2 nolu alt komisyon tutanaklari iÇİndekiler



Yüklə 2,59 Mb.
səhifə25/37
tarix07.01.2019
ölçüsü2,59 Mb.
#90806
1   ...   21   22   23   24   25   26   27   28   ...   37

  • ATO YÖNETİM KURULU ÜYESİ GÜRKAN YILMAZ – Bugün de tartıştık hatta avukatımız olduğu için Genel Sekreterimize de danıştım, “Yasa mı, Anayasa mı?” dedim hatta. Bu mahsuplaşma oranının çok net olarak çözülmesi lazım. Yani ticaret olarak konuşuyorsak Sayın Genel Sekreterim “Mahsuplaşmayı yasal olarak önce “Anayasa’da değil de.” dedi… Bugün Sayın Maliye Bakanımız saat on iki civarın NTV’de canlı yayındaydı. Kendisi cidden bir vergi barışı olsun, ticari barış olsun… Ciddi bir yapılaşma yapıldı ama ben tahsilat oranlarını vergi dairesinden incelediğim kadarıyla başarısız kaldık. Şahsen ben bile, üç tane şirketim var, ikisinin yapılaşmasını bozdum yani, ödeyemedim. Sebep? Ben bir bankaya taahhüt vermişim, on ikinci ayda askeriyle bir iş yaptım, askeriye son anda vazgeçti, “2012 ödeneğinden ödeyeceğim.” dedi ve ben bankaya taahhüt vermiştim, bana bugün bankadan şey geldi: “Taahhüdünüzü bozdunuz.” Ben askeriyeye malı vermişim, faturamı kesmişim, KDV’mi ödemişim, diyor ki: “2012 ödeneğinden karşılanmak üzere ödemeniz ertelendi.” Daha önce martta açılıyordu, son dönemlerde artık ocakta bir yüzde 10’luk dilim veriliyordu, bu sene o da ertelendi zannediyorum, 20 Şubatta açıldı diye söylendi ama henüz bize intikal eden bir şey yok. Yani, Sayın Bakanımızın da açıkladığı gibi tahsilat oranlarında ciddi bir şey var ama bunun suçunu tabii ki esnafta veya ticaret erbabında aramamak gerekiyor. Benim SSK’ya borcum var, devletin herhangi bir kurumundan alacağım var. Ya bu ciddi bir yapılanma, çalışma gerektiriyor. Tamam zorlukları var ama yani bu ülke çok zorluklardan geçti. Yani oradan ben alacağımı beyan ettimse, gerçekse de sonuçta devletin kendi kurumu, yani bu mahsuplaşmayı rica ediyorum Anayasa’ya koyamayız dedik ama yani bir yerde netleştirmemizde…

  • ATO GENEL SEKRETERİ DÜCANE ERGEZEN – Hazır Türkiye Büyük Millet Meclisindeyken…

  • ATO YÖNETİM KURULU ÜYESİ GÜRKAN YILMAZ – Yani yakalamışken şey yapayım, ticaretten bahsediyoruz, doğru diyorsunuz. Ben Türkiye’de bir distribütörüm, bir markanın ithalatçısıyım ve Türkiye’ye dağıtımını yapıyorum. Benim seksen küsur vilayette 2 bin 200 tane makineyi ben bir ayda kurdum. Hakkâri’de var, Çukurca’da var. Yani bir ay içinde ve rahatlıkla kurdum, bir sıkıntı yok. Niye? O bölgede bayilerim var, irtibatım var. Orada benim bir sıkıntım yok. Ama şu var: Yani biz o konuda çalışmamızı yapıyoruz, özet olarak yani ticari şeyin de, ticaret erbabının da haklarının yasada çok net olarak belirlenmesi…

  • Konudan konuya atlıyoruz ama Merkez Bankasının ciddi bir şekilde özelleşmesi veya devletten ayrı bir yapıda… Öyle söyleniyor ama öyle değil yani, onu biz de biliyoruz.

  • BEDİİ SÜHEYL BATUM (Eskişehir) – Arkadaşlar, çok teşekkür ederiz.

  • Sadece şunu söyleyeyim: ilk defa sizden net olarak bugüne kadar bir şey duydum, bu çok önemli. Net dediğim şu, sakın yanlış anlamayın: Metinler getirenler oldu fakat genelde bir yalancılık üstünde gidiyoruz Türkiye’de; onu da söyleyeyim. Mesela, TÜSİAD bize metin getiriyor, iş adamlarının beklentileri hiç yok sorun. “Türkiye şöyle olsun, böyle olsun, temel hak ve özgürlükler böyle olsun, düşünce özgürlüğü böyle olsun...” “Yalan” derken sakın yanlış anlamayın, esasında ben şahsen bunu aramıyorum, ben şunu arıyorum: Türkiye’de işçiler gelsin ne istiyor, nedir Anayasa’da korunması için… Kadın söylesin. Eğer işçi gelip de bize “Efendim, çevreyi çok güzel koruyun.” veyahut da ne bileyim ben “Hayvanların haklarını koruyun.” filan deyince bu biraz yalan oluyor, yani esasında kendi istediğini söylemiyor. Haa, sizinkilere katılıyorum, katılmıyorum ama net, “Mülkiyet hakkının sınırları en alta çekilmeli.” Dediniz. Yaparız yapamayız, ayrı mesele; ben aynı fikirde değilim, fikirdeyim, önemli değil. “Ekonomik, sosyal bütün idari bağımsız otoriteler gerçekten özerk olmalı, Merkez Bankası dâhil, EPDK’sı dâhil.” Dediniz, “Mahsuplaşmayı getirelim.” dediniz, “İstikrarı bir şekilde koyalım, hukuk güvenliği filan diyelim adına dokunulamasın bizim şeylerimize.” dediniz. Bunlar bana göre şey, yani hiç mahsuplaşma girer mi, girmez mi bırakın orayı, belki “girmez” deriz ama siz buna yönelik -siz dediniz ki hocalarla çalışıyoruz- sizden istirhamım, hocalara şunu sorun: Aynı kanaatte olduğum için söylemiyorum, sakın… Ama ya “Hoca bırak şimdi, yani yasama, yargı birbirinden bağımsız olsun, idare şey olsun, Türkiye'nin geçmişinden gelen bilmem ne ilkeleri korunsun filan bunları herkes söylüyor. Ben mahsuplaşmayı istiyorum, bunu nasıl ilkesi hâline getiririm?” Şimdi, çünkü doğru filan şeyler de söylemiyorlar. Şimdi siz söylediniz, doğrudur, hocalar da söylemiştir size “Efendim anayasalar hiç değişmedi, bizde değişiyor.” filan diye. Türkiye hep yalanlar üstüne kuruyor bunu. Nasıl değişmedi? Dünyada 200 tane ülke var yuvarlak hesap, 200’ün 150 tanesine yakını 1974’ten beri otuz senelik bir süreçte yüzden fazlası değişti. Fransa Anayasası 58 Anayasası mı? Bütün maddelerini değiştirdi adam istediğini. Haa, bizdeki gibi kolaycılık yok orada. “Ağabey bütün anayasayı değiştirelim, güzel yapalım.” filan yok ama yüz maddesini değiştirdi adam, daha ne? Şimdi, o yüzden sizlerden istirhamım, uzatmayayım, mahsuplaşma mı, istikrar mı, nasıl, mülkiyet hakkı dokunulmaz mı olmalı? Bunları bize madde hâlinde… Ben şu anda böyle söylediğinizde -şahsi fikrimi söylüyorum, sakın yanlış anlamayın- inanmıyorum, ben tam tersini düşünüyorum; mülkiyet hakkına dokunulabilmeli diyorum, kamu yararı nedeniyle sınırlanabilmeli, diyorum. Sakın yanlış anlamayın ha, yani bir tarafta şey bir tarafta tüccarın hakkı; olur mu kardeşim diyorum, tabii ki ama esnaf ve sanatkârın korunmasına… Nasıl korunacak? Siz bize bunları lütfen madde ya da maddeye yakın şey hâlinde söyleyin, çekinmeyin. İşte bence Anayasa yapmada sizin en büyük katkınız, işçi sendikalarının, kadınların, çevrenin hepsinin en büyük katkısı bu olacaktır. Aklımıza gelmez bizim, mahsuplaşma diye bir şey hayatımda hiç aklıma da gelmez ama “Hayır, bu anayasa formülü olmaz -12 kişi- olur mu böyle?” deriz, deriz üstünde anlaşamayız ayrı mesele ama sizin bize en büyük katkınız bu olacaktır. Lütfen bunu bizlere yazılı olarak… Sakın şöyle de düşünmeyin:” Bu Parlamento, zaten siz burada oturmuşsunuz, ne işiniz var, biz bir şeyleri böyle söyleyelim, siz de oturun aranızda uzlaşın.” Nasıl uzlaşacağız biz? Aynı şeyi düşünmüyoruz ki biz mesela haklı olarak. Mahsuplaşma desen şimdi bakarsın –lafın gelişi söylüyorum- biz 3 kişi “hayır” deriz, 2 kişi “evet” der. O yüzden bize uzlaşmayı bırakmayın veya ne bileyim ben yani biz 2 kişi “hayır” deriz, onlar “evet” der. Siz bize maddeleri getirin. Oldu mu sevgili arkadaşlar?

  • ATO GENEL SEKRETERİ DÜCANE ERGEZEN – Tamam efendim.

  • BEDİİ SÜHEYL BATUM (Eskişehir) – Tamam; sağ olun, var olun.

  • ATO GENEL SEKRETERİ DÜCANE ERGEZEN – Biz, sosyal meselelerle ilgili genel isteklerimiz ya da düşüncelerimizi ifade edeceğiz, ekonomik meseleleri, özellikle bizi ilgilendiren alanlarla ilgili bu işi somutlaştırıp maddeler…

  • BEDİİ SÜHEYL BATUM (Eskişehir) – Bravo, madde önerisi.

  • TUNCA TOSKAY (Antalya) – Efendim, çok teşekkür ediyoruz.

  • “Daha sonra da çalışma gelecek.” dediniz ama ben biraz not aldım, Koray Bey siz “Yaptığımız çalışma TOBB aracılığıyla size iletilecek.” dediniz ve birtakım üniversite hocalarıyla çalıştığınızı söylediniz. Tabii ki buna teşekkür ederiz ancak nasıl biz burada Anayasa yapma sürecinde toplumun bütün kesimlerinin katılımını sağlama gayreti içindeyiz, bunu çok mükemmel yapabiliriz, yapamayız ama yapmak için samimiyetle çalışıyoruz. Bizim sizlerden beklediğimiz de sizin camianızın, yalnız üniversite hocalarının, hukukçu hocaların değil, onlar işi formüle etsinler, tabandan itibaren ne düşündüğünü biz öğrenmek istiyoruz. Yani, bana, siz “Biz oturduk TOBB’un platformunda şu kuruluşla, şu kuruluşla… Biz şöyle söylüyoruz, onlar da böyle söylüyor, haydi orta yolunu bulalım uzlaşalım.” Ben onu istemiyorum. O da benim elimde olsun ama sizin kaç üyeniz var Ankara Ticaret Odası olarak?

