ALTINCI BÖLÜM
Toprak unsurunun mahiyetini, keyfiyet ve durumlarını, sükûn ve kararını,
parçalarını korumasını, vâdi ve dağlarını; yerkürenin iki tabakaya
bölünmesini ve yeni dünyanı ortaya çıkmasıyle çizilişini; kaynakların
fışkırmasını ve yerin sarsılmasını dört madde ile hâkimâne açıklar.
Birinci Madde
Toprak unsurunun mahiyetini, faydalarını, özelliklerini, keyfiyetini,
durumlarını ve görünüşünü; vadilerini ve dağlarını, sükûn ve kararını,
parçalarındaki çekiciliği bildirir.
Ey aziz, malum olsun ki, filozoflar ve astronomlar ittifakla demişlerdir
ki: Dört unsurdan dördüncüsü ve esası toprak unsurudur ki, o, bir basit
cevher; keyfiyet ve tabiatı soğuk ve kuru olduğundan, diğer unsurlara
muhaliftir. Mutlak ağır ulunduğundan, tabiî yeri unsurların altı olup,
kendi parçalarını çekme ve kurumayla yerinde sükun ve karar etmiştir. Bu
toprak unsuru, bir tek yüzeyle çevrili küre bir cisimdir.O kürenin merkezi,
âlemin merkezi ve bütün ümmetlerin ayağının altıdır. Yüzeyi, vâdiler ve
dağlarla girintili-çıkıntılı olup, üzerinde bulunan su küresi ve hava
küresinin alt yüzeylerine temas etmiştir. Felekler ve unsurlar, yerkürenin
etrafında hareket edici olup, feleğin dönüşü, o süratli hareketiyle bu
unsuru her yönden ortaya itip, sâkin tutmuştur. Nitekim bir şişe içine bir
taş konulup, o şişe sürat ve kuvvetli döndürülse, o taş, şişenin ortasında
hareket etmeyip sâkin olur. Bunun gibi yer, feleğin ortasında sâkin olur.
Bir karar üzere karar etmiştir. Gerçi bazıları demişlerdir ki, yerküre, hem
güneş etrafında, hem kendi etrafında daima hareket edicidir. Felekler ve
yıldızlarsa, sürekli sâkin ve sâbit olup, ancak yerin dönmesiyle dönücü ve
hareketli sanılmıştır. Nitekim yürüyen bir gemiye binmiş olan kimseye,
denizin sahili hareket ediyor görünür. Bu konunun bir miktarca
açıklanması, dokuzuncu bölümde, yeni astronomi nâmıyle beyan olunacaktır.
Lakin bu görüş, zayıf ve çoğunluğa aykırı bulunmuştur. Çünkü bu kitapta
Alemin durumlarını açıklamaktan muradımız, ancak cihanın yaratıcısını
tanımaktır, cihan değildir. Şu halde âlem, ne yapıda olursa olsun ve ne
yöne hareke kılarsa kılsın, hepsi o göklerin ve yerin yaratıcısının
kudretinin kemâline ve azametine delalet eder. Bizlere de lazım olan ancak
bu ibret bakışıyle kemâl kazanmaktır.
Toprak unsuru da, ötekiler gibi, oluşu ve bozuşumla çeşitli suretler
bulmaya kabiliyetlidir. Zira ki, kendi yerindeyken bile, diğer unsurlara
dönüşüp, başkalaşır. Bu toprak unsurunun soğukluk ve kuruluğunun birlikte
bulunmasına sebeb, katılık ve yapışma olduğundan; sırtı canlılara yer ve
sığınak, karnı maden ve bitkilere başlangıç ve kaynak bulunmuştur. Şeklinin
küre olduğu nice delillerle ispatlanmıştır. Bütün yeryüzünde ikibuçuk
fersahtan ziyade yüksek dağ olmadığı yakinen bilinmiştir. Çünkü dağların en
fazla yüksekliğinin yerin çapına oranı, bir arpa eninin bir ziraa oranı
gibidir. Şu halde bu dağlar, yerin küre olmasına mâni değildir. Mesela bir
yuvarlak elma üzerinde pirinç tanelerini saplansa, tanelerin yarıları
dışarıda bulunsa,o elmanın yuvarlaklığına onlar zarar vermediği gibi,
dağlar dahi yerin küreliğine zarar verme ve veremez. Lakin yerküre fazla
büyük olduğundan, düz görünür. Onun için felsefeden habersiz olanların aklı,
gözünün gördüğünü geçmeyip, olduğu yeri düz gördüğünden, yerin tamamı düz
yüzey zanneder. Halbuki gerçeğe uygun değildir.
