MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Anayasa Uzlaşma Komisyonunun 1 numaralı Alt Komisyon toplantısını açıyorum.
Bugün ilk önce Hak ve Eşitlik Partisi ve bu parti adına şu anda Türkiye Büyük Millet Meclisinde ve ilgili Komisyonunda yer alan Seçim İşleri Genel Başkan Yardımcısı Hacı Cazim Gürbüz ve aynı zamanda 2 avukat arkadaşımız da, herhâlde partinin…
HAK VE EŞİTLİK PARTİSİ GENEL BAŞKAN YARDIMCISI HACI CAZİM GÜRBÜZ – Genel Başkan Yardımcımız…
MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – 2 Genel Başkan Yardımcısıyla birlikte Komisyonumuzu teşrif ettiler. Hoş geldiniz, safalar getirdiniz.
HAK VE EŞİTLİK PARTİSİ GENEL BAŞKAN YARDIMCISI HACI CAZİM GÜRBÜZ – Hoş bulduk.
MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Konuyu yakinen biliyorsunuz, Türkiye Büyük Millet Meclisi üç ayı aşkın bir süre önce Parlamentomuzda grubu bulunan siyasi partilerin bir araya gelmesiyle 3’er kişiden oluşan bir Anayasa Uzlaşma Komisyonu kurdu. Amacımız, bu olağan dönemde sivil bir anlayışla, halkın katılımıyla geniş bir mutabakat zemini yakalayarak çağdaş anlamda yeni bir anayasayı hazırlamak.
Komisyonumuz siyasi partiler ve anayasal kuruluşlardan gelecek olan önerileri değerlendirmek üzere oluşturulmuş olan bir komisyondur. Siz de bir siyasi partisiniz ve bu partinin yetkilileri olarak bu anayasa yapım sürecine katkıda bulunmak için Meclis Başkanlığımıza başvurdunuz, yazılı düşüncelerinizi, önerilerinizi sundunuz, şimdi sözlü olarak bunları ifade etmek istiyorsunuz, sizi dinlemeye hazırız.
Sayın Gürbüz, buyurun.
HAK VE EŞİTLİK PARTİSİ GENEL BAŞKAN YARDIMCISI HACI CAZİM GÜRBÜZ – Teşekkür ederim.
Sayın Başkanım, sizin de ifade buyurduğunuz gibi, biz on üç madde hâlinde görüşlerimizi yazılı olarak sunduk ve sizin davetiniz üzerine burada bulunuyoruz.
Şimdi, vakit dar, bütün her istediğimizi burada söyleme imkânımız sanırım olmayacak, biz başlayalım siz lütfen uyarınız ya da siz bu yazılı ifadelerimizle ilgili…
MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Kırk dakika zamanımız var. Kırk dakika önemli bir zaman dilimidir.
Buyurun.
HAK VE EŞİTLİK PARTİSİ GENEL BAŞKAN YARDIMCISI HACI CAZİM GÜRBÜZ – Peki.
Öncelikle biz, yeni yapılacak anayasanın bir başlangıç bölümünün olmasını diliyoruz ve bu başlangıç bölüm için de hazırladığımız bir metin var. Müsaade buyurursanız önce bu metni okuyayım, ondan sonra bu metne neden gerek gördüğümüzü ifade etmeye çalışayım.
“Bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olarak ülkemizi işgal ve istila eden emperyalist ve sömürgecilere karşı millî irade ve millî şuurdan güç olarak Türkiye Büyük Millet Meclisi ordularının Başkumandanı Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün önderliğinde verilen kutsal ve büyük bir millî mücadele sonucunda Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk milleti denir.
