NİYAZÎ-İ MISRÎ’NİN TABİRNÂMESİ’NDE
RÜYALARIN DİLİ*
Arş. Gör. Kadriye YILMAZ,
Arş. Gör. Kamile ÇETİN
Dil, kişinin gerek bedenî, gerek aklî, gerekse ruhî ihtiyaçlarını karşılamakta kullandığı bir vasıtadır. Ses ve yazı bu yolda en önde gelen yardımcılarıdır.
İnsanoğlu sadece beden ve akıl ile idrak ettiği dış dünya ile yetinmemiştir. Dünü, bugünü kadar yarını da onu ilgilendirmiş, belki de yaşadığı zamandan çok yarını, yarınları merak etmiş, endişe duymuş, bilmeyi, öğrenmeyi istemiştir. Gayb ve gaybı bilme az veya çok, şuurlu veya şuursuz kişide yeni tecessüs, arama, bilme çabasına kaynaklık etmiştir. Gayb, bir zamanlar kâhinlerin, büyücülerin, falcıların ilgi sahası olmakla kalmamış, bir bakıma, bir ilim olarak da kabul edilmiştir. Kitabî-semavî dinlerden önceki insanlık, varlıklarına, güçlerine inanılan tanrılar bulmuş, bunlar adına kurbanlar kesmiş, adaklar adamış, törenler tertip etmiştir.
Kitabî-semavî dinler de gayb ile ilgilenmişler, bu dinlere göre murat edilen yer ve zamanda, seçilmiş kişilere vahiy, ilham, keşif ve rüya yoluyla bildirilmiştir.
Her toplumda bir dil ve bir de gizli dil problemi vardır. Kuş dili, ıslık dili, kadınlar arası dil, meslekî terimlerde farklılaşmış ifadeler gibi çeşitli söyleyiş tarzları görülür. Biz rüyaların da bir gizli dil olduğu kanaatindeyiz.
Çağımızın ilmî izahına göre düş ya da rüya “Uyku sırasında canlı, çarpıcı görsel ve işitsel varsanılarla (halüsinasyon) ortaya çıkan yaşantı”1, “Bir kimsenin uyku sırasında zihninden geçen hayal dizisi, düş”2 şeklinde tanımlanmaktadır.
Aslında rüya, insanlık tarihi ile beraber var olan ve yaşanan bir vakıadır. Fakat hâlâ hangi şartlarda meydana gelmektedir ve hangi zihnî unsurlar rüya görmede etkilidir gibi modern ilmin dahi izah edemediği pek çok soru mevcudiyetini korumaktadır. Her ne kadar geçen asırda Freud3’ün ve onu takip eden Jung4’un da kendilerine göre açıkladıkları rüya anlayışı bugün için eski etkisini kaybetmiş olsa da tarihî bir gelişimin temel taşları olarak bilinmesi gerekir. Yalnız ilimde değil felsefede de yine 19. asrın büyük filozoflarından Bergson5, rüya hakkında konunun çapraşıklığına işaret ettikten sonra yol açtığı meseleleri psikoloji, fizyoloji ve metafizik ilimlerin problem alanları ile ilişkilendirir.
Çağdaş ilim, rüyaların gizli dili üzerinde doğrudan durmamakta ise de tarih içindeki pek çok dinî inanışlarda ayrı bir görüş olduğu için gizli dil konusuna rüyaları da dâhil ediyoruz.