Yerkürenin ortasında bir hayalî nokta vardır ki, âlemin merkezi ve gerçek
dip odur. Bütün yönlerden ağır cisimler ona meyledip, engeller olmasa, varıp
onu bulur. Her yönden yerin göğe uzaklığı eşit olduğu halde, ağır cisimler
biribirini itme sebebiyle veya merkezin çekmesi yoluyle, bu toprak unsuru
unsurların ortasında yerleşmiştir. Şu halde insan, yeryüzünün her ne yerinde
dikilirse, onun tepesi sürekli gök tarafına gelip, ayağı merkeze doğru
olur. Ona göğün yarısı görünür. Zira ki, onun ufku dairesinin merkezi,
kendi ayağı altında bulunur. Yerin hangi tarafına, ne miktar hareket etse,
ona, göğün o miktarı o taraftan meydana çıkar. Öteki tarafından o iktar gök,
gizlenmiş olur. şu halde yirmiiki fersah mesafe ki, yaklaşık yerin bir
derecesidir, her o kadar hareket için, göğün dahi bir derecesi meydanda
olup, karşısında bir derecesi görünmez. Zira ki, yer, kendi kuşağının
üçyüzaltmış cüzünden bir cüzü olduğu gibi, göğün dahi bir derecesi öyledir.
Şu halde yerin bir derecesi, karşısında ve paralelinde bulunan göğün bir
derecesine uygun ve eşit sayılmıştır. Gerçi yer dairesinin kavsinden, gök
dairesinin kavsi uzun bulunmuştur. Lakin bu kıyas ile bütün dereceler,
feleklerin kuşağı ve yıldızların yükseklik alçaklığı bilinmiştir.
İkinci Madde
Toprak unsurunun iki tabaka bulunduğunu ve bazı filozofların görüşlerine,
bazı âyet-i kerime ve hadis-i şeriflere bu durumun bir yönden uyduğunu
bildirir.
Ey aziz malum olsun ki, filozoflar ve kelamcılar demişlerdir ki: Bu toprak
unsuru, bir küre iken iki tabakaya bölünmüştür. Önceki tabakası çamur
tabakasıdır ki; bütün madenler, bitkiler, hayvanlar, kaynaklar, zelzeleler,
buharlar, onun üst nahiyesinde oluşup, vücuda gelmiştir. bu topak unsuru
renksizken, onlarla karıştığından nice muhtelif renklerle renklenmiştir. Bu
tabakanın kalınlık ve derinliğini, Hindistan filozofları, bal mumları yakıp,
çeşitli fenlerle değişik yerlerde derin kuyular kazmak, inceleyip,
denemişlerdir. Nice sahralarda yedibin kulaçtan fazla ve deniz yakınında
onbeşbinbeşyüz kulaç ki, takriben beş fersah mesafedir. O kadar yerin
dibini kazdıkta, çamur tabakasının sonunu bulmuşlardır Ve halis renksiz ve
kuru toprağa ulaşmışlardır. Halen o kuyuların dördü, Hindistan'ın sonu olan
Kenkeder sahrasındadır. Şeddad kuyusu, Şam'da, Altın Çeşme semtinde,
Zeydanî sahrasındadır ki, ona Haviye kuyusu derler. O semtin halkı, onu
temaşa etmek için giderler. Yağlı hırkalardan deve kadar büyük demetler
bağlayıp, ateş ile şulelendirip,o kuyuya atarlar. O zaman o şuleyi seyredip
görürler ki, kuyunun içine indikçe küçük görünüp, ta yıldız kadar olur,
derler. Sabittir ki, geceleyin bir dağda, deve büyüklüğünde yanan ateş, beş
fersah mesafeden, bir yıldız miktarı görünür. Şu halde bu kıyasla, çamur
tabakasının mesafesi bilinir. bu tabaka, ateş tabakasına nispetle altıncı
tabaka sayılır.
