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem bana şöyle buyurdu:
“Amcanı neden kabul etmedin?” Ben dedim ki: Ya Resûlallah! Nasıl amcam olurmuş. Beni erkek emzirmedi. Beni Ebu’l-Kuays’ın zevcesi emzirdi? Bana şöyle buyurdular:
“Eli yeşeresice! Sen ona izin ver; çünkü o senin (süt) amcandır. (Mahrem olmada aynen soyca olan amca gibidir).”
Mütercim:
Sütün baba tarafına geçişine fıkıh âlimleri “Leben-i Fahl” derler. Bir kadın kocasının nikâhında iken gelen sütünden bir çocuğun süt emme çağında emmesiyle süt veren kadının çocuğu olduğu gibi, kocasının da süt oğlu olur. Bu kocanın erkek kardeşi de çocuğun süt amcası olur ki, hadîs-i şerifte geçen mesele budur. Soyca evlenilmeleri haram olanlar, süt bakımından da haram olurlar. Yani amca ile evlenmek nasıl haramsa, süt amca ile evlenmek de öyle haramdır. Onun için bir kadının amcası ile bir arada bulunmasında bir sakınca yoktur; çünkü mahremidir.
1151- Kâb bin Ucre (Radıyallahu Anh) der ki:
Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem e:
— Ya Resûlallah! Sana selâm verilme şeklini biliyoruz. Tahiyyatta “Esselâmü Aleyke Eyyühennebiyyu ve rahmetullahi ve berekâtüh” diyerek bize onu öğretmiştiniz. Fakat sana ”Salâvat” nasıl getireceğiz? diye sorulunca, Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri:
“Allahümme Salli Alâ Muhammed’in ve ala Ali Muhammed. Kema Salleyte alâ Ali İbrahime. İnneke Hamîdün Mecîd. Allahümme barik alâ Muhammedin ve alâ Ali Muhammed. Kema barekte alâ Ali İbrahime inneke hamîdün mecîd = Allah’ım! İbrahim ailesine salât (rahmet) ettiğin gibi, Muhammed’e ve Muhammed’in ailesine salât et. Muhakkak ki sen Hamîd’sin (hamd edilmeğe lâyıksın), Mecîd’sin (şanın yücedir). Allah’ım! İbrahim’in ailesini mübarek kıldığın gibi, Muhammed’i ve Muhammed’in ailesini mübarek kıl. Muhakkak ki sen Hamîd’sin, Mecîd’sin.”diye söyleyiniz.” buyurdu.
1152- Ebû Saîd EI-Hudrî (Radıyallahu Anh) der ki:
Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretlerine, ya Resûlallah, sana selâm verme şeklini bildik; fakat sana salât nasıl getirelim. Bunu bize öğretiniz, dediğimiz zaman, bize şöyle deyiniz buyurdu:
“Allahümme Salli ala Muhammed’in ve resûlike, kema salleyte alâ Ali İbrahîme ve barik ala Muhammedin ve alâ Ali muhammedin kema barekte alâ İbrahime, (alâ Ali İbrahime) ve barik alâ Muhammedin ve alâ Ali Muhammedin kema barekte alâ İbrahime ve Ali İbrahime = Allah’ım! İbrahim ailesine salât (rahmet) ettiğin gibi, senin kulun ve peygamberin olan Muhammed’e de salât et. İbrahime (veya İbrahimin ailesine) verdiğin bereket gibi, Muhammed’e ve Muhammed’in ailesine bereket ver.”
Diğer bir rivayette de şöyledir: “İbrahime salât (rahmet) ettiğin gibi, senin kulun ve Peygamberin olan Muhammed’e salât et. İbrahime ve İbrahimin Ailesine verdiğin bereket gibi, Muhammed’e ve Muhammed’in ailesine bereket ver.”
Mütercim:
Hazreti Peygambere salâvat getirmeğe dair çeşitli hadîs-i şerifler rivayet edilmektedir. Bunların ayrı ayrı zamanlarda buyrulmuş olması ihtimali vardır. En meşhur rivayet, namazlarda “Tahiyyat” dan sonra okuduğumuz salâvatdır.
