ANADOLU ALEVİLİĞİNİN TARİHİ
İÇİNDEKİLER
1. BÖLÜM
1. Aleviliğin Tarihi
2. İslamın Ortaya Çıktığı Koşullar
3. İslamiyetin Doğuşu
4. İslamda İlk Ayrışma
5. II. Halife Ömer Döneminde Servet Biriktirenler
6. İslamı Saray Dini Haline Getiren Halife Osman
7. Osman’ın Saltanatına Karşı Yükselen Siyasi Muhalefet
8. İslamın Öncüleri Arasında Bir “ Servet Düşmanı“ Ebuzer El Gıffari
9. Ashab-ı Suffa
10. Osman’ın Saltanatına Karşı Halk Ayaklanması
11. İbni Sebe
12. IV. Halife İmam Ali “Ben, Allah Katında Yoksulların Sığınağıyım“
13. Kutu: İslamın Ekonomi –Politiği
14. Hz. Ali ile Muaviye Arasındaki İktidar Çatışması
15. Kutu
16. İmam Hasan, Muaviye’ye Biat Etti
17. Kutu: Muaviye’nin Hakaret ve Aşağılamalarına Karşı İlk İsyan: Huer İbni Adı
18. Hüseyin, Muaviye’ye Biat Etmedi
19. Fedanın, Zulme Meydan Okuduğu Tarih: KERBELA!
20. Kerbela, Ezilen Müslümanların Bitmeyen Matemi Ve Ellerinden Düşmeyen İsyan Bayrağı Oldu
21. Tevvabın (Tövbe Edenler) Hareketi
22. Muhtar’ın isyanı: Küfe’ye Adalet, Mevali Halklara Özgürlük Getirir
23. “Zulüm ile Abad Olunmaz!“
24. İmam Zeynel Abidin Oğlu Zeyd İsyanı
25. Kutu: Zeyd’in Yarattığı İsyan Geleneği Kuşaklar Boyu Sürmüştür
26. Emevi Saltanatını Yıkan İhtilalci: Ebu Müslim Horasan!
27. Kutu: Duvaz’ı İmam (On İki İmam)
28. Ebu Müslim’in İsyan Bayrağını, Simbad, İshak ve El-Mukanna Alır
29. Yalnızca Özgürlüğe Secde Eden Bir İsyancı: Babek
30. Basralı Alevi: Ali Bin Muhammed
II. Bölüm
1. Müslümanlığın Yayılma Yöntemi Neydi?
2. Türklerin Müslümanlığı Kabul Etmesi
3. Türklerin Müslümanlıktan Önceki İnançları Neydi?
4. Nasıl Bir Müslümanlık?
5. İslamiyetin Açığa Çıkardığı ve Derinleştirdiği Çelişkiler
6. Neden Anadolu Aleviliği?
7. Kutu: Hallac-ı Mansur
8. Halifenin Sadık Müvekkili: Tuğrul Bey
9. İsmaililerin Anadolu Aleviliği Üzerindeki Etkisi
10. Selçuklulara Karşı Büyük Oğuz Ayaklanması
11. Anadolu’ya Göç
12. Anadolu’da Alevi İnancını Yeşerten ilk Dervişler
13. Hıristiyan Batıniliğin Doğduğu Topraklar
14. Babai Ayaklanması
15. Ayaklanmanın Önderi Baba İlyas ve Komutanı Baba İshak
16. Baba Resulullah
17. Babailer, Selçuklu’yu On İki Kez Yendi
18. Ayaklanmanın Sonuçları
19. Anadolu’da Moğol İstilası
20. Kutu: Ahiler/Ahilik
21. Türkmenlerin Otuz yedi Günlük Yönetimi
22. Moğol İşbirlikçileri
23. Kutu: Söylencelerde Saklı Tarih