Toprak unsurunun ikinci tabakası, halis topraktır ki, merkezi kuşatan aslî
unsurdur. O, tamamen soğuk ve kurudur ve renksizdir ki, renklenmiş değildir.
Ziraki aslî unsurların rengi olmaz. Nitekim suyun rengi, kabın rengidir Bu
halis tabakanın derinliği merkeze varıncaya dek binikiyüz altmışyedi fersah
mesafe hesap olunmuştur. zira ki, yerkürenin kuşağı, sekizbin fersah mesafe
olduğundan, çevreden merkeze varıncaya dek yarıçapı, binikiyüz yetmişiki
fersah mesafe bulunmuştur. Şu halde yerin yarıçapından beş fersah çamur
tabakasının kalınlığı çıkarıldıkta, kalan halis tabakanın kalınlığı olur.
Şu halde ay feleğinin altında ateş tabakası, onun altında duman tabakası,
onun içinde soğu tabaka, onun içinde buhar tabakası, onun içinde su
tabakası ve onun altında çamur tabakası, onun içinde de hâlis tabakadır ki,
yedinci tabakadır. Bu yedi tabaka biribirini kuşatmıştır ve "Allah yedi
göğü ve bir o kadar da yeri yarattı," (65/12) âyetine uygun gelmiştir.
İbn-i Abbas (Allah ondan razı olsun) hazretlerinden naklolunan boğa ve
balık kıssası gerçeklik kazandığı takdirde; boğa burcu ve balık burcu ile
tevcih olup ona uygun olmuştur. Zira ki Ashab-ı Kiram'ın bu tür işlerden
akla uygun yorumları galiba İslâm'ın başlangıcında din işleri henüz
yerleşmeden, felsefî görüşlere halk meşgul olup, İslam dininin kaidelerini
zabt ve rivayetten kalmasınlar diye, din işlerinden olmayan suallere:
"İnsanlara akılları seviyesinde söyleyin," hadisince hakimâne cevaplar
vermişlerdir. Elbette peygamberlerin ve ashab-ı kiramın görevi, halka din
işlerini öğretmek olup; eşyanın hakikatlerinin açıklanması onları vazifesi
olmadığından, kendilerine ayın değişik şekillerinden sorulduğunda: "Sana
yeni doğan aylardan soruyorlar. De ki: Onlary insanların muameleleri ve hac
için vakit ölçüleridir," (2/189) buyurulmuştur. Ta ki halk, onlardan
soracaklarının ne olduğunu bilsin ve din işlerinden olmayan durumları
onlardan sual etmesin. Nitekim hurma ağacının dikilmesi ve aşılanması
konusunda, Peygamberimiz sallallahü aleyhi vesellem: "Siz dünya işlerini
daha iyi bilirsiniz," buyurmuştur. Yerkürenin iki kutbu doksanıncı
enlemlerdir ki, yukarıda açıklandığı üzere, altı ay gece ve altı ay
gündüzdür. Şu halde Hızır ve İskender karanlığı, kuzey kutbunda olan altı
ay geceden ibarettir. Yoksa sürekli karanlık olan yer, bilim adamları
katında sabit değildir. Ye'cüc ve Me'cüc seddi, yedinci iklimin doğu
semtinde, eski Tataristan'ın kuzeyinde bir yerdedir. Bazı eski kitaplarda,
yerin mesafesi beşyüz yıllık yol ve yerle göğün arası beşyüz yılık yol
yazılıp, Sümmüvâ'ta bu anlamları içine alan hadis-i şerif dahi rivayet
olunmuştur. Lakin murat, ancak mesafenin çokluğunu belirtmektir, sayı
değildir. Zira ki elli, yetmiş, beşyüz, yediyüz, bin, ellibin, yetmişbin,
yüzbin... sayıları hep çokluk makamında kullanılmıştır. Nitekim: "Ey
resulüm, o müafıklar için ister mağrifet dile, ister dileme. Onlar için
yetiş kere mağrifet istesen de, Allah onları asla bağışlayacak değil..."
(8/80) âyet-i kerimesinde sayı tayini murat olunmayıp, çokluktan kinaye
bulunmuştur. Şu halde bunun gibi tevillerle, ilim adamlarının birçok
görüşleri dine uydurulmuştur.
Dostları ilə paylaş: |