Şimdi, efendim, anayasamızın, yaptığımız anayasa çalışmasının temel prensibi bir kere anayasa felsefesinin en uygun bir şekilde tarifi ve anayasa felsefesinin tarifiyle birlikte, efendim, anlaşılabilir, sade bir dille yazılmış, mümkün mertebe toplumumuzun bütün beklentilerine, hedeflerine, ihtiyaçlarına cevap verebilecek şekilde düzenlenmiş bir anayasa olması hususunda bir düşünceden kaynaklanan çalışmanın ürünü.
Felsefe olarak şunu biz arz etmek isteriz: Bir kere beş bin yıllık Türk tarihinde yazılı tarihten beriye doğru geldiğimizi de farz edersek Türk toplumu tarihte on altı büyük imparatorluk kurmuş, büyük medeniyetlerin öncülüğünü yapmış, tarihe altın harflerle yazılı nice sayfalar eklemiş olan bir milletin mensubu olarak bizler, anayasa meselesiyle alakalı haşir neşir olduğumuz süre yaklaşık bir asır bir süredir, son bir asrın süresidir. Oysa tarihte bizim bıraktığımız bütün izlerin geçmişi bir asır öncesine dayanıyor, yani beş bin yıl artı yüzyıl diyoruz. Binaenaleyh bu anayasa meselesi son yüzyıl içerisinde Türkiye'nin gündemine gelen, Türk milletinin gündemine gelen bir konudur. Hâlbuki bugün dünyada, malumunuz olduğu üzere, pek çok büyük milletler, pek çok büyük medeniyetler de vardır ve bunların anayasa olmaksızın da büyüklüklerini, etkinliklerini sürdürebildikleri kanaatindeyiz. Dolayısıyla, anayasa değişmez, anayasa dokunulmaz değildir. Netice itibarıyla anayasa meselesi aslında toplumların, milletlerin kendi öz kültürleriyle, düşünceleriyle ortaya koyabilecekleri, ki koyamazlarsa da olabilir, bir mutabakat metnidir. Binaenaleyh anayasaya insanüstü bir kavram izafe etmek, anayasanın değişmez ilkelere sahip olması gerektiğini iddia etmek ve bunun için bağlayıcı müeyyideler koymak insan tabiatına, insan hak ve hürriyet anlayışına uygun düşmediği kanaatindeyiz. Bir kere felsefe olarak bunu izah etmek, arz etmek istiyorum.
Bunun dışında, bir anayasa eğer yapacaksak anayasada bağlayıcı, kısıtlayıcı, dokunulmaz, değişmez bir kavram, bir kural olmaması gerektiğini düşünüyoruz ve bu düşünceyle hareket ederek biz, mevcut anayasamızın maddelerini noktasına, virgülüne kadar düşünerek, araştırarak, tespit ederek ortaya koyduk.
Az önce beş bin yıllık Türk tarihinin bir kısım özelliklerinden bahsettim. Bizim millet olarak aslında yönetiliş biçimimiz başkanlık sistemine dayanan bir yönetim biçimidir. Bugün cumhuriyet tarihine baktığımız zaman "Cumhuriyet tarihinde kim izler bıraktı?" diye sorarsak, ilk kuruluşta rahmetli Atatürk vardır, işte birinci adam deniyor. Ondan sonra İnönü geliyor, ikinci adam. İşte ondan sonra Menderes, Bayar dönemi vardır ve ondan sonra Demirel, Özal ve şu andaki dönem malum. Yani burada hep şahısların ismi ön plandadır. Bu şahıslar bir bakıma başkan hüviyetindedirler ve Türkiye'ye damgasını vuran insanlardır. Yani bizim toplumumuzda, geleneğimizde, şahısların, yöneticilerin varlığı ve etkinliği son derece önemlidir. Dolayısıyla başkanlık meselesi açısından bakmamız gerekiyor. Başkanlık sisteminin Türk toplumuna en uygun sistem olduğunu düşünüyoruz. Zaten yapılan en son anayasa değişikliğinde, Sayın Hocam biliyorsunuz, cumhurbaşkanı halk tarafından seçilecektir. Esasen önümüzdeki Cumhurbaşkanlığı seçiminde cumhurbaşkanın halk tarafından seçileceğini düşünürsek zaten otomatikman biz başkanlık sistemini anayasal bir madde hâline getirmiş durumdayız. O hâlde burada yapılması gereken düzenleme nedir? Anayasada cumhurbaşkanının, yani başkanın başbakanla Meclisi nasıl sevk ve idare edeceği, nasıl bir anayasal sistem kurulacağı noktasındadır. Bütün temel espri buradadır ve bu esprinin de temel dayanağı bizim önerdiğimiz anayasanın içinde mevcuttur.