Türk milleti halk idaresi olan cumhuriyetle ve özgür seçimler sonucunda demokratik yöntemlerle seçilmiş organlar eliyle yönetilir. Türkiye Cumhuriyeti devleti laiktir. Her yurttaş dinini ya da dinsizliği seçmekte serbesttir. Köklü ve şanlı geçmişinden ve çağların algısından hız ve ilham alarak bütün bireylerini kaderde, kıvançta ve tasada ortak, bölünmez bir bütün hâlinde kenetleyip dünya milletleri ailesinin eşit haklara sahip şerefli bir üyesi olarak millî birlik ruhu içinde daima yüceltmek, tarihsel uyum, sosyal bütünleşme ve ekonomik yaşayış birliğini gerçekleştirmek üzere demokratik hukuk devletinin bütün hukuki ve sosyal gerekleri için çalışmak Türk milletinin vazgeçilmez amaç ve ülküsüdür.”
Bizim başlangıç için önerdiğimiz metin bu. Şimdi, bu metnin açılımını yapmak istiyorum:
Öncelikle cumhuriyetimizin emperyalist sömürgecilere karşı verilmiş bir Kurtuluş Savaşı sonucunda kurulduğunu vurguluyoruz. Bu savaşın Türkiye Büyük Millet Meclisi ordularının Başkumandanı Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde verildiğini ifade ediyoruz. Verilen bu mücadelede millî irade ve millî şuurdan güç alındığı, Türk milletinin kendisini halk idaresi olan cumhuriyetle ve demokratik yöntemlerle seçilmiş organlar eliyle yöneteceğini söylüyoruz.
Atatürk’ün “Medeni Bilgiler” kitabındaki millet tanımının Anayasa’nın bu başlangıç kısmında olmasını istiyoruz. O da “Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye halkına Türk milleti denir." ifadesidir. Bunun da burada yer almasını istiyoruz.
Burada, Anayasa’nın başlangıç kısmında yine Türkiye Cumhuriyeti devletinin laik olduğunu, her yurttaşın dinini ya da dinsizliğini seçmekte özgür olduğunu söylüyoruz. Din ve vicdan özgürlüğüyle ilgili bölümde laiklikle ilgili görüşlerimizi ayrıca ifade edeceğiz. Bugünkü Anayasa’nın 24’üncü maddesinin bir laiklik tanımı eklenerek aynen muhafazasını istiyoruz.
Başlangıç için önerdiğimiz metnin son paragrafında milletin bölünmez bütünlüğü ve bütünlüğün bileşenlerini açıklıyoruz. Burada üç bileşen öngörüyoruz; tarihsel uyum, ekonomik yaşayış birliği ve sosyal bütünleşme.
Tarihsel uyumda millet tanımıyla doğrudan ilgili, bize göre günümüzün en büyük sosyologlarından biri olan Prof. Orhan Türkdoğan'ın "Millet tarihsel uyumdur." sözünden hareketle tarihsel uyumun milletleşmek ve millet olarak kalmakta önemli bir bileşen olduğunu düşünüyoruz.
Ekonomik yaşayış birliğini de biz “sosyal devlet” ifadesine tercih ediyoruz. Bunu da Mahmut Esat Bozkurt'un milliyetçiliği ifade ederken söylediklerine yaslandırıyoruz. Müsaadenizle onu da kısaca okuyayım: "Modern milliyetçiliğin belli başlı farikaları arasında Türk milletinin yüzde 80'den fazlasını oluşturan köylü ve işçinin haklarını düşünmek, korumak ve istemek yer alır. Bu 'Milliyetçiyim' diyen her Türk'ün ilk ödevidir. Biz yer ve gök için, ot ve su için milliyetçi değiliz. Bizim gibi aynı dili konuşan, ortak bir tarihin ürünü olan, aynı ortak kültürden olan bu ülkenin, bu ulusun acılarını acı, sevinçlerini sevinç yapan bir insan camiası için milliyetçiyiz. Böyle bir ulusun yüzde 95'i işçi ve köylüdür. Biz bunların mutlu bir şekilde yaşamasını istiyoruz.” diyor ve bu şekilde devam ediyor.