1153- Ebû Hureyre’den (Radıyallahu Anh) rivayet edilmiştir:
“Hazreti Mûsâ (Aleyhisselâm) yüksek hayâ lı bir zat idi. Bu hal da, şu mealdeki Allah Teâlâ Hazretlerinin kelâmının ifadesidir: Ey iman edenler! Sizler, Mûsâ’ya (iftira ederek) eziyet verenler gibi olmayın; nihayet Allah onu dediklerinden temize çıkardı. O, Allah katında çok itibarlı kişidir.” (Ahzab: 69)
Mütercim:
Musa Aleyhisselâm vücudunu yıkarken onu çıplak olarak hiç kimse görmemişti. Daima vücudunu göstermekten sakındığı için İsrail oğulları aleyhine sözler etmişler, kendisinde fıtık hastalığı olduğu için bizimle çıplak olarak yıkanmıyor, demişlerdi. Böylece lüzumsuz sözler söyleyerek ona eziyet etmişler. Sonra Allah Teâlâ Hazretleri, Mûsâ Aleyhisselâm’ı onların kötü isnatlarından temize çıkardı. Buna dair hadîs-i şerif, Gusül Bölümünde geçmiştir.22
22 Ömer Ziyaeddin Dağistâni, Zübdetü’l-Buhari, Hisar Yayınevi:796-800
SEBE SURESİ
1154- İbni Abbas (Radıyallahu Anhuma) der ki:
Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri bir gün Mekke’de Safa tepesine çıkıp: “yetişin, imdat!” diye seslendi. Kureyş kavmi hemen çevresinde toplandılar. Hazreti peygambere, neyin var senin? diye sordular. Peygamber efendimiz onlara şöyle buyurdu:
“Bakınız, düşmanın sabahleyin veya akşamleyin size saldıracağını haber versem bana inanır mıydınız?” Onlar cevap olarak:
— Evet, inanırdık, dediler.
Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem:
“İşte ben, (iman etmediğiniz takdirde uğrayacağınız) şiddetli bir azabın önünde sizi uyaran bir peygamberim.” buyurdu. Sonra Ebû Leheb şöyle dedi:
— Yok olasıca sen bizi buraya bunun için mi topladın? Bunun üzerine, “Ebû Leheb’in iki eli kurusun” mealindeki Tebbet sûresi nazil oldu.
1155- Ebû Hureyre’den (Radıyallahu Anh) rivayet edilmiştir:
“Allah Teâlâ, dünyayı kabzasına alır, gökleri de sağ eliyle dürer ve sonra şöyle buyurur: İşte (gerçek manada) hükümdar benim. Dünya hükümdarları nerede?”23
23 Ömer Ziyaeddin Dağistâni, Zübdetü’l-Buhari, Hisar Yayınevi:800-801
ZÜMER SÛRESİ
1156- Ebû Hureyre’den (Radıyallahu Anh) rivayet edilmiştir:
“Sûra birinci üfleyişle ikinci üfleyişin arası kırktır. İnsan vücudundan kuyruk sokumu kemiğinden başka bütün kısımları çürür. İşte bu çürümeyen kısımdan tekrar yaratılış teşekkül ettirilecektir.”
Mütercim:
Ayeti kerimede buyrulduğu gibi, kıyamet günüde iki defa İsrafil tarafından Sûr’a üfürülecektir. İlk üfürülüşte, gökte ve yerde olan bütün canlılar ölecektir; ancak Allah’ın dilediği bazı yaratıklar kalır. İkinci kez sûra üfürülünce, bütün ölüler dirilip mezarlarından çıkacaklar ve acaba ne olacağız diye şaşkınlıkla bekleyeceklerdir. İşte bu iki üfürülüş arası kırk yıl, yahut kır ay, yahut kırk gün olacaktır.
Bir de, insanın bütün azaları (organları) çürüyecek. Fakat yalnız kuyruk sokumu kemiği çürümeyecektir. Bu kısmın parçalanamayacak kadar küçük bir cüz (atom) olduğu söylenmektedir. İşte insanın tekrar yaratılması bu parçalanamayan küçük cüzden olacaktır.