Eski medeniyetlerde rüya konusu, M.Ö. 5000 yılından itibaren başlayarak 5. yüzyıla kadar gelir. Konuya bakış her milletin manevî yapısına göre değişikliklere uğrar. Bugün Milattan 5000 yıl önce Bâbil ve Asurlulara ait rüya tabletlerinin olduğunu bilmekteyiz. Rüyalarında kötü ruhlarla karşı karşıya gelen Bâbilliler, rüya tanrıçası olarak kabul ettikleri Mamu’dan yardım isterlerdi. Mısırlılar ise rüyayı tanrıdan gelen bir mesaj olarak görüyorlardı. Mısır rüya tanrısı, Serapis adına yapılan tapınaklarda kâhinler ve rüya tabircileri otururlar, rüya görmek isteyenler gece boyunca bu tapınaklarda kalırlardı. Çinliler, rüya kaynağı olarak fizikî ve astrolojik faktörleri de göz önünde bulundururlardı. Hindistan’da ise M.Ö. 1500-1000 yıllarına dayanan Veda’larda rüya listeleri bulunmaktaydı. Kötü rüyalardan arınmak için özel hazırlanmış sularda yıkanılırdı. Gecenin farklı zamanlarında görülen rüyaların olayların gerçekleşme zamanı ile alâkası olduğu düşünülmekteydi. 5. yüzyılda Eski Yunan’da ruhun rüya esnasında vücudu terk edip tanrılarla görüştüğü kabul ediliyordu. Ünlü Yunan hekimi Hipokrat, rüyalara büyük ölçüde bedenî yönden bir işaret olarak önem vermekle birlikte bazı rüyaların ilahî olduğunu da kabul etmişti. Roma’da Yunan etkisi ile rüyalara önem verilmiştir. Meşhur Romalıların bir çoğunun rüyaları M.Ö. 2. asırda yazıya geçirilmiştir6. Bugün Bergama harabelerinde görülen meşhur hastanenin tedavi metodu da hastanın göreceği rüyalar temeline dayanmaktaydı. Buraya gelen hasta içeri girince evvela adaklarını keser, ardından havuza girerdi. Şayet iyi olacaksa havuz su verirdi. Su verilen hasta, 50 m. kadar aynalı bir koridorda yürürken “Hasta, iyi olacaksın!” şeklinde bir takım sesler duyardı. Borulardan geçişlerin olduğu bir odaya alınırdı. Doktorun tedavisi hastanın o gece göreceği rüyaya dayanıyordu7.
Medeniyet tarihi boyunca semavî dinlerde de rüyaya büyük yer verilmiştir. Tarihte Firavun’un, Nemrut’un, Yakup (a.s.)’un ve Yusuf (a.s.)’un kutsal kitaplardaki rüyalarını pek çok kişi bilir. Bunlar arasında herkes tarafından bilinmese de, 2500 sene evvel Buhtunnasır’ın gördüğü beş katlı heykel rüyasının Danyal Peygambere tabir ettirildiği ve bu tabirin bazı inançlı gruplar tarafından inanılarak günümüze kadar takip edildiği görülmektedir8.
Hadis-i şerifler ve âyet-i kerimeler de rüya ilmini tasdik etmekte ve dinimiz bu tabir ilmine şer’î bir ilim gözü ile bakmaktadır. Âyetlerde rüya şu şekilde geçmektedir:
“Artık o (oğul İbrahim’in) yanında koşmak çağına erince (babası), “Oğulcağızım, dedi, ben seni rüyamda boğazlıyorum görüyorum. Bak artık ne düşünürsün?”. (Oğlu) dedi: “Babacığım, sana edilen emir ne ise yap. İnşaallah beni sabredenlerden bulacaksın”9.
Fetih Sûresinde ise rüya konusu şöyle yer alır:
“Andolsun ki Allah, Resûlü’nün gördüğü rüyanın hak olduğunu tasdik etmiştir”10.
Yusuf Sûresi’nin çeşitli âyetlerinde rüyaya geniş yer verilmiştir. Yusuf (a.s.)’un çocukken gördüğü rüyanın babası Yakup (a.s.) tarafından tabir edilmesi bunlardan biridir.
“Bir vakit Yusuf, babasına: “Babacığım, demişti, gerçek ben rüyada onbir yıldızla, güneşi ve ay’ı gördüm. Gördüm ki onlar bana secde edicilerdir.” (Babası Yakub) dedi ki: “Oğulcağızım, rüyanı biraderlerine anlatma. Sonra sana bir tuzak kurarlar. Çünkü şeytan insanın apaçık bir düşmanıdır. “Rabbin seni öylece (rüyada gördüğün gibi) beğenip seçecek, sana rüya tabirine ait bilgi verecek, sana karşı da, Yakub hanedanına karşı da nimetlerini –daha evvelden ataların İbrahim’e ve İshak’a tamamladığı gibi- tamamlayacaktır. Şüphesiz ki Rabbin herşeyi bilendir, tam hüküm ve hikmet sahibidir.11”
Yusuf Suresi’nin devam eden bölümlerinde Mısır meliki bir rüya görmüş ve bu rüyayı Yusuf (a.s.)’a tabir ettirmiştir12.