Şimdi, cumhurbaşkanı tek yetkili olarak seçildiğinde seçime giren siyasi partilerin yapacağı demokratik yarışla, Meclisin teşekkülüyle birlikte başbakanı tayin eder. Tabii ki en çok oy alan siyasi partinin genel başkanına hükümeti kurma görevini verir. Hükümeti kurma görevini alan sayın başbakanın Meclisteki bütün siyasi partilerin temsilcileriyle görüşerek âdeta millî bir koalisyon mantığıyla hükümeti kurması gerekir. Yani Mecliste iktidara gelme imkânını elde edememiş siyasi partiler bile başbakanın kuracağı hükümet içerisinde görev alabilmelidir ve siyasete katkı sağlayabilmelidir, ülke yönetimine katkı sağlayabilmelidir. Yani yasama ve yürütmeye iktidar partisi ve muhalefet partisi birlikte katılmalıdır düşüncesini ileriye sürüyoruz. Şimdi, bizim bu düşüncemiz bazılarına göre fantezi gibi düşünülebilir. Hayır öyle bir şey yok. Bu anayasalar netice itibarıyla bir nastan ibaret değildir, anayasaları biz yapıyoruz. Bu anayasayı da biz yapıyoruz. Muhalefette kalan bir siyasi partinin milletvekilleri... Mesela Sayın Rıza Türmen uluslararası saygınlığı olan bir şahıs, milletvekili olarak Meclise geliyor, dört yıl, beş yıl Meclise giriyor, çıkıyor. Ciddi manada Sayın Türmen'in birikimlerinden bu Meclis, bu devlet, bu millet istifade edemiyor. O zaman bu milletvekilliğinin ciddi bir pratiği olamaz.
İSTANBUL DÜŞÜNCE ENSTİTÜSÜ STRATEJİK ARAŞTIRMA BÖLÜM BAŞKANI SUAT GÜN - İcradan istifade edemiyor.
İSTANBUL DÜŞÜNCE ENSTİTÜSÜ BAŞKANI MUSTAFA ŞATIROĞLU -Yani icradan tabii, yasama ve yürütme diyorum. Yani "Yasamada da yürütmede de muhalefetin de etkinliği olmalıdır." diye öneride bulunuyoruz. Bunu yaparken nispi temsil sistemi esasma dayalı bir seçim sisteminin getirilmesini düşünüyoruz. Milletvekili sayıları belli, milletvekili sayılarını illerin seçimden altı ay öncesinden yapılacak olan tespitlerle seçilecek olan milletvekili sayıları ortaya konacaktır. Nispi temsile göre, başkanlık esasına göre milletvekilleri seçilecektir ve Parlamentonun tam bir demokratik, halkın iradesine dayanacak şekilde seçilmesi sağlanacak, bilahare hükümet kurulması sağlanacak ve böylelikle topyekûn iktidarıyla muhalefetiyle ciddi bir yönetim biçimi ortaya konulmuş olacaktır.