Ebû Hureyre Hazretlerine “Kırk” sayısının ne olduğu sorulunca, ben cevap vermeğe yetkili değilim, dedi. Diğer vücutları çürümeyen Peygamberler, şehitler ve bazı kimseler, başka bir hadîsle istisna edilmişlerdir.24
24 Ömer Ziyaeddin Dağistâni, Zübdetü’l-Buhari, Hisar Yayınevi:801
CASİYE SÛRESİ
1157- Ebû Hureyre’den (Radıyallahu Anh) rivayet edilmiştir:
“Azîz ve Yüce olan Allah buyurdu: İnsanoğlu beni incitiyor. Zamana sövüyor; Hâlbuki zaman benim, idare benim elimdedir. Geceyi ve gündüzü ben çeviriyorum.”
Mütercim:
Bu hadîs-i şerifte geçen “Dehr (zaman) benim” ifadesini anlamayan bazı kimseler, Kur’an-ı kerimde inançları beyan edilen “Bizi dehirden (tabiattan) başkası helak etmez” inancında bulunanların sapık yoluna düşmüşlerdir. İbni Hazim ve ona uyan bir kısım âlimler de, “Dehr” kelimesini Allah’ın isimlerinden (Esma-i Hüsnâ’dan) saymışlardır. Hâlbuki hadîs-i şerifin son kısmı, “Dehir benim” sözünün tam bir açıklamasıdır. Her iş benim kudret elimdedir. Zamanı belirleyen gece ve gündüzü yaratıp idare eden, nizam ve intizama koyan benim, buyrulmaktadır. Bu açıklama varken başka yorumlarda bulunmak sapıklık olur.
Ayrıca Allah’ı inkâr eden tabiatçıların “Bizi ancak tabiat helak eder” (Casiye: 24) küfür sözlerini Cenabı Hak red ve iptal için “Onlar ancak yalan söylüyorlar” (Yûnus: 66) buyuruyor. Artık bu apaçık gerçekten sonra, bunun manasında şüphelenmek veya başka manalara sapmak olur mu?
Allah hiç bir şeyden incinmez ve elem duymaz. Bununla beraber “İnsanoğlu beni incitiyor” sözünün buyrulmuş olması, dehre sövenler benim gazabımı kazanırlar anlamındadır. Nitekim: “Allah’a ve onun peygamberine eziyet edenlere Allah hem dünyada, hem de ahirette lanet etmiştir” (Ahzab: 57) mealindeki ayeti kerime de, bu manayı açıklamaktadır. Allah’ın rızasına aykırı olarak peygambere iftira etmek suretiyle ona eziyet edenleri Allah hem dünyada perişan edecek, hem de yine gazabı ile ahirette onlara acıklı azab taddıracaktır.25
25 Ömer Ziyaeddin Dağistâni, Zübdetü’l-Buhari, Hisar Yayınevi:802
MUHAMMED (KITAL) SÛRESİ
1158- Ebû Hureyre’den (Radıyallahu Anh) rivayet edilmiştir:
“Allah Teâlâ Hazretleri bütün yaratıkları yarattı ve yaratma işini tamamlayınca rahim (akrabalık) ayağa kalkıp Rahman olan Allah’ın azamet eteğine sığındı. Allah Teâlâ ona: geri çekil, buyurdu. Rahim (akrabalık) dedi ki:
— Burası, akrabalık bağının kesilmesinden sana sığınma makamıdır. Allah Teâlâ buyurdu:
— Sana bağlanana bağlanmaklığımdan ve seninle arayı kesenle arayı kesmekliğimden memnun olmaz mısın? Rahim cevap verdi:
— Evet yarabbi! memnun olurum. Cenabı hak:
— İşte böyle olacaktır, buyurdu.” (Senin hakkını gözetenlere merhamet edip nimet vereceğim, gözetmeyenleri de rahmetimden uzak tutacağım.) Hadîs-i şerifi rivayet eden Ebû Hureyre diyor ki: Dilerseniz şu mealdeki ayeti kerimeyi okuyunuz:
“Ey münafıklar! iktidar olsaydınız ülkede bozgunculuk yapmanız ve akrabalık bağlarını koparmanız sizden beklenirdi elbet.” (Kıtal = Muhammed: 22) 26
26 Ömer Ziyaeddin Dağistâni, Zübdetü’l-Buhari, Hisar Yayınevi:803
KAF SÛRESİ
1159- Hazreti Enes’den (Radıyallahu Anh) rivayet edilmiştir:
“Cehennemlikler ateşe atılır ve Cehennem daha var mı? der. Nihayet Allah, cehenneme kudret ayağını koyacak ve cehennem: — Yeter, yeter, diyecektir.”
