266 rcshn, 67 plâ, terfta; -ve metin AfiDd* is yaprak renfcsâs, I yap h



Yüklə 5,51 Mb.
səhifə82/91
tarix27.12.2018
ölçüsü5,51 Mb.
#86796
1   ...   78   79   80   81   82   83   84   85   ...   91
lit vurur kaparlardı, zahir korku ve dayak ile
cinnet getirmiş olacak!., dedi.

Darcadan Eninenin babası Halil Ağa getirildi, o da:

— Ben esirci falan deği
lim, Emine benim sulbî kı-
zımdır, bütün Darıcalı şahit
tir!., dedi.

Genç kadın babası ile yüzleştirildi, Emine de:

— Beni o kadar gençler
istedi, fakir oldukları için her
birine bir kulp takıp vermedin
cerrah İsmail Ağanın elli altu-
nuna tamah ettin, beni sat
tın, elbette ki esircisin! Ba
bam olsaydın bir kerecik
îstanbula gelir, ahvalim nice
dir, arar, sorardın!., dedi.

Adamcağız:

— Gözlerini, bakışını
beğenmedim, evlâdım aklını
oynatmış!..

Diye ağlamağa başladı.

Eminenin kocası Musta
fa da bu durum karşısında
özrünü itiraf etti. Abdülhak
Molla da Padişahın, emriyle
dâvayı takip ediyordu. Genç
kadının korku ve dayak ile
aklım oynattığı anlaşıldı. Cer
rah îsmail Ağa serbest bıra
kıldı, Darıcalı Emine de Ha-
sefâ tımarhanesine gönderil- (Kesim

di. Fakat meselenin dedi kodusu devam etti:



  • Timarhâneye bir sene taburda asker
    lik yapmış bir kız koymuşlar..

  • Kışlada çocuk bile doğurmuş..

  • Yok öyle değil, süvarilere muallim
    imiş, f renk kızıymış...

— Dünya ilmini yutmuş bir kız imiş...
Dediler. İstanbul kadınları türlü türlü

hediyeler alarak kafileler halinde timarha-


neye kız askeri görmeğe gittiler: Her gün
tepsiler, sepetlerle yemekler, yemişler taşın
dı. Timarhane gardiyanlarına devlet kuşu
kondu; Emineyi göstermek için ziyaretçiler
den her gün avuçlar dolusu para aldılar. Ni
hayet hükümet timarhane ziyaretlerini yasak
etmeğe mecbur kaldı. Ahmed Bülend

Bibi.: Abdülhak Molla, Tarihi Liva; R.E Koçu, Tophanede nefer, güzellikte perîpeyker, kız; asker Dariceli Emine (Târihden Hikâyeler).

ASALI MOLLA — İkinci Abdülhamid devri sonlarının namlı muhabbet dellâllarm* dan; Sermed Muhtar Alus İstanbul Ansiklopedisine verdiği notlarda şunları yazıyor:

«Daima elinde upuzun bir asa ile caddelerde dolaştığı için bu ad verilmiş. Şekil ve şemaiü kelli felli bir Molla Efendi: Koskoca sarık, gür sakal, sırtında kabuk gibi softan cübbe. îstanbulun her semtinde, bilhassa Fatih taraflarında ona rastlanır. İçyüzünü bilmiyenler seğirtip elini öperler, hayır duasını almak isterler.

Halbuki gizli kapaklı alış
verişte bulunan ev tavukları
hep onun elinin altında.. O
zamanki zendostlarm dil pe-
resengi «Müşkülünüz olursa
Asalı Mollaya başvurun» idî;
Onikilerin adamıydı. Zanpara
Paşaların, Beyefendilerin ko
naklarına sık sık devam eder,
ikram, izzet görürdü. Asalı
Mollanın en fazla iş gördüğü
devir 1875 - 1880 yıllan ara-
Molla smdadır».