Sosyal bütünleşmeye gelince, Devlet Planlama Teşkilatının Milli Kültür Komisyonunun 1984 yılında hazırladığı raporu biz esas alıyoruz. Burada, "Bir devletin sınırları içinde yaşayan insanların egemen değer yargılarını benimsemelerini ve bunu tutumlarıyla yansıtmalarını” sosyal bütünleşmenin esası olarak savunuyoruz.
Ayrıca bugünkü Anayasa’nın ilk üç maddesinin aynen korunmasını, onların değişmezliğini ifade eden 4’üncü maddesinin de aynı şekilde korunmasını istiyoruz. Sanırım onları tekrar etmeme gerek yok.
Azınlık haklarıyla ilgili önerilerimiz var, bunu da iki başlık hâlinde topluyoruz.
Türkiye Cumhuriyeti içerisinde azınlık oluşturan ya da kendisini azınlık olarak niteleyen kesimlere bireysel anlamda her türlü hak ve özgürlüğün verilmesini istiyoruz ancak topluluk hakkı, kolektif hak anlamında herhangi bir hakkın verilemeyeceğini düşünüyoruz, verilmemesi gerektiğini düşünüyoruz.
Türkiye Cumhuriyeti devleti içinde azınlık oluşturan halkların, devletin denetim ve gözetimi içinde kendi dinlerine, kendi dillerine, kendi kültürlerine ait işleri kendilerinin istedikleri gibi yürütebilmelerine, kendi okullarını açabilmelerine, bu okullarda resmi dil olan Türkçe ile eğitim yaptırmak kaydıyla kendi dillerini de öğretebilmelerine ve geliştirebilmelerine taraftarız, kendi dillerinde her türlü kitap, dergi ve gazete yayınlayabilmelerine, televizyon yayını yapmalarına da taraftarız. Buradaki kırmızı çizgimiz devletin resmî diliyle eğitim yapılması kaydı ve şartıdır.
Din ve vicdan özgürlüğü ve laiklikten demin kısaca söz ettim. Biz bugünkü Anayasa’nın 24’üncü maddesinin korunmasından yanayız. Laiklik anlayışımızın temeli de, her din yalnızca ona inananlar için gereklidir. Buna karşın laiklik tüm insanlar için, tüm inanç kesimleri için kaçınılmazdır, böyle inanıyoruz. Anayasa’ya girmesini istediğimiz laiklik tanımı da şudur: Din işlerinin devlet yönetimi, hukuk ve bilim işlerinden ve siyasetten ayrı tutulmasıdır, bizim laiklik anlaşımız budur.
Bugünkü Anayasa’nın 24’üncü maddesini de şöyle anlıyoruz: Dinî inancına sahip ol. Din amacı dışında ibadet etme. Toplum olarak bireye dinî baskı yapma. Devlet düzenini dinî kurallara dayamaya çalışma. Dinî siyasi amacın için kullanma.
Sayın Başkanım, ben kendimle ilgili olan bölümleri müsaadenizle söyleyip daha sonra arkadaşlarımın sunumlarına geçmek istiyorum.
Vergileme ve vergi ödeviyle ilgili önerilerimiz var. Bugünkü Anayasa’nın 73’üncü maddesinin esas itibarıyla korunmasından yanayız. Yalnız yeni anayasada verginin genel ve adil olacağı ilgili maddede belirtilmeli, “vergi affı” ya da “vergi barışı” adı altında yapılacak düzenlemelerin nitelikli çoğunlukla Meclis Genel Kurulundan çıkmasını istiyoruz.
Bir de Türkiye Büyük Millet Meclisinde Kesinhesap kanunuyla ilgili görüşmelerin biz, âdet yerini bulsun kabilinden yapıldığını görüyoruz, böyle inanıyoruz. Kesinhesap kanununun hem Meclis komisyonlarında hem Meclis Genel Kurulunda ayrı görüşülmesini istiyoruz ve komisyonda yapılacak görüşmelere sivil toplum örgütlerinin de katılımının sağlanmasını devletin hesap verebilmesi bakımından zaruri görüyoruz.
Diyanet İşleri Başkanlığı için önerilerimiz var. Biz Diyanet İşleri Başkanlığının kesinlikle muhafazasından yanayız. Bunun bir Atatürk kurumu olduğunu biliyoruz. İyi bir kurum olduğunu, örnek bir kurum olduğunu, İslam dünyası için, Türk dünyası için örnek bir kurum olduğuna inanıyoruz, özgün bir kurum olduğuna inanıyoruz. Fakat yalnızca Sünni mezheplere hizmet veren bir kurum olmaktan çıkarılmasını, Lozan Anlaşması ile azınlık statüsü verilen gayrimüslim yurttaşlar dışındaki tüm yurttaşlara sayıları oranında hizmet verilmesinden yanayız.
Benim sunumlarım bu kadar, arkadaşlarımın sunumlarına…
MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Sayın Bakırcı, buyurun.
HAK VE EŞİTLİK PARTİSİ HUKUK İŞLERİ BAŞKANI RECEP BAKIRCI – Ben üç başlıkla ilgili bir sunum yapacağım.
Her seçim döneminde siyasi partilerin bazı vaatleri olur, bu aşağı yukarı bütün seçimlerde seçim meydanlarında tekrar edilegelir. Bazı söylemlerin artık çözüme kavuşmasını düşünüyoruz. Bunlardan en önemlisi de Seçim Kanunu ile ilgili bölüm. Anayasa’mızın 67’nci maddesinde iki ilke belirlenmiş; “temsilde adalet” ve “yönetimde istikrar.” Ancak bugünkü uygulamada “yönetimde istikrar” ilkesi gerekçe gösterilerek “temsilde adalet” ilkesinin göz ardı edildiğini düşünmekteyiz. Yani “Temsilde adaleti tam olarak sağlarsak istikrarsız yönetimler gelebilir.” şeklinde söylemler gündeme gelmektedir. Parti olarak temsilde adaletin sağlanması ve bu amaçla milletvekili seçimlerine ilişkin olarak konulmuş ülke barajının kaldırılmasından yanayız. Bu baraj meselesinin de yeni yapılacak anayasa içerisinde çözüme kavuşturulmasını istiyoruz. Temsilde adaletin tek başına gözetilmesinin yönetimde istikrarsızlık getireceğine ilişkin kaygıların yersiz olduğunu düşünüyoruz. Demokrasi kültürümüzün seçim barajı gibi haksız ve yersiz önlem ve engellere başvurulmadan da yönetimde istikrarı sağlayacak güç ve olgunlukta olduğuna inanıyoruz.
Siyasi partiler açısından da çıkarılan yasalar, alınan kararlar, uygulamalar toplumun her kesimini ilgilendiriyorsa herkesin siyaset yapabilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Parti olarak yargı mensupları, üniforma ve dinsel kisve giyen kamu görevlileri dışında herkese siyasal faaliyetlere katılma ve partilere üye olma hakkının tanınmasından yanayız. Siyasi partilere üye olan kamu görevlileri partilerin il ve ilçe örgütlerinde görev alabilmeli, görevlerini aksatmamak kaydıyla faaliyetlerine katılabilmeli, görevlerinden ayrılmaksızın ücretsiz izinli sayılarak seçimlerde aday olabilmelidir. Siyasi partilere üye olan kamu görevlilerinin görevlerini yaparken ayrımcılık yapamayacakları, bu gibi fiillerinin suç oluşturacağı da ceza kanunu ya da disiplinle ilgili kanunlara yazılabilir düşüncesindeyiz.
Yine her seçim döneminde gündeme gelen yasama dokunulmazlığı söz konusu. Artık yasama dokunulmazlığının da bu yeni anayasada bir çözüme kavuşturulmasını istiyoruz ve kamuoyunun bu yönde bir beklentisinin olduğunu düşünüyoruz.
Yasama dokunulmazlığı Meclis çalışmaları ve Mecliste ileri sürülen düşüncelerle sınırlı tutulmalı, milletvekilleri işledikleri suçlardan yargılanabilmeli ancak milletvekilleri hakkındaki soruşturmaların Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca yapılması, yargılamanın da Yargıtayca yapılmasını önermekteyiz. Yapılacak olan yargılamaların da kesinlikle tutuksuz olarak yapılması gerektiği düşüncesindeyiz.
Yine gündemde olan diğer bir husus toprak mülkiyetiyle ilgili.
Toprak, egemenlik ve bağımsızlığın simgesidir diyoruz. Ülkede yabancının arazi ve emlak edinmesi salt bir mülkiyet sorunu gibi değerlendirilmemeli. 1982 Anayasası’nın 44’üncü maddesi esas olarak korunmalı ancak maddeye yabancılara özellikle tarım alanlarının satışı konusunda yasaklama getirilmelidir. Sınır bölgelerinde olmamak kaydıyla sanayi ve turizm alanlarında yatırım yapmak şartıyla ve fiilen uygulanan mütekabiliyet esasına uygun olarak mülkiyet satışı yapılabilmelidir. Tarım arazileri açısından yeni çıkarılacak anayasada bugüne kadar yabancılara satılmış olan tarım arazilerinin beş yıllık süre içinde bedeli ödenerek geri alınacağı da maddeye eklenmelidir diyoruz.
Çevre ve Şehircilik Bakanı Sayın Erdoğan Bayraktar’ın yaptığı açıklamaya göre 2012 yılı itibariyle yabancılara yapılan toprak satışı 75 Milyon 893 bin 700 metrekareye ulaşmıştır. Birçok ülkede egemenlik hakkı dikkate alınarak yabancılara toprak satışı yasaklanmış veya oldukça kısıtlanmış olduğu dikkate alındığında, ekonomik kaygılarla yapılan ülkemizdeki bu uygulamanın ve bu uygulamaya devam edilmesinin egemenlik hakkımıza zarar vereceğini düşünmekteyiz.
Benim söyleyeceklerim bunlar.
MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Sayın Bakırcı, çok teşekkür ederiz.
Sayın Abca, buyurun.
HAK VE EŞİTLİK PARTİSİ PARTİ MECLİSİ ÜYESİ RECEP ABCA – Değerli Komisyon üyeleri, yüce Meclis çatısı altında yeni anayasa çalışmalarında Komisyonunuzun yaptığı çalışmalara partim ve şahsım adına teşekkür ederek ben de arkadaşlarımın kaldığı yerden partimizin görüşlerine devam etmek istiyorum.
Değerli üyeler, öncelikle grev hakkı ve lokavtla ilgili önerilerimizi sunmak istiyorum. Anayasa’mızın 54’üncü maddesindeki düzenlemeyi özellikle işçi, memur, çalışanlar bakımından eksik, kuşkucu ve sakıncalı bulmaktayız. Sendika kurma ve toplu iş sözleşmesi yapma hakkı bulunan memurlara ayrıca grev hakkı verilmesini ve lokavtın da kaldırılmasından yanayız. Ancak dayanışma grevi, genel grev ve işi yavaşlatma gibi eylemlerin sembolik ve belirli sürelerde yapılabilmesinden yanayız. Bu hususları çok ayrıntılı olarak yazdığımız için kısaca atlıyorum, değerli zamanınızı da almak istemiyorum ancak önemli hususlara değinmek istiyorum. Müsaade ederseniz Türkiye Cumhuriyeti’nde lokavt yoluna hiçbir işverenin başvuramayacağının, grev hakkının iyi niyet kurallarına aykırı tarzda, toplum zararına ve millî serveti tahrip edecek şekilde kullanılamayacağının da madde hükmünde bulunması gerekir diye düşünüyoruz.