Bunun dışında, Sayın Cumhurbaşkanımıza çalışmalarında başarılı olması, destek sağlaması bakımından bir devlet konseyi oluşturuyoruz. Anayasa felsefemizde ve önerimizde bu çok önemli bir kurumdur. Devlet yapımızda bu konseyin yaklaşık 40 civarında üyesi olacaktır. Bu üyelerin 10 tanesini Cumhurbaşkanı, 10 tanesini Başbakan, geri kalan sayıdaki şahıslar zaten bunlar Türkiye'nin elit tabakasından seçilen şahıslar olacak. Yani devlete en az kırk yıl tecrübe sahibi olmuş, başbakanlık yapmış, cumhurbaşkanlığı yapmış, genelkurmay başkanlığı yapmış ama en az kırk yıl tecrübesi olan, birikimi olan insanlardan oluşacak bir devlet konseyi oluşturuyoruz. Bu devlet konseyinin yasamada da etkinliği olacaktır. Aynı zamanda devlet ombudsmanlık görevini de bu konsey yürütecektir ve aynı zamanda Devlet Denetleme Kurulunu da bu konsey denetleyecektir, organize edecektir, yürütecektir. Böyle bir yeni önerimiz vardır.
Tabii ki bunun dışında... Bunlar zaten detaylı maddeler hâlinde hepsi bu teklifimizde mevcuttur sayın başkanlarım. Tabii insan hak ve hürriyetlerinin, düşünce hürriyetinin bütün unsurlarıyla açık ve net bir şekilde kısıtlama olmaksızın anayasada yer alması hususunu da bu çalışmamızda göreceksiniz.
Bunun dışında, bütün siyasal partilerin işlevleri, az önce söylediğim şekilde, teşekkül ettirilecektir. Devlet konseyi teşekkülü aynen bu şekilde olacaktır ve Cumhurbaşkanının yemin metninden tutunuz milletvekillerimizin yemin metnine kadar çalışmalar neticesinde belirlenmiş metinleri de görüşlerinize arz etmiş bulunuyoruz.
Şimdi malumualiniz olduğu üzere, Türkiye Cumhuriyeti devletinin halkı yüzde 99,9 Müslüman'dır. Şimdi burada laiklik ilkesi diye bir ilkenin etrafına düşüp de kendi kendimizi, elimizi ayağımızı bir prangaya sokmamızın ne anlamı var? Türkiye'nin nüfusu, yüzde 50'si, 40'ı, 60'ı bir dinden, diğeri bir başka dinden olsa bu laiklik meselesi Türkiye için önem arz edebilir ama Türkiye'nin yüzde 99'u zaten Müslüman'dır ve biz Müslüman'ız. Dolayısıyla Cumhurbaşkanımız İslam'ı da zikrederek yemin edecektir ama Başbakanımız ve milletvekilleri herhangi bir İslami kelimeyi kullanmaksızın "İnandığı manevi değerler üzerine yemin ederim." şeklinde yemin edeceklerdir. Onun metni de burada mevcuttur.
Dolayısıyla, topyekûn katılımlı, topyekûn demokratik sistem olarak Türkiye'yi fevkalade çağ üstü, çağdaşların da üzerinde bir yapıyla, bir sistemle Türkiye'yi yeniden organize edecektir ve şuna inanıyoruz ki biz: Türkiye'nin baharı böyle bir anayasanın elde edilmesiyle mümkün olabilecektir. İşte o zaman Türkiye, bu bahara kavuşunca çevresinde bulunan Müslüman ülkelere, Türk Cumhuriyetlerine ve hatta bütün insanlığa gerçek baharın ne olduğunun ispatını yapmış olacaktır ve gerçek baharı onlara anlatmış olacaktır.
Ben, uzman arkadaşlarıma söz vermek bakımından izninizle şimdilik bir toparlamış olayım müsaadenizle ve arkadaşlarıma sözü bırakayım.
Çok teşekkür ediyorum.
İSTANBUL DÜŞÜNCE ENSTİTÜSÜ STRATEJİK ARAŞTIRMA BÖLÜM BAŞKANI SUAT GÜN - İstanbul Düşünce Enstitüsünden, aynı zamanda gazeteci yazarım.