24. Anadolu Aleviliğinin Kavşak Noktası
25. Kutu: Ebu’l Vefa
26. Hacı Bektaş-ı Veli Kimdir?
27. Kutu: Ahmet Yesevi
28. Hacı Bektaş-ı Veli’nin Tarihsel Olarak Osmanlı ile Bir Bağı Yoktur
29. Kutu: Bir Ulu Ozan: Yunus Emre
30. Anadolu Beylikleri ve Alevi Erenleri
31. Babai Ayaklanması Sonrası, Anadolu Alevilerinin Dirlik ve Düzen Kavgası
32. Abdal Musa- Kaygusuz Abdal Erkanı
33. Kutu: Sarı Saltuk
34. Aşiretten Devlete Osmanlı
35. Osmanlı’nın Düzeni
36. Tımar Sistemi
37. Kapıkulu Sistemi
38. Osmanlı Ordusu
39. Osmanlı’nın Kimliği
40. Osmanlı’nın Anadolu’yu Fethi!
41. Balkanlarda Bektaşiliğin Yayılması
42. 14. Yüzyıl’da Anadolu Aleviliği
43. Fazlullah Hurufi ve Halifeleri
44. Kutu: Hurufilik nedir?
45. Erdebil Ocağı’nı Tutuşturan Ateş!
46. Kutu: Hacı Bayram Veli
47. Osmanlı’nın Düzenine Karşı, Halkın İlk Örgütü, İktidar Hedefli Çıkış: Şeyh Bedreddin Ayaklanması
48. Şeyh Bedreddin’in Yaşamı
49. Şeyh Bedreddin, Musa Çelebi’nin Kazaskerliğini Neden Kabul Etti?
50. Şeyh Bedreddin’in Düşünceleri
51. “İris Dede Sultan, Kavgaya İris“
52. Serez’in Esnaf Çarşısında
53. Osmanlı’nın Bedreddin Düşmanlığı
54. Şeyh Bedreddin Ayaklanmasının Babai Ayaklanması ile Benzerliği
55. Mülk Allah’ındır
56. Osmanlı’nın II. Kuruluşu
57. Nizam-ı Alem İçin
58. Balkan Halklarının Osmanlı’ya Direnişi
59. Tekke ve Medrese Kavgası
60. Kutu: Otman Baba ve Bulgaristan’daki Dergahlar
61. II. Bayezid’in Oyunu: Böl-Parçala-Yönet
62. II. Bayezid, Alevileri Koyacak Yer Bulamadı
63. Balım sultan
64. II. Bayezid Döneminde Açlık, Kıtlık ve İsyan!
65. Şahkulu Ayaklanması
66. Şah İsmail’in Saltanat Davası ile Kızılbaşların Kurtuluş Kavgası Arasındaki Çelişkiler Şu Yüzüne Çıkmıştır!
67. Nur Ali Halife Ayaklanması
68. Safeviler
69. Şah İsmail
70. Kutu: Hatai
71. Kutu: “Cafer-i Sadık Buyruğu”
72. “Sultan Selim’e Vezir Olasın“
73. “Sufi Kıran“
74. Çaldıran Savaşı
75. Kutu: Kürtleri , Osmanlı Saltanatına Sokan Bir İşbirlikçi: İdris-i Bitlisi
76. Osmanlı, Ayaklanmaları Besleyen “Halk Dinine“ Karşı “Emevi İslamını Kurumsallaştırdı.
77. Bozoklu Şeyh Celal ve Şah Veli Ayaklanmaları
78. 16. Yüzyıl: Dizginsiz Bir Zulüm ve Sömürü Dönemi
79. “Muhteşem Yüzyıl”
80. Süklün Koca-Baba-Zünnun Ayaklanması
81. “Ser Vermez İsem Yoluna Şah-ı Kadimin, Alemde Dahi Bana Kalender Demesinler!”