= çü«r) Sermed Muhtar, «öniki-



ASAR (Sivaslı)

1094 —


istanbul

ANSİKLOPEDİSİ

1095

AŞARİYE CAMİİ





çe bir boru şeklinde yapılmış bir duvarın üzerinde kurşun örtülü tek ve küçük bir kubbeden ve kesme taştan bir minareden ibarettir. Bu yapıya cadde üzerinde ahşap bir hünkâr dairesi, çıkmaz sokak üzerinde de yine ahşap bir son cemaat yeri ilâve edilmiştir ki bu kısımlarla ibadethane arasında alt katta karî-şık, müsellesi birtakım dehlizcikler vücude gelmiştir.

İkinci Mahmudun hayratından olup inşa tarihini gösteren kitabesi yoktur. İstanbul Ansiklopedisi adına ziyaret edildiğinde müezzinlerinden Bay Abdürrahman Özokur'un naklettiği bir rivayete göre Aşariye Camiinin yerinde vaktiyle Çömlekçizade Mescidi adiyle harap bir mâbed bulunup Sultan Mahmud onu yıktırarak bu camii yaptırmış. Hadikat-ül-cevamide Çömlekçizade Mescidi adiyle bir eser yoktur, fakat Beşiktaşta bir Çanakçı limanı Mescidi kayıtlıdır ki sayın müezzinin rivayetine yakın gibi görünüyor; Hadikada ki kayıt şudur:


ler» adındaki romanında, bu Asalı Mollayı mevzuun bir entrika kumkuması olarak kullanmıştır.

ASAR (Sivasü) — On yedinci asırda yaşamış ünlü bir Ermeni hekimidir. 1625 sıralarında bir müddel İstanbul'da yaşamıştır.

Kevork Pamukçuyan

AŞARÎ — Evliya Çelebinin kaydına göre on altıncı asır sonlarında yaşamış bir nah kaş, ressamdır. Büyük seyyah, Yenikapı mev-levihanesinden bahsederken — ki yapı tarihi 1006, Milâdî 1597 dir —, nereside olduğunu aydın olarak göstermeden «Aşarî namında bir ressam, bu tekkenin duvarına .kükremiş bir arslan resmi yapmıştır ki güya Şattülarab sahilinde ava çıkmış bir arslandır. Her gelen şair arslana münasip beyitler yazmışlardır ki haddi pâyanı yok» diyor. Ressam ve bu arslan hakkında başka bir kayda rastlanamadı.

Bibil.: Evliya Çelebi, Seyahatname, I.

ASARI ÂTİKA MÜZESİ — (B.: Arkeoloji Müzesi).

ASARI EDEBİYE MEKTEBİ — 1890

etrafında İstanbulun en namlı hususî mekteplerinden biri olan Hacı ibrahim Efendinin «Darüttalim Mektebinin talebeleri tarafından çıkarılmış aylık bir mecmuadır. Darüttalim, arabcayı kolay usullerle ve gayet sağlam öğreten bir mektep olarak meşhurdu, bu mecmuada da, talebenin arab edebiyatından yaptığı tercemeler neşrolunurdu; makale sahiplerinin arasında ise, mektebin birinci sınıf talebeleri (12 - 13 yasında çocuklar) bile bulunurdu. Hattâ bu gibi yazıları, büyükler tarafından terceme edilip çocuk imzaları atılmak suretile mektep menfaatine bir propaganda olduğunu söyleyenler pek çoktu. «Asarı Edebiye» muharrirlerinden 1891 de 12 -13 yaşında Midillili Fuad Efendi (Fuad Ağ-ralı) işi daha ileriye götürerek İbnülcevzinin Katibül ezkiya'smı terceme ederek forma forma neşredilmeğe başlamış, Ahmed Mid-hat Efendi de Tercemanı Takikatte yazdığı bir makalede bir çocuğun böyle bir terceme yapamıyacağmı idia etmişti. Bunun üzerine mektebin eski mezunlarından Nüzhet Bey küçük Fuadı alarak gazete idarehanesine götürmüş, ve bu meşhur muharrir tarafından imtihan edilen çocuk arabcadaki kudretini ispat etmişti. (Osman Nuri Ergin, Maarif Tarihi III).

