1 ÇocukluğUM



Yüklə 0,98 Mb.
səhifə1/11
tarix02.11.2017
ölçüsü0,98 Mb.
#27164
  1   2   3   4   5   6   7   8   9   10   11

I ÇOCUKLUĞUM
1- 9- 1933 tarihinde doğduğum elimde taşımakta olduğum nüfus kağıdım dan anlaşılmaktadır. Bu tarihten evvel mi yoksa sonramı doğduğum bilinmeyendir. Merhum anamın ifadesine göre bir ilk bahar mevsiminde terslikler çıkarken doğmuşum ikizler veya yengeç burcundan olmam muhtemeldir.

Çocukluğumun asude geçtiğini söyleyemem. Sebebi ise Ömer dedem ve beraberinde babam varlıklarını kaybettiklerinden, hususi ile ebemin de ölümünden sonra ki yaşam tam bir dramdır. Dedem evlenmiş yeni eşi özellikle bizi dışlamaktadır. Anamdan başka evde üç tane daha gelin olmasına rağmen istenmeyen anam ve babamdır. O tarihte biz iki kardeşiz Ali Osman ve ben. Ali Osman o kadar küçük ki süt’e üdü demektedir. Evde ayrı sofra kurulur biz çağrılmayız hatta bir keresinde Ali Osman süt istedi de ona verilmeyip Ömer’e verildi. Tabii ben buna çok üzüldüm. Tanrının yaptığına bakın ki dedemin ikinci eşi pişmiş sütü tandır üstünden alırken kazan devrildi ve süt tamamen döküldü. Ali Osman’ı alarak anne annemgile gittim orada her şey gani. Fergun ebem bize kaymak bile yedirdi.

Bu halin çekileceği kalmadığı için anam babamın da yokluğunda bizi alarak bu gün Hasa’nın garajının olduğu ine getirdi. Bu mekanda önü …… üstü küllük olmak üzere tam dokuz sene oturduk 1946 yılında babamın bu günkü evini yaptırdık. Burası gelişe, gelişe eski oturduğumuz yere nazaran sanki bir külliye halini aldı. Demek ki mülkiyeti dayım gile ait ine 1935 te gelmişiz.

Daha evvel evi garajın olduğu yere yapmayı düşündüğümüzden zamanın inşaat malzemesi o civara döküldü fakat inşaat başlayacağı zaman daha evvel buranın malikleri olan yayıklar satıştan vaz geçme davası açtılar

Gerçi bir mahkemede davaları ret edildi ama babam bu günkü evimizin yerini satın almıştı ki evi buraya yaptık ama hazin olanı eski malzemelerin tamamı sırtından geçti.

Ali bey gilin Akkadın hala evinin ineğini satarak babama bir at aldı.

Demirbaş kır donunda gayet uğurlu bir hayvandı göksün yolunda ihtiyarlıktan ölünce babam ağladığını bana anlatmıştır.

Bayezitgilin Mukremin efendi (anamın amcası oğlu) bu gün Mükremin bereketin evinin altındaki inleri verdi. Buraya zamanla oluşan at, eşek, inek ve koyunlarımızı koyduk yiyecekleri ile beraber. Dayımlar bize ve hayvanlarımıza yiyecek vermekte gayet cömert davrandılar. Fergun ebemde her türlü maddi, manevi yardım yaptı, Akkadın hala ile çünkü bu iki hem dul ve hem de evlerinin hükümranı idiler.

Ben uzun müddet dayımların çıraklığını yaptım o devirde evlerde hiç ayrı gayrı yoktu. (dayımların, Akkadın halanın ve kedileri) evleri sadece kapı olarak ayrıdır ama tasada kıvançta ayrılık yoktur. Bir tarih geldi ki ikinci dünya harbinde iki dayım, Akkadın halanın iki oğlu, kedinin oğlu Recep deligöz, İsmail, hacı ve Hamdi amcalarımı askere aldılar.