82. Alevi- Bektaşilikte Yol Ayrımı
83. Bektaşilikte Bir Grubun Osmanlı İşbirlikçiliği
84. Yeniçeri Bektaşiliği
85. Yeniçeri Bektaşiliğini Bugünde Devlet İşbirlikçileri Sürdürüyor.
86. Kutu: Aleviliğin Yedi Ulu Ozanı
87. Kutu: Pis Sultan Abdal Gücünü Halk İsyanından Alan Bir Önder
88. Kutu: Dede Kül Himmet
89. Osmanlı’da Şeriatın Kurumsallaştırılması
90. Kutu: Kan İçici Bir Osmanlı Şeyhülislamı: Ebussuud!
91. Ayaklanmaların Ekonomik Sosyal Nedenleri
92. Düzmece Şah İsmail Ayaklanması
93. Celali Ayaklanmaları
94. Kutu
95. Kutu: “Nice ki Han, Bey, Paşa Var Men Köroğlu, Elden Koyan Değilem!“
96. Karayazıcı Abdülhalim Bey ve Deli Hasan Bey Ayaklanmaları
97. Kalenderoğlu ve Canbuladoğlu Ayaklanmaları
98. Osmanlı’nın 17. Yüzyıldaki Sureti: Kuyucu Murat Paşa
99. Cennetoğlu Ayaklanması
100. Sakarya Şeyhi Ahmet Ayaklanması
101. Kara Haydaroğlu Ayaklanması
102. Gürcü Abdünnebi Ayaklanması
103. Halkçı Niteliği Olmayan Osmanlı Beylerinin, Paşalarının, Kendi Aralarındaki İt Dalaşı
104. Osmanlı, Halk Ayaklanmasın Diye Sistemli Katliamlar Yapmıştır
105. Ferman Padişahın Dağlar Bizimdir
106. “Aydın İhtilali!“
107. “Hademe-i Devlet, Vali-yi Vilayet Atçalı Kel Mehmet“
108. Osmanlı’nın İstanbul’u
109. Yeniçeri Ocağının Gücü
110. Gönül Ne Kahve İster, Ne Kahvehane Gönül Muhabbet İster, Kahve Bahane
111. Patrona Halil İsyanı
112. III. Selim ve Osmanlı’ da Batılılaşma
113. Kabakçı Mustafa Ayaklanması
114. Yeniçeri Ocağı’nın “Bozulması“!
115. Yeniçeri Ocağı’nın Kaldırılışı
116. 1826 Alevi-Bektaşi Katliamı
117. Anadolu’ da Alevi-Bektaşi Katliamı
118. Kutu: Hamdullah Çelebi’nin Savunması
119. Anadolu Aleviliği Tarihinde Üç Önemli Süreç
120. 1826 Katliamı Sonrasında Alevi-Bektaşilerin Durumu
121. Osmanlı’nın Yarı Sömürgeleşmesi
122. Tanzimat Sonrasında Aleviler
123. Kurtuluş Savaşı’nda Aleviler
124. 1925: Tekke ve Zaviyelerin Kapatılması
125. Aleviler, Mustafa Kemal ve Cumhuriyet’e Bağlılık
126. Egemenlerin Söndüremediği Bir Alevi Ocağı: Dersim
127. Yavuz Selim’den Bugüne, Dersim’e Sefer Bitmedi!
128. Osmanlı-Rus Savaşında Dersim: Cemalettin Çelebi’nin Ziyareti
129. Koçgiri İsyanı
130. Tunceli Kanunu ve Harekatı: Katliam, Sürgün, Asimilasyon!
131. Uzun Süren Sessizlik ve Demokrat Parti Döneminde Hareketlenme
132. 1960’lar, İlk Alevi Dernekleri
133. TİP’ın Kuruluşu ve Aleviler Üzerindeki Etkisi
134. İlk Siyasi Parti, Birlik Partisi, Alevilerin Devrimcileşmesine Karşı Kuruldu!
135. İlk Alevi Katliamı Girişimleri: Ortaca- Pazarcık
136. 1979’lu Yıllarda Alevi Halk, İnancını, Umudunu, Devrimci Mücadeleye Bağlamıştı!
137. Kutu: Osmanlı Egemenlerinin Halka Yabancılaşması, 16. Yüzyılda Doruğa Çıkmıştı!
138. Kutu: Bir 12 Eylül Mektubu
139. Kutu: Arnavutluk Bektaşiliği
140. Kaynakça
I. BÖLÜM
ALEVİLİĞİN TARİHİ
“Tarih bize mumya gösterilir gibi tanıdığımız, sevdiğimiz ve acısını çektiğimiz gerçeklikten uzak, zamandan kopmuş tarihler ve veriler olarak öğretilir (...) olabileceğimizden habersiz olalım diye, olduğumuz şey bizden gizlenir ve bize bu yalan söylenir.“
(Eduardo GALEANO)
Bir ağacı öldürmek için, kökleriyle bağlarını kesmek yeterlidir. Egemenler de tarih boyunca, ezilenlerin bilincinde yeşeren eşitlik, özgürlük ve adalet umutlarını, kökleriyle bağını keserek öldürmeye çalışmıştır. Ezilenlerin, tarihle olan tüm bağlarını koparmak istemiş, beceremediği yerde geçmişi çarpıtmış, bozmuş, içini boşaltarak mumyaya çevirmiştir. Oysa biliyoruz ki geçmişe bakmazsak, bugün ne olduğumuzu ve yarın ne olacağımızı anlayamayız.
