Mes'ele (Şahidin, Yani Görüienin Gaibe, Yani Görülmiyene Delâlet Etmesi)
Ebu Mansur (r.h.) diyor ki : Sonra insanlar şahidin gaibe delâlet etmesi hususunda ihtilâf ettiler. Bazıları şöyle diyor : Görünen varlık, görünmiyen varlığa delâlet eder. Çünkü görünen, görünmeyen için bir asıl teşkil etmektedir. Asıl ise fer'ine muhalefet etmez. Gaibin bilinmesinin yolu, görünenden geçer. Başkasına kıyas edilen şey, kendisinin ben-' zeridir. İşte bununla âlemin kadîm olduğunu ispat etmeye koyuldular. Zira görünen âlem, kendisi gibi olana delâlet eder. Öyle ise, görünmeyen, görünen ile âlem olur. Sonra o, her vakit, hakkında kendisinden önce geçen ve kendisi gibi olana delâlet eder. İşte bu da hepsinin kadîm olmasını icabettirir.
Bazı kimseler de şöyle diyor : Hiç bir vakit yoktur ki kendisinde âlemin başlangıcı düşünülsün de kendisinden öncesi düşünülmüş olmasın. Böylece âlemin meçhul kalması batıl olur.
Bazı kimseler de der ki : Görünen âlem,- kendisi gibisine delâlet ettiği gibi kendisinin hilafı olana da delâlet eder. Kendisinin hilâfına delâlunması; bütün mahlûkatm durumunun böyle317 olması âlemin muhdisi-nin bir olduğuna delâlet eder. Çünkü bunların idaresi birden fazla muh-dis tarafından olmuş olsaydı, bunun menfaatlerinin verilmesi âlemin muhtelif ve birbirlerine ihtilaflı olmasına rağmen mahlûkatı ve dolayısı ile âlemi yaratandan olmazdı. İşte bu hususlardan sabit oluyor ki adı ge-çen hususların hepsinin müdebbiri birdir. Gece ve gündüz ve saatlerden meydana gelen zamanlar ve ihtiyaçlar kadarmca kimisinin kimisi içine girmesi bu zikrettiğimiz hususlara binaen carî olmaktadır. Bu, (Allahu a'lem), Cenab-ı Allah'ın «Yedi göğü, kat kat yaratan O'dur. O Rah-man'ın yarattığında hiç bir düzensizlik -, göremezsin.»318 Kavl-i Celîli'nin mânâsıdır. İşte mahlûkattan ibaret olan cisimler böylece altı cihetli olarak yaratılmıştır. Birbirine benzemiyen cinslerin bu şekilde bulunmaları, onların hepsinin halikı ve müdebbirinin bir olduğuna delâlet etmektedir. Hattâ bunların tümü bu mânânın altında bulunmaktadır ki o da kudret' ilâhînin altında bulunması demek olur (Allah-u -a'lem). Güç ve kuvvet ancak Allah'tandır.
Üçüncü olarak, âlemin muhdisinin bir olduğuna şöyle bir delil öne sürülmektedir : . Hiç bir cevher bulunmaz ki kendi zatiyle zarar veya menfaat, yahut pislik veya temizlik, nimet veya belâ gibi bir mânâya yÖ-nelsin. Yani bu zikredilen sıfatlardan hiç biri bir cevherde devamlı olarak bulunmaz. Bilâkis her şey ki pislikle vasfolunur, pislikle vasfoluna-nın gayrinde temiz olur. Diğer sıfatlar da böyledir. Eşyanın hal ve durumları da bu sıfatların aynıdır. Gerçekten eşya hâli ile faydalı veyahut her hali ile zararlı olarak yaratılmamıştır. Öyle ise hepsinin müdebbirinin bir olduğu sabit olmuştur. Hatta hepsinde zarar ve menfaat yönleri cem' edilmiştir. Hiç bir şey, aslında cevherine veyahut her yönde iş gören adedin tedbirine döndüğünün bilinmesi için nevi' sahibi olarak yaratılmamıştır. Böyle olsaydı aslında kendisinden olan yönle her şey kendi basma tek kalmak suretiyle eşya, birbirleriyle tenakuz haline düşerdi. Güç ve kuvvet Allah'tandır.