Hadislerde de rüya bahsi şöyle geçmektedir:
“Mü’minin rüyası, nübüvvetin kırk altı cüzünden bir cüzdür. Bu rüya, anlatılmadığı müddetçe bir kuşun ayağında(takılı vaziyette) durur. Anlatılacak olursa hemen düşer”. (Tirmizî, Rü’ya 6, (2279, 2280); Ebu Dâvud, Edeb 96, (5020)13.
“Rüya Allah’tandır. Hulm(sıkıntılı rüya) şeytandandır. Öyle ise sizden biri, hoşuna gitmeyen kötü bir rüya(hulm) görecek olursa sol tarafına tükürsün ve ondan Allah’a istiâze etsin(sığınsın). (böyle yaparsa şeytan) kendisine asla zarar edemeyecektir.” (Buhari, Tıbb 39, Bed’ü’l-Halk 11, Ta’bir 3, 4, 10, 14, 46; Müslim, Rüya 5, (2262); Muvatta 1, (2, 957); Tirmizi, Rüya 4, (2288); Ebû Dâvud, Edeb 96, (5021)14.
“En sâdık rüya seher vakitlerinde görülen rüyadır.”(Tirmizi, Rü’ya 3, (2275)15.
“Sâlih rüyayı sâlih kişi görür veya ona gösterilir.”(Buhari, Tabir 5; Muvatta, Rüya 3, (2, 957); Ebu Davud, Edeb 96, (5017)16.
“Risalet ve peygamberlik kesildi. Benden sonra ne nebi ne de peygamber var. Ancak mübeşşirat devam edecek!” Dediler ki: “Mübeşşirat nedir?” Dedi ki: “Müslümanların rüyası peygamberliğin cüzlerinden bir cüzdür.17”
‘Görme’ anlamına gelen rüyanın yanında ‘hulm’ ve bunun çokluk şekli olan ‘ahlâm’ da rüya yerine kullanılmaktadır18. Gerçekte uykuyu karşılayan ‘menâm’ kelimesinin de rüya anlamında tercih edildiği görülmektedir. Bunların yanında olay anlamındaki ‘vakıa’ kelimesinin de rüya ya da rüyet yerine kullanıldığına şâhit oluruz.
İslâm âlimleri ve mutasavvıflar, rüyanın ruhanî bir olay olduğu, uykuda iken insanî olan ruhun mânâlar âlemine veya misal âlemine dalması sonunda gaybdan kendisine akseden varlıkların şekil ve suretini bir anda görmesinden başka bir şey olmadığını düşünüp rüyayı üç grupta değerlendirmişlerdir:
1. Rahmanî rüya: Uykuda iken doğrudan doğruya veya bir melek vasıtasıyla gerçekleşen rüyadır. Sadık rüya veya salih rüya denilen rüya budur. Bu türden rüyaların peygamberler, veliler ve temiz inançlı kişiler tarafından görüldüğüne inanılır. Bunların müjdelemek yanında korkutmak, uyarmak ve haber vermek fonksiyonları da vardır.
2. Nefsanî rüyalar: Nefsin telkinleri ve düşüncelerin çağrışımı sonucunda olan bu rüyaların kaynağı kişinin bizzat kendisidir. Kişi, uyanıkken ne ile meşgul ise rüyasında da onunla ilgili şeyler görebilmektedir. Batılı bazı bilim adamlarının problemleri rüyalarda gördükleri ve bu yolla icat ve keşiflere ulaştıkları bilinmektedir. Aslında bugünkü modern tıp ve ilim daha çok bu rüyalar üzerinde durmaktadır.
3. Şeytanî rüyalar: Yalan bir çağrışım ve tahayyülün söz konusu olduğu bu rüyalar korkunç ve çirkin olarak değerlendirilir. Bu “ahlâm” veya “adgâs-ı ahlâm” (asılsız olan karma karışık düş) ismiyle de bilinir. Bâtıl kabul edilen bu rüyalara itibar edilmez.