“Ancak tarih bilincinde insan ‚kendini görebilir’; demek ki insan, tarihe‚ kendini bilmek’ için yönelir. O nedenle bilinç, ‚zorunlu’ olarak tarihseldir.“
Bilinçlenmek, tarihini bilmektir. Egemenler, ‚ezilenler bilinçlenmesin’ diye tarihe saldırır. Alevilik, ezilenlerin sınıfsal başkaldırılanın dinsel ifadesi olarak tarih boyunca bu saldırıların öncelikli hedefi olmuştur. Alevilik tarihi, baştan başa Emevilerin, Abbasilerin, Osmanlı’nın çarpıtma ve karalamalarıyla doludur.
‚Kendini Bilmek’, Alevi inancının temel öğretisidir. Kendini bilmek, Hakk’ı bilmektir. Alevi inancında, Hak’ta bir olma mertebesine ulaşmış “Kamil İnsan“, kendini bilen insandır.
Bunun için tarihimizi bilmek vazgeçilmezdir. Çünkü tarih, dünden bugüne kan-can bedeli yarattığımız, bin bir emekle bugüne getirdiğimiz tüm değerlerin toplamıdır. Sahip çıkmamız gereken en büyük hazinemiz, zenginliğimizdir. Ebuzerlerin, Ebu Müslim Horasanilerin, Hallac-ı Mansurların, Bedreddinlerin, Pir Sultanların olmadığı bir Alevilikten geriye ne kalır? Sömürücü, zalim egemenlerin girmeye korktuğu vahşi, gür bir ormanı, kuru ağaç kütükleri haline getirmeye benzer bu! Egemenlerin istediği, özlediği budur!
Hayır, buna izin vermeyeceğiz! Köklerimize sıkı sıkı tutunacağız. Dallarımızı daha uzaklara, geleceğe uzatacağız. Ta ki tüm ülkeyi yeşertene dek! Herkesin bir ağaç gibi özgür, bir orman gibi kardeşçesine yaşayacağı bir düzeni kurana dek!
Aleviliğin de tarihsel iddiası budur...
İSLAMIN ORTAYA ÇIKTIĞI KOŞULLAR
İslamiyet, Mekke’de doğdu. Mekke Arabistan’ın ticaret merkezidir. Büyük pazarların kurulduğu, kervanların uğrak yeri olan kutsal bir şehirdir. Toprakları tarıma elverişli değildir, kuraktır. Ama ticaret sayesinde, Arap yarımadasında “Şehirlerin Anası“ (Ümmü’l Kura) olarak adlandırılmıştır. İbrahim peygamberin evi kabul edilen Kabe, Arap ailelerin putlarıyla doludur. Ve Mekke pazarı, Hac mevsiminde kabilelerle dolup taşmaktadır. Kervanlarla dört bir yandan gelen malların satıldığı pazarda, krallar alışveriş yapmaktadır.
Mekke şehri, kabilelerin yönetimindedir. Peygamberin mensup olduğu Kureyş kabilesinin de dahil olduğu bir kaç kabile, yönetimi ve zenginliği elinde tutmaktadır. Egemen sınıf tefeci-tüccarlardır. Köle ticareti, tefecilik, genelev işletmeciliği, önemli gelir kaynaklarıdır. Egemenler, altın ve gümüş parıltıları içinde, lüks ve sefahat içinde bir yaşam sürerken, kölelerin ve yoksul halkın hali ise perişandır. Açlıktan tefecilere borçlanan, borçlarını ödeyemeyince köle durumuna düşen, karısına, kızına el konup, borcu karşılığında çalıştırılan halk, öfkeli ve çaresizdir.