Mütercim:
Allah Teâlâ Hazretleri cehennemi tazyik edip sıkıştıracak. Onu ayak altına almışçasına zelil kılacak. O zaman cehennem: Aman yeter, yeter; gücüm kalmadı, diyecek. Cehennemin konuşması, hal lisanı ile olabileceği gibi, Allah’ın konuşturması ile de olabilir.
1160- Ebû Hureyre’den (Radıyallahu Anh) rivayet edilmiştir:
“Cehennem (e Allah tarafından) sorulur: — Doldun mu? Cehennem cevap verir:
— Daha var mı? Bunun üzerine Allah Teâlâ cehenneme kudret ayağını koyar ve cehennem:
— Artık yeter, yeter, der.”
1161- Ebu Hureyre’den (Radıyallahu Anh) rivayet edilmiştir:
“Cennet ile cehennem karşılıklı olarak dilleşecekler: Cehennem diyecek ki, ben büyüklük taslayanlara ve zorbalara tahsis edildim. Cennet de diyecek ki, bana ancak insanların zayıfları ile insanların gözünden düşmüş fakirler girecektir. Sonra Allah Teâlâ Cennete şöyle buyuracak:
— Sen benim rahmetimsin (rahmet ettiğim yersin). Kullarımdan dilediğime seninle merhamet ederim. Cehenneme de şöyle buyurdu:
— Sen ancak bir azabsın (azab yerisin). Kullarımdan dilediğim kimseye seninle azab ederim. Her ikiniz için dolmak hakkı vardır (boş yeriniz kalmayacaktır). Ancak cehennem, Allah Teâlâ kudretiyle tazyik etmedikçe dolmayacaktır. O zaman cehennem: Yeter, yeter, diyecektir. O zaman cehennem tamamen dolmuş olur ve iç içe girerek kapanır. Böylece Allah Teâlâ Hazretleri kullarından (yaratıklarından) hiç kimseye zulüm etmez. Cennetin boş kalan yerini doldurmak için, Allah Teâlâ yeniden bazı yaratıklar yaratır ve onlarla cenneti doldurur.”
Mütercim:
Cehenneme “Doldun mu?” sorulup buna: “Daha var mı?” cevabının verilmesi şeklindeki mükâleme, bir kısım âlimlere göre Cehennemlik olanlar cehenneme girmeden önce olacaktır; diğer bir kısmına göre de bunlar cehenneme girdikten sonra olacaktır. Buna dair geniş bilgi, tefsir kitaplarında vardır.27
27 Ömer Ziyaeddin Dağistâni, Zübdetü’l-Buhari, Hisar Yayınevi:803-805
NECM SÛRESİ
1162- Ebû Hureyre’den (Radıyallahu Anh) rivayet edilmiştir:
“Kim yemin eder de, yemininde: Lât ve Uzza (putları) hakkı için, derse, hemen arkasından (bu günahı örtmek için) “Lâ İlahe İllallah” desin. Kim de arkadaşına: Gel, kumar oynayalım, derse, o da (bu günahı örtmek için) sadaka versin.”