AŞARİYE CADDESİ — Beşiktaşın Yıldız mahallesi yollarından olup Çırağan Caddesi (Beşiktaş tıramvay yolu) ile bu mahallenin üst tarafında bulunan Eğriçmar sokağı arasında uzanır. Tramvay yolundan yüründüğüne göre sağda Âsariyecamü Çıkmazı, Sal-çıklar Sokağı, Âlimkadın Çıkmazı, Asmalısal-kım sokağı, solda Çitlenbik Sokağı, Paşames-cidi Sokağı ve Horoz Çıkmazı ile birer kavşağı vardır. Bu caddenin umumî görünüşü tramvay kavşağından yüründüğüne göre şöyledir: Aşariye camii çıkmazı kavşağına kadar olan birinci kısmı dört araba rahat geçebilecek genişliktedir. Ortası paket taşı döşeli, onun iki kenarı kaba taş döşeli olup yine kaba taştan iki yanında gittikçe daralan birer yaya kaldırımı vardır. Sol taraf vaktiyle yerinde ne bulunduğu tesbit edilemiyen bir arsadır. Sağ tarafta köşe başında Konservatu-varın yatılı talebesinin yatakhaneleri, onun yanında İstanbul Belediyesi silindirleri garajı ve tamir atölyesi, atölyenin yanında Aşariye camii şerifi bulunmaktadır. Bundan ilerisi tamamen kaba taş döşelidir. Balçıklar Sokağı kavşağına kadar da evvelâ iki, sonra bir araba geçebilecek şekilde daralır. Solunda ve sağında bir sıra ahşap evler, bu evlerin arasında yer yer arsalar, ve ben gibi beton ve ahşaptan bozma beton yapılar vardır. Aşariye camii çıkmazının önü küçük bir çarşı manzarası arzeder. Solda bir eskici ve bir bakkal, sağda eski sıbyan mektebinin yerine yapılmış olan bir beton evin altında bir bakkal, bir kasap, bir kömürcü, kırmızı boyalı kulübem-si bir yapıda bir bakkal ve posta pulu bayii bulunmaktadır. Cadde Salçıklar Sokağı kav-şağmdan nihayetine kadar iki araba genişliğini muhafaza ederek evvelâ hafif, sonra oldukça dik bir yokuş halini alır ve sola doğru tatlı bir kavis çizerek kıvrılır. Solda -küçük bir ayna taşına geçirilmiş bir demir borudan ve teknesi yarısına kadar moloz dolmuş susuz bir çeşmecik, sağda Çapa markanın pirinç unu imalâthanesi bulunmaktadır. Bu imalâthanenin yapısında bir özenti görünürse de caddeyi tezyin ettiği söylenemez. Çapa marka imalâthanesi geçildikten sonra sağlı sollu evler hâli vakti yerinde aile meskenleridir. As-malısalkım Sokağı kavşağı köşesinde, önünde sed üstünde büyük bir çam ağaciyle bir bahçe bulunan ev ise tereddütsüz vaktiyle bir konak yavrusuymuş diyebiliriz. Yine bu

sokağın kavşağı altında bir arsa göze çarpmaktadır ki, üzerinde bulunan yapı kaldırılırken Asmalısalkım sokağının da yarısını götürmüş, Aşariye caddesi üzerinde de eski bir çeşmenin kırık bir ayna taşı üzerinde lülesinden durmadan su akan bir bakiye kalmışlır. Aşariye Caddesinin Eğriçmar Sokağı ile olan kavşağı karşısında da 1318 tarihli ve İkinci Abdülhamidin tuğrasını taşıyan istandard Hamidiye çeşmelerinden biri vardır; görünüşe nazaran da bütün mahalle halkının suyunu temin etmektedir. Caddenin bu üst nihayetinde sol kolda köşede üç katlı ve aşı boyalı bir ahşap ev için tereddüt etmeden kısa bir zaman sonra eski îstanbulun yadigârlarından bir antika #apı olacaktır diyebiliriz. (Ocak 1947).

