Mevcudatın Hadis Olduğuna Delil :
Allame Ebu Mansıır (r.h.) şöyle diyor: Mevcudatın hadis.olduğuna delil, eşyaları bilmeye götüren yollar diye zikrettiğimiz, bakmak, haber ve bakmanın dışındaki duyu organlarının şehadet etmesidir. Habere gelince : Allah'tan sabit olanıdır. Bu öyle bir delildir ki, beşer aynı delili, birisi için275 getirmekten âciz olur. Hakikaten Allah-u Teâlâ, kendisinin her şeyin yaratıcısı,276 göklerin ve yerin Hâlık'ı,277 göklerde ve yer-de-278 bulunanların hepsinin mâliki ve sahibi olduğunu haber vermiştir. Biz, haber ile amel etmenin lâzım olduğunu açıklamıştık. Dirilerden hiç bir kimse yoktur ki kendisinin kıdem sıfatına sahip olduğunu iddia etsin veyahut kendisinin kadim olduğuna delâlet eden bir mânâya işaret etmiş bulunsun. Bilâkis bu gibi hususlara tevessül ederse muhakkak ve zaruri olarak yalan söylediğini bilir. Küçük gördükleri şey ile kendisinde hazır bulunan herkes böyledir. Kendisine yine başlangıcı hatırlatılır. Bunun içindir ki dirilerin hadis olduklarını söylemek lâzım gelir. Sonra da ölülerin, dirilerin idaresi altında bulunmalarını itiraf etmek gerekir. Onlar ise hadis olmaya daha lâyıktır. Tevfîk Allah'tandır.
His ile olan ilim ise; o şöyle izah edilir : Mevcudattan her bir varlık .zarurî olarak ihata içinde olduğu için hissedilir. Her varlık, muhtaç olarak yaratılmıştır.279 Kıdem ise müstağni olmanın şartıdır. Çünkü o, kadîm olması ile280 başkasından müstağnidir. Zaruret, ihtiyaç ise kıdemi başkasına muhtaç kılar. Bununla da kendisinin hadis olduğu lâzım olur. Ve yine bilinmeyen her şeyin hâl ve durumu, o şey diri olduğu zaman ve ilim ve kuvvet gibi kemâl sıfatlarla mevsuf olmasına rağmen bulunduğu fesad halini ıslâh etmekten âciz olduğunu izhar eder. Ölü ise diri olanın, onun üzerindeki hükmü caridir. Böylece her ikisinden birinin diğeri ile bulunması sabit olur. Başkası için var olmayı meneder.
Yine gerçekten, her hissedilen kendilerinde hakları olarak bulunan uzaklaşma ve tenafür gibi zıd ve muhtelif tabiatlarla içtima etmekten hâli kalmaz. Böylece bunların başkaları ile içtima ettiği sabit olur. Bu da onun hadis olmasını gerektirir. Tevfîk Allah'tandır.
Ve yine âlem cüzlerden meydana gelmiştir. Ve cüzlerinin çoğunun yok iken var olduğu bilinir. Aynı zamanda çoğalması, gelişip büyümesi de bilinir, Cüzlerdeki bu hallerin kendilerinden meydana gelen külde de bulunması lâzımdır. Zira, sonsuz olan cüz'lerin, sonsuz olmayan cüz'lerle birlikte birarada bulunması mümkün değildir.
Ve yine gerçekten hissedilen varlıklardan her biri ya temizdir, ya pistir, küçüktür, büyüktür, güzeldir, çirkindir, ziyadır veya karanlıktır. Bunların hepsi değişme ve zeval bulmanın alâmet ve işaretleridir. Değişme ve zevalde ise fâni olma, yok olup helak olma vardır. Zira biliniyor ki, gerçekten bir arada toplanma, o şeyi taklid eder ve kuvvetlendirip büyütür. Bunun delili de yayılmadır. Bu parçalandığı vakitte kuvvetlenme, büyüme bulunmaz. Öyle ise bu hususun gerçekten fâni olmanın alâmet ve işareti olduğu sabit olur. Fâni olma ihtimali bulunan şeyin kendi zatı ile var olması caiz değildir. Ve yine ihtida ihtimalinin olması lâzım gelir. «O gözlerden kaybolur, manen fâni olmaz. Çünkü âlem delillerle değil, görmekle bilinir. Bununla da kadîm olduğu iddia edilir» diyen kimsenin sözü doğru değildir. Bu husus izale edilmiştir. Çünkü biz bunun zayıf olduğunu beyan etmiştik. Onun hayatının fâni olması île zâtının fâni olması arasında hiç bir fark yoktur. Kuvvet ve kudret ancak Allah'ın lütfü, keremi iledir.