Mütercim:
Kasıdlı olarak Lât ve Uzza putlarına hürmet için bunlar adına yemin eden şüphesiz kâfir olur. Fakat cehalet sebebiyle ve kasıdsız olarak derse, onun kefareti “Lâ İlahe illallah” sözü ile önceki ifadesini terk etmesidir.28
28 Ömer Ziyaeddin Dağistâni, Zübdetü’l-Buhari, Hisar Yayınevi:805-806
RAHMAN SÛRESİ
1163- Abdullah bin Kays (Radıyallahu Anh) derki:
“İki cennet vardır ki, onların kap kacağı ve içlerindeki eşyalar hep gümüştendir. İki cennet de vardır ki, bunların kap kacağı ve içlerinde olan eşyalar hep altındandır. Bir de ADN cennetinden olan insanlarla Rablerini görmeleri arasında Allah’ın zatındaki Azamet perdesinden başka hiç bir engel yoktur.”
1164 - Abdullah bin Kays’dan (Radıyallahu Anh) rivayet edilmiştir:
“Cennette, içi boş inciden yapılmış altmış mil genişliğinde bir çadır vardır. Çadırın her köşesinde (müminler için) Hurî’ler vardır ve bunlar birbirlerini görmezler. Müminler bunların (Hurilerin) etrafında dolaşır ve eğlenirler. Bir de iki cennet vardır ki, onların kap kacağı ve içerlerinde bulunan eşyalar gümüştendir. İki cennet de vardır ki, onların kap kacağı ve içerlerinde bulunan eşyalar altındadır. Adn cennetinde olan insanlarla Rablerini görmeleri arasında, Allah’ın zatındaki azamet perdesinden başka hiç bir engel yoktur.”
Mütercim:
Bu hadîs-i şerifte, Allah’ın azamet ve kibriyası, zatının görünmesine engel olacaktır diye sananlara cevap olarak Şerkavî şerhinde şöyle denmektedir: Geçen hadîs-i şeriflerde Allah’ın cennette görünmeyeceğine dair herhangi bir işaret yoktur. Çünkü Adn cennetinde bulunanlara ve belirli bir zamanda görünmemesi, cennetin her yerinde ve her zaman için görünmemesi demek değildir. Yahud, Allah Teâlâ Hazretlerini görmeye engel, Allah’ın azametinden başka bir şey olamaz. Allah’ın dilemesiyle görüş olur, demektir. Böylece en güzel bir tevil yapılmıştır.
Ehli sünnet inancında, keyfiyet ve misal olmaksızın ahirette Allah Teâlâ Hazretlerinin cemalini müminler görecekler ve bundan en büyük manevî hazzı duyacaklardır.29
29 Ömer Ziyaeddin Dağistâni, Zübdetü’l-Buhari, Hisar Yayınevi:806-807
MÜMTEHÎNE SÛRESİ
1165- Hazreti Ali (Kerremellahu Vecheh) der ki:
Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem, benimle beraber Zübeyr ve Mikdad’ı görevlendirdi ve bize şöyle buyurdu:
“Gidiniz; Hah bahçesine vardığınızda orada, üzerinde mektub taşıyan deveye binmiş bir kadın vardır. O mektubu kadından alınız.”
Biz de, hayvanlarımızı koşturarak yola çıktık. Hah meydanına vardığımız zaman, gerçekten Hazreti Peygamberin buyurdukları gibi, deve üzerinde süratle gitmekte olan bir kadın bulduk. Kadına:
— Üzerinde taşıdığın mektubu çıkar, dedik. Kadın;
— Yanımda hiç bir mektup yoktur, dedi. Biz kendisine:
— Ya mektubu çıkaracaksın, değilse seni soyup arayacağız, dedik. Bunun üzerine kadın, örgülü saçları arasında bulunan bir mektubu çıkarıp bize verdi. Biz hemen Medine’ye dönerek o mektubu Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ’e verdik. Bir de mektup açılıp okununca, içinde, Hatıb ibni Ebi Belte’a tarafından Mekke müşriklerinden birine Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in askeri harekâtından bazı hususlar ve emirler haber verilmekteydi:
Sonra Hazreti Peygamber Hatıb’ı huzura getirterek ona sordu;
“Bu (yaptığın iş) nedir, ey Hatıb:
— Ya Resûlallah, bu iş için beni cezalandırmakta acele buyurmayınız, dedi ve şöyle özür beyan etmeğe başladı:
— Ya Resûlallah! Ben aslen Kureyş kabilesinden değilim; fakat Kureyş içinde büyümüş ve yetişmiş kimsesiz bir adamım. Sizinle beraber olan diğer muhacirlerin Mekke’de kalan aile ferdleri ile mallarını koruyacak Mekke’deki müşriklerden akraba ve yakınları vardır. Hâlbuki benim orada kalan ailemi ve mallarımı koruyabilecek hiç bir akraba ve yardımcım yoktur. İşte böyle Kureyş içinde akraba ve dosttan mahrum olduğum için, orada bulunan çoluk çocuğumu korumalarına bir vesile olsun diye, onlara yaranma niyeti ile bu mektubu yazmıştım. Yoksa dinimden çıkarak veya onlar safına geçerek bu mektubu yazmadım.