Bibi.: REK ve Muzaffer Esen, Gn.

AŞARİYE CAMİİ — Beşiktaşta Yıldız mahallesinde, kendi adını taşıyan caddenin üzerindedir. Bu caddeye Çırağan caddesi (Beşiktaş tramvay caddesi) kavşağından girildiğine göre yirmi otuz adım ileride sağ kola düşer Methal kapısı yine kendi adını taşıyan çıkmaz sokak üzerindedir (B.: Aşariye caddesi; Aşariye Camii çıkmazı). Asıl mâbed geniş-

Beşiktaşda Aşarîye Caddesinde ahşab evler, 1947 (Resim: Salih Sinan)

AŞARİYE CAMİİ

1096


istanbul

ANSİKLOPEDİSİ

1097 —

ASES



«Çanakçı limanı Mescidi der kurbu Beşiktaş — Bu nıescid fevkanidir, banisi Nazır Hüseyin Ağadır, evvelâ Kaptanı Derya Kara Mehmed Paşanın sahilhanesi ittisalinde vâki olup Paşa mescidi halen mevcut olduğu halde kaldırılarak fevkani müceddeden bina edip eski yerini yalısına zam eylemiştir». Bu satırların yazıldığı sırada Çanakçı limanı Mescidi üzerinde tetkikata imkân elvermediğinden kat'î hüküm verilemedi (B.: Çanakçı limanı mescidi). Türk yapı san'atının inhitat devri mahsulü camilerden biri olup minaresi ve ahşap ilâveleri olmasa ilk balasta hattâ camiden ziyade kiliseye benzemektedir. Sağlam İslâm terbiyesi camilerde Kabe istikametinde yapılmış bir mihrap duvarı görmek istiyor. Şirin bir yapı da değildir. Kubbesi sekiz yerinden çatlamış olup bilhassa hünkâr mahfeli üzerine rastlayan çatlak tehlikeli durumdadır. Halen içinde ibadet edilen camilerimizin yapı kıymeti ne olursa olsun yüzüstü "—bırakılmaması millî ve dinî bir şeref meselesi olduğundan Aşariye Camiinin de Beyoğlu Vakıflar Müdürlüğünce tez elden tamir ettirilmesi gerekir.

İkinci Cihan Harbinin buhranlı devrin-

de Toprak Ofisi tarafından işgal edilmek üzere iken zeminin içine konulacak erzakın sik-letine tahammül edemiyeceği anlaşılarak vazgeçilmiştir. Tereddütsüz söylenebilir ki bu işgal vâki olsaydı Aşariye Camii bu satırların yazıldığı sırada bir kat daha harap olurdu.

Methal kapısının üstünde balkon şeklin


de bir büyük mahfel, bunun sağında bir hün
kâr mahfeli ve solunda da bir müezzin mah
feli vardır ki bunlar camiin içine doğru da
ire parçası seklinde iki çıkıntı yapmışlardnv
Mabedin içi beyaz badanalı olup duvar için
de bir höcreden ibaret olan mihrabı, ahşap'
minberi ve ahşap vaaz kürsüsü filizi boya ile
boyanmıştır. Duvarlarda müteaddit levhalar
ve mihrabın iki yanında ikisi orta, ikisi bü
yük dört tane sarı pirinç samdan ve kubbenin
ortasından sarkan bir demir top kandili var
dır. Camiye çok temiz bakılmaktadır. Vak
tiyle kilimlerinin altında gayet
I güzel Mısır hasırları varken Ofisin

* işgal etmek arzusunu gösterdiği

günlerde sökülmüş, sokulurken büyük bir kısmı harap olmuş, geri kalan hasırlar da işgalden vazgeçilmesi üzerine son cemaat ma-

haline ve yukarıda bahsedilen küçük dehlizlere döşenmiştir. Aşariye camiinin kayde değer başka bir hususiyeti yoktur.

l Ocak 1947 de 105 yaşında vefat eden imamı evveli Ziya Aytaç merhum bu camide yetmiş üç sene hizmet etmişti. Bu yıllar boyunca ayni seccade üzerinde namaz kılarmış, sağ ayağını yere kuvvetlice basmak itiyadında olan bu muhterem zatın son yıllarda seccadesinin sağ ayağını bastığı yeri aşınmış ve delinmiş imiş.