Yine mevcudatı cisimlerin hepsinin tarifi altında görürsün. Cisimler ise aralarında bulunan zıddiyet ve uzaklık itibariyle birbirlerine zıd ve muhalif bir tabiatte oldukları halde toplanmış bulunmaktadırlar. Eğer bunların tabiatlerini bu aralarındaki zıddiyet ve uyumsuzluğun terki düşünülmüş olsa, bu hususta muhakkak hepsinin fesada uğraması gerekirdi. Böylece hepsinin arasını cem' edenin bir olduğu sabit olur ki onların hepsini lütfü ile bir. araya cem' eder ve her birinin zararını da hikmeti ile diğerinden defeder. Bu öyle bir hayranlık verecek, taaccüp edilecek bir hikmettir ki insanın dimağı bunu kavramaktan çok uzaktır. Eğer bu saydıklarımız bir muhdis tarafından değil de bir çok muhdisler tarafından olmuş olsaydı bunlarda ihtilâf ve zıddiyet hakkı carî olurdu. Tıpkı faillerin yapacak oldukları şeyi başkalarından, gizledikleri ve iradelerini, isteklerini başkalarına duyur m amaları idi. Tabiatı ile bu husus başkalarına açıklanmasın diye yapılır. Kurtuluş Allah'tandır.
îşare.tten delâlete kadar itibarın son bulmuş olduğu şeyin hepsinde iki tarifin arasını cem' etmek mümkündür. Bu da haller ve fiillere bakmakta kendini gösterir., Hâller rubûbiyet mânâlarının hepsinde bir olmaktan ibarettir. Böyle olmakta ise temânu', yani, yekdiğerini engelleme ki bunda adet diye isim verdikleri tek bir sıfat vardır. Veyahut bunlarda birbirlerine benzememektik bulunur. Böyle olunCa sıfatın kendisinde daha tamam, daha mükemmel olanı rubûbiyete daha lâyık olur.
Fiiller ise kendilerinde bulunan zıddiyet ve tabiatlarmdaki uyumsuzlukla beraber zikrettiğim gibi bütün âlemin beraber bir arada bulunmaları onlar birbirlerine olan desteği ve yardımı ile sanki şekiller gibidir. Bazısı, bazısına idame-i hayatta yardımcı olmaktadır. Âlem her ne kadar zikrettiğimiz gibi birbirine olan bu tezad ve tenakuz ile bulunsa da gerçekten aralarındaki uyumluluğun ancak tedvirinde hiç bir kuvvetin karşı gelemiyeceği,' takdirine hiç bir şeyin muhalefet edemiyeceği âlim ve hakîm olan, lutfu, ihsanı çok bol olan Allah'ın tedvir ve tedbiri ile olur. Güç ve kuvvet ancak Allah'tandır.
AJlah-u Teâlâ'nm vahdaniyeti ve ilâhlığı, ancak kendisine ait olduğu hususundaki iddia, görüş, söz, sabit olduğunda —ki bu, sayılardaki vahdaniyet yolu ile değildir. Zira sayılardaki bir'in yarımı ve cüz'leri vardır— Allah'ın, zıdlardan ve kendisine benziyen hususlardan beri olduğunu söylemek lâzımdır. Bu görüşe, inanmak gerekmektedir. Çünkü zıddı ispat Allah-u Teâlâ'nm ilâhlık sıfatını nefyetmektir. Benzemekte ise Allah-u Teâlâ'nm birliğini nefyetmek vardır. Zira mahlûkatin hepsi şekillerin ve zıdlarm ismi altında bulunmaktadır. Şekil ve zıdlar ise yok olma ihtimalinin ve mahlûkattan bir olmayı yok etmenin alâmet ve işaretidir.