Bunun üzerine Hazreti Peygamber ashabı kiramı toplayarak onlara şöyle buyurdu: “Bu adam, gerçekten size doğruyu söyledi.” Hazreti Ömer (Radıyallahu Anh) söz alarak:
— Ya Resûlallah! Bırakınız bunun boynunu vurayım, dedi. Hazreti Peygamber ona şu cevabı verdi:
-Bu Hatıb, Bedir savaşında bulundu. Ne biliyorsun, belki Bedir gününde Allah Azze ve Celle Hazretleri Bedir gazilerine bakarak: Artık bundan sonra ne yaparsanız yapınız; muhakkak ben sizi bağışladım, buyurmuştur.”
“Bu hadîs-i şerifin rivayetinde Amr bin Dinar der ki: “Ey iman edenler! Düşmanlarımı ve düşmanlarınızı dost edinmeyiniz” mealindeki ayeti kerime (Mümtehine: 1) bu Hatıb olayı hakkında nazil olmuştur.
Mütercim:
Nakledildiğine göre hicret yılının sekizinci senesinde Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Mekke fethi için savaşa çıkılacağını ashaba haber vermişti. Hatıb bunu öğrenince, Hazreti Peygamberin bu niyetini bildiren bir mektub yazarak Sare adındaki bir kadınla Mekke’ye göndermeye kalkıştı. Hazreti Cibril (Aleyhisselâm) gelip bu işi Peygambere haber verdi. Hazreti Peygamber de ashabın ileri gelenlerinden Ali, Ammar, Talha, Zübeyir, Mikdad ve Ebû Mersed (Radıyallahu Anhum) hazretlerini gönderip bu kadını, Hah adındaki ovada yakalamalarını ve kendisinde olan mektubu almalarını, eğer mektubu vermezse boynunu vurmalarını emretti. Ashabı kiram aynı yerde kadını yakaladılar ve üzerindeki mektubu istediler. Kadın mektubu inkâr etti, vermedi. Hazreti Ali kılıcını sıyırınca, kadın saç örgüleri arasında bulunan mektubu çıkarıp verdi. Bu mektup Hazreti peygambere takdim edilince, Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem, Hatıb’ı huzura çağırdı ve yukarda metinde geçtiği gibi karşılıklı konuşma oldu ve sonunda bu ayeti kerime nazil oldu (mealen):
“Ey iman edenler! Düşmanımı ve düşmanınızı dost edinmeyin. Siz onlara (mektup göndererek bağlılık ve) sevgi yolluyorsunuz; Hâlbuki onlar, Kur’an dan size geleni inkâr ettiler. Rabbınız olan Allah’a iman ediyorsunuz diye sizi ve peygamberi (Mekke’den) çıkarıyorlardı. Eğer siz benim yolumda ve rızam uğrunda cihad için (Mekke’den Medine’ye) çıktınızsa (düşmanlarımı ve düşmanlarınızı dost edinmeyin). Siz sevgi göstererek onlara sır veriyorsunuz; Hâlbuki ben sizin gizlediklerinizi de, açıkladıklarınızı da biliyorum. Sizden kim bunu yaparsa muhakkak doğru yoldan sapmıştır.”30
30 Ömer Ziyaeddin Dağistâni, Zübdetü’l-Buhari, Hisar Yayınevi:807-809
Dostları ilə paylaş: |