20.12.2012 Tarihli Toplantı
BİRİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 11.13
BAŞKAN : Ayla AKAT (Batman)
-----o-----
AYLA AKAT (Batman) – Arkadaşlar, 2012’nin son toplantılarından birini yapıyoruz, bugün 20 Aralık.
Bugünkü toplantımıza; Profesör Doktor Yusuf Şevki Hakyemez, Profesör Doktor Ali Akyıldız, Meral Danış Beştaş, Özgür Sevgi Göral, Taylan Barın, Dilek Kumcu, Oğuz Turhan, Yusuf Uygar, Yusuf Buzgan, Ferhat Kabaiş arkadaşlarımızın katılımıyla başlıyoruz.
Dün, Anayasa Uzlaşma Ana Komisyonunun toplantısında, Sayın Cemil Çiçek’in Başkanlığında toplanmıştık ve 1 ve 2 no.lu komisyonlarımızın çalışmalarına kaldığı yerden devamı, 1 no.lu Komisyonun da gündeminde bugüne kadar yazımı tamamlanan fakat üzerine bazı kelimelerin madde metninde yer alıp almaması noktasında sağlanamayan uzlaşma gerekçeleri üzerinde tartışıp, varsa uzlaşma olanağı bunu yaratabilmek üzere 1 no.lu Komisyonun çalışmalarına devamı yönünde bir karar alınmıştı.
Uzman arkadaşlarımız “Parantezli ifadelerin sınıflandırılması” başlığı adı altında nihai olmayan, bizim çalışmalarımıza katkı sunacak bir metin hazırlamışlar.
“Taslak anayasa metnindeki kırmızı renkte ve parantez içinde yer alan hususlar aşağıdaki gibi sınıflandırılabilir.” diye.
“1) Kavramlar” bazında:
“Millî güvenlik
Kamu düzeni
Genel ahlak
Tercih edilen dil
Kanunla yetkili kılınmış merci/cumhuriyet savcısı
Vatandaş/Türk vatandaşı
Ekolojik “
gibi kavramlar üzerinden bir tartışma yürütülebilir diye, şu ana kadar yazımı tamamlanan, tartışmaları tamamlanan madde metinlerinde uzlaşma sağlanamayan kavramlar bazında.
“2) Belli bir ifade, cümle, fıkra ya da maddenin metinde yer almaması gerektiğine ilişkin birtakım itirazlar” olduğunu, bunların değerlendirilebileceğini;
“3) Belli bir ifade, cümle, fıkra ya da maddenin metinde yer alması gerektiğine ilişkin birtakım talepler” olduğu;
“4) Düzenlemenin metindeki yeri ile ilgili birtakım itirazlar” olduğu;
“5) Eski-yeni Türkçe tartışması”nın yaşandığı, mevcut, üzerine tartıştığımız maddeler bazında; mesela, “hâl” yerine “durum”, “onur” yerine “şeref”, “hürriyet” yerine “özgürlük”, “hayat” yerine “yaşam”, “mahrum” yerine “yoksun”, “birey” yerine “fert” gibi kullanılabileceğine dair bir ön çalışma arkadaşlarımız bize hazırlayıp sunmuşlar.
Tabii ki, dünkü aldığımız karar gereği bir yöntem tartışması yapmamız gerekiyor. Bu noktada biz yöntemi, uzman arkadaşlarımızın da hazırlayıp sunmuş olduğu bu çalışmayı da baz alarak bir yöntem tartışması yapabiliriz birlikte. Bu konuda söz hakkı almak isteyen arkadaşlara biz söz verelim, yöntem tartışmasını başlatalım.
Buyurun, Sayın Bal.
RIZA TÜRMEN (İzmir) – Kimsenin bir fikri yok galiba yöntemler hakkında, benim de yok. (Gülüşmeler)
FARUK BAL (Konya) – Sizin yoksa erken atladınız, benim var.
RIZA TÜRMEN (İzmir) – Sizin var mı, tamam. O zaman önce siz konuşun.
AYLA AKAT (Batman) – Bu arada…
RIZA TÜRMEN (İzmir) – Benim aklıma gelen ya danışman, uzman arkadaşlarımız toplanır böyle bir ön çalışma yapabilir. Başka taraflarda nasıl olmuş, şuna bir baksak nasıl olabilir mesela?