Bibi.: REK ve ME, Gn.

AŞARİYE CAMİİ ÇIKMAZI — Beşiktaş merkez nahiyesinin Yıldız mahallesi so-kaklarmdandır. Aşariye caddesi üzerindedir. Başlangıçta kabataş döşeli bir meydancık manzarası arzeder. Caddeden girildiğine göre sağ yanda Aşariye Camii ve karşıda da bir ahşap ev vardır. Sol yanda iki katlı bir beton ev bulunmaktadır ki vaktiyle yerinde ahşap bir mahalle mektebi varmış. Adı Öğrenilenle di. Bu evin yanında sırasiyle camiin abdest muslukları, yanında camiin ayakyolları, yanında bir su hazinesi, yanında camiin mevta gasilhanesi ve sonra büyükçe bir ahşap ev bulunmaktadır. Bu evin önünden itibaren sokak bir den iki insan ancak yanyana geçebilecek kadar daralır ve bir merdivenli çıkmaz olur. İki yanında küçük ahşaplar vardır. Karşıda da büyükçe bir evin kapısında nihayet bulur. (Ocak 1947).

Bibi.: REK ve Muzaffer Esen, Gezi notu.

ASAYİŞ VAPURU (18 numaralı) — -Şirketi Hayriyenin en eski vapurlarından biri; (1281) 1765 de inşa edilmiş, (1282) 1866 da hizmete girmişti; makinesi 90 beygir kuvve-

tinde 139,80 ton hacminde bir vapurdu; (1324) 1906 da şirketin vapur kadrosu içinde görülen Asayiş bu tarih ile (1327) 1909 arasında kadro dışı edilip satılmış veya hurda haline konulmuş olacaktır.

ASES, ASESLER, ASESBAŞI, ASESİ SANÎ — Asesin lügat mânası gece bekçisi, geceleyin kol gezendir; Asesbaşı imparatorluğun eski teşkilâtında İstanbulun zabıta âmirlerinden idi. Aslında Yeniçeri ocağının bölük ortalarından 28 inci ortanın çorbacısı idi. Evliya Çelebi, on yedinci asır ortalarında payitahtın hayat ve idaresinden bahsederken «Asesbaşılığı ve Asesleri Fatih Sultan Mehmed Han ihdas buyurdu. Yeniçerilerin bölük ortalarından ayrılmış beş yüz nefer olup eli asalı muhteşem üsluplu askerdir. Asker arasından çıkan eşkıyayı şeriatın emriyle katletmeğe memurdurlar» diyor. Bundan, Asesbaşının vazifesi, zamanımızın tâbiri ile Merkez Kumandanlığı olduğu anlaşılır; asesler de askerî inzibat neferleri olur. Büyük seyyah bir de asesi sâniden bahseder ki, bunun adî mücrimleri takip ettiği anlaşılır: «Esnaf Asesi sânii bî aman, iki yüz neferdir, tutma, kapma, vurma, kovma, asma, basma, kayıt ve bend adamlardır».