İslâm tasavvufunda da Azîzüddin Nesefî, İbn Haldun, İbn Arabî, Gazalî gibi daha pek çok mutasavvıfın bu konuyu ele aldığını görmekteyiz.
13. asrın mutasavvıflarından olan Azîzüddin Nesefî, İnsân-ı Kâmil adlı eserinde rüyayı On Sekizinci Risâle bölümünde “Gaybı Bilmek Beyânındadır” bahsinden sonra yer alan “Uyku ve Uyanıklık ve Rü’yâ Beyânındadır” kısmında değerlendirir. Bedendeki sıvılar (ahlât-ı erbaa) ve hastalıkların görülen rüyalarla ilişkisi içinde ele alır19.
İbn-i Haldun, Mukaddime’sinde rüyayı gayba ait bir idrak ve ruhanî bir hâl şeklinde düşünür. İnsanın uyanıkken dünyevî şeylerle meşgul olduğundan ruhanî hâllerini düşünmediğini, gayptan kendisine yansıyan bilgileri unuttuğunu belirtir. Ona göre insan, ancak uyku hâlindeyken bedenî kaygılardan uzak olabilir. İslâmiyet’ten önce de var olduğuna inandığı rüya tabirini şer’î ilimlerden kabul eder.
Rüyaları rüya-yı saliha ve adgâs-ı ahlâm olmak üzere ikiye ayırmakta ve bu kavramlara açıklık getirmektedir20. İbn Haldun, ‘vahy’i de salih ya da sadık rüya olarak görmektedir.
İbn Arabî, gerçeğin anlaşılması için rüyayı kullanarak “Bütün insanlar uykudadırlar; ancak öldüklerinde bu uykudan uyanırlar.” hadisinden hareketle ‘gerçek’ diye kabul ettiğimiz bu âlemin aslında bir ‘rüya’ olduğunu ifade eder21.
Rüyayı müjde, uyarı ve ilham olmak üzere üçe ayırır. İnsana dünya ve ahiret işlerinde iyi ve kötü olacak şeyleri gösteren bir rüya meleği yaratıldığını Fusûsü’l-Hikem adlı meşhur eserinde söyler22
Hadislerden hareketle rüya konusunu ele alan Gazalî de rüyaları salih/sadık ve adgâs-ı ahlâm olmak üzere ikiye ayırır ve rüya ile gayb, keşif ve kerametler arasında bir ilgi kurar23.
Gazalî, İbn Arabî gibi İbrahim Hakkı da rüyayı yalancı rüya, gerçek rüya şeklinde iki kısma ayırmaktadır. Gerçek rüyayı da kendi arasında gerçek rüya ve uyanıklık halindeki rüya (yakaza) diye iki kısım altında değerlendirir. Marifetnâme’sinde ruhların, mana, melekut, arş, kürs, sema (7 kat gök) ve mülk âlemlerini (kavs-ı nüzûl), geçtikten sonra tekrar rüya vasıtası ile bu âlemleri ziyaret edebildiklerini anlatır24.
Tarikat ehli kişiler rüyaya olduğu kadar rüya ilmine de geniş yer vermektedirler. Rüyalar, sâlikin içinde bulunduğu terbiye seviyesini gösterdiği için tarikatlarda irşat açısından çok önemli görülmektedir. Bu bakımdan bir tarikat şeyhi din ilimleri, tarikat adabı yanında rüya ilmini ve buna bağlı olarak nefsin mertebelerini çok iyi bilmek zorundadır. Tarikatlarda zaman içerisinde çeşitli mertebelerden geçmeyi başaran sâlik, hilafet makamına ulaştığında şeyhinden rüya tabir ilmini öğrenmiş olur.
*
* *
Rüyalarda görülen motiflerin (insan, canlı-cansız varlık vs.) neyi sembol ettiğini açıklayan bir çok eser kaleme alınmıştır. Edebiyatımızda bu tip eserlere tabir-nâme ismi verilir25. Bunun yanında tabirât-ı vâkıat, tabirât-ı rüya, rüya-nâme, vâkıa-nâme, seyir-nâme, güzâriş-nâme gibi isimleri de vardır. Tabirnâmeler, manzum olmakla birlikte, daha çok mensur olarak yazılmışlardır26.