  • ATO YÖNETİM KURULU BAŞKAN VEKİLİ KORAY GÜNGÖR ŞANAL – 127 üyemiz var.

  • TUNCA TOSKAY (Antalya) – Şimdi, siz herhangi bir şekilde bir yolunu bulacaksınız, Türkiye’de bugün tartışılan en önemli konularda, bunlar ekonomik ağırlıklı



  • Bunlar ekonomik ağırlıklı olabilir, siyasi ağırlıklı olabilir, idari ağırlıklı olabilir. Onu tespit edersiniz, sizin 120 bin üyenizin çoğuna ulaşarak bana onların titrini getirmeniz lazım. Yoksa, 3 hukukçu otursun, sizle de biraz istişare yapsın, bana Ankara Ticaret Odasının görüşü olarak getirsin. O hukukçular sağdan say 15, soldan say 20. Ben onların sabahtan akşama kadar zaten bütün platformlarındaki konuşmalarını biliyorum. Onlardan 3’ünü çağırdığınız zaman, üç aşağı beş yukarı sizin adınıza onların neler söyleyeceğini de biz biliyoruz ama burada katılımı sağlayabilmek için eğer -bu benim fikrim tabii, siz katılırsınız katılmazsınız- sizin 120 bin üyenizin temel konulardaki görüşü sizin aracılığınızla bize gelmeli. Siz çünkü çok organize bir yapısınız, 120 bin üyeniz var. Bunun bir yöntemini bulmanız lazım yani çok net söylüyorum, 3 hukukçu, 3 de sizin bu işlere aklı yatan üyelerinizin bir araya getirip de bize bir şeyler getirmesini katılım açısından teorik olarak çok doğru bir şey olarak ben şahsen görmüyorum. 1’inci madde bu.

  • İkincisi; bir devlet istikrarı, bir siyasi istikrar şeysi geçti burada. Siyasi istikrardan, devlet istikrarından neyi kastettiğinizi bize net olarak söyleyebilirseniz biz de daha anlamlandırırız diye düşünüyorum.

  • Çok teşekkür ediyorum.

  • ATO YÖNETİM KURULU BAŞKAN VEKİLİ KORAY GÜNGÖR ŞANAL – Yani siyasi istikrarda, devletin istikrarından farklı bir şey yok, o kelimeyi ben kullandım. Yani bugün yasada olan düzenlemeler, yarın benim yatırımım açısından, ben yatırım yapıyorum, yarın bir bakıyorum değişmiş.

  • TUNCA TOSKAY (Antalya) – Yani siyasi istikrar derken de bunu da mı kastediyorsunuz? Yoksa başka bir şey mi?

  • ATO YÖNETİM KURULU BAŞKAN VEKİLİ KORAY GÜNGÖR ŞANAL – Bunu kastediyorum yani.

  • TUNCA TOSKAY (Antalya) – Tamam, oldu.

  • ATO YÖNETİM KURULU BAŞKAN VEKİLİ KORAY GÜNGÖR ŞANAL – Esas kastım buydu.

  • Diğeriyle ilgili de Hocam şu; yani siz…

  • BEDİİ SÜHEYL BATUM (Eskişehir) – Hukuk güvenliği yani “siyasi istikrar” derken hukuk güvenliği.

  • ATO YÖNETİM KURULU BAŞKAN VEKİLİ KORAY GÜNGÖR ŞANAL – Aynen o, kanun, kanun maddeleri, kanun güvenliği, hukuk güvenliği yani biz mühendisiz. “Anayasa nedir ne değildir, Anayasa kitapçığını okudun mu?” derseniz bu vesileyle okuma fırsatı buldum. Anayasa kitapçığını şimdiye kadar, bu yaşıma kadar okumadım; işim de olmaz. Benim esas asli görevim sanayicilik. Bu memlekette 100 değil de 500 adamı nasıl çalıştırabilirim, onun hesabını yapmakla uğraşıyorum.

  • Bununla ilgili de Hocam şu; biz de dedik ki: “Bu konuya…” Yani şimdi üyelerimize sorduğumuzda da… Bana sordular ama benim bu konuda bir bilgim yok. Olması gerekenleri yönetimden hocalara dikte ettik, özellikle dedim ki: “Dünyada kaç tane ülkede değiştirilemez madde var? Hangi ülkelerde var? Ekonomik olarak neler var?” Kooperatifçiliğin… İşte çalışma yapmışlar, getirdiler, kooperatifçiliği eskiden bizim Anayasa’mıza koymuş. Neye dayanılarak da konulduğunu da bilmiyorum ama kooperatifçilik olmasa ne olur? Anayasa'da ne alakası var? Bu başka yerlerde çözülebilir, onun için yani hocalardan da destek almamız bizim bu neticede.

  • TUNCA TOSKAY (Antalya) – Ben, yine 120 bin üyenizin… Bir Anayasa yapıldığı zaman bugün Türkiye'de -birtakım şeyleri açık konuşalım- tartışılıyor, önemli konu. Sizin 120 bin üyenizin bu yanıcı konularda veya çok öne çıkan konularda ne düşündüğünü sizin derleyip toparlayıp bize sunmanızın yararlı olacağını düşünüyorum katılımın teorik olarak gerçekleşmesi açısından.

  • ATO YÖNETİM KURULU ÜYESİ GÜRKAN YILMAZ – Hocam, özür dilerim. Ben sizin söylediğinizi yapmaya çalıştık mı acaba diye doğru şeyle ilgili bir şey söyleyeyim. Bizim altmış dört meslek komitemiz var Ankara tüccarının temsil edildiği. Bu konu da bizim yönetim kurulumuzda tartışılırken şöyle bir şey oldu; çok haklı bir şey söylüyorsunuz, bu aynı zamanda bizim de tartıştığımız bir konu olduğu için söylüyorum bunu. Biz burada sizin de buyurduğunuz gibi birkaç akademisyenin sözcüsü mü olacağız Ankara Ticaret Odası olarak onlar yazıp? Yoksa biz kendi dertlerimizin hakikaten bu Anayasa metni içerisinde yer alması adına hakikaten gerçek görevimizi mi üstleneceğiz? Buradan hareketle çıkıldı. Biz öncelikle ekonomik meselelerimizle ilgili konuları yatıralım, sorunlarımızı konuşalım, bununla ilgili gerekli akademik çalışmalar yapılacaksa şu şu konularda yapılsın diye. Sonra bu bizim meslek örgütlerimize, kendi altımızdaki komitelere ulaşsın. Oradan “Oldu olmadı, şu eksik bu tamam, şu kısımlarda konulsun” diye bir şeye gelinsin, bizim ortak kanaatimiz olarak sunulabilsin şeklinde bir çalışma öngördük ve bu minval üzere yürüyoruz.

  • TUNCA TOSKAY (Antalya) – Yalnız kapalı konularda mı?

  • ATO YÖNETİM KURULU ÜYESİ GÜRKAN YILMAZ – Hayır, şimdi ben bir çalışmayı gönderirim meslek komitesine. Meslek komitesi der ki: “Ben şurasını eksik buldum ya da şunun da olmasını istiyorum.” Orada sosyal bir meseleyi de gündeme getirebilir kendisiyle ilgili olarak. Bu ne kadar konsensüs sağlanan metin olursa bizim açımızdan da biz o kadar bu ülkenin yeni yapılacak anayasasına o kadar katkıda bulunduk diye kendimizi göreceğimiz için bunu bu şekilde hem yayarak hem de dönüp bir noktaya getirerek yürütmeye çalışıyoruz. Tahmin ediyorum sizin söylediğinize biraz yaklaşmak gibi bir şeyimiz var.

  • BEDİİ SÜHEYL BATUM (Eskişehir) – Üçümüzün söylediği de buydu esasında. Yani Türkiye’deki sorunları siz tüccarların, Ankara Ticaret Odasının gözünden nasıl görüyorsunuz? Bak mahsuplaşma. Herkesten duyarsın başka bir şeyi, değişmez maddeleri ama mahsuplaşmayı duyamazsın. Bunu nasıl istediğinizi ben de merak ediyorum. Yani aynı şeyi değişmez maddeler ama onları her yerden görebilirsin ama bunu duyamazsın.

  • TUNCA TOSKAY (Antalya) – O konuda 120 bin kişilik bir taban ne düşünüyor? O da önemli.

  • BEDİİ SÜHEYL BATUM (Eskişehir) – Ne düşündüğü çok önemli.

  • ATO YÖNETİM KURULU ÜYESİ GÜRKAN YILMAZ – Can ve mal güvenliğiyle ilgili izin verirseniz o konuya da bir şey ifade edeyim.

  • Can güvenliğimizle ilgili bir kişinin sopayla vurulmasından, bıçakla yaralanmasına kadar birçok şey detaylı bir şekilde bir ceza sistemiyle yürütülmüş durumda ama ticaretle ilgili meseleye gelince çok temel bir sıkıntımız var bizim sistemli olarak. Devletimiz tüccara karşı kendini korumuş, kendi alacağını almış, onun ise kendi koyduğu sınırlar içerisinde istediği gibi boğuşmasını serbest bırakmış. Bu hele ki günümüzde artık sistemler ve ülkeler ekonomi üzerinden bir savaş yapıyorlar ve artık bir ülkeyi temsil eden o ülkenin en büyük şirketi hâline gelmiş iken çok yanlış bir noktaya götürüyor bizim tüccarımızı. Bunun güvenliğinin sağlanması…

  • AYLA AKAT ATA (Batman) – Tüccara karşı koruma mı? Ticari risklere karşı devletin kendisini koruma mı?

  • ATO YÖNETİM KURULU ÜYESİ GÜRKAN YILMAZ – Ben temel bir şeyden gittim yani onu detaylandırabiliriz ama söyleyeceğim şeye varmak adına orayı biraz hızlı geçeceğim. Bunun detaylı ve güvenli hâle getirilmesi gerekiyor. Bu tüccarın istediği istikrar da buradan geliyor Hocam. Bu istikrar bu ülkenin kalkınması ve yürümesi adına, sürdürülebilir bir kalkınmayla yürümesi adına “olmazsa olmaz” durumdadır. Bugün Türkiye'de çok fazla üreten insan kazançlı durumda değil ve biz ekonomik yapımız olarak üreten ülke değiliz; üretileni satan, hafif değişikliğe uğratıp satan ülke pozisyonundayız. Bazı şeylerin güvence altına alınması gerekiyor devletçe, insanların güven içerisinde üretim yapmaları gerekiyor. Üretim yapmaya başlayan tüccarımızın ilk korkusu devletten başlıyor bir kere. En güvenmesi gereken yerden korku başlıyorsa bu işte bir sıkıntı var demektir ve bu güvenliğin sağlanması olmazsa olmazdır, hele ki anayasal güvence altına alınması gerekir ki sonraki mevzuatlar da, hazırlanacak kanunlar da, şeyler de bu sisteme uysun. O yüzden anayasada “olmazsa olmaz” diye bizim özellikle direttiğimiz konu bu. Farklı detaylandırabilir, kişiler çok farklı görüşler sunabilirler ama hani temel bir kavram olarak koymak adına bunun elzem olduğu kanaatindeyiz.