Bir fırsız veya katil idam olunacağı zaman, siyaset meydanının inzibatını Asesi sâ-ni ile adamları temin ederdi. Cuma günleri de, Sadrâzamın Cuma namazına gideceği camiin yolu üzerinde durarak bölük ortası ne-ferleriyle Sadrâzamı selâmlardı. Asesbaşının merasim kıyafeti: Başta yeşil çuhadan çatal kalafat, sırtta yeşile kaplı divan kürkü, ayağında beyaz çagşır ve san yemeni idi. Ases-başılar «Katar, Ağaları» denilen ve on sekiz




Begiktaşda Aşariye Camii (Besim: Salih Sinan),

Asayiş (Besim: Behçet)



ASES (Deli)

— 1098 —


İSTANBUL

ANSİKLOPEDİSİ

— 1099

ASIM



büyük rütbeli zabitten mürekkep olan Yeniçeri ocağı erkânının on yedincisi idi (B.: Katar Ağaları).

MeyhanalerLde Ases başı ile asesler teftiş ederlerdi; bazan para sızdırmak için, ba-zan da ha-kikaten kendini bilmiyecek derecede sarhoş akşamcıları yakalayıp götürürlerdi; biçarelere kâh dayak atılır kâh günlerce mahbeste bırakılıp eziyet edilirdi. Akşamcılıkta ases korkusunu hatırlatarak herkesin evinde demlenmesini tavsiye yolunda söylenmiş beyittir:

Hanede mey nûs eden bilmez nedir havfi ases Pençei şehbâzdan azadedir mürgi kafes

Bibi.: Evliya Çelebi, Seyahatname, I; M. Z. Pakalın, Osmanlı Târih Deyimleri, I.

ASES (Deli) — İkinci Mahmudun ilk saltanat yıllarına rastlıyan yeniçerilerin en azgın devrinde Hasıriskelesinin dolmuşa işliyen kayıklarından birinde hamlacılık yapan bir şerirdir.

Tepedelenli Ali Paşa, îstanbuldaki Kapı kâhyasına biri tanburî biri kemanı iki cariye satın alıp Yanyaya göndermesini emreder. Kâhya da istenilen evsafta iki cariye satın alır. Cariyeler, evvelki efendilerinin ve hanımlarının ellerini öpmek ve veda etmek üzere ihtiyar esirci hatun ile Hasıriskelesinden Boğaziçine giden bir kayığa bindirilir; kâhya, ayni zamanda Bostancı ocağında kayıtlı neferlerden olan kayıkçılara, kadınların bırakılacağı yalıyı da tarif eder. Fakat, kayıkçılar kadınların üzerinde elmas ve cevahire müteallik asım takım ve yanlarındaki bohçalarda da mal olacağını tahmin ederler ve bunlara tamah edip gazbetmeğe, aralarında sessizce karar verirler. Kayıkta bulunan yedi sekiz kadar müşterilerini birer yere çıkardıktan sonra Bebek ile Rumelihisarı arasında sahilden açılıp Boğazın orta sularında, hamlada bulunan Deli Ases, küreği iskarmozdan çıkarıp şimşek gibi bir hareketle iki kürek darbesinde esirci kadın ile cariyelerden birini bayıltır. Bu tecavüzü gören ve kendisini küreğin üçüncü darbesinden kurtarmağa muvaffak olan diğer cariye avazı çıktığı kadar: «Ümmeti Muhammet! Can kurtaran yok mu?!» diye bağırır. Meğer devrin ulemasından Yaldızzade Efendi de yalısına henüz gelmiş, kayıktan çıkmış, üç çifte yağlı piyadesi rıhtımda amade imiş. Cariyenin sesini işitip açıkta da bir kayık görünce tersi yüzüne ka-

yığına binip imdada koşar; etraftan da süratle dört beş kayık daha yetişir. Kadınları kurtarıp mütecavizleri yakalarlar ve Deli Ases ile ayakdası korsanları Rumelihisarı dizdarına teslim ederler, şerirler hemen zindana atılır ve o gece zindanda boğularak idam olunurlar (H. 1224 — M. 1809).