Ailede erkek olarak babam ve ben varım. Babam o günlerde bir kafile nekliyecilik yaptığı işi bırakamadı. Dayımlar köyde en büyük çiftçi olmaları nedeni ile en çok kalabalık …… onlarındı bu kadar kalabalık işlerim yayılması yazında sulanması ve hatta ahırda kısmen bakımı bana ait idi çok …… olduğu için benimle hiç kimse arkadaşlık etmezdi ki yaşaması çok zordur. Fakat 1942 bir kıtlık oldu ki insanlar hep uyuz oldular. Biz bunu hiç yaşamadık çalışmamız sayesinde.

Kerim dayım ikinci askerliğe giderken Davut ağayı işlere memur etti. Bu gün gibi hatırlıyorum Davut ağa senden artı bir şey istemiyorum sağ olup gelirsem tezgâhım olsun yeter dedi. Davut ağa atınca mangalda kül bırakmıyor ama iki ay içinde o Davut ağa gitti diktatör bir adam geldi. Dayıma küfreder ho demiş hoho dememiş arkadaş bu kadar ekin biçme ile biter mi ve nihayet Davut ağa işi bıraktı. Yine iş babamla benim omuzlarıma bindi ama ekin hasat edildi. Kerim dayım çokça bir izinle geldi.

Kutsiye yengem, dayım ve ben gece gündüz demeden yazıdan kağnılarla sap çektik, harmanda döğdük. Zahire ambara, saman samanlığa girdi.

Kerim dayım kaynı Davut ağa ile beraber oldu oda kaçtı kendisi şahsiyetsiz bir adamdı ki vur Elli delikanlı olmasına rağmen Davut’a ne halt ediyorsun sövdüğün benim ablamdır diyemedi bunu halen düşünürüm.

Günlerden bir gün Halaçana’da çift sürerken babamın hayvanları da yanımızda yayılıyor akşam olunca dayımın kaynı elimizden atı alarak kuru köprüye babasının alacağını tahsile gitti ama akşam oldu at gelmedi biz Ali Osman’la patırın kuyusundan geri döndük. Hem babamın korkusundan hem de hayvan yarın yola gidecek. Dön geri kuru köprüye Hürmüz ağanın evine vardık. (Hürmüz ağa dayının hacı İbrahim ağanın kayın pederi) Adam geldi gitti dediler. Bir yağmur başladı ev sahibi ben sizi bırakam yarın Seyit ağanın yüzüne nasıl bakarım yatın sabah gidin.

Biz o geceyi Hürmüz ağanın evinde geçirdik. Bize ağız ikram ettiler.

Sabahleyin ağ bayırı aştık ki bizim sülale kadın, kız, erkek tüm arazideler.

O sağanak yağmurun seli buraya da gelmiş Minire ablam anama görgün kurusun zarif uşakları sel götürdü deyince anam oraya yığılmış. Bunu dert olarak anam on üç sene çekti. Babam o zaman Kayseri’ye yeni gelen doktorların hemen hepsine anamı götürdü on üç sene sonra Dr. İsmail Başoğlu nam şahıs anama şerit tanısı koydu anamdan bir metreden fazla boyda şerit düştü de anam derdinden kurtuldu. Anam hastalığı boyunca yağsız, tuzsuz yemekle idare etti. Babam çok iyi bir insan fakat haddinden fazla kıskanç bir kimse idi. Anamı eğri bastın döğer, doğru bastın döğerdi. Anamda bundan usandığı için kendisini patrrın Kuyusuna atar. Babamda arkasına atlar komşuların yardımı ile ikisini de çıkarırlar ama babam bu itiyadını uzun müddet sürdürdü. Ali Osman beşikte imiş bende yerde yatıyormuşum bizleri öptükten sonra kuyuya gitmiş. Bunu anlatınca Ali Osman ve ben ağlamıştık.
II İLKOKUL VE ÇIRAK OKULU

1942 sene Eylül- Ekim aylarında Kerim dayım ikinci askerlikten terhis oldu.

Fergun ebem Kerim oğlum Durdu’yu okut dedi oda ana Durdu okula gidecek dedi. Demek ki askerlerde umumi bir terhis varki beni okula Salih Seyyar yazdırdı.

Bir senesi Mimarsinan’da olmak üzere dört sene Germir’e gittim ve oradan mezun olduk ….. ki Mimarsinan’lı sınıfın en başarılısı İsmail Güven ve bendim.