(15)Muhammed, Mekke’nin egemenlerine karşı öfkeli ve çaresiz olan bu halka dayanarak, peygamberliğini ilan etti. Bütün dinler gibi İslamiyet de ezilenler ile ezenler arasındaki çatışmanın en şiddetli olduğu, toplumsal dönüşümün koşullarının olgunlaştığı yer ve zaman ortaya çıktı. Pers ve Roma İmparatorluklarının, Afrika krallıklarının komşusu olan Arabistan Yarımadası, dinlerin, tarihin, ticaretin kesiştiği coğrafya olarak, İslamiyetin doğuşuna ve yayılmasına zemin hazırlamıştı.
Muhammed, 571 yılında doğdu. Küçük yaşlardan itibaren, amcası Ebu Talip’le birlikte kervanlarla yolculuk etti. Gençliğinde, Mekke’nin zenginlerinden, kervan sahibi dul bir kadın olan Hatice ile evlendi. Kervancılık yaparken, birçok ülkeyi ve şehri gezdi. Farklı din ve inançları tanıdı. Bir yanda altınlarla işlemeli sarayları, diğer yanda açlıktan kıvranan halkları gördü. Tek tanrılı dinleri, Arabistan’da da yaygın olan Yahudiliği, Hıristiyanlığı inceledi. Kabileler federasyonu olmanın ötesine geçememiş, hala putlara tapan köleci Arap düzeninin yaşadığı değişim sancıları, onu bir arayışa yöneltti. Ve İslamiyet, kendinden önceki tek tanrılı dinlerin, Yahudilik ve Hıristiyanlığın birikimleri üzerinde, yeni bir din olarak doğdu. (16) Muhammed’in çağrısına kulak vererek, bu dini ilk sahiplenenler; ezilenler, köleler, çöllerde yaşayan yoksul Bedevilerdir. İlk karşı çıkan ve tehdit olarak görüp yok etmeye çalışanlar ise, eski düzenin efendileri, Mekke’nin zenginleri, tefecileri, tüccarlarıydı.
Arabistan; Mekke, Medine gibi şehirlerin yanında, göçebe Arap kabilelerin yurduydu. Göçebe kabilelerin yaşamı, birbirleriyle çatışmalar, soygunlar, savaşlarla geçmekteydi. Bunun temel nedeni çoğunlukla, hayvancılık yapan kabilelerin ürettiklerinin, kendilerine yetmemesidir. Bu durum, şehirdeki egemen sınıfı ticarete, çöllerde yaşayan yoksul göçebeleri ise yağma ve talana yöneltmiştir. Ticaret kervanlarını vurarak ya da diğer kabileleri soyarak hayatta kalan göçebe kabilelerin, kendi içinde eşitlikçi bir düzeni vardı. Zorlu çöl koşullarında hayatta kalmak için, tüm kabile üyelerinin kardeşçe dayanışmasını zorunlu kılan bir düzendir bu! Her kabilenin; Seyyid, Şeyh veya Emir adı verilen bir lideri vardır. Lider, genelde bir ailenin arasından seçilir. Çevresinde, kabilenin diğer ailelerinin yaşlılarından oluşan bir Meclis vardır. Hepsi kan bağı ile birbirine bağlıdır. Ve her (17) kabile, diğerleri ile rekabet halindedir, onlara düşman gözüyle bakar. Kabile yapısı, devletleşmenin önündeki önemli engellerden biridir.
Kureyş kabilesi, Mekke’nin egemenlerindendi. Peygamberin mensup olduğu Haşimiler kolu, sayılan ve sevilen ve Mekke’nin önde gelen ailelerindendi. Kureyş kabilesinin diğer kolu Ümeyyeoğulları (Emeviler) ise ticarette ilerlemiş, Mekke’nin en zenginleri haline gelmişti. Her iki aile, dönüşümlü olarak Mekke’yi yönetmekteydiler. İmam Ali’nin babası ve peygamberin amcası ve hamisi olan Ebu Talip yıllarca Mekke’yi yönetmişti.
Mekke, ticaret nedeniyle Arabistan’ın ekonomik- sosyal yaşamında belirleyiciydi. Zenginliğin, altının, gümüşün biriktiği bir merkezdi. Tüm yaşam, tüccarların çıkarlarına göre düzenlenmişti. Fuarlarda düzenlenen eğlence ve etkinliklerle, tüccarlar ve kervancılar eğlendirilirdi. Genelevler, pazarlar, şairler ve hatta putlar bile onların çıkarlarına hizmet eder.