  • Teşekkür ederim.

  • RIZA TÜRMEN (İzmir) – Ben dinliyorum, öğrenmeye çalışıyorum daha çok.

  • Çok teşekkür ederiz hepinize.

  • MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Ben de teşekkür ediyorum arkadaşlar, ekleyeceğiniz bir şey varsa alalım yoksa kaydı sona erdirelim.



  • DİSK (TÜRKİYE DEVRİMCİ İŞÇİ SENDİKALARI KONFEDERASYONU)

  • MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Değerli arkadaşlar, hoş geldiniz.

  • Biz Uzlaşma Komisyonunun 2 Numaralı Alt Komisyonu olarak sendikaları ve kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarını dinliyoruz. Ben Mustafa Şentop, AK PARTİ İstanbul Milletvekili, Tunca Toskay Bey Milliyetçi Hareket Partisi Antalya Milletvekili, Rıza Türmen Bey Cumhuriyet Halk Partisi İzmir Milletvekili, Sırrı Süreyya Önder Bey Barış ve Demokrasi Partisi İstanbul Milletvekili.

  • Yaklaşık kırk dakikalık bir süremiz var. Görüşlerinizi açıkladıktan sonra bize belki açmak için onları, işar etmek için soru sorma imkânı tanırsanız bir son on dakika kadar memnun oluruz. Burada görüşleri tartışmıyoruz biz, sadece dinliyoruz, not alıyoruz. Belki bazı hususların açığa kavuşturulması için soru sorabiliyoruz.

  • Buyurun.

  • DİSK YÖNETİM KURULU ÜYESİ METİN EBETÜRK – Öncelikle herkese merhaba diyorum. Komisyon üyesi değerli vekillerimizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum. Diğer bürokrat arkadaşlarımızı da selamlıyorum.

  • DİSK adına buradayız bildiğiniz gibi. Metin Ebetürk DİSK Yönetim Kurulu üyesi ve arkadaşımız hukukçumuz Necdet Okcan arkadaşımız.

  • Tabii oluşturulmak istenen yeni anayasa hususunda DİSK olarak daha önce gerek Sayın Cemil Çiçek’in ziyaretinde gerekse komisyon üyeleriyle yaptığımız görüşmelerde aynı ziyarette dile getirmiştik düşüncelerimizi, ifadelerimizi, yaklaşımlarımızı. Burada bir de sözlü olarak sizlerle paylaşacağız yeni anayasa hususundaki düşüncelerimizi.

  • 1980 döneminin bir ürünü olan mevcut Anayasa’nın, hemen yapılmasının ardından yeniden yeni yeni değişikliklere gidilmesiyle ilgili toplumun değişik kesimlerinden görüş ve öneriler gelmişti. Bazı dönemlerde birçok değişikliğe uğrayan Anayasa'da yine bazı değişiklikler yapılmasına dair yeniden yeni yeni görüşler oluşmaya başlamıştı. Yeni bir anayasanın içeriğinin toplumsal mutabakatı içermesi gerekir diye düşünüyoruz. Toplumsal mutabakatın içeriğinde olması gereken kavramlar olması gerektiğini düşünüyoruz. Yeni anayasa içeriğinin toplumsal mutabakat içerisinde hazırlanması, içeriğinde farklı yorumlara neden olabilecek düzenlemelerin olmaması gerektiğini düşünüyoruz. Toplumun her kesiminden okunduğu zaman aynı yorumu vermesi gerektiğini düşünüyoruz, net olmalı diye düşünüyoruz.

  • Yeni anayasanın özgürlükçü ve demokratik olması gerektiğini düşünüyoruz. Bu anayasayla insanlar kendilerini özgürce ifade edebilmelidir, alt kimliklerini yani toplumsal dayanaklarını söylemekten imtina etmek korkusundan kurtulmalıdır diye düşünüyoruz. Kendisini, dünya görüşünü, etnik yapısını dile getiren birçok yerel yönetici, gazeteci

  • birçok yerel yönetici, gazeteci, sendikacı ve sendika yöneticisi, kısaca, muhalif kimlik olan kimselerin tutuklandığını biliyoruz. Yeni anayasal düzenlemeyle, bu gibi kurguların toplum üzerinden kaldırılmasını, insanlarda korku yaratmasını istemiyoruz.

  • Demokratik olmalı. Kendisini ifade etmek isteyen yurttaşların, kendisinin demokratik hakkını kullandığını bilmesini, bunun farkındalığına varmasını istiyoruz.

  • Sayın Başbakan bir söyleşide “Seçilmişi atanmışa tercih etmem, seçilmişi atanmışa ezdirmem.” diyerek önemli bir yanlışın altını çizmişti ve önemli bir adım atmıştı. Şimdi de biz kendisinden ve bu anayasadan, öncelikle, seçilmiş olan Cumhuriyet Halk Partili, Milliyetçi Hareket Partili ve Barış ve Demokrasi Partili milletvekillerinin özgürlüğe kavuşmasını istiyoruz. Bu anayasayla seçilmişlerin atanmışları ezmesine izin vermesini istemiyoruz.

  • Bu anayasadan, çevre felaketlerine neden olan, ekolojik sistemi tahrip eden, bir hak olan ekolojik sistemin tahribatına neden olan HES’lerin durdurulması için, bir yaşam hakkı kadar önemli olan bu hakkını aramak için mücadele edenlerin tutuklanmasını istemiyoruz.

  • Bu anayasayla, Kürt olduğunu, Alevi olduğunu söyleyenlerin ötekileştirilmesini istemiyoruz.

  • Bu anayasal dayanak nedeniyle Emekli-Sen’lerin, Genç-Sen’lerin, Yargı-Sen’lerin, ülkemizde yeni kurulacak sendikaların, toplumsal ihtiyacın cevabı olabilecek yeni sendikal hareketlerin engellenmesini istemiyoruz.

  • Bu anayasa toplumsal uzlaşma belgesi olsun istiyoruz.

  • Bu anayasa ile bir siyasi irade başka bir siyasi iradeye, Türkiye Büyük Millet Meclisindeki çoğunluğuna dayanarak baskı oluşturmasın istiyoruz.

  • Bu anayasa ile AKP İktidarının 12 Eylülle yüzleşmek veya hesaplaşmak adına sendika seçme, toplu iş sözleşmesi hakkı engellemelerinin yok edilmesini istiyoruz, AKP’nin buradaki yüzleşmesini veya hesaplaşmasını görmek istiyoruz.

  • Bu anayasayla, 12 Eylül ürünü olan Siyasi Partiler Kanunu, seçimlerin temel hükümlerine ilişkin Milletvekili Seçimi Kanunu, düşünce ve örgütlenme özgürlüğü önündeki engellerin kaldırılması gerektiğini düşünüyoruz.

  • Avrupa Birliğine girmek isteyen Türkiye için, oluşturulacak anayasada AB normları, ILO standartları gibi sosyal olmalıdır diye düşünüyoruz.

  • Yeni anayasa sosyal bir sınıfı diğer bir sosyal sınıfa tercih etmemelidir diye düşünüyoruz.

  • Bu anayasa ile iş mevzuatımızın değiştirilmesine ilişkin uluslararası sözleşmelerin yeni anayasada ciddi hükümler içermesi gerektiğini düşünüyoruz.

  • Konfederasyonumuzun bu veya buna benzer düşüncelerini Avukatımız Necdet Okcan sizlerle paylaşacak.

  • TUNCA TOSKAY (Antalya) – ILO’yu mu kastediyorsunuz?

  • DİSK YÖNETİM KURULU ÜYESİ METİN EBETÜRK – Evet ILO.

  • DİSK HUKUK MÜŞAVİRİ NECDET OKCAN – Sayın Başkanımın bıraktığı yerden devam etmek istiyorum.

  • Tabii, bir Anayasa’yı, antidemokratik bir dönemin ürünü olduğunu düşündüğümüz bir Anayasa’yı kaldırırken daha demokratik, işte çağdaş ve muasır medeniyet seviyesine ulaşma ereğindeki Türkiye'nin daha demokratik, uluslararası standartlara uygun bir anayasa yapmasını bekliyoruz. Tabii bunu yaparken anayasada uzlaşmanın –adı da “Uzlaşma Komisyonu”- bir toplumsal uzlaşmanın, bir iklimin yaratılmasının gerektiğini düşünüyoruz öncelikle. Başkanım bunun biraz ipuçlarını verdi konuşmasında. Türkiye’de ciddi çatışma yaratan, toplumsal çatışmaları doğuracak kimi uygulamalar var; bunların bir kısmı yargıdan kaynaklanıyor, mevzuattan kaynaklanıyor, idarenin tasarruflarından kaynaklanıyor. Şimdi, bunlar ortadan kaldırılmadığı zaman herkeste bir umutsuzluk görüyorum; ben basını okuduğum zaman “Ya, bu ortamdan bir anayasa, yeni bir anayasa nasıl çıkacak?”

  • Onun için, bizim size sunduğumuz bu anayasa için temel ilkeler, özgürlükçü, eşitlikçi, demokratik, sosyal bir anayasa için temel ilkeler raporunun sonuç bölümünde yasa eliyle demokratikleşme var. Yani bir anayasa yapmadan önce topluma bir demokratik iklim yaratmak gerekir ki insanlar birbirleriyle makul ölçüde konuşabilsinler, uzlaşabilsinler çünkü biz biliyoruz ki toplumda bunları bilmek için kâhin olmaya gerek yok. Birtakım çatışma doğuran… Hatta, bırakın Parlamentoyu, toplumda konu komşu arasında bazı konular tartışılmaya başladığı zaman bir çatışma ortamı geliyor. Bunların bir tanesi de en büyük şeyi de işte Kürt sorunu. En temel, devletin uzunca yıldır çok uğraştığı, insan kaynaklarını, yurttaşlarımızın yakınlarını kaybettiği, askerlerimizin, güvenlik güçlerimizin, bölgedeki insanlarımızın, anaların ağladığı… Her gün ülkenin bir yerinde cenazeler kalkıyor ve şimdi bu bir çatışma ortamı doğuruyor. Bunun bir kere, toplumda öyle bir iklim yaratılmalı ki insanlar birbirleriyle, cenazelerin kalkmadığı, barış ortamının olduğu bir iklimin yaratılması için el birliğiyle… Parlamentoya, başta tabii siyasi iktidara, çoğunluğu elinde bulunduran iktidar partisine düşüyor burada en önemli görev çünkü tek başına yasa çıkartma gücüne sahip bir çoğunluğa sahip ama el birliğiyle bu ortaklaşa sergilenebilirse, bu Parlamento yasa yoluyla demokratikleşmeyi burada becerirse anayasayı yapmanın da ipuçlarını verecektir diye düşünüyoruz.