Bilahare anlatacağım nedenlerden dolayı babam bana yüksek tahsil yaptıramadı.

Beklide her şeye rağmen yüksek tahsil yapabilirdim ama iki adam buna mani oldu birisi Ali Dinc’in babası semerci Hacı Abdullah ikincisi babamın bacanağı Akkadın halanın oğlu Niyazi Seyyar dır. Hacı Abdullah iki çocuğuna yüksek tahsil yaptırmış ama babalarına bakmadılar Niyazi ağam ne fikre hümetense Seyit Durdu’yu tayyareliğe verelim para kazansın deyince bu ifadeler babam için büyü oldu çırak okulu sınavını da Niyazi ağamın zoru ile kazandım. Orada askerliğin tüm şartları var çok zorlandım mahcup ve gülünç oldum.

İsmail Güven’le ikimiz çırak okullu olduk. Sonunda o dayanamadı ve yüz elli Lira tazminat ödeyerek ayrıldı. Çiftin arkasından kalkıp okullu olduk. Sporun sesini, oyunun o sunu, ne talim ne terbiye hiç bilmiyordum.

İsmail güven ayrılınca ben kendine gerekçe buldum sandım ama babam taviz vermedi o zaman kendimi okula verdim bir ve iki sınıflarda derece aldım derecemi hatırlamıyorum. Üç sınıfı okulu birincilikle bitirdim, birinciye o güne kadar bir kol saati verilmekte idi ise de bizden sonra okul kapandığı için teşfik edecek kimse kalmadığından saati de vermediler.

Çırak okulunda çeşitli meslekler öğretilir bende çalışkan olduğum için elektrikçi olarak seçtiler atölyenin üç branşı var tesisat, bobinaj ve tayyare elektriği. Bobinajda çalışırken ben ustama asıl generatörün önün de ufak bir generatör var ki bunun neye yaradığını sordum o da bana büyük kefiren vazifesi yapar dedi.
Meğer bu konuşmayı ustabaşı dinlermiş. Baki ustaya söylemediğini bırakmadı. Bu saatten sonra senin bu çocuğa bir şey öğreteceğine inanmıyorum. Bana çocuğum yarın sen tayyare elektriğine başla dedi ve ondan tayyare elektrikçisi oldum. Dağ hangarında da çok kablo kanalı kazdım.

Hasılı yüksek tahsil yapamadığım içimde halen uktedir. Bu arzumu çocuklarım yerine getirdi sağ olsunlar.


III TAYYARE FABRİKA’SINDA İŞÇİLİĞİM

1947 Ekiminde girdiğim Kayseri tayyare fabrikası çırak okulu 1950 Mayısında bitti. Bittabi bizlerde diğerleri gibi işçi olarak çalışmaya başladık 1954 Nisanına kadar orada işçi olarak çalıştım. Askerliğim nedeni ile anılan tarihte istifaen ayrıldım. Çırak okulundaki talebeliğimle işçiliğim yedi sene sürdü bu iş yerinde fakat işçilik hayatını hiç mi hiç sevmedim sebebi ise mevcut işçiyi istihdam edecek iş yok idi. Bazı günler elimizi yakamadan fabrikadan ayrıldığımız olurdu. Disiplin çok sıkı boşa çalışmak fiili aynen devam ediyordu.

Fabrikanın çeşitli departmanlarında çalıştım elektrik atölyesi, teknik kontrol servisi, ikmal depoculuğu ve ayniyat bürosu gbi.

Hepsinde düzen aynidir.

Fabrikada çalışırken ev işlerinden geri kalmıyorum. Bağ bellemek, bostan çapalamak, harman düven sürmek ve harman savurmak gibi işleri her zaman yapmışımdır. Bir keresinde harman savururken kulağıma buğday tanesi kaçmış sağ kulağımda şiş ve sancı var. Fabrikanın revirine gittim kulağımı yıkadılar çok pislikle buday tanesi çıktı ama ben bayılmışım kırk beş dakika orada yattıktan sonra kendime gelebilmişim. Yine bir gün sabaha kadar harman savurmuştum ki uykusuz kaldım ve fabrikaya gittim tayyarenin içinde uyumuşum yemek paydosu ve işbaşı zilleri çalmış ama haberim yok sonra nedense ustabaşı ismimi çağırıyor. İndin tayyareden aşağı neredesin diye sordu uyuyup kaldığımı söyledim, uyumak var mı diye sorudu tabiî ki yok diye cevap verdim ama ben sana gösteririm diye gitti idareye rapor etmedi ama sonunda ekmeğimle oynadı, rapor etse belki üç yevmiyem kesilirdi ama o çabuk unutulurdu.