Arap kabileleri, tanrılarının simgesi olarak gördüğü putlara tapardı. Her kabilenin, kendi putu vardı. Aristokrat, zengin kabilelerin putları ile yoksul çöl Bedevilerinin putları ayrıydı. Zenginler, putlarını Kabe’nin özel bir yerine yerleştirerek, inancı da (18) ticaret aracı haline getirmişlerdi. Özellikle Hac mevsiminde binlerce insan, Kabe’yi ziyaret ederek bu putlara dua eder. Kervanların konaklamasının, her çeşit malın bulunduğu pazarın yanında “Kabe’nin geliri“ de Mekke’nin zenginliğini ve önemini arttırmıştır.
Mekke’de ve diğer kentlerde “hürler“, bir kabileye mensup ve aynı haklara sahip kişilerdi. “Köleler ve cariyeler“, savaşlarda esir alınan mal gibi görülen kişilerdi. “Mevaliler “ ise bu ikisinin arasında yer alan, azad edilmiş kölelerden, bir kabileye mensup olmayan göçmenlerden oluşurdu. Kısacası Mekke gibi şehirlerde, ezenlerle ezilenler arsındaki sınıfsal çelişki ve çatışmalar çok keskindir. Çöllerde yaşayan göçebe kabileler ise hala ilkel komünal toplumun eşitlik ve dayanışmayı temel alan anaerkil düzeninden izler taşımaktaydılar. İslamiyet, köleci bir toplumun yaşadığı Arabistan Yarımadası’ndan, dünyanın en büyük feodal imparatorluklarından birini çıkaracaktı. Emeviler ve ardından Abbasilerin bu gösterişli ilerleyişi, Karl Marx’ın tüm sınıflı toplumlar için belirttiği gibi sömürünün (19) yoğunlaşması, zulmün artması ile olmuştur. Harcında, ezilenlerin, emekçilerin teri ve kanı vardır. (Bu nedenle burada öncelikle şu tespiti yapmak gerekir. İslam toplumsal bir devrim hareketidir. Köleciliğe karşı feodal bir devrim hareketidir. Tarihsel olarak ilericidir. Devrimcidir. Her devrimci hareket gibi iktidar olana kadar halkçı yönü ağır basar. İktidardan sonra ise halkçı yön unutulur ve egemen feodal sınıfın sömürü ve zulmünün temsilcisi haline gelir. Bu noktada da İslamda iki büyük kanat ortaya çıkar. Halkçı yorumu ve egemen feodal yorumu. İşte Alevilik, Sünnilik bu ayrışmanın ürünüdür. Alevilik tarih içinde bu halkçı damarın temsilcisi olmuş ve kaçınılmaz olarak feodal sömürü ve zulme karşı halk ayaklanmaları ve direnişlerle var olmuştur. Bu ayaklanmalar ve direnişler içinde Alevi kültürü, felsefesi ve ideolojisi derinleşerek bugünlere varmıştır. Aleviliği bu gerçeklerden koparmak inkarcılıktan, yol düşkünlüğünden başka bir şey değildir.)
İSLAMİYET’İN DOĞUŞU
571 yılında doğan Muhammed, 40 yaşında peygamberliğini ilan etti. Ona ilk inananlar, eşi Hatice, amcaoğlu Ali ve kölesi Zeyd’dir. Daha sonra Mekke’nin aristokrat, zengin ailelerinden gençler ve sınıfsal olarak en altta bulunan köleler, mevaliler onun çağrısına uyarak Müslüman oldular. Kuşkusuz ilk Müslümanlar, altın ve gümüş parıltıları içindeki çürümüş, yozlaşmış Mekke düzenine en çok tepki duyanlardır. İslamiyet, onlara eşitlik, özgürlük ve adalet vaat etmiştir. Tüm inananların kardeş olduğu ve zenginlerin servetlerini paylaştığı, kadınların, kölelerin ezilmediği, hakça bir düzen vaat etmişti. O günkü koşullarda, bunun büyük bir toplumsal dönüşüm anlamına geldiği açıktır. Muhammed; ezilenlerin, yoksulların desteğini kazanmak için onların özlemlerini sık sık dile getirecekti. Çıkarlarının korunmasını, adaletinin temeli olarak ifade edecekti. Kur’an’ da ezilenleri savunan, zalimleri ve servet biriktirenleri yeren pek çok süre bulunur.