ASILMA DEPOYA GİDER — İstanbulun külhâni ağzında argo tâbirlerden; ilham kaynağı piri peri ve âvâre oğlancıkların tramvay arabaları arkalarına asılması manzarası ile bazı arabalara konulan «depoya gider» levhası-dır; rastlayıp tutuluverdikleri ve kandırarak rastladıkları bir güzelin kimin nesi, hangi meşrep ve tıynette olduğunu bilmedikleri halde tutularak elde etmek için kandırma teşebbüsüne girişmek üzere olanlara asla muvaffak olamıyacağını, boş yere uğraşmamasını ihtar yolunda söylenir; «bu güzel tahmin ettiğin gibi uygunsuz boyundan değildir, terslenirsin, başına iş açarsın!..» manasınadır.

ASILMAK — İstanbulun hâneberduş külhâniler argosunda iki ayrı yerde kullanılır:

1) Sırnaşmak, inat ile ısrar etmek, red


cevaplarına ehemmiyet vermeyip ısrar ile
istemek misâl:

— Gözümü açar açmaz paçoz para diye


asıldı..

2) Eli ile istimna; misâl:



  • Senin Telliyi gördün mü?

  • Ne var?

  • Oğlan çirozluyor be..

  • Asılmaktan!..

ASİLZADE — İstanbulun hâneberduş külhâniler argosunda «muhabbet dellâlı», «pezevenk»; misâl:

  • Şu kızıl saç, çilli, apiko delikanlıyı
    gördün mü?!

  • Tamam..

  • Adı daviddir, azılzâdedir, elindekiler
    hep hanım evlâdı, hem gıcırı üstünde... Ah
    lâk, iffet üzerinde kayıtsız adam, misâl:

  • Yanmdakocası var ulan..

  • Boş ver, asilzadedir...

ÂSÎM — Büyük -Türk ve îslâm şairi Mehmed Akif in «Safahat» inin altıncı kitabı ve bu kitabın kahramanının adıdır. Şair tarafından Fuad Şemsi Beye ithaf edilmiş olan bu nefis eser, (H. 1342) 1923 de îstanbulda Sebilürreşad kütüphanesi neşriyatı arasında

Âmedî Matbaasında basılmıştır. Uzun bir manzum muhaveredir. Eserin baş tarafındaki kayde göre, bu muhavere, Harbi Umumî (Birinci Cihan Harbi) içinde, ve Fatih yangınından evvel, Hocazadenin Sarıgüzeldeki evinde geçer; ve muhaverenin şahısları şunlardır: ,

Hocazade: Merhum Hoca Tabir Efendinin oğlu.

Köse imam: Merhum Hoca Tahir Efendinin eski talebelerinden biri.

Âsim: Köse İmamın oğlu. Emin: Hocazadeîıin oğlu.

Eserde, Mehmed Akif, Hocazadenin ağzından konuşur; «Âsim» devrin manzum bir tenkididir; ve şair, eserin sonlarına doğru, bilhassa Çanakkale muharebesinden bahsederken, İslâm iymânının vecdi ile coşar, insanı hıçkırıklarla ağlatacak ilâhî bir ulviyete bürünür. «Âsım»in birçok yerlerinde, Harbi Umumî İstanbulun da pek canlı tasvirleri vardır.

Köse imam, Sarıgüzelde oturan Hocaza-desini ziyarete gider ve bir baba dostu olarak karşılanır:

— Vay hocam! Vay gözümün nuru efendim, buyurun!

Hangi rüzgârdır atan sizleri?... Lütfen oturun.

Mütehassirdik, ne inayet! Ne kerem!

Öpmedik affediniz...

—. Çok yaşa... lâkin., veremem.

Bütün İstanbulun ağzında gezen elleriniz,

Bize naz etmese olmaz mı efendim? Veriniz. Döktüğün dillere bittim, seni çok sözlü

seni!

Ayda, âlemde bir olsun aramazsın Köseni. Bu herif öldü mü, sağ kaldı mı, derler de,



ayol,

Baba dostuysam eğer kalkıp ararlar bir yol. Yoksa yaşlanmaya görsün, adamın hali ya-

man...


Ne fena günlere kaldık, aman Ailhım aman! Nesli hâzır denilen şey pek acayip bir şey: Hoca rahmetiyle bak, oğluna bak, hey gidi

hey!...