Allah-u Teâlâ birdir. O'nun benzeri yoktur. Kendi zâtı ile daimdir, kaimdir. Kendisinin zıddı, eşi, benzeri yoktur. Bu, Allah-u Teâlâ'nm«.... O'nun misli gibi (O'na benzer) hiç bir şey yoktur.»319 Kavl-i Cehlinin mânâsı ve te'vilidir. Bunun aslı söyle ifade edilir : Hakikaten benzeri olan her şey sayının altına girmiş olur ki, bunun en azı iki olur. Ve zıddı olan her şeyin altında yok olma sıfatı bulunur. Çünkü O, zıddını yok eder. Allah'tan başka kendisini yok eden her zıddı bulunan şey böyledir. Şekil ise sayıya katılır ve bu katılması ile çift olur. «Vahidun : birdir» sözünün mânâsı ve te'vilinin hâsılı şöyledir : Yani, Allah, azamet ve büyüklükte, kudret ve hükümranlıkta birdir. Benzemek ve zıddı bulunmaktan berî olmakta birdir. Bunun içindir ki, Allah'a cisimdir, arazdır, diyen kimsenin sözü bâtıldır, gerçek dışıdır. Çünkü araz ile cisim, eşyanın taşıdığı mânâlardır. Bunun butlanı sabit olduğunda, mahlûkattan kendisine izafe edilen şeyin hepsinin takdir edilmesi bâtıl olur. Ce-nab-ı Allah, kendisinin bilinmesi mümkün olan sıfatlardan her hangi bir sıfatla vasfolunur. Bu sıfatlardan biri mahlûkata izafe edilip onunla vasfolunsa bile. Tevfîk Allah'tandır. îşte bu hususu nazarı itibare aldığımızda müşebbihe'nin inadla ısrar etmesinin bâtıl olsa bile sebebi açığa çıkar ve dinden çıkan kimsenin de ilhadmm sebebi ortaya konmuş olur.
O, Allah'ı, görülen âlem'in, ihtimal ettiği bir şey olduğunu sanmıştır. Müşebbihelerden bazıları, Allah-u Teâlâ'yı mevcudattan biri olarak telâkki etmiş ve âlemin bir yaratıcısı bulunduğunu inkâr etmiştir. Böylece âlem ezelde nasıl ise öyledir, diye iddiada bulunmuştur. Onlardan bir kısmı da O'nun yani Allah'ın hadis olanlar için var olmasının muhtemel olduğunu öne sürerek O'nun hadis olduğunu inkâr ederek onun gayrisinin gerçekten hadisler olduğunu ve onun kuvveti ile meydana geldiğini Öne sürmüştür. Bunlar, heyula, yani âlemin ilk madde ile .kendi kendine var olduğu görüşünü savunanlarla müslümanlardır. Bu söz, Allah'ın, âlemin haricinde bir varlık olduğunu zarurî olarak kabullenmelerini kendilerine ilzam etmiştir. Bunun içindir ki, onlar bu görüşleri ifade edip öne sürerek Allah'ın gayrisine zâtlarında birbirlerinden üstünlük, sıfatlarında birbirlerine benzememeklik ihtimali vardır. Veyahut Allah'tan gayrisinin kendisine gelecek ziyâde ve noksanlıktan dolayı hâl değişme ve bozulma ihtimali vardır. Bunlardan bazıları her .ne kadar sabit olan hususlar ise de bu zât ve sıfatlarda muhtemel olan bir nevidir. Bununla beraber âlem, hareket veya sükûnun kendisinde^ devamlı olarak olduğu hâl üzere bulunmaya müsehhar kılınması ile sübut bulmuştur. Veyahut kendisinde kemâl Ve tam olma sıfatını iptal eden benzemenin bulunması ve yok olma ihtimalinden ibaret olan kendisindeki bulunan âfetin ve kendisi için nihayetin mümkün olrna hususunu gidermek gibi birbirlerine zıd olan sıfatların ihtimali ile sübût bulmuştur. Kendisi ile beraber tevehhüm edilen daha tamam, daha noksan, daha çok, daha az gibi sıfatlar ve bunun gibileri âlemin hadis olduğuna alâmet ve işaretler olduğu gibi bir muhdisinin bulunduğuna da deliller teşkil etmektedir. Eğer âlemin muhdisi olan âlemin hadis olduğumu bildiren hususlar bulunmuş olsaydı ve o muhdisin de bir muhdisi olmuş olsaydı ona mutlaka, gayrine varid olan şeyin aynısı varid olurdu ki bunda da âlemin fesada uğraması bulunurdu. Âlem, zadlardan ve kendisine benzeyenlerden berî ve yüce olan, âlim ve hakim olan bir muhdisin varlığına şehadet eder. Bununla beraber Allah'ın gayrisi, bütün yönleri ile hadistir. Eğer Allah'ın gayrisinden herhangi bir şeyde Allah'a benzerlik oîmuş olsaydı bu benzerlik Allah'tan kıdem320 sıfatını veyahut da Allah'ın gayrinden hadis olma sıfatını yok ederdi. Güç ve kuvvet ancak Allah'tandır.