Fabrikada terfiler sınav sonucuna göre düzenlenirdi. Bir tarih sınava üç yüz kişi girdik ben sınavı ikincilikle kazandım. Tebrikler göz aydınlar gırla gidiyor. Ben eksik tarafımı biliyorum hiç sevinemedim çünkü atölye notumu orta verdi uyuduğumu yakalayan ustabaşı. Eğer yazılı sınavda peki alırda atölye iyi dahi verse üç derece terfi ettiriyorlar. Sınav da iyi, atölye iyi ise iki derece. Sınav notu ne olursa olsun atölye notu orta ise tek derece terfi veriyorlar ki ben tek derece terfi ettim. On kuruş/ saat eğer üç derece verseler doksan kuruş saatte vereceklerdi ki almakta olduğum saat ücretinin hemen, hemen iki misli. Sınav öncesi saat ücretim altmış kuruştu hasılı bu sonuçta işimi sevmememe sebep oldu ama tayyare elektriğin de iyi bir elemandım. Ustabaşı beni geçici görevle Balıkesir’e yolladı başarısız olayım diye o işi de layıkı ile yaparak geri geldik. 1952 ilk gurbete Balıkesir’e gittim oranın yaşam tarzı hayatımda geniş ufuk açtı diyebilir. Oradaki insanların sosyal yaşantısı, şehrin dinlenme yerleri (parklar, bahçeler) hele insanların bir birine yaklaşması tam bir demokratik yaşam örneğidir. Ayni sene geçici görevle Diyarbakır’a gittik beni Balıkesir ekibinin başı ve Diyarbakır ekinin başındaki Kemal ağabeyin bacanağı Hikmet ağabey tercih etmiş.

Diyarbakır o tarihte çok ilkel şartlarda ve aşiret usulü kale şehri olarak yaşamını sürdürmekte idi. Burada inşaatçı çok Mimarsinanlı ile akşamları birlikte olabiliyorduk tabii sefil bir yaşam.

Burada enteresan ve garip bir olaya tanık olduk. O vakit ki rivayete göre adam evli kadına göz koymuş, kadın oralı olmayınca ümidi kesilir sanısı ile kadının kocası öldürülmüş. Kadının o tarihte on iki yaşında bir oğlu var kadın çocuğun eline silah verir kumanyasını da ağacın dalına asar ne zaman dağarcığın ipinden vurursa karnını doyurur yoksa isabet ettirene kadar atış devam eder. Gene rivayete göre bu hal üç sene devam eder çocukta attığını vurur hem de on beş yaşını tamamlar.

Bir Pazar günü biz çarşıda gezerken hemen yirmi, yirmi beş metre ilerde bir silah sesi duyduk silah sesi ile bir adamın devrildiğini gördük. O arada bir kadın haydi oğlum ben seni kuş sütü ile beslerim dedi. Adam öldü polisler kadını ve çocuğu alıp götürdüler ama bu olay bizi korku ile endişeye sevk etti.

Diyarbakır dönüşünden sonra ben artık dış görevlerin gediklisi oldum. Kemal Sürmeli ağabey beni çağırdı Durdu benimle Erzincan’a gider misin dedi ben de sizinle her yere giderim ama atölyem müsaade etmez dedim o da senin kararın önemlidir. Ben atölyeye emrivaki yaparım dedi. Çok kısa zaman içinde dahili ses yayın cihazından on kişinin ismi okunda benimde adım vardı listede.

Genelde dış göreve giden ekip on kişi olur. Ekip başı, iki motorcu, iki kaportacı, iki iniş takımcı, elektrikçi, telsizci ve saatci. İsmi okunan kişilerin yarın seyahat çantaları ile gelmesi isteniyor. Görev Erzincan hava alanındaki gayri faat uçakların faal hale getirilerek Diyarbakır’a sevkinin temini on beş gün sürede istenmektedir.

Bize on beş günlük harcırah verdiler ve ekibi bir uçakla Erzincan’a gittik ki ne görelim dört tane uçak (F47) kelimenin manası ile …… geçirmiş kimi pilotaj hatası kimi teknik arıza işin on beş günde bitmeyeceğini Ekip başımız hem Hava kuvvetlerine hem de Fabrika Müdürlüğüne telgrafla bildirdi. Hiç unutmama telgrafı ben çektim tam yüz yirmi beş Lira tuttu 1952 de.

Telgrafa cevap geldi ki bir teknik ekip karar vermek üzere mahalline gelmektir. Mühendist yüzbaşı Hüseyin Kolçak ve Hava meydanın tecrübeli pilotu Ethem Emir (Çerkez Ethem) geldiler. Teknik heyetin ilk intibaı bu işin ancak bir yılda biteceğidir.

Ekip başımız bizimle konuşarak bu ekibin kaç günde bitirebileceğini karara bağlandı. Verdiğimiz kararda üç ay ilave müddet tatil günleri dahil yarım yevmiye fazla mesai şeklindedir. Teknik heyet öneriyi hemen kabul etti ve döndü.

Biz orada dahili bir vazife taksimi yaparak asıl görevimize ilave olarak.

Yedi kişi haftada bir gün bulaşık yıkamaya bir kişi, aşçı bir kişi mübaya memuru ve Kemal ağabeyi hiçbir işe karıştırmadık. Mübaya işlerini ben yapıyordum ama on beş günlük harcırah bir ay olmadan bitti, kaldık parasız. Kemal ağabey bir sene Amerika’da kalmıştı ona sordum hiç saklı gizli doların yokmu? Oda yeminle olmadığını söyledi. Senin arkadaşların han aparman sahibidir sen paraları ne yaptın dediğimde Vallahi keyfime harcadım dedi. Hasılı para yok gurbet elde.

Bu tarihte Erzincan Vilayetinde iki adet buzdolabı vardır biri bir eczanede diğeri bir lokantadadır. Fakat oda çalışmıyor cebimde bir yirmi kuruşum var ona da bir çorba içtim, tesadüf buzdolabından bir soğuk su istedim garson dolabın çalışmadığını söyledi ben bunu çalıştırabileceğimi söyledim patron yanıma geldi ama bana güvenemedi. Ben daha çocuğum, ben hava alanında çalıştığımı başımızda bir yetkili vardır zaten onun haberi ve izni olmadan ben dolabınıza el süremem dedim. Ve gidip Kemal ağabeye durumu anlattım oda önüme düşerek şehre geldi ve lokantacıya öyle bir çıkıştı ki devlet bu delikanlıya kocaman tayyaresini emanet ediyor da sen ne için çekiniyorsun diye sordu adam var gönül, yok gönül peki yapsın dedi üç yüz Liraya pazarlık ettik ama Kemal ağabeyin verdiği teminat pazarlığın bitmesinde etkili oldu üç yüz Liraya ilaveten lokantada yiyeceğimize de para ödemeyeceğiz . Arıza çok basit Erzincan ceryanı 220 Volt halbuki fabrika dolabın bağlantısını 110 Volta göre bağlamış dolap çalışıyor ama kısa zamanda motor ısındığı için istop ediyor ben kabloları şemaya göre yeniden dizdim ki bundan sonra dolap görev yapmay geldi lokantacı alnımdan öptü o akşam on kişiye ziyafet verdi üç yüz Lira ile üç yüz Lirayı da kumanyaya harcadık fakat halen fabrikadan harcırahımız gelmedi. Erzincan’da Mimarsinan’lılar çalışmakta idi merhum İsmail Bener, Muharrem Kasap ve ekibi Kemal ağabeyin izin ile ben bunlardan beş yüz Lira borç istedim.