Yüksek Hakem Kuruluyla ilgili uyuşmazlıklara başvurulması ve bu kararlarla ilgili Anayasa’mızdaki düzenlemelere ek olarak siyasi amaçlı grev yapılamayacağı, dayanışma grevinin mutlaka süresinin belirlenmesi gerektiği -bizim önerimiz 1 iş günü- genel grev, verim düşürme ve işi yavaşlatma gibi eylemlerin de bir yılda ancak 3 iş gününü aşamayacağı şeklinde düzenlemeler olması gerektiği kanaatindeyiz. Greve katılmayanların iş yerinde çalışanlarca engellenememesinin de yine Anayasa’mıza dercedilmesi gerektiğini düşünüyoruz.
Bu anlamda önemli gördüğümüz bir husus da Anayasa’mızda sendikal hakkı düzenleyen normlarda çalışanların, işçi ve memurların sendika kurma hakkından bahsedilirken işverenlerin de sendikalarından bahsedilmesini biz doğru bulmuyoruz. Devlet ve işverenler karşısında işçi ve memurun, çalışanların daha korunmaya muhtaç oldukları, özellikle dünya hukuk sisteminde gerek Anglosakson gerekse kıta Avrupası hukuk sisteminde “işveren sendikası” diye bir tabirin bulunmadığı, hatta, Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonun yaptığı yazışmalarda, yurt dışı yazışmalarda kendisini sendika olarak adlandırmadığı, bir işveren birliği olarak adlandırdığı da göz önünde tutularak 51’inci maddeden ayrı bir madde olarak, 51’inci maddedeki “işverenler” tabirinin metinden çıkarılarak, “işveren örgütleri ve konfederasyonları” ya da “işveren birlikleri ve konfederasyonları” şeklinde bir düzenleme yapılmasının hukuk tekniği açısından daha uygun olduğunu düşünüyoruz.
Bu arada Sayın Meslektaşım da değindi ama Anayasa’mızdaki temel hak ve özgürlükler kapsamında her ne kadar 56’ncı maddede ve devamındaki maddelerde bir kısım düzenlemelerle norma bağlanmış ise de literatürde temel hak ve özgürlüklerin “üçüncü kuşak haklar” tabir edilen, “dayanışma hakları” tabir edilen bu haklara daha fazla yer verilmesi, özellikle son yıllarda ekonominin globalleşmesi, kapitalizmin ulaştığı evrensel boyut da göz önüne alınarak ülke kaynaklarını talan eden uygulamalar, çevrenin kirletilmesi, doğanın sömürülmesi ortamını hazırlayan enerji santrallerinin artık moda olduğu, altın madenlerinin ve oto yolların yükselen değer olarak önümüze geldiği bir ortamda doğa ve ekosistemin bütünlüğünü sürdürmesi bakımından çevre hakkının üçüncü kuşak haklar olarak Anayasa’da olması gerektiğini düşünüyoruz.
Çok özür dileyerek söylüyorum, daldan dala atlıyor gibi oluyor ama bu düzenlemelerden sonra çocuk istismarının da mutlaka Anayasa’mızda yer almasını, sadece çocukların cinsel istismarının değil, ekonomik istismarının da yani küçük yaşta çalıştırılmamaya ilişkin düzenlemelerin de, tabii ki eğitim, staj vesair istisnalarla, bu hususlarda birtakım kanunlarla düzenleme yapılabileceği şeklindeki istisnalarla çocukların ekonomik ve cinsel istismarının da Anayasa’da düzenlenmesi gerektiği düşüncesindeyiz.