Mahîûkatm birbirine her yönden benzemesi mümkün değildir. Çünkü eğer birbirine her yönden benzemesi mümkün olsaydı mahlûkat tek olurdu, yani, birbirlerinin aynı olurdu. Mahlûkat birbirine ancak bir yönden benzer : Eğer, Allah gayrı ile bir cihetten benzemekle vasfolunmuş olsaydı o cihetten halktan321 biri olurdu. Güç ve kuvvet ancak Allah'tandır.
Allâme Ebu Mansur (r.h.) diyor ki : İsimlerin ispatında ve sıfatların tahkikinde nıahlukatta bulunan, mahiyetin harici olma veyahut subut bulma gibi şeyin hakikatini nefyetmek için bir benzerlik yoktur. Lâkin Allah-u Teala'yı bilmek, rububiyetin hakkı ile Zâtını incelemek ancak isimlerle olur. Zira «gaip olan»ın bilinmesi ancak «şahid ol an »m delâleti ile olur. Sonra vasıfla yücelik murad edildiği zaman bu şahitteki marifetin yolu olur ve bunun söylenmesinin caiz olmasına* imkân sağlar. Çünkü bizim gördüklerimizin gayri ile isim vererek bilgi elde etmeğe gücü-rnüz müsait değildir. Hatta mevcudatın varlığını hissetmeden ona _ işaret etmeğe bile gücümüz müsait-değildir. Eğer bu hususta da gücümüz müsait olsaydı bunu biz ifade ederdik. Fakat biz bununla «Allah âlimdir fakat âlimler gibi değil» sözümüzdeki benzerliği yok etmek istedik. Bu,let etmesi daha açık ve seçiktir. Zira kim ki âlemden, âlemin hadis olduğuna veya kadim olduğuna delâlet eden bir şeyi görürse, âlemin kadim olması ve hadis olması onun görmüş olduğunun ne aynı ve ne de benzeridir. Sonra görünen âlem, kendisini meydana getiren muhdisine delâlet ettiği gibi kendi kendine var olmasına da delâlet eder. Hal bu ise bunların her ikisi âlemin benzeri değildir. Sonra görünen âlem, failinin hikmetine ve hikmetsiz olmasına, ihtiyarına ve tabiatına da delâlet ed'.ı\ Bunların hepsi görmüş olduğu şeyin hilafı olan şeylerdir. Görünen âlem, kendisinin misli ve benzerinin bulunmasına delâlet etmez. Çünkü eğer delâlet etmiş olsaydı her kendisini gören kimsenin, her âlemin kendisi gibi olduğunu tevehhüm etmesi vacip olurdu. Bu ise çok uzak ve mümkün olmıyan bir şeydir. Öyle ise hakikaten cevherin kendisi gibi olup gaip olanı görmesinin tahakkuk etmediği, ve zikrettiğimiz vecihlerden birinin tahakkuk ettiği subut bulmuş olur. Lâkin müşahede edilenin keyfiyeti bilindiği ve o keyfiyetin gaip olanda da bulunduğu haber verildiğinde görünenin, görünmiyenin benzeri olduğu bilinir. Yoksa gerçekten bu husus benzerliği tahakkuk ettirmez. Bazen kendi benzerine, bu vecihle delâlet etmek caizdir. Bazen de, bilindiği şeyle, yani cismin ve ateşin mahiyetini bildiren şeyle benzerine delâlet etmesi de caizdir. İşte böylece her cisim ve ateşi, müşahede etmezden bilebilir.
Yukarıda asıl ve feri'den iddia edilen husus, mahluktur. Yani ters terkiptir. Çünkü kadim ve kıdem olur, fakat bunun ispatı için delil bulunmaz. Onun içindir ki görünmeyeni asıl, görüneni de buna fer' kılmak zarureti yoktur. Belki fer'in kendisinde bulunması ile asıl, asıl olur.
Sonra her başkası ile var olan -akıl yolu ile- görünürde kendi cevherinden hariçte bulunur. Tıpkı bina ve yazı gibi. îşliyen ve söyleyenlerin gayri olan söz ve fiillerin çeşitlerinden her birinin cevher ve sıfata katılmaları caiz değildir. Âlem hakkında düşünülüp söylenecek husus da tıpkı bunun gibidir.