FARUK BAL (Konya) – Hangi tarafa?
RIZA TÜRMEN (İzmir) – Yani, başka ülkelerde de bu anayasa yapımında, yazım sürecinde nasıl bir yol izlenmiş? Belki ona da bakmak yararlı olabilir.
Türkiye’de de başka şeyler yani birtakım uzlaşı şeyleri var. Anayasa’da bundan önce yapılan değişiklikler, 2010 referandumunu söylemiyorum ama ondan önce yapılan değişikliklerde falan böyle bir uzlaşı olmuş, bütün partilerin uzlaşısıyla yapılan değişiklikler. Orada nasıl yapmışlar, bu uzlaşıyı nasıl sağlamışlar? Belki ona bakmakta yarar olabilir falan, benim aklıma bunlar geliyor.
AYLA AKAT (Batman) – Ben -tabii, bir hususu eksik bıraktık- 1 no.lu Komisyonumuzun çalışmak üzere önüne koymuş olduğu ek madde hükümlerinden biri, gerçi o bir ek madde hükmü değildi, ana dili kullanma hakkı, baştan beri katalogda yer alan, parantez içindeki düzenleme için bizim sunmuş olduğumuz hükümlerden biriydi. Ana dili kullanma hakkını da henüz tartışmamış bulunuyor komisyonumuz, onu da belirtmek gerekiyor.
Buyurun, Sayın Bal.
FARUK BAL (Konya) – Şimdi, değerli arkadaşlar, tabii ki, her madde gündeme geldiğinde kullanılan terimlerin ilgili partiler tarafından farklı algılanması neticesinde itirazlar olmuştur. Bu farklı algılanma, uzlaşmazlık noktasını tetikleyen bir durumdur. Dün, bence, bunun bertaraf edilebilmesi için, maddeleri hiç görmeden terimlerde anlayış birliğini sağlayalım; maddeyi gördüğümüz zaman her partinin kendine göre farklı yorumu oluyor. Millî güvenlikten ne anlıyoruz? Bir defa bunu uzmanlar otursun “millî güvenlik” kavramında uzlaşılabilecek, akademik, bilimsel bir tanım üzerinde dursun ve “Millî güvenlik şudur.” desin. Kamu düzeni nedir? Bunun tam anlamı akademik ve bilimsel olarak nedir? Onun üzerinde anlaşsınlar. Ve diğerleri konusunda… Bu anlam birliğinde, eğer, siyasi partiler siyasi iradelerini bu bilimsel ve akademik değer üzerine oturtursa, maddeler üzerinden gittiğimiz zaman sorunun önemli bir kısmının çözülebileceği kanaatindeyim.
Bu anlam anlayışında bir uzlaşma sağlanamadığı takdirde, her maddeye geldiğinde her parti kendi hassasiyeti konusunda onu öyle algılıyor -algılaması da her parti açısından doğrudur- ve uzlaşmama noktasında da herkesin kendi fikrini savunması bunun tabii sonucudur. Buna göre böyle bir değerlendirme yapılırsa iyi olur diye düşünüyorum.
Meral Hanım buyurun.
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ – Şimdi, bu yöntem hususunu, aslında, bence daha çok tartışacağız. Bugüne kadar da özellikle bu çıkarılan kavramlar üzerine daha önce de madde metinlerinde çok tartışma yaptık. Özellikle, ilk bölümde yer alan yani 2 ve 5 no.lu maddelerdeki şey tümüyle Türkçenin farklı anlamları üzerine bir şey. İşte, “hâl-durum”, “onur-şeref”, “hürriyet-özgürlük” yani bunu daha rahat çözebileceğimizi düşünüyorum açıkçası.
FARUK BAL (Konya) – Yani, burada alabileceğimiz bir tek karar olur: Dili öz Türkçeleştirelim mi, dili Arapçalaştırılalım mı, yoksa yaşayan dili mi kullanalım?
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ – Yani, burayı çözmek bize -BDP olarak- güç bir şeymiş gibi gelmiyor. Yani, “özgürlük-hürriyet…” Yani, kıstaslar getiririz yani şu anda Türkçe karşılığı nedir? Öz Türkçe, geçmiş dil vesaire onun bir tartışmayla, bir-iki saatle çözebileceğimiz bir mesele.
Ancak, kavramlar boyutunda bu kadar kolay değil. Çünkü, Sayın Bal’ın ifade ettiği, şüphesiz önemli bir görüş. Hani, önce kavramların içeriğini konuşalım. Yani, kamu düzeni ne demek? Genel ahlaktan kasıt ne? Bunu tartışabiliriz ama bu konuda tek bir bilimsel görüş yok. Yani, insanlar yaşam felsefelerine göre, ideolojik yaklaşımlarına göre, siyasi duruşlarına göre farklı anlamlar yükleyebiliyorlar bu kavramlara. Bu nedenle, maalesef sadece böyle bir hani “Millî güvenlikten ne anlıyoruz?”la bu masanın ne anlağı, Uzlaşma Komisyonun, anayasa koyucunun ne anladığıyla yargı erkinin ya da idari mekanizmalarının ne anladığı arasında uygulamada ciddi uçurumlar çıkabiliyor ve biz bunu madde metinlerini tartışırken çok ayrıntılı konuştuğumuzu hatırlıyorum. Örneğin, genellikle, bizim, CHP’nin genel ahlakta hemen hemen şerhi var. Bizim millî güvenlik, kamu düzeni, genel ahlak, tercih edilen dil, -cumhuriyet savcısını orada, hani, spesifik hâle getirmek, kurumu netleştirmek anlamında genellikle önermiştik- yine, vatandaş, Türk vatandaşı, çok ciddi bir ayırım yani bunu sadece bilimsel, akademik bir tartışmayla maalesef çözemeyiz ekolojik gibi.
Özellikle, bu madde metinlerinde, temel hak ve özgürlüklerde, maddedeki anlaşmazlık sadece kamu düzeninin içeriğiyle ilgili değil aslında. Yani, biz bir hakkın özünün nasıl sınırlanabileceğini tartıştığımızda bunlar çıkıyor karşımıza. Örneğin, işte, arama kararında -hani, ilk aklıma gelen şey- bir kişinin kararı aranacak, kamu düzeni sebebiyle aranabilir mi, aranamaz mı? Bunu çok tartıştık. Ya da millî güvenlik sebebiyle ya da genel ahlak sebebiyle… Bunlar, geçmiş 82 Anayasası’ndaki gibi, matbu olarak ya öneriliyor ya karşı çıkıyoruz. Bizim, yani bunu kesin böyle çözebilecek bir sihirli bir formülümüz yok BDP olarak, hani, bunu nasıl çözeriz ama bunun sadece millî güvenlik tanımından hareketle çözülemeyeceğini biliyoruz. Çünkü, her maddede… Mesela, biz casusluk suçunda BDP olarak, millî güvenliği kabul ettik çünkü özel bir yargılama biçimi. Yani, yurt dışından özel davalar olabilir diye gerekçelerimizi açıkladık. Ama, bir başka toplumsal bir gösteriye millî güvenlik sebebiyle müdahale edilemeyeceğini, örneğin toplantı ve gösteri hakkı açısından bunun aksini düşünüyoruz mesela. Hani, bu nedenle her maddede bu kavramların kamusal alandaki tartışmaları, halk nezdindeki, Türkiye kamuoyu açısından karşılığı nedir? Ve bugüne kadar özellikle 82 Anayasası’nda ve geçmiş anayasa pratiklerimizde bu kavramlar; genel ahlak, kamu düzeni, millî güvenlik hangi anlamda uygulanmış ve yorumlanmış? Bunları tartışmamız lazım çünkü ciddi bir geçmiş pratiğimiz var her anlamda; yargısal ve idari anlamda. Bunları, tartışarak ancak çözebiliriz. Zaten, tercih edilen dil meselesi sadece bizim önermemiz. Bu durumda ana dilini kullanma hakkı, ana dilinde eğitim, biz bir bütün olarak bunu önermiştik. Bunun üzerinde de gerçekten şu anki yasal mevzuatı da esas alarak, TRT Şeş, Kürtçe yayın yapılması, Kürtçe isimler ve benzeri… Hani, şu anda yasal mevzuat açısından Anayasa dışındaki mevzuatta aşılan aslında, aşıldığı iddia edilen bir kavramın anayasada yer almaması gibi bir tartışmamız var. Bunları bu perspektifle tartışmamız daha iyi olur diye düşünüyoruz.
PROF. DR. YUSUF ŞEVKİ HAKYEMEZ – Ben bir şey söyleyebilir miyim?
AYLA AKAT (Batman) – Buyurun Hocam.
FARUK BAL (Konya) – Hocam, yanlış anlaşılmış daha doğrusu eksik anlaşılmış benim düşüncem. Ben onun bir ayrıntısını açıklayayım, ondan sonra devam ederiz.
Şimdi, Türk hukuk sisteminin temel sorunu terminolojidir. Tüm sorunlar ıstılahlara, terimlere yüklenen anlam farklılığından kaynaklanmaktadır. Batı hukukunda bunun çok fazla bir önemi yoktur. Çünkü ağırlıklı olarak kaynak teşkil ettiği Roma hukuku terimleri kullanıldığı için herkes ne dendiğini anlayabilir. Bize geldiğinde o terimlerin Türkçeye ya da Osmanlıcaya kazandırıldığı tarihlerdeki tercümeleri, bugünkü Türkçenin anlamı ile çoğu defa örtüşmemektedir. Buradan hareketle birtakım bilim adamları ya da dilciler, o anlamı ortaya koyabilecek nitelikte terim üretemedikleri içindir ki, anlam farklılığı oluşabilecek bir şekilde karşılığı bulunmuş. Karşılığı bulunanları da bir kısmı beğenmemiş, yerine yenisini koymuşlar ve netice itibarıyla, hangi konuyu alırsanız alın karşınızda birkaç tane terim çıkmaktadır. İşte, amme intizamı-kamu düzeni bunun alt başlıklarına baktığınız zaman bir sürü karşılığı; huzur, sükûn, asayiş vesaire…
Dolayısıyla, şimdi, burada, komisyonun görevi anayasa inşa etmek olduğuna göre, bu terimlerden ne anladığını da bundan sonraki alt hukuk normları o şekilde algılayarak yürütecektir. Eğer, bizim, anlam birliğinde katedebileceğimiz bir mesafe olursa bu, bu temel sorunu da çözecek nitelikte ve bundan sonra yapılacak hukuku da yönlendiren olacaktır.
Meral Hanım’ın ifade ettiği, siyasi nitelikte olan uzlaşmazlıklar ayrı bir konudur. Bunun dışında da danışmanlar bu siyasi konuda zaten irade ortaya koyabilecek durumda değildir, bunu ayırıyorum.
Sizin bahsettiğiniz konuda da biz bir müzakere yapabiliriz. Yani, ne anlıyoruz bu işten? Yani, “Türk vatandaşı” kelimesinden ne anlıyoruz? Bir daha söyleriz. Dolayısıyla, bu ayrıntıya dikkat ederek bir karar vermek lazım.
Teşekkür ediyorum.
AYLA AKAT (Batman) – Buyurun.
PROF. DR. YUSUF ŞEVKİ HAKYEMEZ – Şimdi, insan haklarıyla ilgili oluşturduğumuz metinde, evet, kavramla ilgili farklılıklar var ama onun ötesinde içerikle ilgili de çok ciddi farklılıklar var. Bu bizi epey yoracak. Fakat, burada şöyle bir sorunla karşılaşabiliriz: Partiler nereye kadar esneyebilir? Esneyecekler mi? Eğer esnemezlerse biz muhtemelen bu komisyonda yeniden yapacağımız çalışmada geçmişteki aynı şeyleri tekrarlayacağız. Yani, onu tekrarlayacaksak hiç bu şekilde başlamanın bir anlamı yok. Bu çok ciddi bir problemdir ama Başkan Bey ısrarla işte “Bunları yeniden ele alalım.” dedi. Bunu göz önünde bulundurarak yaklaşalım; bu, bir.