Amma tekdir ediyorsun, canım ilkin ada-

mı..


Bir selâm ver bakalım, böyle Selâmsızdan nü?

— Selâmün aîeyküm,

— Aîeyküm selâm.. Barıştık, yüzün gülsün artık, imam.

— Hele dur, öfkemi tekmilleyeyim..

— Tekmille! Zaten eksik bir o kalmıştı: Hüdâyi sille.

— Sanki dövsen ne yaparsın? Hocayız biz, döveriz..


Gül biter aşk ile vurduk mu..

— İnandım, caiz.



  • Pek cılız çıktı bu «caiz», demek iymanın yok.

  • Dayak «Âmentü» ye girdiyse, benim karnım tok.
    Gül değil, kıl bile bitmez sopa altında!

— Hele!

— Öyle olsaydı, su karşındaki yalçın kelle,


Fark olunmazdı Kızanlıktaki güllüklerden!

Söz gelişi, Köse İmam, Hocazadenin neslini tenkid eder:

Hangi fenîerde teali edebildin, evlâd? Hangi san'atta rüsûhun göze çarpar? Anlat! Ulemâdan mı sayıldın? Fnkahâdan mı?

— Hayır.


  • Ya siyasî mi nesin, kendine bir meslek ayır.

  • Şâirim.

  • Olmaz olaydın: O ne yüzler karası!
    Bence dünyadaki işsizlerin en maskarası.

  • Affedersin onu'

— İmkânı yok etmem, ne demek! Şiire meslek diye oğlum verilir miydi emek? Ah, vaktiyle gelip bir danışsaydın Kösene, Senin olmuştu bugün belki o kırk altı sene.

— Amma pek hırpaladın şiiri..

—• Evet, hırpaladım:

Çünkü merkep değilim, ben de mürekkep yaladım, Ben de tarih okudum; âlemi az çok bilirim. «Şuera» dendi mi, birdenbire oynar sinirim. İyi gün dostu herifler, o ne yardakçı güruh, Dalkavukluktaki idmanları sermayeleri.. Onlar azdırdı, evel, başlıca pespayeleri. Bu sıkılmazlara «methet!» diye mangır sunarak, Ne erâzil adam olmuş, oku tarihi de bak! Edebiyata edepsizliği onlar soktu, Yoksa din namına ahlâka taarruz yoktu. Sürdüler Türke «tasavvuf» diye olgun şırayı Muttasıl şimdi «hakikat» kusuyor Sıdkı dayı! Su cihan boş, yalnız bir rakı hak, bir de şarap; Kıble: Tezgâhbaşı; meyhaneci oğlan: Mihrab.. Git o «Divan» mı ne karın ağnsıdır, aç da onu, Kokla bir kere, kokar misk gibi «Sandıkburnu!»

Sonra zamanın halinden şikâyete başlar:

Bana ne yer kaldı, emin ol, ne de yâr; Ararım göçmek için başka zemin, başka diyar. Bunalan ruhuma ister bir uzun boylu sefer; Yaşamaktan ne çıkar günlerim oldukça heder. Bir güler çehre sezip güldüğü yoktur yüzümün; Geceden farkını görmüş değilim gündüzümün. Seneler var ki harap olmadığım gün bilmem; Gezerim abdala çıkmış gibi sersem sersem. Dikilir karşıma hep görmediğim, bilmediğim; Sorarım kendime: Gurbette mi, hayrette miyim? Tüter üç beş baca kalmış.. O da seyrek seyrek.. Âşinâ bir yuva olsun seçebilsem, diyerek, Sakınırken duyarım gözlerimin yandığını; Sarar afakimi binlerce sıcak kül yığını. Ne o gömgök dereler var, ne o zümrüd dağlar; Ne o çıldırmış ekinler, ne o coşkun bağlar.


Yüklə 5,51 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   78   79   80   81   82   83   84   85   ...   91




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin