G.W.F. Hegel
Fichte’nın itibarı korunmuştu. Genel Sekreterlik, “Et ve
Hayvancılık” dergisi sorumlu müdürlüğüne ve Hegel’e birer
178
takdirname gönderdi. Olay da birkaç ay sonra unutuldu.
Bir yıl kadar sonra, Georg Wilhelm Friedrich Hegel’in ya-
kın arkadaşı ve Göttingen Üniversitesi Tarih Kürsüsü Pro-
fesörü Heinemann, kasaba arşivinden bazı bilgiler almak
için Stadthamburg’a geldi. Arşivin tozlu raflarından bir ki-
tabı çekmek isterken rafın üstüne yığılı duran birtakım der-
giler başına düştü. İşte bu basit olay, bizim Hegel’in kaderi-
ni değiştirdi. Dergileri kaldırırken bir tanesinin kapağına
gözü takılan Heinemann, hayretle şu satırları okudu:
“Kasaplık Hayvanların Kesiminde Devletin Uyarsız Tutu-
mu Hakkında Bir Deneme”
İmza:
G. W. Hegel
Profesör gözlerine inanamıyordu. Hemen durumu incele-
di ve gerçeği öğrendi. Olay, kısa bir süre sonra, kasabada
duyulmuştu. Heinemann da olayı arkadaşı Hegel’e anlattı;
gülüp geçtiler. Fakat, bir iki ay sonra, Heinemann, büyük
filozofla, devletin mutlak fonksiyonu konusunda sert bir
tartışmaya girince, Hegel’e cevap olarak yayımladığı bir ma-
kalede: “Bu konuda, Stadthamburg’daki kasap Hegel bile
daha tutarlı birşeyler söylerdi” diye yazınca kıyamet koptu.
Hegel, gazetelere bir açıklama göndererek, yazıda adı geçen
Hegel’le hiçbir ilgisi olmadığını, bütün meselenin bir ad
benzerliğinden ibaret olduğunu belirttiyse de, bu açıklama
Hegel’in şöhretini artırmaya yaradı sadece. Kasabada her-
kes, onu artık filozof Hegel diye çağırıyordu. Hegel bütün
olanlara gülmek mi kızmak mı gerektiğini bilemiyordu. Fa-
kat sonunda üçüncü yolu seçti: ciddiye aldı. Uzun tered-
dütlerden sonra Heinemann’a gönderdiği bir mektupta ar-
tık felsefeyle uğraşmak istediğini ve bu konuda kendisine
yardım ederse çok sevineceğini yazdı. Profesör, bu beklen-
medik mektuptan heyecanlanarak Hegel’i hemen Göttin-
179
gen’e çağırdı. Franz da kasap dükkânını ve evini Fichte’ye
ucuz bir fiyata satarak, yerleşmek ve felsefeyle uğraşmak
üzere Göttingen’e hareket etti. Yola çıkmadan önce de bir
kitapçı dükkânında Kant’ın
“Kritik der Reinen Vernunft”
adlı
eserini gördü ve hemen satın aldı. Bütün yol boyunca da,
ne arabanın sarsıntısına ne de manzaranın güzelliğine aldır-
madı; durmadan bu kitabı okudu. Göttingen’e vardığında,
felsefeden vazgeçmek üzereydi. Fakat, Hegel’i hararetle kar-
şılayan Heinemann onu kısa zamanda teselli etti; sonra da,
üniversitedeki dostlarıyla tanıştırdı, bazı dersleri dinletti ve
Profesör Hirsch’in on iki ciltlik “Felsefeye Giriş” adlı eseri-
ne başlattı. Hegel’e üniversite öğrencilerinin yaşadığı bir
semtte bir pansiyon bulundu. Heinemann, rektörle bir gö-
rüşme yaparak Franz’ın Felsefe Fakültesine kabulünü de -
imtihansız- sağladı. Franz da koruyucusunu utandırmadı.
Üç yıllık üniversiteyi, sekiz yılda orta dereceyle bitirmeyi
başardı. Bu başarıda Profesör Heinemann’ın payını da ihmal
etmemek gerek. Bütün imtihanlara hazırlanmasında gece-
lerce uyumadan Franz’a ders tekrarlatan, her imtihana din-
leyici olarak girip geç kalmış filozofumuzu her bakımdan
destekleyen ve Latince profesörü Kirschoff’u razı ederek bir
not fazla almasını ve daha fazla yıl kaybetmemesini sağla-
yan bu vefalı adama Hegel çok şey borçluydu. Franz, üni-
versiteyi bitirdikten sonra da çalışmasını aynı hızla sürdür-
dü ve mezuniyetinden dokuz yıl sonra “Felsefe Doktoru”
unvanını alarak felsefe fakültesinin öğretim kadrosuna ka-
tıldı. O sıralarda elli yedi yaşındaydı. Bilindiği gibi, ‘doktor’
olduktan sonra, diğer unvanlar daha çabuk kazanılır. Alt-
mış iki yaşında doçent oldu ve altmış sekiz yaşında da pro-
fesör unvanıyla kürsü şefliğine tayin edildi.