İkincisi: Kavramlar konusundaysa -kavramı Meral Hanım da belirtti- biz nasıl algılarsak algılayalım, nasıl ifade edersek edelim, anayasa uygulayıcısı bazen yargıdır bazen idaredir, çok farklı biçimde ifade edebilecek.
Burada, Faruk Bey’in söylediği şekilde, diyelim ki, biz bunu böyle kabul ediyoruz, tanımlıyoruz diye belirttik. Ama anayasada veya gerekçede kavram tanımlama yoluna gidersek bu da çok ciddi sıkıntılar doğurur. Yani, anayasada kavramları öyle tanımlananın altından çıkabilecek durumda değiliz, tanımlayamayız. Ama şöyle yapılabilir belki: Bazı kavramların uygulanmasında çok ciddi problem var. Buna yönelik söz gelimi, işte, özgürlükçü boyutuna vurgu yapılabilir. Öyle nitelemeler başına eklenebilir ama kamu düzeni olsun, millî güvenlik vesaire olsun böyle başından sonuna bir şey eklenebilecek dolayısıyla da şöyle uygulansın denilebilecek kavramlar değil, bunlar teknik tabirler.
Mesela, kamu düzeni, eskiden alt başlık olarak kamu güvenliği, kamu huzuru ve kamu sağlığı olarak algılanırdı. Ama şimdi günümüzde o kadar gelişti ki kamu düzeni kavramı, polis, yani kamu düzenini sağlamaya çalışan kolluk, günümüzde bir insanı kendisine karşı da koruyabiliyor, insan onuruna çok fazla önem verebiliyor. Bu nedir? Kavramın dinamik bir anlam kazanmasından kaynaklanan… Bu da güzel bir şey aslında, bu yönüyle birlikte. Ama, siz eğer metinde, bir hukuk metninde, bir üst norm olarak anayasada bunu tanımlamaya çalıyorsanız -Faruk Bey öyle söylemedi ama- yani mutabık kalan en azından kavramların içeriğinde, ama mutabık kaldığımız zaman da biz, bunu böyle algılasak da, dediğimiz gibi, uygulayıcı böyle kabul etmiyor, çok fazla bir anlam ifade etmiyor. Burada belki de şunu kararlaştırmak daha doğru olur. Kamu düzeni olmalı mı, olmamalı mı? Yani aksi takdirde yine bunun da altından çıkmak çok zor olur yani inşallah çıkabilecek bir formül üretilebilir ama benim aklıma böyle bir formül gelmiyor, bu sıkıntılar geliyor.
AYLA AKAT (Batman) – Buyurun Rıza Bey.
RIZA TÜRMEN (İzmir) – Şimdi, yani danışmanlardan medet umuyoruz anlaşılıyor ki. O zaman, danışmanlar ne yapabilirler, ne yapamazlar, onu açıklığa kavuşturmak lazım. Danışmanlar herhâlde siyasi partilerin yerine geçip siyasi karar veremezler bir kere. Buradaki parantezlerin bir bölümü siyasi görüş farklılıklarından kaynaklanıyor yani temel görüş farklılıklarından kaynaklanıyor. Danışmanların bu görüş farklılıklarını ortadan kaldırmalarını bekleyemeyiz ama danışmanlar belki şunu yapabilirler: Yani her maddeyle ilgili bir değerlendirme yapabilirler, bir rapor hazırlayabilirler. “Bu maddedeki problem şudur, bu maddedeki kavramlar odur.” Faruk Bey’in de söylediklerini dikkate alarak böyle bir her maddeyle ilgili ayrı bir değerlendirme şeyi yapabilirler, raporu hazırlayabilirler belki.
Tabii, yani burada temel bir uzlaşı var, temel bir uzlaşı olduğunu kabul ediyoruz bu anayasa otururken. O da nedir? Özgürlükçü bir anayasa yapmak istiyoruz. Yani burada, bu konuda, 4 parti arasında bir temel uzlaşı olduğunu düşünüyoruz. Yani buradan başlayarak, bu hareket noktasından hareketle bu anayasayı yapıyoruz varsayımını kabul ediyoruz diye düşünüyorum. Eğer bu böyleyse, o zaman tabii ki buradaki parantezleri de özellikle temel hak ve özgürlüklere getirilen sınırlamalarla ilgili parantezleri de bu açıdan değerlendirmek lazım. Yani “Millî güvenlik her yerde gerekir mi?” ya da “Kamu düzeni her yerde gerekir mi?” Şimdi, ne bileyim ben, Orta Doğuda Başbakanı protesto eden öğrencilerin üstüne böyle daha başlamadan hiçbir şey, su sıkılması, gaz atılması, bir tanesinin ölüm derecesinde hastanelik edilmesi kamu düzeniyle açıklanabilir mi? Bize göre açıklanamaz. Burada kamu düzeni, toplantı ve gösteri yürüyüşleri hakkını sınırlamak için, özünü ortadan kaldırmak için örneğin, kamu düzeni kullanılamaz, kullanılmamalı en azından. Yani böyle bir hareket noktasını kabul ediyorsak ve özgürlükçü bir hareket noktasını kabul ediyorsak o zaman belki daha bir kolaylık sağlayabiliriz parantezlerin ortadan kaldırılması…
Ama yani belki danışmanlara önce bir yer bırakalım, onlar bir otursunlar, böyle her maddeyle ilgili bir değerlendirme yapsınlar. Yani “millî güvenlik, kamu düzeni, genel ahlak” gibi şeyler bir kere her maddede ne kadar gerekli? “Yabancıların çalıştırılması Türkiye’de.” diyoruz. Şimdi, burada “millî güvenlik” koymak lazım mı? Yani burada “kamu düzeni” koymak gerekiyor ya da kamu düzeni olduğu yerde “millî güvenlik” olması gerekiyor ya da ikisinin de olmaması mı gerekir? Bunlar yani her maddeye göre değişir bu tabii.
AYLA AKAT (Batman) – Buyurun Hocam.
PROF. DR. ALİ AKYILDIZ – Şimdi, efendim, tabii kavramları tartışabiliriz ama bir asgari müşterek sağlanabilir mi, onu bilemiyorum ama bence, biz, şu aşamada şöyle bir şey yaparsak bir ivme kazandırmak bakımından çalışmalara ve bir yeni soluk, bir psikolojik rahatlama sağlamak bakımından şunu öneriyorum komisyona: Danışmanlar yapabilir ön çalışmayı veya doğrudan doğruya girişilebilinir. Hızlıca bir gözden geçirip maddeleri, uzlaşma ihtimali yüksek olan maddelerin mümkün olduğu kadar çoğunu kısa bir süre içerisinde, 10-15 tanesini hiç olmazsa, tam yeşile çevirip, hem kendimize hem kamuoyuna bir mesaj vermenin doğru olacağını düşünüyorum bu aşamada. Yani sorunlu olacağını düşündüğümüz maddeleri ikinci plana alıp hemen anlaşılabilecek maddeler üzerinden bir hızlıca gitmenin yararlı olabileceğini düşünüyorum.
Budur söyleyeceklerim.
AYLA AKAT (Batman) – Teşekkür ediyorum Hocam.
Şimdi, değerli arkadaşlar, sonuçta bu kavramlar bazında bir uzlaşma zemini yakalanabilmesi için iki öneri var ortada. Ben ikisine de değer veriyorum. Tabii ki akademisyenlerin bu konuda, kamu düzeni nedir, millî güvenlik nedir, bunun bilimsel boyutuyla ortaya koymaları önemlidir ama bir de uygulayıcıların içerik, anlam kazandırdığı bir süreç var ki esasında bu maddeler doğru yorumlanırsa belki temel hak ve özgürlüklerin kullanımının önündeki engellerin bir çoğu ortadan kalkmış olacak çünkü toplantı, gösteri, yürüyüş hakkı başta olmak üzere birçok hak zaten kamu düzeni gerekçesiyle kısıtlanır durumda. Öyle bir noktaya geliyor ki kamu adına, kamunun güvenliğini sağlamak adına güç kullanma yetkisine sahip kolluk güçleri kamu güvenliğini tehdit eder duruma geliyorlar. Bir mitingin yasaklanmasının açığa çıkarabileceği sonuçlar bellidir o mitingi yapma iradesi varken ama yasaklanması, bir şehri tamamen yaşanmaz duruma getirebilir olmasına rağmen bu göze alınarak kamu güvenliği gerekçesiyle verilen yasaklama kararları var. Sadece son bir yıl içerisinde bunun defalarca kez yaşanmış örneklerini ortaya koyabiliriz.