  • Buradan yola çıkarak “Anayasada ne olmalı, neler olmalı?”ya da ilişkin birtakım temel yaklaşımlarımı sunacağım ama öncelikle şuna değinmek istiyoruz: Çok sıkça, özellikle en son, Cumhurbaşkanımız bir seyahatte söyledi bunu: “Kısa bir anayasa olsun, kısa, öz anayasa olsun.” diyor.

  • Şimdi biz “Kısa, öz anayasa” derken mevcut, uzun, detaylı, teferruatlı anayasalarda, her şeyin çok teferruatlı düzenlendiği anayasaları yorumlama ve onları uygulama haklarında, vatandaşların haklarını teslim etme, kullandırma konusunda birtakım sıkıntılar yaşıyoruz. Yargımız farklı yorumluyor, yürütmemiz farklı yorumluyor, yasama farklı yorumluyor, bundan dolayı bile birtakım çatışmalar çıkıyor. Dolayısıyla, bizim ülkemizin kültürünün, çok kısa anayasa yapmaya elverişli bir hukuk anlayışına, iklimine uygun olmadığını düşünüyoruz.

  • İkincisi: “Kısa anayasa”dan bizim anladığımız, özellikle ülkemizin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerle belirlenmiş siyasal, sosyal, ekonomik hakların -bugün bütün dünyada var- neoliberal bir saldırıyla geriletileceğini ve sosyal devletin silikleştirileceğini düşünüyoruz. Bu anlamda, tam tersine, bütün hakların, bütün Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının, herkesin, hakkını, hukukunu anayasada bire bir gördüğü, anladığı ve yaşama geçirdiği bir anayasa olması gerektiğini düşünüyoruz. Onun için, “kısa anayasa” kavramı bize çok sevimli bir kavram gelmiyor.

  • Şimdi, bu kitabımız da çok ayrıntılı, size sunduğumuz onun özeti var. Size sunduğumuz üç başlıktı. Bir tanesi, bu iklim sorununa ilişkin değiniyor. Aynı zamanda biz bu metni Sayın Cemil Çiçek Başkanlığındaki heyete de sunmuştuk. Türkiye’deki iklimin demokratikleştirilmesine, yasa eliyle demokratikleştirilmesine ilişkin iki sayfalık bir metnimiz var.

  • Onun arkasında yedi sayfalık -bu size sunduğumuz kitapçığın özeti- başlıkları daha özetleyen bir özet rapor var. Bir de arkasında daha detaylı raporumuz var.

  • Şimdi, ben hemen çok detaya boğmadan, zamanımızı şey kullanarak, mesela “yenilik”ten ne anlamalıyız, yeni anayasa ne olmalıdır? Anayasa, kurallar, kurumlar ve denge mekanizmaları açısından yeni olmalıdır diye düşünüyoruz. Bir anayasa madem bir özgürlük tekniği, önce hak ve özgürlükler düzenlenmeli, sonra bunları güvence altına alacak biçimde devlet organları yapılandırılmalı ve bu yenilikler zincirinde kalkış noktası insan olmalıdır diyoruz. Yani 12 Eylül Anayasası, hem anayasacılar hem siyasetçiler tarafından devleti korumayı hedefleyen bir anayasa olarak nitelendiriliyor. Biz burada bunu tersine çevirip bireyi, insanı, yurttaşı esas alan, onu koruyan bir anayasa olmalıdır diye düşünüyoruz.

  • Devlet organlarını, hukuk devletinin vazgeçilmez koşulu olan erkler ayrılığını yeniden ve dengeli bir şekilde yapılandırmalı. Sadece mevcutlara ilişkin kuralları gözden geçirmemeli, yeni birtakım birimleri oluşturması da gerekir diye düşünüyoruz. Mesela bu bir yani ısrar, olmazsa olmaz değildir ama bu düşünülebilir: Türkiye’de yeniden o 61 Anayasası’nda olduğu gibi bir senatonun oluşturulması ve çift meclisli bir yapı, bir farklı dönemlerde seçilen, üçte 1 yenilemeleri olan ve sonuçta yasamaya bir denge getiren bir yapı kurulabilir.

  • Yargı açısından, sadece bağımsızlık ve tarafsızlık değil, onun dışında adil yargılama hakkını da gerçekleştirecek bir şekilde yeniden yapılanmaya gitmelidir diye düşünüyoruz.

  • Çağımızın birçok Batı demokrasilerinde gördüğümüz vazgeçilmez kurumları olan uzman özerk denetim birimleridir. Bizde, ülkemizde ise tam tersi birtakım yapılanmalara gidiliyor. Mesela kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları var, kendilerinin uzmanlık alanları olan; işte, Türkiye Mimar Mühendisler Odası Birliği, Tabipler Odası gibi. Kendi alanında, birisi sağlık alanında, birisi işte kentleşme, mimari alanda özerk kurumlar olurken biz kentlerin yeniden yapılandırılmasında bunları devre dışı bırakıyoruz yani birtakım yetkilerini kısaltıyoruz veya sağlık konusunda bir konu olduğu zaman tabipleri biraz kulak ardı eder bir yaklaşım. Oysa bu kurumlar Batı’da çok önemli, neredeyse yeni fren, denge mekanizmaları olarak düzenlenmişti. Tekrar bizim anayasamızda da bunların yer almasını istiyoruz.

  • Doğa, çevre tahribatını önlemek amacıyla devlet-özel sermaye-yurttaş faaliyetleri sınırlanmalı, anayasal düzlemde yeni kurallar, kurumlar ve başvuru yolları öncelenmeli çünkü gerçekten ülkemizde son yıllarda doğa tahribatının önü alınamıyor. Vatandaş gidiyor bir yeri, Anayasa’da çok açık korunmakta olan ormanı işgal ediyor, oralara şehirler kuruyor. Sonra tabii bir sosyal vaka hâline geliyor. Sosyal vakayı biz nasıl çözüyoruz?

  • TUNCA TOSKAY (Antalya) – 2/B tasarısıyla.

  • DİSK HUKUK MÜŞAVİRİ NECDET OKCAN – Hayır, yani 2/B tasarısı da değil. Şimdi oraya binlerce insan yerleşmiş ama sonuçta koruyamıyoruz orayı. Koruyamayınca “O insanı mı koruyacağız, ormanı mı koruyacağız?” meselesinde insan bir sosyal varlık olarak öne çıkıyor. Biz ama o arada enerji için yine doğayı katlediyoruz. Bir denge kuramıyoruz ama bunu bir dengeye getiren anayasal güvenceleri sağlamlaştırmalıyız diye düşünüyoruz.

  • Öncelikle, önceliği insan hakları olması gereken anayasada, cumhuriyetin vazgeçilmez nitelikleri olan demokratik, laik ve sosyal hukuk devleti özelliklerinin yeni anayasada da vurgularını daha da belki kuvvetlendirerek yer alması gerektiğini düşünüyoruz.

  • Bu bakış açısıyla sıralamada ilkin, insan hak ve özgürlükleri, sonra bunları güvence altına alan siyasal yapı yaratılmalı.

  • Yine, her iki alan için varlık ortamı oluşturan ülkenin kendisi de anayasal koruma altına alınmalıdır diye düşünüyoruz.

  • Şimdi, bizim Anayasa’mızın en çok tartışılan kısımlarından bir tanesi de Başlangıç hükümleri. Başlangıç hükümleri, genel esasları ve evrenselliği yansıtmalıdır, elden geldiğince kısa ve özlü olmalıdır, toplumun bütün farklılıklarını kucaklayıcı, ortaya koyduğu hedefe yönlendirici bir biçimde… Mesela şöyle bir şey: “Biz Anadolu uygarlıklarının mirasçısı ve işte, Atatürk’ün gösterdiği çağdaş uygarlık düzeyine ulaşma ereğinde buluşmuş yurttaşlar olarak anayasayı hazırladık.” gibi bir formülasyonla, bütün ülkedeki farklılıkları kucaklayan bir içerme bulunmalıdır diye düşünüyoruz.

  • Başlangıç, toplumu geleceğe yönelik hedeflerde birleştirici ve bütünleştirici temennilerle sınırlı, anayasaya toplum sözleşmesi niteliğini kazandıracak bir içeriğe sahip olmalıdır diye düşünüyoruz.

  • Anayasa temel ilkeleri düzenlenirken herhangi bir muğlaklığa, tartışmaya meydan vermeyecek. Yani biraz önce Başkan da söyledi, herkesin, okuyanın… 3 kişi okuyor, 3 kişi de farklı farklı sonuçlara ulaşıyorsa bu yeni bir çatışma yaratacak bir durumdur. Bunun için özenle, dikkatle hazırlanmalı, açık hukuki kavramlara yer verilmelidir diye düşünüyoruz.

  • Egemenliğin kullanılmasına ilişkin düzenlemelerde Türkiye'nin taraf olduğu insan hakları sözleşmeleri ve bu alanda uluslararası kuruluşlara üyeliğimizden kaynaklanan yükümlülükler, iç dinamikler ve coğrafi konum da dikkate alınmalıdır çünkü bizde genellikle şöyle bir şey var: Bizim Anayasa’mızın 90’ıncı maddesi var; uluslararası sözleşmelerin bağlayıcılığını, üstünlüğünü kabul etmişiz. Ondan sonra sık sık, en üst düzeylerde, birisinin, işte üst mahkemenin yargı yetkisini -Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin yargı yetkisini- tanımışız; birisi, herhangi bir kişi gittiği zaman biz onu vatan hainliğiyle linç ediyoruz neredeyse. Bu her düzeyden oluyor yani hiç fark etmiyor. Oysa biz eğer Anayasa’mızın 90’ıncı maddesine göre bunlara bir üstünlük tanımışsak, böyle bir yargı yetkisini tanımışsak herkes bu hakkı kullanmakta serbest olmalıdır diye düşünüyoruz.

  • Uluslararası insan hakları hukuku ile ulusal hukuk arasında bir çatışma olduğunda, uluslararası insan hakları hukukunun üstünlüğü açıkça vurgulanmalı. Böylece, hukuk devletinin iç barışa katkısı yanında, ulusal devletin milliyetçi saplantılarından ayrılarak yeniden yorumlanmasını sağlayan bir çatı olarak tekrar tasarlanmalıdır diye düşünüyoruz.

  • Ayrımcı düzenleme ve uygulamalara yol açan cinsel yönelim, cinsel kimlik, aile sorumlulukları, medeni durum, yaş, engelli olma gibi nedenler de ayrımcılık yasakları arasında sayılmalı.

  • Kadın haklarının gerçekleştirilmesine yönelik “pozitif ayrımcılık” ilkesi açıkça yazılmalıdır. Gerçekten, ülkemizin yani gelişmişlik düzeyiyle baktığımız zaman, işte ekonomik büyüklüğümüz, gelişmişliğimiz gibi ama kadın hakları konusunda, kadına yönelen şiddet, kadın cinayetleri ve kadınların siyasette temsiline baktığımız zaman, gerçekten birtakım istatistiklerde çok geri sıralarda olduğumuz açık.

  • Eşitliği, siyasal, sosyal ve ekonomik yönleriyle bütün alanlarda gerçekleştirmek amacıyla devlet özel ve olumlu önlemleri, yani bizim “pozitif ayrımcılık” dediğimiz meseleyi, anayasal bir düzenleme olarak almalıdır diye düşünüyoruz.

  • Şimdi, buradakilerin hepsini uzun uzun anlatmayacağım ama kişi özgürlükleri, siyasal haklar -çok klasik temel- ülkemizin taraf olduğu sözleşmede de hem bizim Anayasa’mızda da düzenlenmiş ama bunları bir kez daha tekrarlamak gerektiğini düşünüyoruz çünkü özellikle siyasal haklarda ülkemizde, işte düşünsel temelli özgürlükler konusunda, ciddi toplu özgürlükler, özellikle işte sendikal hakların kullanımı konusunda çok ciddi problemler olduğunu düşünmekteyiz. Bunların ILO sözleşmelerine, Avrupa Sosyal Şartı uygulamalarına, Avrupa Adalet Divanı kararlarına… Hem İnsan Hakları Mahkemesinin kararları var mesela, onları iç hukukumuza uygulamıyoruz. Kamu sendikalarına ilişkin ENERJİ-YAPI YOL-SEN’le ilgili, mesela bu BES’le ilgili bu eylem hakkı, grevle ilgili kararlar iç hukukumuzda hâlâ görmezden gelinmekte, yeni düzenlenen Meclisteki Kamu Çalışanları Yasa Taslağı’nda da bu göz ardı edilmekte, ki Anayasa’da toplu sözleşme hakkı kabul edildiği hâlde.

  • Şimdi, ülkemizde en fazla özellikle Kürt sorunu bağlamında, sadece Kürt sorunu bağlamında değil, dün mesela Dünya Anadil Günü’ydü. Şimdi, Türkiye’de tabii Kürt sorunuyla birlikte belki bu telaffuz edilmeye başlandı, “Ana dilimizi kullanma, ana dilde eğitim, ana dilde televizyon yayını” gibi ama ben dün televizyonlara şöyle bir göz attığımda, mesela Çerkezler dün kendi millî kıyafetleriyle “Çerkezce televizyon yayını istiyoruz, Çerkezce ana dilde eğitim istiyoruz.” diyorlar. Benim eşim Gürcü kökenli yani Türkiyeli Gürcülerden. Onlar da dernek kurdular geçen gün. Onlar da “Biz de TRT’den Gürcüce yayın istiyoruz.” diye şey yapıyorlar.

  • Ben şöyle diyorum: Türkiye, Anadolu uygarlıklar beşiği, tam bir kavimler mozaiği. Burada bu anlamda bir Pandora’nın kutusu açılmıştır yani şişeden çıkan cini tekrar sokmak anlamında bir sıkıntı var. Bunları bir parçalayıcı, ülkemizdeki toplumsal yapıyı bozucu, ayrıştırıcı bir şeyden ziyade bunu bir zenginlik kabul edip bunu aynı potada buluşturacak anayasal formülleri bulmalıyız diye düşünüyoruz.

  • Seçimlerde temsilde adalet ilkesi güvence altına alınmalıdır. Şimdi adalet ilkesi… Özellikle hem Avrupa ilerleme raporlarında Avrupa Parlamentosunun birtakım kararlarında, bu barajlı sistemin ülkemizdeki temsilde adaleti sağlamaya yönelik olarak çeşitli sıkıntılar yarattığı birtakım rakamlarla veriliyor.

  • Bu dönem Parlamentosunda, biraz kullanılan oylarla, Parlamentoya yansıyan vekiller anlamında ilk defa böyle bir yakınlık, yani çok dışarıda bırakmama gibi bir sonuç çıktı ama bu da herhâlde rastlantısal bir uyumluluk diye düşünüyoruz ama onun dışında, geçen dönem işte yüzde 35 oyla Parlamentoda yüzde 60’ı aşan çoğunluklara sahip olmak gibi, temsilde adalet ilkesini zedeleyecek birtakım sonuçlara yol açılmaktadır diye düşünüyoruz.

  • Siyasi partilerin, anayasal güvence ve yaptırımları, uluslararası sözleşme ve belgelere göre, özellikle insan hakları mahkemesi kararları doğrultusunda yeniden düzenlenmesi gerekir çünkü bizim Türkiye’de, gerçi birtakım anayasal değişikliklere rağmen, sınırlanmasına rağmen parti kapatma konusunda sicili gerçekten çok olumlu olmayan siyasi partiler… Son kırk yılımıza baktığımız zaman Türkiye'nin bütün partilerinin kapatıldığını, gerek darbe döneminde gerek yasayla, bir şekilde bir kapatma ve kesintiye uğradığını o siyasal akımların ama sonuçta, siyasal akımları sosyal bir varlık olarak yok edemiyorsunuz, A formundan B formuna geçiyorlar ama sonuçta kendilerinin toplumda ismi A’dan B oluyor, kendilerini ifade ediyorlar. Dolayısıyla yeniden bir özgürlüğe kavuşturulmalıdır diye düşünüyoruz.

  • Ekonomik, sosyal, kültürel haklar “ikinci kuşak haklar” dediğimiz, bizim sendikal hareketi daha yakından ilgilendiren haklara baktığımız zaman: Bu tabii, özellikle önce “insan hakları” dediğimiz zaman hep siyasal haklar aklımıza geliyordu ama artık bunların da tartışma götürmez bir şekilde insan haklarından olduğu konusu daha fazla bilince çıkarılmış. Yani öyleydiler ama algılama farklılığı vardı. İnsan haklarının bölünmez haklar bütünü oluşturduğundan hareketle, etkin ve işlevsel sosyal devleti gerçekleştirmenin temel amacı olarak işlevsel kılmalıyız. Anayasa’da yazılı birer metin olmaktan öteye geçmeyen haklarımız var, onları kullanamıyoruz, sadece orada yazılı haklar olarak kalıyorlar. Bunları devlete görev yüklemeli Anayasa, bu hakların gerçekleştirilmesi bakımından. Şimdi bizim anayasalarımızda, “Devlet sosyal hakları, işte ekonomik, mali gücü oranında yerine getirir.” diye oraya bir fıkra koyuyoruz; o fıkra “İşte ne yapalım, devletin buna gücü yetmiyor, bu haklar devletin parası yettiğine…” Ama biz biliyoruz ki devletin bazen gücü hiç olmadık şeylere yetebiliyor, bir banka kurtarma operasyonundan tutun da ama emekçilere gelince bir sıkıntı doğduğunu düşünüyoruz.

  • Sendikal haklar, gerçekten yani özellikle bu insan haklarının gelişimi sürecinde en eski haklardan yani çok, özellikle sıkıntılı, çatışmalı bir süreçten sonra bütün dünyada kabul edilmiş ve uluslararası insan hakları belgelerine geçmiş haklar. Türkiye’de ülkemize baktığımız zaman, tam böyle bir terse doğru gidiş var çünkü 1980’de ülkemizin nüfusu 45 milyon. Yaklaşık olarak 6-7 milyona yakın kayıt dışıyla beraber çalışan var, 2,5 milyona yakın sendikalı var. Bunların ağırlığı tabii kamuda, kamu işletmelerinde ama 80’den sonra nüfus 70 küsur milyona çıkıyor, 75 milyona yaklaşıyor. Kayıt dışıyla beraber 20 milyona yakın çalışan var. Şu anda Çalışma Bakanlığı işte bir çalışma yaptı, istatistikleri yayınlamıyor ama açıkça biz de biliyoruz ki Türkiye’de sendikalı işçi sayısı 950 bin civarında ve bu 950 binin de yaklaşık olarak 650 bin-700 binine yakını toplu sözleşme hakkından yararlanıyor.

  • Avrupa’da tam tersi, sendikalardan yararlanma oranları yüzde 7-8 ama toplu sözleşmeden yararlanma oranlarına baktığımız zaman -yine bu da Çalışma Bakanlığının bize verdiği bir kaynaktan- yüzde 70’lere, 80’lere… Bütün toplumdan o toplu sözleşmeleri yararlandıran düzenlemeleri güvence altına almalıyız diye düşünüyoruz.

  • Özellikle sosyal güvenlik hakkı, sağlık hakkı, barınma hakkı, parasız eğitim hakkı gibi hakların Anayasa’da güvence altına alınması gerektiğini düşünüyoruz çünkü ülkemizde artık şöyle bir gidişat var: Vatandaşlar, neredeyse, o çocuğunu devlet okuluna göndereni, devlet hastanesine gideni ayıplıyor “A, sen devlet hastanesine mi gidiyorsun?” Çocuğunu koleje değil de devletin okuluna gönderen, sanki böyle bir ayrıksı bir durummuş gibi, tersi olmuş. Geçen bir toplantı için Yunanistan’a gittiğimizde Yunanistan’da hâlâ hem ilköğretim düzeyinde hem ortaöğrenim düzeyinde hem üniversite düzeyinde vakıf üniversitelerinin çok minimum derecede sınırlı sayıda olduğu, ama temel olanın devletin eğitim kurumları tarafından sağlandığı noktasında. Bizde ise bunun tam tersi bir sürece doğru gittiğimizi düşünüyoruz. Bu haklar yeni anayasada güvence altına alınmalıdır.

  • Yine üçüncü kuşak haklar, çevre, barış ve gelişme hakları: Anayasada sürdürülebilir bir gelişme hakkı, çevre, ormanlar, doğal kaynaklar, kıyılar, insanlığın ortak mal varlığına saygı, yerleşme, konut gibi hakların da üçüncü kuşak haklar çerçevesinde koruma altına alınması, düzenlenmesi gerektiğini düşünüyoruz.

  • Bizim şu aşamada anayasaya ilişkin, yani çok özet bir sunum oldu belki ama söyleyeceklerimiz bunlardan ibaret. Eğer açmamızı istediğiniz bir şey olursa ona ilişkin de sorularınızı yanıtlayabiliriz.

  • MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Teşekkür ediyoruz Necdet Bey, Metin Bey, ağzınıza sağlık.

  • Arkadaşlarımızın soruları var mı?

  • Sırrı Bey, buyurun.