Merhumlar dediler ki on kişiye beş yüz Lira az olur al sana bir Lira dediler. Ekip başı ve arkadaşlar sevindik bin Lira bitmeden bizim paramızda geldi borcumuzu ödedik ama bu hal özellikle Kemal ağabey ile İsmail ve Muharrem ağabeyler çok yakınlaştılar.

Bekâr evlerine bizi yemeğe çağırdılar ve gittik akşamları kahvehanede bir birimizden ayrılmaz olduk. Gerçi ekipte Erzincan’ın yerlisi saatçi Mehmet Pamir usta vardır ama on dört sene evvelki deprem aileyi yoksul etmiş. Pamir ustanın gerdek gecesi deprem olmuş İTÜ’de okuyan bir yeğenin yatak odasında bırakıp çıkarken deprem olur yeğen içerde yıkıntının altında damat dışarıda kalır ki Pamir Usta halen o anın etkisi altında idi. Bununla beraber Erzincan da Almanların tesis ettiği bir fidanlık var ki yalan dünyanın cenneti. Pamir ustanın akrabaları bize orada piknik ziyafeti verdiler ilk semaver çayını orda içtim ama halen özlemini çekerim.

Havaalanın da işe öyle sarıldık ki saat ve zaman faktörü ortadan kalktı bir akşam yemeği beraber yenir. Herkes işi ile meşgul biz orada iken devrin cumhur başkanı Celal BAYAR, başbakan Adnan MENDERES uçakla Erzincan’a geldiler uçaklarının iniş takımları elastikiyetini kaybetmiş kaptan pilot bunu yapıp yapamayacağımı Kemal ağabeye sormuş oda bana sordu ben yapabileceğimi ifade ettim hidrolik ilavesi ile hava bastım iniş takımlarındaki arıza giderildi mükafat olarak kaptan bir karton yabancı sigara verdi ben içmediğim için içen arkadaşlar taksim ettiler.

O tarihte Diyarbakır’dan ……. Kayseri, Ankara, Eskişehir ve Balıkesir’e kadar kurye seferleri vardı. Cumartesi personeli getirir pazartesi götürürdü uçaklar. Ekip başımızdan izin alarak birkaç hafta geldim zambıktan sal temin ettim evlenince yatacağım odanın üstüne örttüm ve gebikledim yeni yapı adı ile epey kullandık o mekânı.

Erzincan enteresan bir belde Mutu boğazı denen yerde Tunceli, Erzurum, Elazığ ve Erzincan yolları birleşir Fırat nehri bu boğazda.

Çok haşın akmaktadır ırmak ovaya yayılarak mahsül bereketini artırır.

Buna paralel olarak nehrin doğusunda 3000 metre rakımlı kesiş dağı var ki daima heyelan halindedir buradan derlet yoluna dökülen heyelanı devamlı devletin işçileri temizleyerek yolun açık kalmasını temin ederler.

Erzincan’dan hava birliğini Diyarbakır’a kaldırmışlar alan sadece bir müfreze vardır. Burada bir kürt vatandaş askerlik yapıyor ama geçmişi maceralı. Bunu asker kaçağı olarak yakaladıklarında derler ki şu kadar gün ve şu kadar ay askerlik yapacaksın. Kürt vatandaş o kadar gün dolunca bırakır gider haydi babam arkasından firarı verilir askerliği yanar sil yeni baştan öyle ki müfrezenin eğlencesi olmuş kiro gel kiro git. Yine bir gün böyle olunca müfreze kumandanı üsteğmene der ki ben senin şapkandaki kokart’ı vururum üsteğmen cesaret edemez ama şapkasını bir duvarın üstüne diker haydi vur bakalım der ve kiro şapkanın kokart’ını vurur. Bunun üzerine Kemal ağabey aslen Vanlıdır Kürtçeyi bilmektedir. Kironun ifadesini alır ki zavallının hiçbir kötü niyeti yoktur durum kumandana arz edilir derken yazışmalar, danışmalar sonucu biz orda iken kiro resmen terhis oldu.

Oralarda gezilecek görülecek o kadar kültür ve tabiat varlıkları var ki anlatma ile bitmez. ….. nahiyesinin bahçeleri cennet gibidir. Sebze, meyve gayet bol şelaleyi de dört bin metre yükseklikteki krater gölünü anmadan geçemeyeceğim. Gidiş dönüş itibarı ile Erzincan’da tam yüz beş günümüz geçti hava muhalefeti nedeni ile Kayseri’ye salimen döndük.