Şimdi, burada bu kavramların ciddi şekilde siyasileştiğini görüyoruz. Bu kavramlar dönemsel olarak tabii ki o ilin atanmış yerel yöneticisinin inisiyatifine bağlı olarak değerlendirilebilir ama dönemsel olarak da o ülkenin genelinde uygulanan politikadan bağımsız ele alınmıyor ve bir bakıyorsunuz bu kavramlar olmaması gerektiği ölçüde, siyasi bir temelde, topluma yansıyacak şekilde birtakım idari kararların içeriğini oluşturabiliyorlar “kamu düzeni” gibi. Hani, “millî güvenlik”le çok karşılaşmıyoruz biz. Bu, daha çok belli tanımlar için geçerli olabilir ama kamu düzeni açısından ciddi bir sıkıntı, yorumu açısından ve kazandırılan içerik açısından ciddi bir sıkıntı olduğunun altını çizmek gerekiyor.
Ben, her iki çalışmanın ortak, hani bunun örnekleriyle değerlendirilebileceğine inanıyorum ama şu var: Ne kadar akademisyenler ikna olabilirler? Mevcut bir siyasal ideolojiye sahip arkadaşlarımız biz burada ne söylersek söyleyelim, en azından, mesela, 2012 14 Temmuzunda yapılan etkinliğin, yapılacak mitingin yasaklanmasının sadece yaratmış olduğu, iki toplumu birbirine kırdırtma noktasında ya da kutuplaştırma noktasında yaratmış olduğu sosyolojik etkiyi bir tarafa bırakırsak, vekillerin maruz kalmış olduğu şiddet, yüzlerce insanın yaralanmasının dışında bir de ekonomik bir boyutu var ortada. Sadece soruyoruz, o gün o ilde kullanılan gaz bombası sayısı neredeyse 10 bine yakın yani bir de bunun bir maliyeti var. Orada görev yapan personel… 18 ilden güvenlik personeli getiriliyor bir ile bir miting yasaklandığı için. Bunların taşınması, iki üç günlük iaşeleri, orada kullanılan malzemeyi bile hesaba katsak ülke ekonomisine ciddi bir zarar olduğunu da belirtmek ama niye bu göze alınıyor? Çünkü birtakım siyasal hedefler var ortada. O hedeflere ulaşabilmek için de mitingin yasaklanması da -o mitingin yasaklanmasını açığa çıkarabileceğiz- sosyal, siyasal ve ekonomik sonuçların da göze alınması durumu söz konusu.
Şimdi, biz ,bu tür gerekçelerle, güncel yaşamımızda, siyasal yaşamımızda bu kadar ciddi şekilde karşılaşırken bu kavramların siyasal anlamda idareciler tarafından kullanılmasının sonuçlarıyla bu kadar ciddi şekilde karşılaşırken bu masada bu kavramların kullanılacağı madde metinleri yazılırken tabii ki düşüncelerimizi ortaya koyacağız. Eğer masanın etrafındaki danışman arkadaşlarımız bunu dinlemeye hazırlarsa biz tabii ki yaşanmışlıklardan, ortaya çıkan sonuçlardan, bunun artık geri dönülemez bir noktada, iki toplumu birbirinden ayırmaya, kutuplaştırmaya yönelik müdahale tarzından, uygulama tarzından bahsedebiliriz ama bu ne kadar, arkadaşlarımız açısından, ikna edici olur, onu bilemiyoruz açıkçası.
Belirttiğim gibi, herkes belli bir ideolojiyle bu masada. Onu bir tarafa da bırakılması, biz bırakmayacağımıza göre kimsenin bırakmasını da bekleyemeyiz ama ülkenin genel çıkarları açısından değerlendirirsek hak verilecek pozisyonda olduğumuza inanıyoruz. Hani, ikna süreci gelişirse ikna edeceğimize de inanıyoruz. Kimsenin açığa çıkan sonuçları, ideolojisi ne olursa olsun, kabul edebileceğine, böyle bir ayrışmaya onay verebileceğine biz inanmıyoruz ama süreç bu kavramların kullanılması boyutuyla böyle bir gerçekliği açığa çıkarmıştır. Bu gerçekliği görerek belki bu kavramların kullanılıp kullanılmaması noktasında ortak bir karar verilebilir.