  • SIRRI SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – Ben de teşekkür ediyorum.

  • Gerek DİSK’i ziyaretimizde gerek daha önceki DİSK’in anayasa çalışmalarında bize verilen dokümanlara bakma şansımız olmuştu, ayrıntılı da inceleyeceğiz. Kendi adıma genelde olumlu bulduğumu söylemem gerekiyor.

  • Bir küçücük sitem belki bugünkü sunumla ilgili. Aslında bunu, temsiliyet anlamında gelen bütün şeylere söylüyoruz. Keşke çalışma alanıyla ilgili şeylere daha fazla zaman ayırsanız. Bunu çünkü en iyi uzmanlığı olan insanlardan dinleme şansımız var. Yani bir çevre örgütü de geldiğinde, ondan da çevreye biraz daha fazla zaman ayırmasını istiyorduk. Böyle bir küçük sitemle beraber ama kapsamlı bir çalışma zaten elimizde var.

  • Onun için, tekrar teşekkür ediyorum, saygılar sunuyorum bütün DİSK çalışanlarına.

  • MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Rıza Bey…

  • RIZA TÜRMEN (İzmir) – Sırrı Süreyya Bey’in söylediklerine ben de katılıyorum.

  • Tabii, benim duymak istediğim DİSK’ten, Türkiye’de sendikalaşmanın önündeki engeller nelerdir? Türkiye’de neden, işte efendim, 1980 öncesi sendikalaşma

  • 1980 öncesi sendikalaşma oranı çok daha fazladır. Neden bugün 20 milyon çalışandan sadece 950 bini sendikalıdır? Toplu sözleşme, grev hakkıyla ilgili problemler nelerdir? Grev hakkı bugün serbestçe kullanılmalı mıdır? Lokavt olmalı mıdır anayasada sizce? Kamu çalışanları bakımından problemler ayrı mıdır? Yani o hakem kurulu filan sizce iyi çalışıyor mu? Bunlar tabii benim asıl duymak istediğim.

  • DİSK HUKUK MÜŞAVİRİ NECDET OKCAN – Haklısınız, biz tabii şöyle bir şey, Anayasa’nın bütününe yönelik bir şeyler söyleyelim derken dediğinize katılıyorum bizim kendi özerk alanımıza ilişkin.

  • Şimdi, tabii, Anayasa'da sendikal haklar konusunda elbette ki sıkıntılar var. Bu hem anayasal hem yasal düzlemdeki sıkıntılardan kaynaklanıyor ama Anayasa’mızda bizim biliyorsunuz mesela sendikal hakları epeyce sınırlayan 52’nci madde yürürlükten kaldırılmıştı fakat 51’inci maddedeki sınırlamaların bir kısmı da arada yapılan Anayasa tadillerinde, değişikliklerinde onlar da kaldırılmakla birlikte hâlâ Anayasa'nın sendikal hakları sınırlı bir kategoriye verdiğini düşünüyoruz. Bunu Başkanım konuşmasında böyle laf arasında geçti ama mesela uluslararası sözleşmeler, ayrıntılı olarak İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin 23’üncü maddesi “Herkes menfaatlerini korumak için sendika kurmak ve sendikaya üye olmak hakkına sahiptir.” diyor. Onun dışında Birleşmiş Milletlerin iki sözleşmesi, Avrupa Sosyal Şartı, bütün bunlarda “herkes” kavramı var. İşçi ve işveren, ILO sözleşmelerinde “çalışanlar ve çalıştıranlar, işverenler” kavramı var ama taraf olduğumuz sözleşmeler herkesten bahsediyor. Buna dayanak olarak yapılan sendikalaşma çalışmaları mesela Genç-Sen öğrenci sendikası, bunu Avrupa’da birtakım ülkelerde örneklerini görüyoruz. En son Fransa’da, bu ilk işe girme yasasına karşı tepkilerde Fransa öğrenci sendikasının eylemlerini gördük. Yine Fransa’da, İspanya’da, İtalya’da çiftçi sendikaları var, çiftçiler sendika kuruyorlar. Ev eksenli çalışan kadınlar… Ülkemizde de mesela çiftçilerin kurduğu sendikalar, Genç-Sen, emeklilerin kurduğu sendikalar… Şimdi, emeklilerin sendika… Avrupa’da emekli olduktan sonra kendi sendikalarına üyeliklerini devam ettirebiliyorlar ama bizim mevzuatımıza göre, Sendikalar Kanunu’na göre emekliler emekli olduğu andan itibaren sendika üyelikleri sona eriyor, yasayla sona eriyor. Dolayısıyla, bunlar da ne yaptılar, kendi Anayasa’nın uluslararası sözleşmelere verdiği üstünlüğe dayanarak sendika kurdular, emekliler sendikası. On yıl faaliyette bulundu Türkiye'de, en son Yargıtay, İçişleri Bakanlığı dava açtı, önce reddetti davayı mahkeme, yerel mahkeme, Yargıtay bozdu “Kapatman gerekiyor.” dedi, “Anayasa'da sadece işçilere ve işverenlere şey hakkı vardır yasalarda.” dedi. Direndi mahkeme “Yargıtay Hukuk Genel Kurulu kapatması gerekir.” dedi ve mahkeme tabii mecburen uydu ve kapattı. Şimdi AİHM’de dosya. Geçen gün yargıçlar sendika kurdular. Şimdi, dolayısıyla, çeşitli hak özneleri ihtiyaç duyuyorlar, sendika kuruyorlar, biz de onları kapatıyoruz. Dolayısıyla, mesela Anayasa'da işçilerin, işverenlerin, çalışanların dışında diğer hak öznelerinin de sendika kurmasının önü açılmalıdır diye düşünüyorum.

  • Yine, uluslararası sözleşmelere göre sendikaların iç işleyişlerine devlet ancak kamu düzeninin bozulması hâlinde müdahale edebilir, onun dışında bir müdahaleyi öngörmüyor. Bizim yasalarımız çok sınırlı, ayrıntılı müdahaleler öngörüyor: “Tüzük’ünde şu olacak, organına şu kadar kişi seçersin, şunu yapacaksın, bunu yapacaksın.” Yeni mevcut yasada da öyle. Bunlar ayıklanmalı. Mesela grev hakkı, toplu sözleşme hakkına gelince, şimdi biz kamu çalışanlarına toplu sözleşme hakkı verdik fakat sendikal haklar ayrılmaz bir bütündür, sendika kurma, sendikaya üye olma, toplu sözleşme ve grev hakları bir bütündür ve bölünemez bu haklar. Biz, kamu çalışanlarına toplu sözleşme hakkını tanıdık, grev hakkını tanımadık. Grev hakkının birtakım belki istisnaları o yasayla düzenlenebilir, hangi hizmetler… o diğer çalışanlarda da var, bazı işte temel kamu hizmetlerinde, işte temel sağlık, acil sağlık gibi, defin hizmetleri gibi, yangın gibi birtakım hizmetlerde yapamıyorsunuz ama diğer hizmetlerin tamamında…

  • RIZA TÜRMEN (İzmir) – Sadece polis ve güvenlik görevlileri, asker için istisna kabul ediliyor.

  • DİSK HUKUK MÜŞAVİRİ NECDET OKCAN – Sonuçta, bunlar oradan ayıklanmalı diye düşünüyoruz. Bizim yine Anayasa’mızda sadece toplu sözleşme sırasında bir uyuşmazlık çıkarsa… Oysa biz biliyoruz ki çalışanlar çıkıyorlar “Biz bir günlük genel grev ilan ettik.” diyorlar emeklilik yasasına ilişkin, torba yasaya karşı. Bunları fiilen yapıyorlar ama sonuçta bunlar hakkında mahkemeler dava açıyorlar, o davalardan birtakım kararlar çıkıyor. Dolayısıyla, biz eğer uluslararası sözleşmelere uygun, ileri demokrasiye uygun bir anayasa yapacaksak bu ayrıntıları oradan ayıklamalıyız diye düşünüyoruz.

  • Şimdi, tabii yasayla da sınırlamalar var. Bizim şimdi Anayasa’mızda temel hakların nasıl sınırlanacağı çok açık. Ancak kanunla ve hakkın özüne dokunmadan ve demokratik toplum gereklerine uygun bir şekilde sınırlayabilirsiniz o hakkı. Bizce, bizde bütün kanunlarda bütün bunlar yazmasına rağmen yani bunları temasa alıyorsunuz ama o hakkı öyle bir kullanıyorsunuz… Şimdi, mesela toplantı gösteri yürüyüşü hakkı. Bizim İstanbul’da biliyorsunuz çok olaylı 1 Mayıs şeyi oldu, bir sürü toz duman her taraf, neyse Meclis bunu tatil ilan etti. Tatil ilan ettiği için onu bayram sayıyor valilik, bayram saydığı için Taksim’de genel bayramlarda istisna, izin veriyor. Fakat Taksim’de şöyle bir şey oluyor, herkes toplantı gösteri yürüyüşü yapıyor, polis bir şey demiyor, şimdi o konuda hakkını yemeyelim. Yani bir bakıyorsunuz, İstiklal Caddesinden Galatasaray’a, Galatasaray’dan İstiklal’e her gün yürüyüş var. Fakat polis kendince sakıncalı gördüğü gruplara… Mesela ne tür sakıncalı? Eğer diyelim ki BDP’li bir grup yürüyorsa, onun attığı sloganları beğenmiyorsa “Nasıl olsa bu 2911’e aykırı zaten, ben buna gaz sıkarım.” diyor veya diyor ki: “F tipi cezaevine karşı.” Polisin o andaki kendisinin kulağına hoş gelip gelmemesiyle… Şimdi, yasal haklar böyle keyfe, oradaki idarecinin keyfine bırakılmayacak kadar temel haklar anayasayla güvence altına alınmalı ve herkes tarafından özgürce kullanılmalı. Yani yasak herkese yasak, serbestse herkese serbest olmalı. İşte “Ahmet’e serbest, Ayşe’ye yasak.” diye bir anlayış olmamalı diye düşünüyoruz.

  • Valilik -dava açtık mesela şimdi yargıyla ilgili sorun- İstanbul’da iki tane yerde toplantı gösteri yürüyüşü alanı belirlemiş; bir tanesi Kazlıçeşme meydanı, bir tanesi de Kartal’da Kartal meydanı. Şimdi, İstanbul en son yapılan istatistiklere göre 13 milyonluk bir kent, Tuzla’dan girdiğiniz zaman şeye kadar 90 kilometre yani 90 kilometre kentin içinden geçiyorsunuz. Mesela İETT zamlarını protesto edeceksiniz, İETT zamlarını nerede protesto edersin? İşte Saraçhane’deki belediyenin önünde. Belediyenin önünde bunu protesto etmeye kalktığınız andan itibaren diyor ki: “Bu kanuna aykırı.” Şimdi, dolayısıyla, toplantı gösteri yürüyüşü hakkı, sendikal haklar yeniden Batı standartlarına uygun, taraf olduğumuz sözleşmelere uygun bir şekilde yeniden düzenlenmelidir diye düşünüyoruz.