Hegel profesör olduktan iki ay sonra, şiddetli baş ağrıla-
rından yakınmaya başladı. Heinemann öleli iki yıl olmuştu.
Küçük bir evde yalnız yaşıyordu. Baş ağrıları, onu bekleme-
180
diği zamanlarda yakalıyordu. Bir sabah öğrencilerine ders
verdiği sırada, birden kafasının boşaldığını hissetti. Öğren-
cilerine belli etmedi ama, dersin sonunu getirmek için ola-
ğanüstü çaba harcadı ve dayanılmaz ıstıraplar çekti. Doğru
eve koştu ve yatağa yattı. Durmadan söyleniyordu: “Ne ya-
pıyorum? Neredeyim ben?” Günlerce yataktan çıkmadı. Bir
tek şey düşünebiliyordu: Stadthamburger. Yemek yiyemi-
yordu, uyuyamıyordu. Doktorlar, Hegel’de önemli bir has-
talık bulamadılar. Bünyesi kuvvetliydi ama üniversiteye gi-
decek gücü bulamıyordu kendinde. Akşama kadar yatıyor,
gece de sokaklarda tek başına dolaşıyordu.
Başına gelenlerin hep felsefeyle uğraşmak yüzünden ol-
duğu kuşkusuna kapıldı bir gün. Yatakta Kant’ı okumaya
çalışıyordu. Birden, boğazına bir şey tıkandığını hissetti ve
kitabı elinden bıraktı. Bir süre sonra kendine geldi. Evet,
bütün bu rahatsızlıklar, okumak ve düşünmekten ileri geli-
yordu. O günden sonra evde kitap görmeye dayanamaz ol-
muştu. Kitaplarını bir sandığa doldurarak tavan arasına çı-
kardı. Üniversiteye giderek, emekliye ayrılmak istediğini
söyledi.
Doğduğu kasabadan ayrı yaşamak da ona acı veriyordu.
Ne kadar yanlış bir yola sapmıştı. Neden hayatını değiştirip
başaramayacağı kadar ağır bir işe girmişti? Neden Heine-
mann’a kanmıştı? “Kasap Hegel,” diye söyleniyordu evde,
odaları hızla dolaşarak. “Kasap Hegel, nasıl oldu da felsefe-
ye özendin? Küçük kaderini değiştirmeye kalktın? Allahın
verdiği aklı, neden onun tayin ettiği yolda kullanmadın?”
Aşırı dindar olmuştu. Kilise kilise dolaşarak durmadan dua
ediyor ve Allah’tan özür diliyordu. Heinemann’ı, onu baş-
tan çıkarmak için gönderilmiş bir şeytana benzetiyordu.
“Seninle aynı cehennemde yanacağız Heinemann!” diye ba-
ğırıyordu odasında. Kimseyle görüşmüyordu. Profesörlüğe
geçebilmek için yazdığı iki kitabının dünyada yaptığı en
181
kötü iş, en affedilmez günah olduğu düşüncesine kapıldı
sonunda. Kitapları toplamaya karar verdi. Kitapçıları dolaş-
tı; ancak otuz iki tanesini bulabildi. Kitaplar, bütün Alman-
ya’ya dağılmıştı. Ümitsizliğe düştü. “Hiç olmazsa, üniversi-
teyi kurtarmalıyım onlardan!” Üniversite kitaplığından ki-
taplarını çaldı ve uykusuz bir gecenin sabahında kitapçılar-
dan toplamış olduklarıyla birlikte hepsini yaktı.
Bütün gününü hiçbir şey yapmadan geçirmek de onu yo-
ruyordu. Hicivle ilgili eserler okumaya kaptırdı kendini ne-
dense. Geceleri Juneval’den birkaç satır okuyunca biraz ol-
sun uyuyabiliyordu. Dünyanın sonu gelmişti; her şeyle acı
acı alay edilebilirdi sadece. “Kasap Hegel Felsefenin Kanını
Nasıl İçti?” adlı küçük bir mizahi deneme yazdı. Deneme-
nin sonunda Allah, onu, küçük bir çocuk gibi kulağından
tutup üniversiteden atıyordu. “Haydi bakalım küçük He-
gel,” diyordu Allah. “Yaptığın yaramazlık yeter. Artık uslu
çocuklar gibi evine dön.” Bu son satırları yazdıktan sonra,
başını kaldırdı ve ağlayarak: “Dönüyorum Allahım, dönü-
yorum,” diye inledi. “Kasap Hegel, etlerinin arasına döne-
cek. Burnunun alıştığı pis kokularla yaşayacak gene.” Deli
gibi sokağa fırladı, Stadthamburg’a giden bir araba aradı
hanları dolaşıp. İki gün sonra bir araba olduğunu söyledi-
ler. Bu iki gün eve hiç dönmedi. Meyhanelerde -içkiye baş-
lamıştı son aylarda- sokaklarda gezdi durdu.
Gustav Willibald Franz Hegel, arabaya bindikten dört sa-
at sonra, bir konak yerine yaklaşırlarken, 18 Mayıs 1844
Perşembe günü akşamüzeri saat dört buçukta beyin kana-
masından öldü.
182
İKİNCİ ŞARKI
Mısra 134:
Dostları ilə paylaş: |