Anayasa metnini, elinizdeki kitapçıkta eski Anayasa, 1982 Anayasası'nın metnine sadık kalarak, yani onun dizgi ve sistematiğine sadık kalarak hazırladık bu metni. İlave ettiğimiz ve çıkarttığımız bölümler oldu.
Şimdi, mesela temel hak ve hürriyetlerle ilgili 13'üncü maddeye baktığımız zaman "Temel haklar milletlerarası sözleşmelerle teminat altına alınmış hükümlerdir." dedik. Neden? Çünkü orada bizim işte hayvan haklarından tut da sakatlara kadar -şimdi şeyden gösterebilirim- imzaladığımız kırkın üzerinde anlaşmalar var, bunlar esas alınacak. Zaten AİHM'de de -saygıdeğer büyüğüm zaten bu yargının içerisinde oldu- bu esaslara göre Türkiye üzerine karar veriliyor. Dolayısıyla biz bunu anayasada kısa bir madde hâline getirerek teminat altına almış olduk. Uzun uzun zikretmeye, eski Anayasa'da çok tekrar vardı, gerek kalmadı.
Özgürlüklerin kısıtlanmasına anayasada kanunla dedik çünkü anayasada bu anayasa hükmü olarak koyulduğu zaman özgürlüklerin kısıtlanmasıyla ilgili şeyi o milletlerarası sözleşmelere aykırı yapamayacağınız için dolayısıyla devlete de hem hareket serbestliği sağlamış oluyoruz hem de özgürlükleri kesin teminat altına almış oluyoruz, insan hakları vesaire dalında yapılmış sözleşmeleri.
Şimdi, biz başlangıç kısmını biraz kısalttık. Türkiye'nin mutlak bir adalet devleti olduğunu zikrettik 1 'inci maddede. Devlet milletin ortak iradesidir. Devlet milletin teşkilatlanmış kendisidir dedik, millet için devlet prensibini getirdik.
Biz Sayın Başkanın da başında arz ettiği gibi, Meclisin çalışmaları üzerinde de kafa yorduk. Şöyle düşündük, dedik ki: Eğer muhalefete icrada görev verilmediği takdirde muhalefet o zaman kendini ispat edemiyor. Yani nasıl ki yasamada görev alıyor o zaman yürütmede de görev alsın. Millî koalisyon şeklinde kuruluyor. Mecliste de milletvekillerinin oy kullanması kesinlikle gizli oyla, grup kararı alınmaması ve kendi vicdanına göre karar vermesi için bu şekilde bir hüküm koyduk Meclisin çalışmasıyla ilgili kısma. Şunun için bunu da koyduk: Şimdi, geçenlerde İstanbul Ticaret Odasında bir toplantı oluyor. Türk Ticaret Kanunu üzerine bir konuşma yapılıyor. Gazeteciler AK PARTİ milletvekiline soruyorlar, diyorlar ki: "Ne düşünüyorsunuz?" Diyor ki: "Ben gidince bunları ele alacağım, düzelteceğim." Sonra onlar diyorlar ki: "Efendim, bu bir sene önce sizin de içinde bulunduğunuz komisyondan geçti." Şimdi, grup kararı veya parti birliğiyle hareket edilince kanunlar incelenmiyor. Biz, burada birinci Türkiye Büyük Millet Meclisinin çalışma prensibi esas alınsın diye... Yani Atatürk'ü bile biliyorsunuz, zorluyorlar Mecliste. Dolayısıyla daha adil, daha demokratik, daha katılımcı bir düşünce olsun diye bu şekilde düzenleme yaptık.
Bir de temel hak ve hürriyetlerin içerisine insan evrenin en şerefli varlığı olarak kabul edilir prensibini koyduk. Temel hak ve hürriyetlerin kısıtlanması millî, İslami ve insani ve ahlaki ölçülük ilkesine aykırı olamaz dedik. Yani İslamiyet'in getirdiği değerler var. "Savaşta bile ağaçları yakamazsınız." diyor. Şimdi, bu değerlerimizi ancak bu cümleyle şey yapabiliriz. Dolayısıyla bu şeyi koyduk.