Müstakil tabirnâmelerden başka, dervişin görmüş olduğu rüyalarını mektupla şeyhine bildirmesi ve şeyhinin de buna cevap olarak yazdığı mektup şeklinde tabirnâmeler de vardır27.
Bu tabirnâmelerde rüyalar mevsime, mekâna, şahıslara, görene ve görülene göre değişik şekillerde yorumlanırlar. Dünkü toplumumuzda mevcut olan okur-yazar, âlimler ve salih kişiler, toplumdaki cahil kişilerden daha farklı görülürlerdi. Tarikat ehlinin durumu ise bir mürşidin eğitiminde oldukları için daha başka türlü ele alınırdı. Görülen rüyalarda karşılaşılan hayaller buna göre değerlendirilmiştir. Denilebilir ki dış dünya ve dış dünyadaki bütün varlıklar (eşya, taş, kaya, bıçak, kılıç vs.), insanlar (canlı-cansız, ölü-diri, önemli şahsiyetler, veliler, kutsal kişiler) her biri rüyanın, rüyayı görenin şahsiyetine, ilmi ve sosyal seviyesine göre ayrı şekilde anlamlandırılıp tabir edilirlerdi. Meselâ cahil kişiler ile âlim kişiler aynı türden rüyalar görmüş olsalar bile farklı biçimlerde tabir olunurlardı. Nitekim örnek olarak üzerinde durmak istediğimiz Niyazî-i Mısrî (ö.1694)’nin Ta’birâtü’l-Vâkı’ât adlı eseri, tarikata giren sâlikin gördüğü rüyalara dairdir.
Bir Halvetî şeyhi olan Niyazî-i Mısrî, mensubu olduğu tarikatın esaslarından kabul edilen rüyalar ve yorumlarına değer vermiş ve bu eksende sözü geçen tabirnâmesini kaleme almıştır28. Niyazî Mısrî’nin hayatında rüya önemli bir yere sahiptir. Nitekim eğitim görmek için gittiği Mısır’dan gördüğü bir rüya üzerine 1643 yılında ayrılır ve kendisine rüyasında işaret edilen yeni şeyhini aramak için Arabistan ve Anadolu’da bir müddet dolaştıktan sonra 1646 yılında İstanbul’a gelir29.
Divanı’nda “rüya” kelime olarak yer almamakla birlikte aynı anlama gelen rüyet kelimesi iki yerde görülür30.
Bir muabbir olarak kabul edilen Niyazî-i Mısrî’nin tabirnâmesinin nüshaları hâlen kütüphanelerimizde mevcuttur31. Niyazî-i Mısrî seyr ü sülûk esnasında rüyanın önemi üzerinde dururken rüyaları nefsin yedi mertebesine göre açıklar; bu mertebelerin her birinde rüyalar farklı bir biçim alır ve buna göre yorumlanırlar32.
Niyazî-i Mısrî’nin rüya yorumlarını nefsin mertebeleri, yedi gezegen ve Allah’ın yedi ismi açısından değerlendirmek gereklidir. Tabirnâme nümerik bir yapı şeklinde kurulmuştur. Tabirnâmede bu sistem şu sözlerle ifade edilmektedir:
“Fasl Göklerde kevâkib-i seb’a-i seyyâre devr ittükleri esmâ-i seb’a esmâ-i İlahiyye mazâhir olduklarındandır kevâkib-i seb’a-i esmâ-i İlahiyyenin harâretiyle devr iderler onların devriyle gökler dahi dönerler meşâyih-ı azâm sûfîlere yedi esmâ-i usuliyye ki telkin ederler kevâkib-i seb’anın devrine sebep olan esmâdır ol kadar kevâkibi ve gökleri devr ittiren insanın yastık kadar vücudunu döndürdüği acep olmaz eğer tâlip mücâhid olup sürdüğü isme ziyâde meşgûl olursa ol isim onu döndürür şuglu kadar devr ittirür33”
Mısrî’nin yedi sayısı etrafında kurduğu tabirnâmesi aşağıdaki şekilde tasnif edilip tablo hâlinde verilmiştir. Burada ifade edilmesi gereken ilk şey, bütün metnin alt birimleri ve bu alt birimi çevreleyen üst kademe de dâhil olmak üzere yedi sayısı ile kuşatılmış olduğudur. Bunu Halvetî tarikatının Allah’ın yedi isminin (Lâilâhe İllallah, Allah, Hû, Hakk, Hayy, Kayyûm, Kahhâr) zikrine dayanmasına bağlayabiliriz.