Mevcudatın hadis olmasının isbatı için bir yol da İstidlal ilmidir. Şöyle ki : Cisim, hareket veya sakin olmaktan halî kalmaz. Her ikisinin bir arada bulunması mümkün değildir. Çünkü böyle olsaydı bütün vakitlerinden hareketin yarısı ve sükûn'un yarısı zail olurdu. Her yarım sonuç bulur. Sükûn ile hareket kadîm olmakta içtima etmediklerine göre her ikisinden birisinin hadis olması lâzım olurdu. Ezelde birisinin ihdas edici olmasının bâtıl olması, diğerinin de bâtıl olmasının lüzumunu icabettirir. Bu hususta da hadis olmak vardır ki cisim ondan hâli kalmaz.
Yine her cisim, devamlı sakin olmak veya hareketli olmak veyahut hem hareketli, hem sakin olmaktan hâli kalmaz. Her iki hâl üzere bulunmak mecburiyetindedir. Ve böylece o hâli ile başkasının menfaati için musahhar kılınmıştır. Hayat ile vasfolunmayan âlemin cevherlerinin vasfı böyle olunca onun, yani âlemin cevherlerinin hadis olması sabit olur. Zira o bizzat bulunduğu hâl üzere bulunmayıp fakat başkasının ihtiyaçlarım gidermede kullanılan ve bunun için musahhar kılman bir varlıktır.
Bu husus, cevherlerin aslında ve onların bulundukları hâl üzere yaratılmasında sabit olduğu vakit bu durumlardan faydalanıp söyliyebili-
riz ki, mahlûkat, menfaat ve ihtiyaçlardan dolayı yaratılmıştır. Bunun içindir ki onlar, hadis olmaya lâyıktır. Tevfîk Allah'tandır.
Başka bir delil : Âlem, noksan olma, fazla olma, çirkin ve güzel olma, temiz ve pis olma, hareketli ve sakin olma, ayrılma ve içtima etme gibi bulunduğu haller üzerine kadîm olmaktan hali kalmaz. Bu sıfatların hadis olmaları akıl ve hisle ispat edilmiştir. Çünkü iki zıd olanın bir arada içtima etmesi caiz değildir. Öyle ise birbiri ardınca gelmeleri sabit olmuştur ki bunda da hadis olma vardır. Hadis olanların hepsi yok iken sonradan var olma hükmünün altında bulunurlar. Bu sıfatlardan hâli kalmıyan, bu sıfatlara sebkat etmeyen, yahut yaratılmaları bu sıfatlarla değil de başka bir asıldan olan veyahut kendisine sonradan arız olduğu için intikal eden varlıklar da böyledir. Bu söylenenler tahakkuk ettiğinde âlemin hadis olduğu sabit olur. Ve mevcudatın hadis olduğunu inkâr eden kimsenin sözü doğru olmaz.