  • RIZA TÜRMEN (İzmir) – Lokavt için ne düşünüyorsunuz?

  • DİSK HUKUK MÜŞAVİRİ NECDET OKCAN – Lokavt, zaten eskiden beri hiçbir uluslararası belgede lokavt temel bir hak değildir. Lokavt bizim 82 Anayasası’yla Anayasa'ya girmiştir ve dolayısıyla Anayasa’da bir hak olarak düzenlenmesini asla kabul etmiyoruz.

  • DİSK YÖNETİM KURULU ÜYESİ METİN EBETÜRK – Evet, öncelikle komisyon üyelerinin emeğe yönelik yaklaşımlarımızla ilgili yeterince dertlerimizi, düşüncelerimizi ifade etmediğimiz ya da dile getirmediğimizle ilgili eleştirilerine katılmıyor değiliz, katılıyoruz, kendilerine de teşekkür ediyoruz ama şimdi, halk arasında bir deyim var biliyorsunuz “Kargadan başka kuş tanımam.” diye. Bir başka söz daha var: “Adım Hıdır, söylediğim budur.” Hakikaten geçen salı yine Meclisin çatısı içerisinde biz, yeni oluşturulmak istenen sendikalar ve toplu iş ilişkileriyle ilgili kanunun alt komisyonunda görüşmelerine gelip yine avukat arkadaşımızla birlikte Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonunun görüş ve önerilerini, eğilimlerini anlatmaya çalışmıştık. Tabii, orada yeterince anlatmaya çalıştık. Türk-İş ve Hak-İş de vardı; zaman zaman zıtlaştık, zaman zaman kendi bildiğimiz doğruları da söylemeye çalıştık. Şimdi, neden söyledim bu deyişleri? Her tarafta ve her zaman kargayı tekrarlamanın anlamı yoktur diye düşünüyorum. Burada, ben, Avrupa Birliğine girmek isteyen Türkiye'nin oluşturulacak anayasada AB normlarının ve ILO standartlarının uyulmasıyla ilgili anayasada yer almasıyla gerektiğini, Anayasa'da var ama iç mevzuatımıza da girmesi gerektiğini, anayasaya da gerçekten muhkem, eski deyimle muhkem hükümlerin konulması, emredici hükümlerin konulması gerektiğini dile getirmeye çalışmıştım. Tabii, DİSK sadece işçilerin ve emekçilerin alın terinin haklarını savunmaktan öte, artık kendisini şuna da görevli hissediyor, toplumun diğer kesimlerinin haklarını da savunması gerektiğini düşünüyoruz ve öyle bir eğilim göstermeye çalışıyoruz.

  • Dün, bize, örneğin MHP’li milletvekillerinin, tutuklu bulunan milletvekillerinin dışarı çıkarılması, onların haklarının verilmesiyle ilgili bize herhâlde fazla söz söyletemezlerdi ama bugün o hakkının da söylenmesi gerektiğini düşünüyoruz, onun için de söylemek zorunda olduğumuzu hissediyoruz. Öyle sanıyorum ki yarın AKP iktidardan uzaklaştığı zaman onların karşılaşacağı haksızlıkları da biz dile getireceğimizi de buradan beyan etmek istiyorum. Tüm haksızlıkların ve eksikliklerin de karşısında olacağımızı belirtmek istiyorum.

  • Teşekkür ederim.

  • TUNCA TOSKAY (Antalya) – Efendim, çok teşekkür ediyoruz kapsamlı sunumuz için. Bize dokümanları verdiniz. Yalnız, benim burada sizden öğrenmek istediğim bir iki şey var: Şu esas sunumu yaptığınız bu metin bu hazırlığa mı dayanıyor temel olarak?

  • DİSK HUKUK MÜŞAVİRİ NECDET OKCAN – Evet.

  • TUNCA TOSKAY (Antalya) – Şimdi, burada 12 hukukçu var. Bunların hazırladığı bir doküman. Benim burada öğrenmek istediğim şey şu: Buradaki ifade ettiğiniz hususların ne kadarı yani siz tabandan yukarıya doğru fikirleri, önerileri, eğilimleri hangi yöntemle belirlediniz? Yoksa sizin yöneticilerinizle beraber bu 12 hukukçu oturup bunu yazdı, sizin sunuşunuz da buna mı dayanıyor? Birinci şeyim bu. Bunu şey yaptıktan sonra, esas çalışanlarla ilgili önemli bir nokta var benim açımdan onu da sizlerle paylaşmak istiyorum. Tabandan yukarıya doğru nasıl geldi şey?

  • DİSK HUKUK MÜŞAVİRİ NECDET OKCAN – Şimdi, Hocam, bizim sunuş yazımızda şöyle bir giriş var: DİSK 67’de kuruluş bildirgesinde, özellikle Anayasa'ya, o zaman tabii yürürlükteki 61 Anayasası’ndaki birtakım haklara çok büyük vurgu yapıyor ve oradaki tek tek Anayasa’daki hakları alarak, o haklara dayanarak birtakım taleplerde bulunuyor. Arkasından, bizim yeniden faaliyete geçtiğimiz dönemden, 92’de işte o 12 Eylülden sonra beraat kararı alıp da faaliyete geçtiğimizden sonra bizim her genel kurulumuzda Anayasa'ya ve oradaki taleplere ilişkin çok detaylı genel kurul kararlarımız var. genel kurullarımız da biliyorsunuz üyelerden oluşan ve o üyelerin oylarıyla alınan kararlar.

  • İkincisi; bu çalışma şöyle hazırlandı: 2007 yılında 24’üncü Parlamento seçimlerinden sonra o dönem AK PARTİ iktidarı yeni anayasa söylemini dile getirdi, hatta Özbudun taslağı çıktı. O taslak çıkmadan önce, hatta ona paralel bir dönemde, biz hemen madem bu anayasa çok gündemimize gelecek diye bu çalışmayı başlattık. Bu çalışmayı başlatınca, buradaki tabii hukukçular baktığınız zaman aslında çok farklı politik ve Anayasa eğilimlerini içeren şeyler yani tek düze böyle bir şey değil, çok tartışmalı oldu. Bir sene boyunca her hafta sonu bir araya gelerek çok yoğun tartışmalardan sonra bu metnin son halini verdiler. 2007 yılından sonra başladı bu çalışmalar, 2009 yılının haziran ayındaydı yanılmıyorsam, 2009’un 1 Haziranında kamuoyuna açıklandı ve bu arada bu hazırlıklar devam ederken bunun özet raporu DİSK’in genel kurulunda, o zamanki 13’üncü genel kurulda çalışma raporunda yer aldı ve çalışma raporunda bu oylandı. Yani şunu anlatmak istiyorum, bu böyle birtakım yöneticiler tarafından kaçırılmış…

  • TUNCA TOSKAY (Antalya) – Kaçırılma anlamında değil…

  • DİSK HUKUK MÜŞAVİRİ NECDET OKCAN – Hayır, bir üst yapı kurumsal olabilir, bu genellikle bizim ülkemizdeki yoğurt yiyiş tarzına uygundur, hemen yöneticiler çağırır işte 2 bilim adamını, ısmarlar, yazar, ona çok da müdahil olmaz. Bu çok sıkıntılı ve tartışmalı bir şey oldu çünkü burada gerçekten ülkenin çok temel sorunlarına ilişkin şeyler var, birtakım önermeler var, farklı farklı düşünen bilim adamlarının farklı yaklaşımları olmasına rağmen böyle bir metin çıktı. Sorduğunuz için de teşekkür ederim.

  • TUNCA TOSKAY (Antalya) – Şimdi, ikinci nokta şu: 1980’lerin başında Türkiye nüfusunun yaklaşık 45-50 milyon olduğunu ama sendikalı işçi sayısının 2,5 milyon civarında olduğunu söylediniz. Bugün sendikalı sayısı 1 milyonun altında. Şimdi, şöyle bakalım; 1980’in başındaki çalışma hayatıyla ilgili mevzuatla günümüzdeki mevzuat acaba sizin sendikalı işçi sayısının azaltılmasında birinci derecede mi faktör? Yani mevzuat mı engelliyor? Yoksa ben buradan başka bir noktaya geleceğim. Yoksa küresel kapitalizmin aldığı bir şekil var. Yani siz dış ticaretteki bütün engelleri kaldırıyorsunuz ve sizin işçiniz Malezyalıyla, Çinliyle, Hintliyle rekabet etmek zorunda kalıyor yani herhangi bir koruma tedbiri alamadığınız zaman bu söylediğimiz ülkelerin işçisiyle Türk işçisi rekabet etmek zorunda kalıyor. Bu arada, bizim devlet adamlarımız da buradaki tekstil fabrikasını söküp Bangladeş’e götürüp şey yapan iş adamını büyük başarısından dolayı kutluyor. Adam da çok açık ve net söylüyor şeyini, kendi açısından haklı, diyor ki: “Türkiye'de ayda 1.000 dolara geliyor bana emeğin maliyeti, burada 50 dolarla bu işi çözüyorum.”

  • Şimdi, bu söylediğimiz istikamette, Türk emekçisini, işçisini koruyacaksak benim kanaatime göre yalnız kanun değiştirmek, Anayasa'ya madde koymakla bu iş olmaz. Sizin önerilerinizin arasında Türkiye’deki iktisat politikalarına bu söylediğimiz gerçeği dikkate alan birtakım öneriler gelmesi gerekir diye düşünüyorum sendikalardan özellikle. Bu ekonomi politikası devam ettikçe siz istediğiniz kadar ILO sözleşmelerini de koyun, neyi koyarsanız koyun, emekçinin, işçinin ücreti, reel geliri düşecektir. Bu yalnız Türkiye'de değil, ben size söyleyeyim, açın yabancı literatürü, bugün Almanya’da işçinin ortalama ücreti düşüyor, sosyal güvencesi azalıyor. Diğer ülkeler, canlarını yakmadan acaba çalışanın haklarının neresinden budayabilirim diye birbiriyle yarış halindeler. O zaman, bizim işçiyi temsil eden kurumlarımızın bu global ekonomik politikaya karşı bir şey söylemeleri lazım. Kusura bakmayın.

  • Teşekkür ederim.

  • DİSK YÖNETİM KURULU ÜYESİ METİN EBETÜRK – Öncelikle, ben, önceki sorunuzla ilgili bir yanıt vermek istiyorum Sayın Tunca Bey.