“İnsanı, Rabbi yetiştirdi ve denedi ve nimetler (20) verdi mi der ki ’Rabbim layıktım da beni öyle büyüttün.“
Ama sınayıp rızkını daralttı mı “Rabbim beni aldattı“ der.
Hayır, siz ne yetimi besliyorsunuz.
Ne de yoksulu doyurmak için birbirinizi teşvik ediyorsunuz.
Ve çocukların mirasını hırsla yiyorsunuz.
Ve servete aşırı düşkünlük gösteriyorsunuz.
Böyle olmamalıydı ama dünya tuz buz olunca.
Ve Rabbin saf saf melekleri gelince.
Ve cehennem kapıları açılınca insan işlediklerini hatırlayacak.
Ama bu hatırlamanın ne faydası olacak...
“Alevi inancına göre” Müslümanlığın kutsal kitabı Kur’an, 23 yıl boyunca peygamber Muhammed’in çevresindekilere ezberlettiği ya da yassı taşlar, deri parçaları, kemikler üzerine yazdırdığı 114 süreden oluşur. Bu sürelerin, Müslümanlara nasihat telkin eden ve geçmiş olaylardan vaaz veren 86’sinin Mekke’de; şeriat ve devlet üzerine olan 28’inin Medine’de vahyedildiği söylenir. Buradan da anlaşılacağı gibi İslam, ancak Hicret’ten sonra Medine’de devlet düzeni kurmakla (21) ilgilendi. Muhammed ve ilk Müslümanlar, başlangıçta Mekke aristokratları tarafından fazla önemsenmediler. Kölelerin, yoksulların sempatisini kazanan‚ Abdullah’ın yetimi’ diye çağırdıkları peygamberin etkili olamayacağını düşündüler. Ama Mekke’nin aristokrat ailelerinin gençleri de Ebubekir, Talha, Zübeyr gibi tüccarlar da Müslümanlar arasında yer alınca iş değişir! Muhammed’in, puta tapan Mekkelilerin tanrılarının değersiz olduğunu ilan etmesiyle, Müslümanlar üzerindeki baskılarını arttırırlar. Kan davasına yol açmamak için, Muhammed ve aristokrat kabilelerin gençlerine sadece ekonomik-sosyal baskılar uygulanırken, en alttaki köleler ve mevaliler, her türlü işkence ve fiziksel saldırıdan nasiplerini alırlar. Sonunda, 622’de hayatı tehlikeye giren peygamber ve Mekkeli Müslümanlar, Medine’ye hicret ederler.
Sürekli Mekke ile rekabet halinde olan Medineliler, peygamberi ve Müslümanları kentlerine davet ettiler. Amaçları, güvenilir kişiliği ve halk üzerindeki etki gücü ile peygamberin, Medinelilerin kendi aralarındaki çatışmalara bir son vermesiydi. Aralarında birliği sağlayarak, çevreye karşı güçlü (22) olmak için buna ihtiyaçları vardı. Çıkarlarına ve güçlerine uygun olduğu sürece, İslamiyet’e de bir itirazları yoktu.
Medine, tarıma elverişli zengin topraklara sahiptir. Ne var ki “muhacirler“ denilen Mekkeli Müslümanlarsa, tarımdan anlamıyorlardı. Peygamber, kardeşleşme çağrısı yaparak Medinelilerden her ailenin, Mekkeli bir aile ile kardeşleşmesi ve yardımcı olması uygulamasını başlatır. Bu uygulama, gelecekte Alevilik inancındaki musahipliğin temeli olacaktı. Buna rağmen başlangıçta zor koşullarda, büyük ekonomik sıkıntılar yaşadılar.
Hicret’in 2. Yılında peygamber, 9 kişilik bir müfrezeyi görevlendirerek ganimet sağlamak için Mekke kervanına saldırtır. Bu saldırıyı, diğer saldırılar izler ve Mekkelilerin en önemli gelir kaynağı olan kervan ticareti tehlikeye girer. İslamiyet’in ilk dönemindeki tüm savaşlar, aslında ekonomik rekabet ve göç çatışmasından kaynaklanmıştır. İslam peygamberi, “müşriklerle” savaşmayı Müslümanlar için bir dini görev (cihat) olarak ilan etti. Hadis bilgini Buhari’nin aktardığına (23) göre Muhammed “Ganaim (ganimetler) bana helal edildi. Halbuki benden evvel kimseye helal edilmemişti. Bana şefaat verildi” demiştir.
Ganimetler sayesinde Müslümanlar, ekonomik olarak rahatladılar. Peygamberin kervan soygunlarından elde edilenleri, eyleme katılanlara ve destekçilerine eşit paylaştırması sempati topladı. “Ganimet”, çölde yaşayan göçebe Arap kabilelerinin geçim kaynağıydı. İslam’ın “ganimet”i meşru görmesi ve teşvik etmesi, bu kabilelerin İslam’a geçişinde itici güç oldu. Peygamberin hakkı, ganimetin beşte biri olarak belirlendi. Ki bu beşte birin de ancak beşte ikisi peygamber ve ailesine kalmakta, beşte üçü yine yoksullara ve ihtiyacı olanlara dağıtılmaktaydı.
Peygamber, Bedir Savaşı’nda sayıca ve silahça üstün olan Mekkelileri yenerek, askeri gücünü ispatladı. İyi bir örgütçü olarak birlik ve disiplinini sağladığı Müslümanlar, sonraki savaşlarda da giderek üstünlük sağladılar. Ve Mekke’nin “fethine“ giden yolu açtılar.
Hz. Muhammed’in nasıl bir stratejist ve devlet yöneticisi olduğunun önemli belgelerinden biri ise Medine Sözleşmesi’dir. Medine’de yaşayan Hıristiyan ve Yahudileri de kapsayan bu sözleşme, eşitlik temelinde birliği ve barışı sağladı. Herkesin gönüllü katılımıyla tüm kabilelerin sınırları, hak ve görevleri belirlendi. Doğal olarak Hz. Muhammed de mimarı olduğu bu sözleşmenin denetleyicisi ve uygulayıcısı olarak devlet başkanlığı konumuna yükseldi. Medine Sözleşmesi, hem güç biriktirme döneminde olan Müslümanların, hem de Mekkelilere karşı birliği sağlamak isteyen Medinelilerin derdine derman olmuştu. Özcesi, o günkü koşulların ürünüydü. Bugün gericiler tarafından “ideal anayasa“, “ideal devlet“ ya da “ideal demokrasi“ şeklinde sunulmasının hiçbir gerçekliği de bilimselliği de yoktur. Nitekim Medine Sözleşmesi’nde Müslümanlarla eşit görülen ve inanç ve ibadet özgürlüğü tanınan Yahudi kabileler, güçler dengesi değiştiği anda şiddetle tasviye edildiler. Medine Sözleşmesi’nde vücut bulan bir arada yaşama anlayışı, peygamber ve ümmetinin güçlenmesiyle değişti. Müslümanların, düşmanlarıyla işbirliği yaparak anlaşmayı bozdukları gerekçesiyle, önce Yahudi kabilelerinden Beni Nadir, Medine’den sürüldü. Aynı koşullarda Medine’yi terk etmemekte direnen Beni Kaynuka kabilesi, çekildikleri kalede kuşatıldı ve sürgüne zorlandı. En büyük şiddet ise Beni Kurayza kabilesine uygulandı; erkekler katledilerek, açılan bir çukura gömüldüler, kadın çocuk ve mallarına ise el kondu. Bu tasviye, peygamberin diğer zengin Yahudi kabilelerine saldırısının ilk adımı olacaktı.
İslam, o dönemin koşullarında var olan ekonomik, siyasi ve toplumsal düzene göre ileriydi, köleciliğin hakim olduğu Arap Yarımadasında feodal bir devrimdi. “Medine Sözleşmesi’nde bunu gösteren verilerden biriydi. Ancak İslam, sömürüyü meşru görüyor, yağma ve talanı meşru görüyor. Politik anlayışının temelinde çıkarcılık, fırsatçılık ve takiyye var. Medine Sözleşmesi sonrasında yaşananlar, bunu net gösteriyor. Bu politika anlayışı, bugüne kadar aynı kalmıştır.
Dostları ilə paylaş: |