Eğer varliklardaki sıfatlar bu zikredilen hükümlerin gayri olarak tezahür ederse o zaman bakılır. Eğer, evvelki tahakkuk etmiş ise kendisini meydana getiren odur ki bu kuvvete biz barî yani yaratıcı olan Allah'tır diyoruz. Bizden başkaları da buna «heyûlâ» diyorlar. Eğer kendisine intikal suretiyle meydana gelmişse ilki gider, bu ise ilkinin gayri olur. Bu gayri olan da evvel olmayan ile hadis olmuş yani meydana gelmiş olur. Evvelki de ikinciye intikal ettiğinde yok olan ile hadis olmuş olur. Oysaki bir şeyin bir şeyden olmaksızın meydana gelmesi mümkün olmaz. İçinde gizli olarak bulunup sonradan zahir olması gibi, yahut içinde yaratılır da sonra doğar ve çıkar. Veyahut evvelki telef olup yok olur, ikincisi bulunur. Birincisi çocuk gibi, ikincisine örnek de kaba konulan herhangi bir şey gibidir. Kaba konulan şeyin kabın içinde bulunanın çok fazlası olması mümkün değildir. Bunun içindir ki insanın meniden, ağacın tohum tanesinden olduğunu söylemek caiz değildir. Zâtının hadis olduğunu icabettiren hususun bulunması ile beraber bilkuvve meydana çıkar, zahir olur, diyen kimsenin sözü de böyledir. Yani bâtıldır, caiz değildir. Çünkü kuvvet, kendisinden başkası için illettir. Zira o, bilkuvve değil, bilfiil bulunmuştur. Yahut meni, insan ve bunların benzerleri gibi evvelki telef olup yok olmuştur. Böylece evvelki helak olmuştur, hatta onun eseri bile kalmamıştır. İkinci de evvelkinden kendisinde bir eser baki kalmaksızın meydana gelmiştir. Bu durumda evvelki de, ikincisi de hadis olmuş olur.
Eğer biri çıkar da «Sizce mevcudatın, âhirette baki olmiyan bir şeyle baki olması caiz olduğu zaman, kendisine bir şey tekaddüm etmeksizin kadîm olması niçin caiz olmaz?» derse, ona birkaç vecihle cevap verilir.
Birincisi : Aralarında tenakuz bulunduğu için ki bu da şöyle ifade edilir; Hadis olmanın, mânâsı, yok iken sonradan var olmak demektir. —Kim ki kendisine yokluk sebkat etmezse onda- kıdem sıfatı hakîkî281 olarak bulunur. Yani, kendisinin kıdem sıfatı ile muttasıf olması vaciptir—. Sonradan var olana kıdem sıfatı isnad etmek caiz olmaz. Çünkü bu kıdem sıfatı, hadis olan ile zıd düşmektedir.282 Bekanın mânâsı ise, kendisi ile başkası bulunsun veyahut bulunmasın zaman akımında devamlı olarak var olmaktan ibarettir. Bunun içindir ki kıdem ile beka birbirlerine benzemez.
İkinci olarak denir ki : Beka hususunda zikrettiğimiz söz, naklî delilden ibarettir. Bunu kabul etmekte ya bana teslim olursun, beyan ettiğimiz ve bildiğimiz delillerden dolayı mevcudatın hadis olduğu vacip olur; veyahut da delilleri kabullenmede bana teslim olmazsın. Bu surette de kendisini red eden naklî delillerle ortaya atmış olduğu delil, iptal edilmiş olur. Yardım ancak Allah'tandır.
Yine mevcudatın hadis olduğuna dair şu delil öne sürülebilir : Hakikaten şey, ancak kendisine tekaddüm eden başkası ile var olur. Bu da bütün başkaların bulunması şartıdır. Böyle olunca bütün mevcudatın hadis olmayıp kadîm olması bâtıl olur. Beka'nm durumu böyle değildir. —Görülmüyor mu ki—283 birisi başkasına : «Sen başkasını yeyinceye kadar bir şey yeme dediği vakitte kendisinde bu şart bulunan her başka böyledir.»'284 O kimse devamlı olarak yeyici olmaz285 (Yani sen bagka bir şey yeyinceye kadar bir şey yeme, dendiğinde, her yiyecek olduğu şeyin başkasını yemesi gerekir ki, elindekini yiyebilsin).
Eğer başkasına «Her ne zaman bir lokma yersen başka lokma da ye» derse o, devamlı olarak yemekte kalır. Evvelki de bunun aynıdır. Buna göre hesaptaki katlama işi düşünülür. Hesapta kendisine başlanılacak bir başlangıç bulunmadığında hesaptan bir şeyin bulunması el-betteki mümkün değildir. Başlangıç hâsıl olduğu vakitte kendisine ilâve edilmek ve fazlalaşmak ve devamlı olarak ilâve ediKnce hesabın da devamlı olarak ziyadeleşmesi görülür. Güç ve kuvvet ancak Allah'tandır.