Gene temel hak ve hürriyetlerin kısa çıkarımı, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi'ndeki insan haklarına dayanan demokratik düzeni, ılımlılık ve tahammül ilkesini... Şimdi, demokrasinin Raymond Aron olsun, Leslie Lipson olsun, Giovanni Sartori olsun bunların kitaplarına baktığımız zaman şunu ileriye sürüyorlar, diyorlar ki: Demokrasinin temel prensibi ılımlılık ve tahammül rejimi olması ve demokrasinin de gelişmesi için ekonomik olarak da belli bir refah seviyesi şart. O refah seviyesinin oluşabilmesi için biz sürat ve hareket devletini ön gördük. Yani Atatürk'ün Onuncu Yıl Nutku'nda bize emrettiği "Türklüğün unutulmuş büyük medeni vasfı ve büyük medeni kabiliyeti, bundan sonraki inkişafıyla, atinin yüksek medeniyet ufkunda yeni bir güneş gibi doğacaktır." cümlesine istinat ederek surat ve hareket devletidir dedik. Anayasaya bu hükmü koyduk çünkü gelir seviyesi artmadığı takdirde o ülkede demokratik uygarlık kuramıyoruz, bunun esas aldık.
Bir de ılımlılık ve tahammül sistemini getirdik. Yani siz on tane laik yapın, laikliğin karesini alın ama ılımlılık ve insanlara tahammül kültürü yoksa, o zaman o ülkede mezhep çatışmaları da olur, din kavgaları da olur, her şey olur, insanlar birbirlerine tahammül etmez. Anayasanın başlangıç ilkesine de onu koyduk.
Yabancıların durumunu da ülkemize gelmiş insanları namusumuz olarak telakki eden 15'inci maddede hükümler koyduk. Mesela şunu duyuyoruz: Vatandaşlarımız yurt dışına gidiyor, konsoloslukların, büyükelçiliklerin kapısında en ufak bir işini yapamıyorlar. Onun için, burada "Türk devleti vatandaşını ve kendisini seven insanları da korur." şeklinde, yani dost, Müslüman kardeş ülkelerin halklarını da korur şeklinde bir hüküm koyduk. Dolayısıyla devlete, kamu görevlilerine vatandaşına sahip çıkma mecburiyeti getirdik.
Yabancıların durumu, özellikle bu sığınmacılık son zamanlarda arttığı için onların durumunu da 20'nci maddede düzenledik.
Bir de devlet kuruluş şemamıza bakıldığı takdirde, bir güvenlik ajansı kurduk. Bu Amerika Birleşik Devletlerinde 50 bin kişinin istihdam edildiği bir alan. Eğer Türkiye büyük devlet olacaksa istihbarat alanında da büyük devlet olmak mecburiyetinde. Onun için, bunu anayasaya koyarak bunun kurulmasını teminat altına aldık.
Gene din derslerinin zorunlu olması şeyi, bu millî birliği sağlıyor, onun için onu gene mevcut Anayasa'daki gibi tuttuk.
Bilimsel araştırma ve geliştirmeler için de şöyle bir şey: Bunu tamamen vergiden muaf tuttuk, bunu anayasa hükmü hâline getirdik. Devlet araştırma-geliştirme faaliyetlerini geliştirmek için, 26'ncı maddede, her türlü tedbiri alır, lüzumlu desteği verir. Sahasında derinliği olan yerli ve yabancı bilim ve fikir adamlarını da korur, destekler dedik. Dolayısıyla, ARGE çalışmalarını, zaten biliyoruz ki büyük devlet olmanın şartı ARGE, bilimde ileri gitmek, bunun da yolunu açacak düzenlemeyi yaptık hazırladığımız anayasada.