Bu konuda BDP olarak düşüncelerimiz bu yönlü olmakla birlikte tabii ki hem içerik hem de akademik açıdan, hani hem bu maddelerin pratikte kullanılmasının açığa çıkarmış olduğu içeriğin tartışılması hem de akademik açıdan tartışılır olmasının önünde biz bir engel görmüyoruz ama belirttiğim gibi bir pozitif sonuç yaratacağına da inanmıyoruz. Bu tartışmalar yapılabilir ama pozitif sonuç açığa çıkacağına da inanmıyoruz.
Sayın Hocam bu konuda düşüncelerini ifade etti. Biz, dün de ifade ettik, hani bunun bir siyasal içeriğinin olduğunu dün ana komisyonda da ifade ettik ama Meclis Başkanımız “Tartışılsın.” beyanında bulundu.
Yine, Sayın Hocam ifade ettiler. Yani halkın bir beklentisi var ve bu maddelerin bir kısmı üzerinde sağlanabilecek uzlaşma halkın o beklentilerine de cevap bulma noktasında önemlidir ama hani biz birini diğerinden bağımsız değerlendirme noktasında da kendimizi açıkçası çok hareket serbestimiz var diye görmüyoruz, onu da belirtelim. Yani amacımız “A, biz bu kadar madde üzerinde uzlaşabildik.” Uzlaşılabilen maddelere baktığımızda Türkiye’de toplumsal barışı tehdit eden, Türkiye’nin toplumsal barışı sağlamasının önünde engel olan, işin özüne dokunacak temel hak ve özgürlükler noktasında bir uzlaşma sağlanamadığı gerçeğiyle karşı karşıyayız bu masada. Diğer haklar bazında da tabii ki biz düşüncelerimizi ifade ettik, tüm siyasi parti grupları da ifade ettiler. İşin özü, Türkiye’de, Türkiye insanını, Türkiye toplumunu temel hak ve özgürlüklerle buluşturabilecek bir üst metin inşa etmektir. Herkes bu kaygıyla oturduğu için bunun, bu konuda bir uzlaşma sağlanmasının önünde bir engel yoktur ama biz Türkiye gerçeğinden hareketle kendimizi ifade etmeye ya da bir sonuç çıkarmaya çalıştığımızda karşılaştığımız gerçek şudur ki henüz biz Türkiye’de toplumsal barışı sağlayacak düzenlemeler için bir uzlaşma zemini yakalayabilmiş değiliz. Bu konuda açıkçası çok istekli ve ısrarcı da değiliz yaklaşımıyla karşı karşıyayız açıkçası.
Arkadaşlarımız yine de söz isterlerse paylaşabiliriz.
Buyurun Özgür Hanım.
ÖZGÜR SEVGİ GÖRAL – Ben yönteme dair bir iki şey söyleyeceğim yani nasıl devam etmeliyiz bu iki komisyon? Bir kere elimizde bence birkaç tane olgusal gerçeklik var, o da şu: Yazın bir dönem dışında, biz, aslında çok iki komisyon olarak çalışmadık zaten. Mesela, sabah bir komisyonu yaptık, öğleden sonra ikinci komisyonu yaptık. Yazın kısa bir dönem onu yaptık. Orada da çünkü gerçekten bölünebilir bir tartışma vardı. Hani, ekonomik sosyal haklar bir yerde, temel hak ve özgürlükler bir yerde. İkisini illa birlikte yürütme zorunluluğumuz olmadığı için yapılabilirdi, yaptık. Ama Meclisin açılmasından sonra zaten aslında biz pek aynı gün ve aynı anda iki komisyon birden çalışmadık, genelde bölündü. Yani şimdi Meclis de açılmışken, bütün partilerin yoğun çalışmaları da başlamışken falan… Zaten iki komisyonun kendisi ne kadar yapılabilir? Bence o bir tartışma konusu, birincisi.
Dostları ilə paylaş: |