Her sayıda, hesabın başlangıçları zikredilir. Çünkü onunla bu duruma ulaşmıştır. Nihayeti zikredilmez. Bunun için başlangıçla sonuç ihtilâf etmişlerdir.
Yine eğer biz cismin olmadığım vehmedersek ve bir arazdan önce araz'm bulunduğunu, caizdir dersek; ondan bir şeyin var olması caiz değildir. Çünkü ona ne bir başlangıç ve ne de bir evveliyat verilmiştir. Onun nihayetsiz olarak ebedî var olması caiz olur. Bunun gibisinin aynı da arazlardan hâli kalmayandır. Tevfîk Allah'tandır.
Ve yine kendisine işaret ettiğimiz her hareket veya içtima aynı neviden geçmiş olan şeyin bir sonucudur. Oysa ki başlangıcı bulunmayan mazinin sonucunun bulunması mümkün değildir. Kuvvet ancak Allah'tandır.
Cisim, bir beka ile beraber, beka sıfatiyle muttasıf olur. Her neka-dar o beka, baki kalmasa da. Fakat, cisim, yokluktan hâli kalmayan bir hadesie vasfolunmaz. Bir tek cisim böyle olunca, cisimden çoğalanlar da böyledir. Gerçekten cisimde bekanın var olması, cismin baki kalmasına sebep olur ve çişimin bekası kendisinde beka devamlı olarak birbiri ardınca bulundukça devam eder. Bunun cisimde varlığın gelmesi ile cismin kadîm olmasına sebep olması caiz değildir. Öyle ise beka, cismin bir dengi, bir benzeridir. Bunun içindir ki ona tekaddüm etmemiştir. Tevfîk Allah'tandır.
Bu görüşü öne süren kimseye şöyle bir itiraz vuku bulur : Hiç bir şey renksiz olarak bulunmaz. Sonra, renk olması da vacip olmaz. Böyle, demenin hiç hir anlamı yoktur. Gerçekten hades, yok olan bir şeyin sonradan var olmasının bir vasfıdır. Kendisinden ayrılmayan başkası bulunduğu vakitte —ki kendisinde bu vasıf vardır— ona bu hükmü vermek lâzımdır. Renk, kendisi ile renklenen de bulunan bir mânâ için kullanılan şey değildir. Bunun içindir ki, her ikisi de birbirinden ayrı ve birbirine muhalif olmuşlardır. Fakat bütün cisimler böyle değü; çünkü bütün cisimler kendilerine sebkat etmeyen, fakat bir bir, tek tek sebkat eden renklerden hâli kalmaz. Var etmedeki iş de böyledir.
Kim dese ki : «Bir şey olmaksızın, bir şeyin yapılması, yaratılması bilinmez. O şey, mutlaka hissen mevcut olduğu takdir olunmuştur. Marifetlerin bizzat kendileri hissin dışında kalırlar. Caizdir, caiz değildir, demek de böyledir. Helak değil, ayrılıktan iddia olunan şeyi biz hisle bilemeyiz. Evet böyle diyor. Bunun aynısını bizim mevzubahs ettiğimiz hususta görürüz. Bununla beraber konuda akıl vardır; işitme, görme, ruh ve daha başkaları vardır ki neden yaratıldıkları bilinmez, îşte bunların hepsi onun Öne sürdüğü sözü men' edip ortadan kaldırır. Ve yine biri çıkıp bize kendisinin kadîm olduğunu veyahut da âlemin cevherinden ezelî bir varlık olduğunu, onu bilip anlamak için delil talep etmekten başka bir vecih yoktur.
Sonra biz kâtipsiz yazının bulunduğunu ve ayıran bulunmadan ayrılığın bulunduğunu bimeyiz. İçtima, sükûn ve hareket de böyledir, öyle ise bu sözün âlemin tümünde söylenmesi elbetteki lâzımdır. Zira âlem birbiri ile kaynaşmıştır ve aynı zamanda birbirinden ayrıdır da.286 Bilâkis âlemin birbiri ile uyum sağlaması daha büyük hayret verici bir şeydir. Âlemin ancak başkası ile içtima etmesi, ayrılması ve uyum sağlaması daha doğru, daha gerçektir. Sonra birbirine kaynaşmadan, yazıdan her görünen şey kendisini meydana getirenden daha hadis olması gerekir. Bütün âlem de bunun gibidir. Çünkü âlem zikrettiğimiz anlamda mütalâa edilmektedir. Tevfîk Allah'tandır.
Eğer bu gibi mevzuları araştırıp incelenmek teklif olunmuş olsaydı, bu iş beşer takatinin dışına çıkardı. Çünkü âlemin parçalarından işitilen veya hissedilen hiç bir şey yoktur ki onun hadis olduğuna dair deliller açık - seçik obuasın : Kendisinin başlangıcını bilmemesi, kendisinde fesada uğnyanı ıslâh etmesini bilmemesi, aynısını icad etmeye kadir olmaması, kendi zatındaki korunması gereken hususun korunmasında veyahut cevherini başka bir kalıba çevirmesinden âciz kalması gibi deliller. Bununla beraber kendisinde bulunan habislik, çirkinlik, zillet ve meskenet gibi haller ki, eğer kendisinde bu halleri başkası icad ve tedvir etmemiş olsaydı bu gibisi hallerin kendisinde bulunması ihtimal dahilinde olmazdı. Tevfîk Allah'tandır.
Sonra hareket, sükûn, içtima ve birbirinden ayrılma gibi hallerin cisimden başka bir şey olmadığı bilinen bir şeydir. Zira şey müteferrik bir cisim iken bir arada toplanabilir, hareketli iken hareketsiz olabilir. Eğer böyle olması cismin bizzat kendisinden olmuş olsaydı cismin kendi hali ile baki kalmasında, hallerin birbirine zıd bir durum alması ihtimali bulunmazdı. Buna göre fâni olma, baki olma hükümleri çıkarılabilir. Zira bir şey vakitlerde fâni olmama ve baki kalmama gibi haller üzerine bulunabilir, öyle ise onun gayri olması gerekir. Yine böylece, kim ki bir şeyin bekâsını veyahut fâni olmasını ımırad ederse başkasının kasdettiği beka ve fenanın gayrisini kasdetmiş olur ve böylece her ikisinin birbirine giren ayrı ayrı varlıklar olduğu tesbit edilmiş olur.
Mu'tezilelerin çoğu bunu, yani, cismin hareket ve sükûn gibi sıfatlarının kendinin gayri olduğunu kabul ediyorlar. Ancak bu görüşlerini, sözlerini iptal eden hususun bulunması ile beraber fena ve beka hakkında benimsemekten kaçınıyorlar. Çünkü bunun imkân ve ihtimali hakkında bizatihi çelişki halinde idi. Bunun bulunması ve cisimlerin kendi nefisleri ile bizzat baki kalmaları caiz olsaydı cisimlerin başkası tarafından değil, kendi kendine var olması caiz olurdu. Oysaki bu görüşü benimsemek Mu'tezilelere daha lâyık idi. Çünkü Mu'tezileler âlemin tümüne Allah'ın sıfatlarının bazısının katıldığını öne sürüp âlem onunla var idi diyorlar. Çünkü Mu'tezileler Allah'ın irade ve fiil sıfatlarının âlemden olduğunu söylüyorlar. Mu'tezileler indinde Allah-u Teâlâ'nm zatı, âlem yok iken mevcut idi. Sonra âlemin olmasından başka bir şey meydana gelmemiştir. Öyle ise âlem, kendi zatı ile var idi ve kendi zatı ile de baki kalır. Mu'tezilenin bu görüşlerinde tevhîd itikadının fesada uğradığı görülmektedir. Kuvvet ancak Allah'tandır.
Sonra âlemdeki değişme, ispat edilmiş bir hâdisedir. Kelâm ehli te-gayyürün isminin mahiyeti hakkında ihtilâf etmişlerdir : Kelâmcıiar-dan bazıları buna araz ismini vermiştir. Bir kısım kelâmcılar da tegay-yür haline sıfat ismini vermişlerdir. Bu gibi mes'elede hak olan isim hakkında carî olan ıstılahı kabullenmektir. Çünkü isim vermekle, tarif etmek ve murad edileni bildirmek kasdolunur. Bunda hangi şey kullanılır. 287
Dostları ilə paylaş: |