Aşağıda dıştaki çerçevede yer alan yedi unsur ile içte ulaştığımız yedi unsuru derecelere ayırarak veriyoruz:
-
insanlar, 2 hayvanlar, 3 bitkiler, 4 sular, 5 cansızlar, 6 melekler/nebîler, 7gökler
BİRİNCİ
Nr.
|
Gören
| Gösterge |
Yorum
|
1
|
10 yaşında sâlik
|
Oğlan görülse
|
Veled-i kalbdir
(kalpte diriliş)
|
2
|
20 yaşında sâlik
|
Oğlan görse
|
Sâlikin ruhu sıfatı, ruhu şerhidir
|
(oğlan) âlimlerden ya da salihlerden ise
|
Akl-ı ma’ad şerhidir
(uhrevî akıl)
|
(oğlan) cahillerden ve avamdan ise
|
Akl-ı ma’aş şerhidir
(dünyevî akıl)
|
3
|
10 yaşında sâlik
|
Kız görse
|
Nefs-i müzekkir şerhidir
(temizlenen nefis)
|
4
|
10 yaşından yukarı sâlik
|
(kız) zenginlerden ya da salihlerden olursa
|
Nefs-i ma’ad şerhidir
(uhrevî akıl)
|
(kız) fakirler ve avamdan olursa
|
Nefs-i ma’aş şerhidir
(dünyevî nefis)
|
|
|
|
|
İKİNCİ
5
|
Sâlik
|
Hayvan görse
Mûzî (eziyet eden) olanlar
|
Hayvanlık vasfı insanlığına galip olduğunun şerhidir
|
6
|
Sâlik
|
Hayvanları mağlup görse veya kendisini onları helâk eder görse
|
İnsanlığı hayvanlığına galip olduğunun şerhidir
|
7
|
Sâlik
|
Hayvanları kendisine veya başka kimselere ehil olmuş görse
|
Nefs-i mutmainne şerhidir
(dördüncü kademedeki nefis)
|
Hayvan kendine insan gibi söyler görse
|
Bâtınî keramet çoktur, gayet iyidir.
|
ÜÇÜNCÜ
Nr.
|
Gören
|
Gösterge
|
Yorum
|
1
|
Sâlik
| Bitkiler
Faydalı olanlarından yenenleri görülse
|
Ruhun gıdası şerhidir
|
Yenmeyenlerinin kokuları
|
İlahî bilgilerin kokusunu can dimağı kulağı şeyhlerden dinledikçe muattar olduğu şerhidir
|
2
|
Sâlik
| Kuşlar
Eti yenenler
|
İlahî bilgilerden ortaya çıkan ruhanî gıdalar şerhidir
|
Eti yenmeyenlerin zararlı olanları
|
Kötü ve faydasız fikirler şerhidir
|
Şahin ve doğan türünden kuşlar
|
Kutsal ruhlar şerhidir
|
DÖRDÜNCÜ
3
|
Sâlik
|
Su
Akarsular
|
Zâhir ilmidir
|
Derya
|
Bâtın ilmidir
|
Balık
|
İlahî bilgilerdir
|
BEŞİNCİ
4
|
Sâlik
|
Ölü
Avamdan ise
|
Akl-ı ma’aşına, akl-ı ma’adı üstün gelip onu yok ettiği şerhidir
|
Salihlerden ya da âlimlerden ise
|
Uhrevî aklı yenildiğinin şerhidir
|
Şeyhlerden ya da şeyhler mertebesinde olandan ise
|
Kalb olduğunun şerhidir, gayet tenezzüldür, istiğfar ve tövbe lâzımdır.
|
Ölüyü dirilmiş görse
|
Dünyevî akıldır, kendi dünyevî aklını yenmişken dünyevî aklına yeniden yenildiğinin şerhidir
|
Eğer ölü dünyevî akıl ise
|
Kalbin dirilmiş olduğudur, gayet makbuldür, Bâtınî keramet şerhidir çok iyidir.
|
Sâlik
| Cansızlar
Cansızları insan gibi söyler görse
|
Bunda olan keramet dahi aladır ve hayvanların kendine konuşmasından daha ziyade iyidir.