Görünen âlemde ruh, akıl, işitme, görme, heva - heves ve bunlara benziyenlerden idrak olunmayan ve ihata edilnıiyen şeyin ispat edilmesi caizdir. îdrak olunmayan kesif cisimler de böyledir. Eğer bu adı geçenlerin aslı kadîm olsa idi kendi cevherinden meydana gelen ve doğan her nevin kadîm olması vacip olurdu. Meselâ akıldan meydana gelen akıl ve görmekten meydana gelen görmek ve işitmekten meydana gelen görme ve işitme gibi. Şu, bilinen bir gerçektir ki her cevherle kendisinden meydana gelen arasında benzersizlik ve ihtilâf bulunmaktadır. Böyle muhtelif oldukları için de hadis olması gerekir. İhtilafın tesbit edilmesinde kıdemin âlem olarak vasfedilmesi veyahut da bulunduğu hâl üzere sıfatiandırılmasmm batıl olduğu gerçeği ortaya konmaktadır. Bu husus da âlemin kendisi gibi olmayan ile var olup hadis olduğunu ispat eder.
Bundan sonra, şu hususu ifade etmek gerekir : Gerçekten yazı, kendisini yazana delâlet eder. Keyfiyetine veyahut benzerine delâlet etmiyen kişinin melek olması veyahut beşer veyahut da cin olması caiz değildir322. Yazı, ne yazanın mahiyetine ve keyfiyetine ve ne de kendi benzerine delâlet etmektedir. Yazı, ancak herhangi bir yazı yazana delâlet etmiş oluyor. Âlem, kendisinde bulunan şey ile aynı bunun gibidir. Yani keyfiyetine ve mahiyetine delâlet etmiyen her hangi bir muhdise delâlet eder, Bina yapmak, herhangi bir şeyi neshetmek, Dülgerlik ve diğer sınai işler böyledir. Bunun içindir ki âlemin yaratıcısını ispat etmekte âlemin kendisinde bulunan acaip görünen hususlar ve meydana gelmesinin ancak hâkim olan Allah'ın emri ile olması mümkün olan eşyadan kendisinde bulunan şey ile âleme kıyas etmek lâzım gelir. Bununla Allah'ın keyfiyeti ve mahiyetinin bilinmesi vacip olmaz323. Kuvvet ve kudret ancak Allah'tandır.
Allame Ebu Mansur (r.h.) diyor ki: Asıl olan gerçekten âlemin cihetlerinin muhtelif olması ile delâleti de muhteliftir. Âlemin halden hale dönüşmesi, zeval bulması, zıtlarınm aynı halde bir varlıkta toplanmasının ihtimal ve imkân dahilinde olması âlemin hadis olduğuna delâlet eder. Sonra âlemin başlangıcını bilmemesi ve kendisinde fesada uğrayan şeyin İslahında aciz olması da, kendisinin binefsihi var olmadığına324 delâlet eder. Sonra âlemde birbirlerine zıt olan hallerin içtima etmesi, mahlukatm cevherlerinin bir istikamet üzere bulunmakta uyum sağlaması, hepsinin muhdis ve mucidinin bir olduğuna delâlet eder. Ve yine âlemin uyumlu olması ve düzenli ve istikametli olması ve birbirine zıt olanları bir varlıkta muhafaza etmesi onu idare edenin ve bilenin yerli yerinde yaratanın kudretine delâlet etmektedir.
Evet, mevcudatın üzerine delâlet etmiş olduğu şeyde delâlet yönleri muhtelif olarak tezahür etmiştir. Böylece muhdisin ispatının delili muh-desin aciz olması, muhdisin ilim sahibi olmasının delili de muhdesin kendişini bilmemesi ve bunun kendisinde yerleşmesi, olmuştur. Öyle ise âlemin delâlet için var olması uyumluluk halinde değil, hilaf halinde tezahür etmiş olduğu açıkça görülmektedir. Yine başka bir temel esas Öne sürülür. Şöyle ki; hakikaten zaruret ve ihtiyaçların kendileri, başkası üzerine delâlet etmektedir. Kendisinin imkân sağlamış olduğu husus, başkasının muhtaç olduğu hususunun aynısının olması caiz değildir. Sonra bunun da sonu olmayan bir başkasına muhtaç olmasının caiz olması söz konusu olur ki, bu da fasit olan bir görüştür. 325
Dostları ilə paylaş: |