Bu suç ve cezaların şeyinde de 36'ncı maddede şöyle bir şey koyduk: Herkes anladığı dilde yargılanır. Suçu ve cezası kendi dilinde tebliğ edilir. Gerçekten de anlamadığı şekilde yapıldığı zaman bu da insanlara zulüm olabiliyor, bunu da önlemek için bu şekilde bir hüküm koyduk.
Bu Türklük kavramı çıksın falan demişlerdi, Türklük kavramı yerine başka bir kavram gelemez. Dolayısıyla o kavram eski Anayasa'da olduğu gibi kaldı.
Gene "Adaletle ilgili davalar en kısa sürede bitirilir. Zamanaşımına uğrayan veya geç açılmış davalar, hâkim ve savcıların siciline olumsuz tesir eder. Sık sık hata yapmaları, görev yapmalarına mani ağır hizmet kusuru olarak değerlendirilir." diye bir hüküm koyduk anayasaya çünkü yargının da adil ve hızlı karar vermesini sağlamamız gerekiyor. Bu 36'ncı maddenin şeyinde, zaten siyahla çizmişiz eklediğimiz şeyi.
Sosyal haklarda aile düzeninin kurulması ve devamlılığını öngördük. Nüfus artışını devletin teşvik etmesi mecburiyetini getirdik. Devlet aile düzeninin muhafazası, aile bağlarının kuvvetlenip ahlakın korunması için gerekli tedbirleri alır dedik.
Eğitimde dünya standartlarının üstüne çıkmak hedeftir dedik.
Devletleştirme, özelleştirme bu konuda da peşin hükmü ortadan kaldırıp ihtiyaca göre devlet devletleştirebilir de özelleştirebilir de hükmünü getirdik. Yani burada esnek davranma imkânı verdik.
Bir de devletleştirilecek, kamulaştırılacak vakıflara ait varlıklar hakkında vakıf senedi ve uluslararası anlaşmaları esas alır dedik çünkü bunların bir kısmı Lozan Anlaşması'yla, özellikle yabancı mülklerle ilgili veya azınlıklarla ilgili şeyler teminat altına alınmış hükümler. Bunu da 43'üncü maddede öyle bir şekle getirdik.
Belediyle ve devlete, vatandaşın, işsiz vatandaşın iş bulabilmesi için becerilerini artıracak eğitimi bedava verir şeklinde bir hüküm getirdik.
Gene, çalışma ve sözleşme hürriyetinde devlet ekonomik kriz zamanlarında özel teşebbüsü ve kamu işletmelerini korur, iflas etmelerine sebep olan ortamı düzeltmekten sorumludur dedik çünkü bu konuda kriz ortamlarında çeki senedi yazılan tüccar ceza görüyor ama denizin suyu bitmiş, balık karaya vuruyor, suyun bittiğine değil de balığa suçu buluyoruz.
Bir de bu ücret politikası, eşit işe eşit ücret politikası, adalet devletinin ödevidir dedik. Yeni bir hüküm getirdik.
Konut hakkına da her ailenin yasamaya elverişli konut elde etmesini ve insan şerefine uygun ortamda barınmasını sağlar dedik ve makro plan için belediyelere yetki verdik. Yani eski konutların yıkılıp yenilerinin yapılabilmesi için.
Sporun geliştirilmesi, insan bünyesine ve çevreye faydalı sporlar şeklinde bir ilave yaptık. Devlet, orman alanlarını, doğal ortamı korumak şartıyla; spor, turizm ve sağlık turizmi gibi işlerin görülmesine açabilir dedik. Yani orman boşu boşuna durduktan sonra bir anlam ifade etmez, insanlar için var o ağaçlar zaten.
Sosyal güvenlikte adalet ve yükümlülükle orantılı olarak hak eşitliği esastır dedik. Bu konuda, yani emekliler, işte 80'den önce emekli olmuş, mağdur oluyor, 90'dan önce olmuş, bunu da böyle bir anayasal teminat altına aldık.