(Bu noktada rüya tabir olunmaz, söz ile ifadesi yoktur)
|
ALTINCI
5
|
Sâlik
| Melekler
|
Meleklik sıfatı hâsıl ettiğine delildir, makbuldür
|
6
|
Sâlik
|
Nebîleri
Görse
|
Bâtınî tasfiye hâsıl ettiğinin şerhidir
|
Nebîleri kendine iyilik ile muamele eder görsen
|
İstiğfar, tövbe ve salaha devam etmek lâzımdır, nasihattır.
|
YEDİNCİ
Aşağıdaki yedinci basamakta açık olarak ‘vakıa’ya geçilir. Bu makam nefs-i safiye mertebesi olan nefsin yedinci ve son noktasıdır.
7
|
Sâlik
| Gökler
Yıldız ya da çok yıldızlar görse
|
Salih fikirler şerhidir
|
Hilâl, kamer, dolunay görse
|
Sırrına tecellî-i ef‘âl
(Allah’ın fiillerinden birinin kulun kalbine doğması) olduğunun şerhidir
|
Güneş görürse
|
Sırrına tecellî-i zât
(Allah’ın zatının kulun kalbine vasıtasız doğması) olduğunun şerhidir
|
Gökleri görse
|
Kalp genişliğine işarettir
|
Evler görse
|
Kalbin genişlik-darlık, güzellik-çirkinlik ve tasfiye-bulanıklığının şerhine beyandır
|
Aşağıdaki tabloda dış yapının içinde yer alan tespit edebildiğimiz son bir yedili basamakta da sâlikin Allah’ın isimlerini zikretmedeki durumunu ve hâllerini anlatan rüya kategorilerine yer verilmiştir:
-
Gören
|
Nr.
|
Gösterge
|
Yorum
|
Sâlik
|
1
|
Kılıç
Hançer
Bıçak
Ok-yay görse
|
Sürdüğü isimlerin şerhidir
(az veya çok sürdüğü bu rüyalarda bellidir)
|
2
|
Kurt görse
|
Haram şerhidir
|
3
|
Hınzır görse
|
Harama helâl gibi sunduğunun şerhidir
|
4
|
Ayı görse
|
Ucup (Büyüklenme) sıfatı şerhidir
|
5
|
Tilki görse
|
Hile şerhidir
|
6
|
Tavşan görse
|
Gaflet şerhidir
|
7
|
Köpek görse
|
Dünyaya meyli şerhidir
|
Yapıda görse/görülse/ise, rüyayı gören kişiye yani sâlike işaret eder. Gösterge, görülen rüyadır. Şerhidir/şerhine beyandır/işarettir/delildir/nasihattır/makbuldür/iyidir/gayet iyidir/-dir ibareleri Niyazî-i Mısrî tarafından bu göstergelere yapılan yorumları içermektedir.
Burada belirtilmesi gereken bir başka husus, göstergede yer alan “söyler görse” ibarelerinin geçtiği kısımlarda sâlikin rüyada hayvanları konuşur hâlde gördüğünde bâtınî kerametinin çokluğu manasına gelmekte olduğu ifade edilir. İkinci olarak cansız varlıkların konuştuğunun görülmesinin hayvanların sâlike konuşmasından daha ziyade iyi olduğu Mısrî tarafından belirtilir. Cansızların konuşması durumunda rüya tabir edilmez, sâlikin bu kabilden rüyalarının söz ile ifadesinin yok olduğu düşünülür.