  • Şimdi, tabii, bu Anayasa yaklaşımınız, öncelikle sendikalarımızın şubelerinin temsilciler kurulu, genel merkezlerin temsilciler kurulu ve Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonunun temsilciler kurulunda tartışılan kimi eğitimini almış olduğumuz hususlar içermektedir. Sendikalarımızın gerek yapmış olduğu eğitim çalışmaları gerekse yine konfederasyonumuz DİSK’in yapmış olduğu eğitim çalışmalarının ana gövdesini oluşturmaktadır “Hak veya haksızlık karşısında ne yapılması gerekir?” diye. Bunların temsilciler kurulunda ve eğitim çalışmalarında bu değerli hocalarımız veya hukukçular tarafından verilen eğitimler olduğu için son derece rahatça, tabii, fabrikalardaki, atölyelerdeki veya iş yerlerindeki tüm işçilerin birebir yüzleştiği hükümler olmasa da onların seçilmiş temsilcilerince -DİSK’e bağlı tüm sendikalarımızda temsilcilerimiz seçimle belirlenir- seçilmiş temsilcilerin iştirakiyle oluşturulmuş yaklaşımlar olduğunu rahatça söyleyebilirim.

  • İkinci sorunuz da evet, 12 Eylüle gelinen aşamada, kim ne derse desin “Sağ-sol çatışması.” da dese, “Alevi-Sünni çatışması.” da dese, “Kürt-Türk çatışması.” da dese, ne derseniz deyin, bunun, 12 Eylülün yapılış nedeni 24 Ocak kararlarının hayata geçirilmesidir, artık bunu kabul etmeyen yok; bizim dışımızda, DİSK’e farklı bakan o konfederal yapıların da bugünkü bakışı o. Ne mutlu ki geçen salı, bu bahsetmiş olduğum Sendikalar Kanunu’yla ilgili değişiklik görüşmelerinde Hak-İş’in temsilcileri de aynı şeyi ifade ettiler, bu sevindirici bizim açımızdan, demek ki bir şeyleri üretmeye başladık artık diğer sendikalara da ama hakikaten o günlerde 1,5 milyon olan sendikalı sayısı, bugün gerçeğe baktığımız zaman 600-700 binle fiilî olarak sınırlanmış durumda. Ben, 12 Eylülden sonra 1983’te oluşturulan Sendikalar ve Toplu Sözleşme Kanunu sonrası sendikal mücadelede baş gösteren, üye olan sendikalı olan işçilerden biriydim, şu an bir sendikanın Genel Başkanıyım. O gün gerçekten, bu işin sıcaklığıyla yaşadığımız için belirtmek isterim ki gerçekten bugün sendikalaşmanın önündeki en büyük engeller mevzuat eksikliği ve mevzuat engellemeleridir; onların başında noter şartı, bir de barajlar gelmektedir.

  • Sendikamız 4 defa Yargıtay kararıyla barajı aştığı hâlde barajın altına çekilmiştir; bu, sadece temsil ettiğim sendikanın düştüğü durumdur. 1992 yılından itibaren DİSK’in tekrardan faaliyete başlamasından itibaren DİSK’in içindeki sendikaların birçoğunun başına gelen maalesef bir karabasandır diyebilirim. Yani bu noter şartıdır, barajlardır, gerçekten işçilerin örgütlenmesinin önündeki engellerin başlarında gelir.

  • Düşününüz ki bir işçi işe başlıyor sabah 9’da, nerede çalışırsa çalışsın, ister bir markette, mağazada ister bir fabrikada ister bir atölyede, bu işçi 9’da işe başlar, saat 5’te işini bitirir, vardiyalı çalışırsa da 4’te bitirir. Bu işçi işten çıkacak, servisine binecek veya belediyenin tahsis etmiş olduğu ücretli otobüslere, dolmuşlara binecek, kent merkezine gelecek ve notere gidip üye olacak. Zaten noterler 5’te kapanıyor. O günkü yevmiye kayıtları mutlaka Adalet Bakanlığına bildirilir veya ilgili kamu kurumlarına bildirilir. O işçi noterin önüne gittiğinde zaten saat 5 ya da 5.30’dur, noterin işlem yapması mümkün değildir. Sizler vekil olurken inanıyorum ki birer dilekçeyle vekil olma talebinizi ilgili makamlara bildirdiniz ama bir işçi sendikalı olmak için nedense notere gitmek zorundadır. Bir de notere gitmek bir tarafa, cebinden de 40-50 lira kadar da para vermek zorundadır bugün.

  • TUNCA TOSKAY (Antalya) – Yani, siz bu söylediğiniz mevzuatın sendikalı işçi sayısının bu kadar düşük kalmasındaki tek sebep olduğunu söylüyorsunuz. Benim kanaatim, bunların tabii ki olumsuz etkilediğini ben bunu biliyorum ama bu ekonomi politikalarına dayandırılan birtakım teklifler olmazsa işin bir bacağının eksik kalacağı kanaatindeyim ben.

  • DİSK YÖNETİM KURULU ÜYESİ METİN EBETÜRK – Katılıyorum Tunca Bey, şunu da belirtmek isterim ki tabii, Türkiye'de sendikaların önünde başka başka engeller de vardı normal barajı aşan, faaliyetine devam eden, toplu sözleşme akteden sendikaların önünde başka engeller vardır. Sendika toplu sözleşme sürecini eksik yerine getirirse herhangi bir gerekçeyle, sendikanın yetkisinin düşmesiyle karşılaşır. Bir yanlışlık yaptığında, ister veya istemez ki hiçbir sendika böyle bir yanlışlık yapmak istemez, sendikanın yetkisinin düşmesi yanı sıra yöneticilerin ceza mahkemelerinde yargılanmasını da içerir.

  • Bir de şudur, bilmem duydunuz mu? Bundan bir iki sene önce bir iş yerinde grev yapılırken bir sendika yöneticimizin üzerine araç sürüldü ve birkaç kişinin ezildiğini haber aldınız mı bilmiyorum. Bu, tam anlamıyla, iş yerinde yapılan grevle ilgili bir saldırıydı işveren veya adamlarınca yapılan.

  • Şimdi, Türkiye'de işçiler örgütlenmek için birtakım girişimlerde bulunurlar, yasal dayanakları arkasına almak isterler ama ona rağmen sendikalaşamazlar. Türkiye'de yüz binlerce işçi sendikalaştıkları için işten çıkarılırlar, bu mevzuat aykırılığına rağmen hiçbir işveren, mevzuata aykırı davrandığı için maalesef yargılanmaz veya cezai yaptırımlarla karşı karşıya kalmaz ama bir işçi yanlış yaparsa en basit cezası bir yaşam hakkı kadar doğal olan çalışma hakkından mahrum bıraktırılabilir.

  • DİSK HUKUK MÜŞAVİRİ NECDET OKCAN – Hocam, katılıyorum yani oradaki bu engeller yani bu rekabet ne yapıyor? İş gücü maliyetlerini yükseltecek bir şey olarak görülüyorsa. Ancak şunu söyleyeyim, mesela Türkiye'nin çok büyük ihracatçı kurumları bugün işte mesela Beko ihracat şampiyonu yani beyaz, yüksek katma değerli mal üretiyor, araç üretiyor. Bunların tamamında tek söylem değil, bu genellikle bizim sendikal hareket, mesela tekstilde, bizim örgütlü olduğumuz sektörlerde –bunlar ihracatçı- artık sendikal hareket şu noktada; eskiden ne olursa olsun işletmeyi gözden çıkaran “Kapansın, batsın, ben anlamam, ben alacağım paraya bakarım.” diyen zihniyetin ötesinde, artık, toplu sözleşme müzakerelerinde sendika yöneticileri veya oradaki işçiler “Yarın bu işletme kapanır mı? İşletmenin durumu ne olur?” noktasında şapkayı önüne koyan bir noktaya, bir anlayışa gelmiştir. Ancak buna rağmen şiddetle toplu sözleşmeden kaçan… Çünkü bunun bir ayağı kayıt dışılığa yaslanmaktadır. Yani sendikanın girdiği yerde kayıt dışı… Kayıt dışılık illa hiç sigortaya, sendikaya bildirmemek değil. Ben avukatım, mahkemelerde biliyorum, genel müdür işten atılmış, geliyor; iş yeri bildiriyor, diyor ki: “Bunun aldığı ücret asgari ücretti.” Nasıl asgari ücretten? Çaycı ne alıyor? “Çaycı da asgari ücret alıyor.” Ya nasıl oluyor? Bordro bir geliyor, genel müdürden çaycıya kadar herkes asgari ücretle çalışıyor. Yol parası bordroya yansıyor mu? İkramiye yansıyor mu? Yansımıyor. Şimdi, tabii, bir sendikalı bir yerde bunu işveren yapamayacak. Burada sosyal güvenlik sigortası primleri, vergi kayıpları, devletin kaçakları var. O da diyor ki: “Ben ancak böyle rekabet ediyorum.” Hocam, tek bu etken, büyük etken ama bu etkende bir de ağırlık derecesi vereceksek, mevzuat burada bir yüzde 70 engelleme getiriyorsa, bir mantalite farkı getiriyorsa yüzde 30’un ekonomiye getirdiği çünkü bizim çok ihracatçı firmamız var. Lastikler, hep dışarıya ihraç ettiğimiz işletmelerde de örgütlüyüz biz.

  • TUNCA TOSKAY (Antalya) – Şimdi siz dediniz ki: “Biz genellikle tekstilde ağırlıklıydık.”

  • DİSK HUKUK MÜŞAVİRİ NECDET OKCAN – Yok, tekstilde, metalde…

  • TUNCA TOSKAY (Antalya) – Tekstili söyleyeyim ben size. Bundan on sene, on beş sene, yirmi sene evvel tekstilde Türk pamuğu ekilir, hasat edilir, iplik yapılır, kumaş yapılır, apre edilir, ondan sonra hazır giyim sanayine gelirdi. 100 dolarlık ihracat yaptığınız zaman yaklaşık bunun 90 veya 95 doları millî bir katma değerdi. Biz de en çok onu duyarak yani otomotiv sanayi işte dışarıdan getiriyor, montaj vesaire, bak burada bu katma değeri fazla yüksek. Bugün, bu söylediğimiz sebepler yüzünden yüzde 15’lere indi hazır giyim sanayinin katma değeri. Ne oldu o zaman? İplik fabrikası kapandı, pamuğu ekmiyoruz, iplik fabrikası kapandı, kumaş kapandı, apre işletmeleri kapandı; ihracatçı rekabet ediyor, etsin, öbür tarafta da işçi, dediğiniz gibi, asgari ücretten kendine yer bulmak için gayret sarf ediyor.

  • MUSTAFA ŞENTOP (İstanbul) – Peki, teşekkür ediyoruz arkadaşlar.



  • Kapanma Saati: 16.58

















    1. Yüklə 2,59 Mb.

      Dostları ilə paylaş:
  • 1   ...   21   22   23   24   25   26   27   28   ...   37




    Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
    rəhbərliyinə müraciət

    gir | qeydiyyatdan keç
        Ana səhifə


    yükləyin