Yabancı ülkelerde çalışan Türk vatandaşlarının durumuyla ilgili 57'nci maddede devlet, yurt içinde ve dışında, dini cemaat ve teşkilatların birbirleriyle ve diğer halklarla işbirliği içinde çalışmasını, birlik beraberlik içinde hareket etmelerini temin eder dedik. Dolayısıyla orada yurt dışındaki vatandaşlarımızın yerli halklarla veya diğer insanlarla kavga etmesine de mâni olacak bir anayasal yetki verdik Hükümete.
Gene sanatın ve sanatçının korunmasında, 59'uncu maddede Yurt içinde ve yurt dışında bulunan tarihi ve milli kültürü yansıtan sanat eserlerini devlet korur, onarır, bu TİKA'nın yaptığı faaliyetlere bir anayasal statü verdik. Devlet görevlerini ertelemez ve acz içine düşmez diye de bunu bir gene teminat altına aldık.
Seçimlerle ilgili de şöyle bir düzenleme getirdik: Secim oy pusulaları düzenlenirken bağımsız adaylar ve siyasi partiler için iki liste hazırlanır dedik çünkü çarşaf gibi çıkıyor, vatandaş nereye oy kullanacağını bilemiyor.
Seçimlere katılacak bağımsız adaylar için brüt asgari ücretten daha yüksek bir harç alınmaz. Mesela bu sene 7 bin lira mıydı, neydi? Bu, yani insan haklarına aykırı. Yani asgari ücretle çalışan bir vatandaşa hem diyorsunuz ki "Seçilme hakkın var." Adamın parası yok seçilemiyor. Bu doğru bir düzenleme değil. Harç miktarları, seçilme hakkının kullanılmasını engelleyecek seviyede tespit edilemez dedik.
Seçimlerde nispi temsil sistemi ve temsilde adaleti mümkün kılacak sistemler uygulanır dedik çünkü bizim devlet modelinde şey yoktur, yani muhalefet ve iktidar yarış hâlinde devlete hizmet için birlikte mücadele ediyor hem icraatta hem yasama, yürütme faaliyetlerinde. Biz yeni bir model açısından başkanlık sistemine Türkiye'nin şartlarına uygun, eski padişahlık sistemini, eski Selçuklu devlet yönetimi, Nizamülmülk'ü inceleyerek bu sonuçları ürettik. Dolayısıyla zaten bizim devlet felsefemizde, insanımızın kafasında, Sayın Başkanımızın başlangıçta arz ettiği gibi... Yani Atatürk dönemi dediğimiz zaman onun da başbakanı vardı, onu hatırlamıyoruz Atatürk'ü hatırlıyoruz. İsmet İnönü dediğimiz zaman onun da başbakanları vardı, hatırlamıyoruz. Abdulhamid dönemi veya Sultan Abdülaziz dönemi dediğimiz zaman onun da başbakanı, vezirleri vardı, hatırlamıyoruz. Bizim devlet felsefemizde, devlet mantığımızda başkanlık sistemi hâkim. Dolayısıyla anayasamızı bu çerçeve içerisinde teşekkül ettirdik.
Partilerle ilgili de şöyle bir şey koyduk: Yargılama sonucunda ihtar, devlet yardımından men, kısmen men, secime iştirakten men gibi, yani sırasıyla hükümler verilir.
Gene, devlet memurlarıyla ilgili, 65'inci madde: Devlet hizmetinde geçen memuriyet görevlerindeki terfilerde, tamamen objektif ve ahlaki kriterler tespit edilir ve uygulanır. Yani bununla ilgili testler var, Thomas analizi vesaire, bir sürü şey var. Objektif kriterlere göre memurların ilerlemesini temin etmemiz lazım, onu da şey yaptık.
Gene, mal bildirimi koyulmuştu eski Anayasa'ya ama onun amacını anlayamıyoruz. Biz dedik ki: Kamu görevlilere sebepsiz zenginleşmenin kaynağını göstermek mecburiyetindedir. Mal bildirimini ne yapayım, bana dedesinden kalmış mal bana lazım değil. Sebepsiz zenginleşme, rüşvetle vesaireyle elde edilmiş bir şey varsa o devlet için önemli.