Sonuç olarak rüyalar her insan için sembolik birer anlama sahiptirler. Tasavvufta tarikata giren bir sâlikin bulunduğu kademelerin rüyasında gördüğü varlıklar vasıtası ile anlaşıldığına inanılır. Mürşit, sâlikin rüyalarına bakarak onu yönlendirmeye çalışır. Allah’ın yedi ismini zikre dayanan Halvetî tarikatında rüyalar büyük bir değere sahiptir. 17. yüzyılda bir Halvetî şeyhi olan Niyazî-i Mısrî, kaleme aldığı Ta’birâtü’l-Vâkı’ât adlı eserinden dolayı bir muabbir olarak kabul edilmelidir. Tabirnâmesinde Mısrî, içinde bulunduğu tarikatın da etkisi ile yedili bir sistem kurarak sâlikin rüyalarına bu yapı içinde yorumlar getirmektedir.
Kaynakça
Akurgal, Ekrem, Anadolu Uygarlıkları, Net Turistik Yayınları, İstanbul, 1989.
Altındal, Aytunç, Gül ve Haç Kardeşliği, Alfa Yayınları, İstanbul, 2004.
Aşkar, Mustafa, Niyazî-i Mısrî -Hayatı, Eserleri, Görüşleri-, İnsan Yayınları, İstanbul, 2004.
____________, Niyazî-i Mısrî ve Tasavvuf Anlayışı, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1998.
Azîzüddîn Nesefî, İnsân-ı Kâmil (çeviren: A. Avni Konuk), Gelenek Yayınevi, İstanbul, 2004.
Bergson, Henri, Zihin Kudreti (çeviren: Miraç Katırcıoğlu), Millî Eğitim Basımevi, İstanbul, 1989.
Çantay, Hasan Basri, Kur’ân-ı Hakîm ve Meâl-i Kerîm –Tefsirli Meâl, Risale Yayınları, İstanbul, 1996.
Erdoğan, Kenan, Niyazî-i Mısrî Divanı, Akçağ Yayınları, Ankara, 1998.
Freud, Sigmund, Rüya Yorumu Metodu (çeviren: Ayşegül Günkut), Ataç Kitabevi, İstanbul, 1964.
Gökyay, Orhan Şaik, Seçme Makaleler 3-Güçlük Nerede?-, İletişim Yayınları, İstanbul, 2002.
Günay, Umay, Türkiye’de Âşık Tarzı Şiir Geleneği ve Rüya Motifi, Akçağ Yayınları, Ankara 1999.
Hadis Ansiklopedisi Kütüb-i Sitte (Hazırlayan: İbrahim Canan), c. III, Akçağ Yayınları, Ankara
İbn Haldun, Mukaddime, (hazırlayan: Süleyman Uludağ), c. I, Dergâh Yayınları, İstanbul, 2004.
İbrahim Hakkı, Marifetname, (sadeleştiren: Turgut Ulusoy), c. I, Bahar Yayınları, İstanbul, 1974.
İmâm Gazâlî, İhyâ’ u Ulûmid’dîn, c. III, Hikmet Neşriyat, İstanbul, 2004.
İzutsu, Toshihiko, İbn Arabî'nin Fusûs'undaki Anahtar Kavramlar, Kaknüs Yayınları, İstanbul, 1999.
Jung, Carl Gustav, İnsan Ruhuna Yöneliş (çeviren: Engin Büyükinal), Say Yayınları, İstanbul, 2004.
Kafadar, Cemal, Asiye Hatun’un Rüya Mektupları, Oğlak Yayınları, İstanbul, 1994.
Muhyiddin-i Arabî, Fusûs ül-Hikem (çeviren: Nuri Gencosman), Millî Eğitim Bakanlığı Yayınları, İstanbul 1992.
Niyazî-i Mısrî, Ta‘bîrâtü’l-Vâkıât, Süleymaniye Kütüphanesi, Hacı Mahmud Efendi Bölümü, Nr.: 3346/10.
Schimmel, Annemarie, Halifenin Rüyaları İslamda Rüya ve Rüya Tabiri, (çeviren: Tûba Erkmen), Kabalcı Yayınevi, İstanbul, 2005.
Tatçı, Mustafa-Çeltik, Halil, Türk Edebiyatında Tasavvufî Rü’yâ Ta’bir-nâmeleri, Akçağ Yayınları, Ankara, 1995.
Dostları ilə paylaş: |