Değerli Komisyon üyeleri, ant içmeyle ilgili bir önerimiz var. Biz yüce Meclisin kıymetli üyelerinin çok önemli bir göreve başlarken ant içmelerini gereksiz ve Meclisin çalışma sistemiyle uyumlu bulmuyoruz. Meclisi Mebusanda ant içen mebusların altı, yedi ay sonra Yunanistan’ın Dışişleri Bakanlığını yaptığını da gördük, tarih bize gösterdi. Bu yüzden gereksiz bir zaman kaybı olarak değerlendirdiğimiz ant içme töreni yerine, yüksek göreve başlarken sayın milletvekillerinin şöyle bir yemin metninin imzalattırılmasının yeterli olacağını düşünüyoruz. Müsaade ederseniz yemin metinini de okumak istiyorum: “Hiçbir karşılık beklemeden ülkeme ve milletime doğruluk ve bağlılıkla hizmet edeceğime namusum, şerefim ve kutsal bildiğim tüm değerler üzerine ant içerim.” Bu yeminin pek çok seçilmiş, bölgesinden gelmiş milletvekilinin televizyonlarda seyrettiğimiz birtakım sıkıntılarını ortadan kaldıracağını düşünüyoruz çünkü yüce Meclis ve Türk milleti o sıkıntıları televizyonlardan seyretmek istemiyor artık.
Radyo ve Televizyon Üst Kurulu ile ilgili önerimiz… Ben özür dilerim, saat…
MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – On dakikanız var efendim.
HAK VE EŞİTLİK PARTİSİ PARTİ MECLİSİ ÜYESİ RECEP ABCA – Teşekkür ederim.
Radyo ve Televizyon Üst Kurulu üyelerinin seçimini Anayasa’mızda siyasi partilerin arasındaki güç dağılımıyla ilgili olarak iktidara bağımlı ve politize bir kurum olduğu inancıyla şöyle bir teklifimiz var: Kurul üyelerinin seçiminin daha objektif ölçütlere bağlanması gerektiğini, tabii ki Komisyonunuzun değerlendirmesi kıstasıyla, şimdiki gibi 9 üyeden oluşacak bu kurulun 3’ünün Türkiye Büyük Millet Meclisinde salt çoğunlukla seçilmesini, kalan 3 üyenin iletişim fakültesi öğretim üyelerinden Cumhurbaşkanı tarafından seçilmesini, geriye kalan 3 üyenin de ulusal ölçekte yayın yapan televizyon kuruluşlarının sürekli basın kartı sahibi olan mensupları tarafından yine Sayın Cumhurbaşkanı tarafından seçilmesini öneriyoruz.
Benim konumun son maddesi de inkılap kanunlarının korunmasıyla ilgili değişiklik. Anayasa’mızda bu husustaki düzenlemenin, birtakım inkılap kanunlarıyla ilgili gerek milletimizde gerekse uygulamada artık kadük olmuş ya da uygulanamayan hükümlerin dercedilmesini doğru bulmuyoruz. Mustafa Kemal Atatürk’ün sağ olsa böyle düşüneceğini ve böyle bir değişikliği yapacağını da düşünerek inkılap kanunlarıyla ilgili sadece tevhidi tedrisat, medeni nikâh ve yeni Türk harflerinin kabulü haricinde inkılap kanunlarının korunmasına ilişkin “Anayasa’ya aykırılık iddiasında bulunulamaz.” şeklindeki maddenin bu üç kanunla sınırlı olmasını teklif ediyoruz.
Bizi dinlemek nezaketinde bulunduğunuz ve yüce Meclis çatısı altında bize bu fırsatı verdiğiniz için partim ve şahsım adına, arkadaşlarım adına hepinize saygılar sunuyorum.
Teşekkür ediyorum.
MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Murat Bey, çok teşekkür ederiz.
Gayet özet hâlinde, anlaşılır bir şekilde düşüncelerinizi bizimle paylaştınız. O bakımdan hem tebrik ediyorum hem teşekkür ediyorum.
Faruk Bey…
FARUK BAL (Konya) – Teşekkür ediyoruz.
İnşallah herkesin saygı duyabileceği, kendini sadakatle bağlı hissedebileceği bir anayasa yapımı sürecinde sizlerin bugünkü sunumunuz etkili olur, katkı verir.
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Ben de teşekkür ediyorum arkadaşlara. Sağ olun.
MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Sayın Genel Başkana selamlarımızı götürün lütfen. Başarılar diliyoruz. Biz de teşekkür ederiz.
Komisyonumuzun şu anki misafiri Erzincan Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğretim üyelerinden Doç. Dr. Ayhan Döner.
Sayın Döner, Erzincan Üniversitesi adına, yeni anayasa yapım sürecinde Erzincan Üniversitesi olarak neleri önerdiğini, ne gibi anayasada düzenlemeler yapılması hususunu bizimle paylaşacaklar. Sayın Döner’e şimdi sözü takdim ediyorum.
Buyurun.
ERZİNCAN ÜNİVERSİTESİ HUKUK FAKÜLTESİ ÖĞRETİM ÜYESİ DOÇ. DR. AYHAN DÖNER – Teşekkür ediyorum Başkanım.
İlk önce konuya ilişkin görüşlerimizin kısa bir hazırlama sürecini şey yapayım. Oldukça yeni hazırladık. Bir 6 kişilik komisyon oluşturduk ve bu komisyon taslak teklifi üzerine görüşlerini bildirdi, daha sonra kaleme alıp bu noktaya getirildi. Büyük oranda görüşlerde bir uzlaşma olmakla birlikte bazı noktalarda tabii olarak farklı görüşler ortaya çıktı. Dolayısıyla ben, burada ana itibarıyla uzlaşma noktalarımız üzerine şey yapacağım. Şahsi görüşlerimden çok üniversitenin görüşleri.
Temelde iki yaklaşım ortaya koyduk. Bir şekle yönelik görüşümüz, bir de esasa, içeriğe yönelik görüşlerimiz şeklinde. Şekle yönelik tabii çok tartışıldı. Günümüzde tartışmanın pek bir şeyi olmadı, güzel bir yola gelindi, Anayasa Uzlaşma Komisyonu kurulup mümkün olduğu kadar kamuoyunun katılımı şeklinde. Bu yüzden bu konuda bir görüş bildirmedik. Sadece şekil noktasında çerçeve mi, kazuistik mi olsun? Temel yaklaşımımız şu: Kural olarak çerçeve bir anayasa olsun. Bunun sebeplerini taslak metnimizde ortaya koyduk. Ancak belli başlı konularda, üzerinde uzlaşma sağlanması zor olan konularda kazuistik yöntemle, özellikle belli makamlara seçimler konusunda kazuistik yöntemle anayasanın kaleme alınması gerektiğini ortaya koymaya çalıştık.
Çerçevenin olumlu ve olumsuz yönleri var tabii. Olumlu yönü, zamanın değişmesiyle, ihtiyaçların farklılaşmasıyla çerçeve bir anayasaya yeni yorumlar katılarak anayasa tıkanıklıklarına yol açmaksızın toplumun yoluna devam etmesi imkânını sağlayacaktır. Olumsuz yönü, geçici çoğunluklar, çerçeve bir anayasayı kendi bakış açılarıyla yorumlama imkânına sahip ancak bunun kazuistik sisteme nazaran daha az tehlikeli bir yöntem olduğunu kabul ettik arkadaşlarla. Şu açıdan: Kazuistik yöntem tıkanıklıklara yol açan bir yöntemdir. Tıkanıklıklar da olağan yollarla çözülemeyince bu defa olağanüstü yollarla çözülmek durumunda kalıyor. Bu da toplumsal ve siyasal büyük tahribatlara yola açıyor. Ana görüşümüz bu çerçeve olsun ancak uzlaşmanın zor olduğu, özellikle belli makamlara seçimler konusunda kazuistik yöntem kullanılsın. Şekle ilişkin diğer önerdiğimiz nokta, dilin sade olması, anlaşılabilir, fazla yoruma müsait olmasın. Çünkü 82 Anayasası’nda en çok sıkıntılardan bir tanesi bu. Dili kötü, farklı yorumlara müsait bir dil kullanılmış. Bu da uygulamada sorunlara yol açıyor.