Gene, vergi ödeviyle ilgili kısma, 67'nci maddeye bilimsel ve teknik araştırma ve geliştirmelere hiç bir şekilde vergi konmaz dedik. Bu Türkiye'yi araştırma laboratuvarı hâline getirecek bütün dünyadaki araştırma laboratuarları ve bilimsel araştırma kurumları Türkiye'ye taşınacaktır. Orta Doğu'nun da bir numaralı devleti olacaktır.
Sayın Başkanım, zatıalileriniz arz etti, orada Roubini bile diyor ki: "İstanbul bütün Orta Doğu'nun başkentidir." Biz de siyasi başkent olarak İstanbul'u, millî başkent olarak Ankara'yı öngördük anayasanın bir maddesinde değişiklik yaparak. Dolayısıyla bunun yolunu açacak düzenlemeleri bu şekilde arz ediyoruz.
Bir de devlet konseyi diye bir konsey kuruyoruz. Burada da tecrübenin öne çıkması için çaba harcıyoruz. Şimdi, eski cumhurbaşkanı emekli oluyor, gidiyor, hiç bilgisinden, görgüsünden, devlet tecrübesinden istifade edemiyoruz. Eski genelkurmay başkanı gidiyor, diplomat adam kırk yıl, elli yıl ya da Tunca Ağabeyim gibi ya da Saygıdeğer Büyüğüm gibi kırk yıl, elli yıl hizmet etmiş insan, ondan sonra, bir müddet sonra bir köşeye çekiliyor, hiçbir bilgi birikiminden istifade edilmiyor. Biz devlet konseyi diye bir konsey kurduk hem devlete sahip çıksınlar hem ombudsman denilen o kamu denetçiliği eski Anayasa'ya koyulmuştu, o bünyesinde olsun, Devlet Denetleme Kurulu olsun bir de protokol görevlileri olsun. Amerikan başkanlık sisteminde de uluslararası şeylere gidiyorlar, işte cenazelere, protokol görüşmeleri, Clinton her zaman yapıyor bunu. Dolayısıyla, bizim devlet konseyi de Cumhurbaşkanına bağlı olarak çalışsın ve bu konseyin görevlileri, işte Orta Doğu'daki Türkiye şey ilişkilerini düzeltmeye veya Uzak Doğu'daki başka bir ticari ilişkileri düzeltmeye ve çalışmaya görevlendirebilsin. Böyle bir devlet konseyi kurduk. Bu devlet konseyinin bazı üyelerinin de iştirak edeceği genişletilmiş millî güvenlik kurumu kavramı getirdik. Bu da askerlerin demokrasiye müdahalesini önlemek için çünkü onun içerisinde eski yaşlı komutanlar da var. Biz bunu 28 Şubatta gördük, Kenan Evren müdahale etti 28 Şubatı yapan komutanlara vesaire yoksa daha fazla bir tahribat olacaktı. Demek ki eski siyasilerin üzerinde de eski büyüklerin rolü olacaktır. Dolayısıyla devlet konseyinin... Tabii bu daha üzerinde düşünülür, daha kapsamı tespit edilir. Biz sadece fikir olarak, düşünce olarak yazdık ama dedik ki:
Devlet hizmetinde kırk yılı geçen memuriyet yapmış, valiler, işte bürokratlar, yani bakanlık müsteşarları, başbakanlık müsteşarı gibi, eski genelkurmay başkanlığı, kuvvet komutanları buna katılabilir. Bunlar içerisinden bir Kırklar Meclisi seçiliyor. Onun icra şeyini de o Kırklar Meclisi yapıyor dedik. Onun, Kırklar Meclisinin 20 üyesinin 10'unu Başbakan atıyor, 10'unu Cumhurbaşkanı atıyor, 20 tanesi de kendi içinden seçiliyor. O şemamızda var. Yemin metnini zaten Sayın Başkan arz etti.