Erzincan’da harcırah ve fazla mesai derken epey para kazanmıştım zaten nişanlı olduğumdan gelince evlendim. Bu bahsi ilerde tafsilatı ile anlatacağım sene 1952.

Ertesi senede tayyare fabrikasında çalıştım 4- 4- 1954 te asker oldum o güne kadar çırak okulu mezunları eğitim döneminden sonra askerliğini fabrikada yapar idi. Ben Erzincan’da bulunduğum zaman son askerlik yoklamaları yapıldığında yoklama kaçağı sayıldım.


Bu nedenle askerliğimi Ankara Mamak muhabere okulunda yaptım ama çokta rahat geçti. Ankara izni ……., tam dokuz ay Kayseri’ye izinli geldim.

Askere giderken tek çocuğumuz Seyit Ahmet beş buçuk aylıktı ayrılırken bir melül bakışı vardı ki ağladım. Gelmeye konuşur oldu.

Kayseri tayyare fabrikası öyle bir fabrika ki bir eşini Türkiye’de göremedim. Hangi üniteyi alırsanız bir birinden üstün ve önemlidir. Hele torna atölyesi ile tavhanede işleyerek ve tavlanarak yapılmayacak parça yoktur. Tavhanenin genişletilmesi çalışmalarında bizzat çalıştım tayyarede uyumam nedeni ile ustabaşı ceza olarak oraya gönderdi ama orada da başarılı olduğumda fabrika genel müdürü tarafından teşekkür taltif edildim. Kendimi meth etmek gibi saymazsanız çalıştığım bütün birimlerde başarısızlığı yaşamadım. Bütün mesele yukarda anlattığım gibi modern usullerle iş hazırlama, etüt etme, takip ve sonucun ne olduğu sorgulanmadığından ne olduğu sorgulanmadığındın o güzelim tesis ….. ……

400 Lira aylıkla ayrıldım dönüşte 800 Lira verdiler itibar etmedim ama halen bilmiyorum iyimi yoksa kötümü ettim.

IV EVİN İDARESİNİ ÜSTLENMEM

Babam bizi göksüne hayvanlarla (at ve eşek) taşıyarak besledi ve büyüttü.

Gerçi fevkalade bir yaşam değildi ama vasatın üstünde idi. Örneğin 1942 kıtlığından evimiz etkilenmedi ve anam, babam yakın akrabalarımıza yiyecek yardımında bile bulundular. Ben geçmişte okula giderken benim çantamda olan ekmeğimi bizden büyük ağabeyler zorla şaka ile karışık alırlardı Ali Osman benden bir sene sonra başladı okula o akraba ve ağabeylerden halen hayatta olanlar vardır ama afişe etmek ayıptır.

Babam Göksüne dört günde gider dört günde gelir bir günde orada kalır gidiş geliş dokuz gün sürerdi. 1947 kışında dönüşü üç ayda oldu sebep karda mahzur kaldılar. Ben Ali Osman’la okuldan bir ümitle gelir anamıza sorardık.

Babamız geldi mi cevap üç ay hep yok oldu. Nihayet bahar yaklaşırken babamız geldi. Her ticari işte olduğu gibi babamızda işini genişletmiştir ki …… taşımak Mimarsinan’lıların sanatı dır. O kışında şimdi hepsi ber hayat olmuş bulunan kör Hüseyin, karbak İsmail ağa, can oğlan, peltek Mustafa ve garip Şükrü belki daha hatırlamadığım vardır ki bu nam şahıslar o sefer babamın tutmasıdırlar. Kışta mahsur kalınca adamlar ve hayvanlarının masrafı babamın üzerine kalır. Güç bela bunu da müşteri mallarını kısmen satarak, kısmen yiyecekle takas ederek sağ kalmayı başarırlar. Tabii dönünce şehirliden giden malın dönünce beklenen mal bedelleri yerine verilmediği için hepsinin bedeli babama borç olarak kalır. Babam bu borcu ödeyemedi şehirliden haber, mektup gelir ama boşuna.

Babam şehre de gidemez oldu ve başkalarının hizmetini görmeye başladı atlarla çift ve düven sürmek gibi. Bu arada ben çırak okulundan bir miktar para almağa başladım ilk aylığımda kırk yedi Liradır. Getirip babama verdim. Babam bana Allah beni elime bakanın eline baktırmasın oğlum. Malatya’dan bir yük para getirdim helalinden ama hani vaziyet meydanda inanmazsan İbrahim çavuşa (şafak) sor. Koy paranı cebine dedi. Ben baba durum ne olursa olsun sen bizim babamız ve ailemizin büyüğüsün kazanılanlar tüm sana gelmeli idareyi de siz yapmalısınız deyince parayı aldı bana da harçlığımın olup olmadığını sordu yok deyince bana yedi Lira verdi. Bitince gene iste diye de tembihledi. Laf arasında İbrahim çavuşla konuşurken bir fırsatını buldum çavuş dayı babamla epey beraber bulunmuşun nasıldı deyince çavuş Durdu yeğenim baban Malatya’dan bir yük para getirdi ama hepsi yalandır geldi ve geçti. Böylelikle babamın ifadesi teyit edilmiş oldu.

Bir gün babama şöyle söylediğimi hatırlıyorum. Baba ben şehirde


Sizin alış veriş ettiğiniz kişilerle görüştüm. Bizim onlara borcumuz varmış ne yapacağız dedim. Babam Allah bir sebep gönderecek ödeyeceğiz dedi. Bende sebebi biz yaratalım dedim. Teslimen ve mahzun olarak sen bilirsin dedi. O halde evde dişi olan bıçkıyı dahi bırakmayacağım. Ana, döndüm ona da ana sana bir çuval unla bir teneke gazı nasıl olsa aydan aya getiririm. Onun için yapacağım işlere ne karış nede üzül borcumuzu ödersek itibarımız artar o merhumda peki dedi. Bu konuşma haziran ayı içinde yapılmıştı. Görünüşte de epey varlıklı idik üç inek, bir düve, erkek dişi yirmiye yakın koyun, beş merkep ve iki beygir var ama hepsinin karşılığı borç.

Dayımların yardımı ile o sene epey ekinde ekmiştik. Tanrıda iyi mahsul verdi.

Alacaklara tekrar gittim bize dört ay müsaade ederseniz borcunuzun hepsini ödeyeceğiz dedim. Alacaklılar memnuniyetle kabul ettiler. Ekini hasat ettik, saman dene ne varsa sattık paralar anama teslim olunurdu. Ondan sonra inekleri, düveyi ve koyunları sattık. Babam eşekleri de sattı atın biri ile beraber. Bir tane at kalmıştı ki çok çalışkan bir hayvandı onu da yirmi Liraya ben sattım. Yine bir gün anama, ana parayı ver artık zamanı geldi dedim o da sandığının kilidini verdi ve paranın yerini de tarif etti. Sandıktan parayı aldım ve fabrikaya gittim. Allah kimsenin itibarını yitirmesine müsaade etmesin fabrikada arkadaşlar şeker alıyorlar yirmi beş kuruş adam başına. Ben bir arkadaşa benim bozuğum yok sen ver de ben sana öderim dedim arkadaş paran yok ki nerden ödeyeceksin dedi o zaman cebimdeki parayı tomarı ile çıkardım şunun içinden şeker parasını alın dedim ama bir daha o adamla resmiyetin haricinde konuşmadım. Akşam mesai bittikten sonra çarşıya girdim ve alacaklıların alacağını tamamen ödedim. Yalnız bu ara garip bir olay oldu adamın birine Bürüngüzlü (Hasan ağaya) emmi şu da senindir dedim adam saydı Durdu yeğenim bu para on Lira eksik bir daha beraber saydık, eksik. Adama dedim ki başka param yok borcum olsun o da canın sağ olsun dedi. Hayatta yitirdiğim para bu on Liradır.


Yüklə 0,98 Mb.

Dostları ilə paylaş:
  1   2   3   4   5   6   7   8   9   10   11




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin