266 rcshn, 67 plâ, terfta; -ve metin AfiDd* is yaprak renfcsâs, I yap h



Yüklə 5,51 Mb.
səhifə84/91
tarix27.12.2018
ölçüsü5,51 Mb.
#86796
1   ...   80   81   82   83   84   85   86   87   ...   91

T. Yılmaz Öztıuıa

ÂSIMBEY SOKAĞI — Aksaraym Çakır-ağa mahallesi sokaklarmdandır. (B.: Çakıra-ğa Mahallesi) Küçük langa caddesi (Aksaray -Samatya tramvay caddesi) ile Sineklibahçe sokağı arasında bir toprak yoldur. Cadde kavşağından yüründüğüne göre, evvelâ iki araba genişliğindedir; Manastırlı Rifatefendi sokağı ile teşkil ettiği dörtyol ağzından öte yarıya yakın daralır, sonra yine genişler, yine daralır. Kışın, çamurdan geşilemiyecek bir haldedir. İki kenarında ikişer üçer katlı olarak yapılmış apartımanlar, büyük Aksaray yağın ye rinin bir parçasını imar etmiş bulunmaktadır ve hâli vakti yerinde Türk ailelerine mesken olmuşlardır; bu binalar arasında kalmış arsalar da, İkinci Cihan Harbi buhranının sona ermesini bekler gibi görünüyor (Şubat 1947).

İsmail Ersevim

ÂSÎM EFENDİ (Celebizade İsmail) — On sekizicı asır âlim ve şairlerinden, Osmanlı Vak'anüvislerinden; Şeyhülislâm, (H. 1096) 1684 de İstanbulda doğdu. Babası Reisülküt-tab Küçük Çelebi Mehmed Efendidir. Âsim Efendiye Çelebizadelik buradan gelir. Yirmi dört yaşında medrese tahsilini bitirdi. Müderris ve Şeyhülislâm İsmail Efendiye damad oldu. Sırasile Yenişehir, Bursa, Medine ve İstanbul kadılıklarında bulundu. (H. 1135) 1722 de Sadrâzam Damad İbrahim Paşa tarafından Müverrih Raşidin yerine Vak'anüvis tayin edildi. Yedi sene bu vazifede kaldı, bu zaman zarfında devrinin ilim ve eğlence hayatı içerisinde yaşadı. Çırağan safalarını, helva sohbetlerini, Sâdâbâd eğlencelerini • hem tarihinde, hem de şiirlerinde yaşattı:

Nevbahârm gerçi seyri gülşeni sahrası var Zevki sermanın veli ondan dahi âlâsı var GüMüzdeki hurşid rûlar cilvesi germâbede Sîne ber sîne yatıp bir pister içre sübhadek Yârden kâm almağa bais şebi yeldâsı var

Mensup olduğu İlmiye mesleği hayatında her zaman elinden gelen iyiliği esirgemedi. Bununla beraber isinde ve vazifesinde çok dürüsttü. Zamanının içtimaî bir derdi olan hediye ismi altında rüşvet almaktan uzak yaşamağı bildi. (H. 1172) 1758 de Koca Ragıb Paşanın Sadrazamlığı zamanında Şeyhülislâm oldu.

Şeyhülislâm olduğu vakit yetmiş altı yaşında idi. Meşihatde ancak sekiz ay kadar kalabildi; 1759 (H. 1173) da vefat etti; şu ölüm tarihini şair Nevres söylemiştir:

Asım İsmail Efendi kıldı Firdevsi mekân H. 1173

Asım İsmail Efendi Molla Güranide Re-is-ül-etibba Kazasker Ömer Efendi medresesi bahçesinde gömülüdür. Hicrî 1134 (1721) yılından Hicrî 1141 (1729) yılı sonuna kadar olan vak'aları yazan tarihi, divanı, münşeat'ı kendinden sonra kalanlara bıraktığı yadigârlarıdır.

Asım Efendinin divani Hicrî 1268 (1851) de Ceridei Havadis matbaasında taş basması olarak basılmıştır. Âsim Efendinin yazdığı mektuplar kendisine kâtiplik eden Lutfullah Efendi tarafından bir mecmua halinde toplanmıştır. Bu mektuplar da 1286 da Sahaf Esad Efendi tarafından basılmıştır. Bu kitaptaki tezkereler onun herkese iyilik yapmaktan hoşlandığını, fakat icabında bilhassa lâik ol-mıyanlar hakkında iltimas tavassutunda bulunanlara karşı çok sert ve ağır cevaplar verdiğini gösteriyor.

Bibi.: Hayat Mecmuasında Prof. Ali Canibin makalesi.

ÂSÎM EFENDİ (Mütercim Aymtablı Ah-med) — On sekizinci asrın ikinci yarısı ile on dokuzuncu asrın ilk yıllarında yaşamış büyük bir Türk dilcisi, şair ve vak'anüvis; tarihimizdeki ölmez şöhreti, Arap ve fars dillerinin hazineleri yerinde olan iki büyük lügati, arabçadan Mecdüddin Firûzâbâdî'nin «Kaamûs» unu, farscadan da Hüseyin Tebri-zî'nin «Burhanı Kaatı'» mı, tam salâhiyetle, te'lif'den farksız bir emekle tercümesine dayanır; kendisine «mütercim» unvanı da za-



ÂSÎM EFENDi (Mütercim)

1106


İSTANBUL

ANSİKLOPEDİSİ

— 1107

ASIR KÜTÜPHANESİ





manından sonra dilimize yaptığı bu büyük hizmetinden ötürü verilmiştir.

1755 de Ayin-tabda doğdu. Babası, o zamanlar Sark kültürünün

,>

merkezlerinden biri olan bu şehrin seçkfın ulemasından mahkeme başkâtibi Seyyid Meh-med Cenânî Efendidir ki kabri Ma-raş'm Pazarcık o-



''. r ı

Mütercim Âğım Efendi

(Resim: Nezih) vasmda bulunan

Semerkantlı Şeyh Osmanm torunlarmdandır. İlk feyz kaynağı münevver aile muhiti oldu; islâmı ilimlerle sağlam ana dilini ve arabca ile farsçayı çocukluk çağından öğrenmeğe başladı; yetişmesinde Hoca Abdullah Necib Efendi ile Şair Kilisli Mustafa Ruhî Efendinin büyük tesirleri oldu; henüz yirmi yaşlarında iken memleketinin ilim ve edebiyat mahfillerinde seçkin bir sima oldu; babasının yerine mahkeme kâtibi oldu, oradan vilâyet divanı kâtipliğine alındı; 1789-1790 arasında Ayintabda Fevzipaşa vak'ası denilen karışıklıkta eşyası ve kitapları yağma edildi ve kendisi Kilis'e kaçtı; oradan ailesi ni memleketine yollayıp kendisi îstanbula geldi. 34 - 35 yaşlarında bulunuyordu; ve geçim endişesi içinde idi; tek güvendiği emsal ve akranı ile ölçülemiyecek derecede yüklü olan malûmatıydı.- Büyük şehirde hami bulmakta güçlük çekmedi; evvelâ, devrinin zekâsı ile ve irfanı ile mümtaz bir siması olan kadıa&ker tatarcık Abdullah Efendinin nazarı dikkatini çekip (B.: Abdullah Efendi, Tatarcık); tercümesme 1891 de başlayıp bitirmek üzere bulunduğu «Burhanı kaatı'» ı 1896 da bu zatın delâleti ile Üçüncü Sultan Selime arzetti. îlîm sayısı büyük Padişah mütercimi şanına lâyık şekilde taltif etti; müderris oldu ve kendisine, döşeli dayalı bir ev satın alınıp ihsan edildi. Fakat Pad-şahın bu teveccühü, mimarlarının kullandığı unvanı ile Ayıntablı Asım Efendiye bir takım düşmanlar kazandırdı; başta Şeyhülislâm Atâullah Efendi ile bir hemşehrisi, Ayıntablı Hoca Münib Efendi kendsini çekemediler; Padişa-

hın gözünden düşürmeğe çalıştılar. 1802 de hacca gitti; Medinede eski muallimi Abdullah Necib Efendi ile karşılaştı; bu zat Âsim Efendiye «Kaamus» tercümesini teklif etti, hac dönüşünde memleketine uğrayıp ailesini alarak îstanbula gelişinin hemen tezine bu mühim işe başladı. 1807 de Amir Efendinin yerine devlet vak'anüvisi tayin edildi. Ertesi yıl İstanbul, Üçüncü Sultan Selimin tahtından çekilmesine varan kanlı yeniçeri ihtilâline sahne oldu; düşmanları Atâullah Efendi ile Hoca Münib Efendi bu ihtilâlin körükçüleri idiler; yeni Padişah Dördüncü Mustafa-nm zamanında meydan kendilerine kalmıştı; ilk isleri Âsim Efendiyi açıkta birakmak oldu. Köşesinde birikmiş parası olmadığından derin bir sıkıntıya düştü; evi yandı, bir felâket oldu. Fakat Alemdar Mustafa Paşanın hükümet darbesi ile bu yaman düşmanının şerrinden halâs oldu. Durumunu süratle düzeltti, Sultan Mahmudun teveccühünü kazandı, yanan evinin yerine kendisine Üsküdarda bir konak ihsan edildi. Kaamus tercümesini de bitirip 1810 da Padişaha takdim edince itibarı fevkalâde yükseldi. Üç büyük cild olan eserin, padişahın iradesiyle 1814 de Devlet Matbaasında tab'ma başlandı, basla 1817 de tamamlandı. 1819 da Üsküdardaki konağında öldü; Karaca Ahmed mezarlığının Harmanlık denilen yerine defnedildi.

Vak'anüvis olarak bıraktığı Osmanlı Tarihi iki küçük cild halinde basılmıştır; tab'ı tarihi tespit edilememiştir; 1791 - 1808 yılları arasındaki vak'aları ihtiva eder. Ağdalı bir dille yazılmıştır; hâdiseler okuyanlar için yorucu kelime oyunlariyle nakledilmiştir. S

Eserleri:

l — Tibyânı nâfi' der tercemei bürhâni Kaat'ı; 2— El okyânûsül basit fî tereemeti! Kaamûsil muhit; 3— Muhbirül takdis bi hu-rûci tâifetil fransis (Fransızların Mısırı işgali üzerine El-ebertî-nin arabca târihinin terce-mesi); 4— Merâhül meâlî f î şerhi kasîdetil emâlî (islâm akaidi üzerine arabca bir kasidenin tercemesi); 5— Tercemei siyerül Ha-lebî; 6— Tuhfei lûgaatı arabiye (arabcayı kolay öğretmek kasdi ile yazılmış manzum bir eser); 7— Târihi Âsim; 8— Tarihi içinde basılmamış kalem kalıntıları (Osmanlı Tarih Encümeni Mecmuasında neşredilmiştir).

Bibi.: İnönü Ansiklopedisi; İ.A. Gövsa, Türk meşhurları.

ÂSIMPAŞA KONAĞI — İkinci Mahmud Türbesi karşısında, geçen asrın büyük yapılarından aşı boyalı bir konaktı; bu satırların yazıldığı sırada, tramvay caddesinden, Türbenin tam karşısına rastlayan Piyerloti caddesine girerken sol köşeye rastlayan arsanın yerinde idi ki, kış ve yaz yeşil kalır taflan ve emsali bodur nebatlarla tezyin edilmiş olup sahibi tarafından mevkiin şanına lâyık bir bina yaptırılıncaya kadar göze batmaması için şenlendirilmişe benzer.

Âsımpaşa Konağı Büyükşehrin, bugün maalesef yok olmuş tarihî binalarından biri idi. Türkiyede, ilk kulüp, Yeni Osmanlıların «Meşen» i Mısırlı Mustafa Fazıl Paşa tarafın dan bu konakta açılmıştı. Vakanüvis Lütfi Efendi, Hicrî 1287 (M. 1870) vekayii arasında şu bendi yazar:

Küsadı kulüp

«Avrupada kulüp tabir olunur encümeni ülfet ve mecmui fazili ünsiyet için Deraliyyede öyle bir encümen küşadı (bizde kahvehaneler taşralarda köy odaları vardır ki bunlar da ülfet yerleridir, farkları, şampanya yerine pekmez ve nar-dek şerbetleri, isparmeçet yerine çira ışıklarıdır) beynelvükelâ tezekkür olunmuştu, muahharen bunun için Sandıkçılarda Âsim Pasa konağı bilistiear levazımı istihzar olunarak Ramazanı şerifin ilk akşamı Şûrayı Devlet Reisi Kâmil ve Mehmed Rüş-dü ve Maliye Nazırı Fazıl Mustafa Paşa ile sair vükelâ hazır oldukları halde küsad olundu. Û gece saat beşe kadar her vadiden musahabat ile imrarı vakit olunmuştur. (Mutanza); Ramazanı şerifin ilk gecesi küsad olunduğuna nazaran Ramazanı şerif ile teberrük olunmuş olur fakat teravihlerin nerede eda olunacağına dair söz geçmemiştir».

Lütfi Efendinin istihfaf ile bahsettiği bu

kulübün ne kadar devam ettiği bilinemiyor. Vakıflar idaresinin eski kâtiplerinden İzzet Efendinin anlattığına göre, 1908 de Meclisi Meb'usan, Ayasofyadaki Evkaf Nezaretinde açılınca, Evkaf Nezareti Âsımpaşa konağına taşınmıştı; 1912 ye kadar orada kaldı, bu tarihte Sadeddinpaşa konağına naklederek Âsımpaşa konağına Darülmuallimi Aliye (Yüksek Öğretmen Okulu) taşındı. Vefa lisesi riyaziye muallimi İbrahim Hakkı Sayar 1324-1325 yıllarında bu yüksek mektebin talebesi iken Âsımpaşa konağında bulunduklarını söyler. Yine İzzet Efendinin notlarına göre bu konak Pierre Loti ve Claude Farrer adına bir âbide yapılmak üzere istimlâk edilmiş, yıktırılmış, fakat taşkın hisler, zaman ile fikir selâmeti ve mantığın şükran borçları ölçüsüne düşünce bu âbideden vazgeçilmiş. Âsımpaşa konağı arsasının, bu satırların yazıldığı sırada kime ait olduğu tesbit edilemedi.

ÂSÎM US — (B.: Us, Mehmed Asım).

ÂSÎM YESÂRÎ _ (B.: Arsoy, Mustafa Âsim Yesârî).

ASIR KÜTÜPHANESİ — Geçen asır sonlarında Bayazıdda Tavukçular içinde küçük bir kitapçı dükkânı idi; Ahmed Rasim, gençlik hâtıraları arasında burasını şöyle tarif ve tasvir eder:

«Kitapçı kocaman kafalı, esmer, benim gibi bodur, şişmanca Kirkor namında biri idi... Kirkor kütüphanesi ki, bilâhare Asır namını almıştı; burada da Abdülâziz Han devrini takib eden ilk senelerden sonra münteşir asar bulunurdu. Cüz cüz çıkan romanlara, Ha-zinei Evrak gibi mevkut mecmualara da muhakkak olarak tesadüf edilirdi. Bu.ktüphane-den içeri girildi mi, solda ancak sahibinin sığabileceği kadar geniş tezgâhımsı bir masa vardı; kitapçı bu sıkışık yerde omuzlarından kesik bir vaziyet alırdı. Duvarlar göz göz idi. Biraz durdunuz mu, kapıdan bir kafa görünür:



  • «Cellâd» in kaçıncısı çıktı?

  • Altıncısı!

  • Aldım.

Der kaybolur, ardı sıra da ikinci bir kafa daha görünür:

  • Sende Dürûbu Emâl var mı?

  • Kimin?

ÂSİTÂNE

__ H08 —


İSTANBUL,

ANSİKLOPEDİSİ

1109 —

ASKERÎ MEKTEPLER




  • Şinasinin!

  • Yoktur.

O da çekilir, üçüncüsü zuhur eder:

  • Dünkü Vakit var mı?

  • Sarafim Efendi kıraathanesine bakı
    nız... Cevabını alarak dönerdi». (Muharrir, şa
    ir, edib) Ahmed Rasimi muharrirliğe teşvik
    edenlerin başında bu kitapçı Kirkor gelir (B.:
    Ahmed Rasiın).

ÂSİTÂNE — Farsça bir isim olup lügat mânası: Kapı eşiği, dergâh, hükümdar sarayı, payitaht, mahal, mevki, mevzi, yer, evliya merkadi, tekkedir; Büyükşehir İstanbulun da isimlerinden biridir; Asitânei Saadet, Âsi-tânei Saltanat, Asitânei Devleti Aliyye ve bundan kısaltılmış olarak Asitânei Aliyye şekillerinde kullanılır. Aşağıdaki satırlar, tarih kaynaklarımızdan alınmış örneklerdir;

«Zikri bazı vukuatı müteferrika ve icmali ahvali Asitâne —... ve yine bu: esnalarda marazı mühliki veba bâ emrillahi teâlâ ifratla kesret ve şiddet peyda ettiğinde... Deruni İs-tanbulda bazı cevami ve mesacid ve türbe civarındaki makabir ve bunlara benzer mahalli saire defnolunanlardan başka istanbul kapılarından geçirilen mevta bin beş yüz ve toa-zan iki bin adetlerinde olup:..» (Şanizade; Hicrî 1227 vakayii arasında).

«Rebiülevvelin sekizinde Sahi Acem elçisi gelip yirmi beşinde Geylan hâkimi Ahmet Han dahi Asitânei sahi cihana iltica edip geldikte ayanı devlet alay ile iskeleye varub tâ-zimen istikbal edildiler» (Naima, Hicrî 1001 vekayii arasında).

«Vürudi Mehmed Ali Paşa be Asitâne — Mısır valisi Mehmed Ali Paşa nıuktezayi sıdkı ubudiyeti üzre Derâliyeye gelip huzuri şahaneye rûsayi ubudiyet niyetinde bulunduğu tarafı Padişahiden istihbar olunmakla...» (Lûtfi; 1262 vekayii arasında).

«Amedeni rûusi eşkıya be Asitânei Saadet —... Otuz bir adet kelle ki evvelâ pişva-yı eşkıya olan Celâli Vezir Abaza Hasan Paşa ve biri dahi Tayyar Mehmet Paşanın ekber evlâdı Vaîii Şam Vezir Ahmet Paşa... biri dahi biraderi Raka Beylerbeyisi Mustafa Paşa... Ve biri dahi Vezir Sarı Ken'an Paşa., ve biri dahi Deli Ferhat Paşa ve biri dahi oğlu Yahya... rûusi menhusleri dergâhı cihanpenaha arzolundu...» (Silâhdar Fındıklı Mehmed Ağa; Hicrî 1069 vekayii arasında.

«... Boynu eğri (Mehmed Paşa) alay ile Asitânei Devlete girip...» (Evliya Çelebi; on yedinci asır ortası).

Beşiktaşlı Gedaî de, geçen asrın 'bir îs-tanbul civanını medh ederken «âsitanlı» sıfatını kullanmaktadır.:

Çıkardı âlemi hastam yine bir taze gülfemli Gören üftâdenin bağrı hûn oldu gözleri nemli Bakar mestâne mestâne o tıflı mesti nâz demli Meded ey âfeti devran kıvırcık saçlı perçemli

Mücerred âsitanlı adı sanlı dilberi şehri Bilenlerden sual ittimdidiler ismine Servi Kara sevdalara saldı meded ey âşıkı dehri Meded ey âfeti devran kıvırcık saçlı perçemli

ASKANAZ (Mihran) — Tanınmış bir Ermeni müderris ve müellifidir. 1854 de Kadıköy de doğmuş ve 1904 de Mısır'da vefat etmiştir. Berberyan, Mezburya ve Getronakan gibi bazı Ermeni mekteplerinde hocalık yapmıştır. 1896 da Mısıra geçmiştir. İstanbulda 1885 sıralarında basılan üç cildlik mektepler için bir edebiyatı vardır. 1891 yılında ise 22 sayı intişar eden «Dzağik Mankantz» (Çocuklara çiçek) adlı haftalık bir gazete çıkarmışta.

Kevork Pamukçuyan

ASKEPİDİS, ACIKBAŞLAR — Aslen


edirneli olub İstanbulda yerleşmiş bir rum
ailesidir; bu aileden ilk tanınmış sîmâ Niko-
lâki Askepis (Âçıkbaş) dır, evvelâ Tatavlada,
sonra Fenerde, bü
yük Fener yangıî-
nından sonra da
1857 de Bakırkö-
yünde yerleşmiştir;
Nikolâki ve oğuları
o zamanlar yeni
kurulmakta olan
bu köyün ihtiyar
heyeti seçilmişler
dir, Bakırköy rum
mekteplerinin te
sisinde Askepidis
ailesinin büyük Nikola Askepidis

yardımları olmuş- (Resim: Nezih)

tur.

Nikolâki Efendi îstanbulun en eski ec-zahânesi olan Aksaraydaki «Âçıkbaş Eczahâ-nesi»nin müessisidir (B.: Âçıkbaş Eczahânesi), sarayın eczacıbaşılığında da bulunmuştur.



Fenerli Yorgi Mihailidisin kızı Despina ile evlenmiş ve bu izdivacdan beş çocuk sahibi olmuştur.

Teodori Askepidis (Dr.) — Nikolâki Askepis'in oğlu; Askerî Tıbbiyeden mezun olmuş, meslekî tahsili pârisde ikmal etmiş, zamanının şöhretli asker hekimlerindendir. Kabri Bakırköydeki Ayios Yorgios Kilisesi avlusundadır.

Neoklis Sarris

ASKERÎ KANUNLAR VE KANUN ZABİTLERİ — 1908 de Meşrutiyetin ilânından Cumhuriyet devrine kadar, askerî inzibat neferlerine, Büyükşehirde sadece kanun, inzibat zabitlerine kanun zabiti denilirdi, ki bu unvan, payitahttan imparatorluğun her tarafına yayılmıştır; sebebi de, inzibat nefer ve zabitlerinin, üniformalarının hemen yaka altına gelmek üzere ince bir zincir ile üzerinde «Kanun» kelimesi yazılı hilâl şeklinde sarı pirinçten bir plâka asmalarıdır.

İkinci Abdülhamit devrinde ve 1908 den 1918 e kadar geçen devir içinde, bu arada bilhassa Birinci Cihan Harbi yıllarında kanun neferi olmak, İstanbulda bilhassa Galatanm hovardalık âleminde büyük bir imtiyaz sayılırdı, ikinci Abdülhamit devri sonlarındaki Galata tiyatrolarını ve buralardaki kantocu kızları tasvir eden Ahmed Rasim kanunları, gu mahşeri kalabalığın arasında görür:

«Tutgun mu aradınız? Alın size bir gurup daha! Orkestranın kemancısından, mabeyin hafiyelerinden, polis komiserlerinden, sokakta bas suyuna pilâv satanlardan, kumpanya aktörlerinden, salcı Iraniden, mektepli efendilerden, Tophane lülecilerinden, gözü açılmamış mirasyedilerden, Haddehane beylerinden, nişanları kollarında birinci ve ikinci sınıf tulumbacı reislerinden, Karagümrük, Edirnekapı, Balat, Sulumanastır, Samatya... kopuklarından, Boğaziçi dalyancılarından... Bahriye neferatından, Nizamiye çavuşlarından, askerî kanunlardan, Galata kaldırımları sakinlerinden, kahveci çıraklarnıdan, Karadeniz uşaklarından, mavunacı, kürekçi esnafından., mürekkep bir güruhi enbûh!..» (Muharrir bu ya).

Kanunlar, Büyükşehirde, yalnız ordu efradının inzibatını temin ile kalmaz, bilhassa, askerî mektepler talebesinin tatil günlerindeki tavır ve hareketlerini de şiddet ve dikkatle

takip ederlerdi. Bu mektepli gençlerin dolaşması yasak olan Galata ve civarında bir çocuğun veya delikanlının kanun tarafından yakalanması, en az bir muvakkat tard cezasına mal olurdu ve o çocuk veya genç, arkadaşları arasında bednam olurdu.

ASKERÎ MEKTEBLER — Ankara hükümet merkezi olduktan sonra çoğu Ankara-ya ve Türkiyenin başka şehir ve kasabalarına nakledilmiş olan Türkiyenin bütün askerî mektepleri ilkin İstanbulda kurulmuş olduğu için bunlar hakkında bu Ansiklopedimizde kalemine emanet edilen bu maddede evvelâ kısaca, mekteplerin isimlerinde de, sıraları geldikçe gereken tafsilât ile izahatı verilecektir.

Biraz aşağıdaki açılış tarihleri sırası ile bahsedeceğimiz askerî meslek mekteplerin den önce her ne kadar İstanbulda kumbara-hâne, Kılıçhane ve Tophane adlarında ve bir kısmı Avrupalı mütehassıslsar tarafından idare olunan mektepler de varsa da bunlar daha ziyade amelî mahiyette idiler, amelesi, işçisi asker adı altında çocuklardan, gençlerden mürekkep orduya pratik adam yetiştiren askerî atölyeler, imalâthanelerdi.

• Kumbara gibi, top gibi harp âletlerini, yapmayı, dökmeyi öğretirlerdi. Comptes de Bonneval ile Baron de Tott (Kumbaracı Ahmed Paşa) bu mekteplerde çalışan Avrupalılardandır.

On sekizinci yüz yılın sonlarına gelinceye kadar İstanbulda dinî tahsil müessesesi olan sibyan mektepleri ile medreselerden, başka olarak müsbet ilimleri ve bir meslek bilgisini öğretecek mektepleri açmağa ancak askerî zaruretler ve ihtiyaçlar sebep olmuş ve ilk defa donanma ihtiyaçlarını karşılamak için hicrî 1187, milâdî 1773 de şimdi «Deniz Harp Okulu» dediğimiz Mühendishânei Bahrîi Hümâyun açılmıştır.

Hemen 1184 (milâdî 1770) de Rus donanmasının baltık denizinden kalkıp Akdeni-ze gelerek Ege sahillerini ve Çeşme limanında demirli bulunan Osmanlı Donanmasını yak ması, o zamanki Osmanlı hükümetini idare edenler arasında evvelâ hayret uyandırmış, sonra bundan ibret alınarak donanmamızın yeni usulde talim görmüş gemicilerle deniz zabitlerine muhtaç olduğu teslim edilmiştir. Bahriye efradının ve zabıtanmm yetiştirilme-

ASKERÎ MEKTEPLER

1110 —


İSTANBUL

ANSİKLOPEDİSİ

— 1111 —

ASKERÎ MEKTEPLER




si için de Kasımpaşadaki Deniz Hastahanesi-nin yerinde bu yeni mektep açılmış ve az sonra bu mektep Kasımpaşadan Heybeliadaya naklolunmuştur.

Mühendishânei Bahrü Hümayunun açılışı o devrin namlı vezirlerinden ve gençliğinde yaman bir korsan olan Cezayirli Gazi Hasan Paşanın derya kaptanlığı zamanına rastlar (B.: Hasan Paşa, Cezayirli Gazi), îyi bir tesadüf eseri olarak Cezayirli Seyyid Hasan adında türkçeden başka fransızca, ingilizce ve italyanca bilen bir de baş muallim bulundu; bu zât Türkiyede modern metodlarla muallimlik yapan ve garbın yeni bilgisi ni öğreten ilk Türk muallimi olmak şerefini haklı olarak kazanmıştır. Sonraları donanmada riyale rütbesiyle kaptan olan Seyyid Hasanın meslek hayatını aydınlatmak maarif ve Millî Müdafaa Vekâletleri arşivlerinde uğraşanlara düşen vazifedir.

İstanbulda açılan ikinci askerî meslek mektebini, şimdi «Topçu Okulu» dediğimiz Mühendishânei Berrîi Hümâyun'dur; açılısı hicret 1210, milâdî 1793 yılma rastlar. Bu mektepte Karadenizde harp edecek topçularla istihkâm zabitlerini yetiştirecekti. Bunun da ilk açıldığı yer Eyyubda Bahariyededir. Sonra Tersaneye, yani Kasımpaşaya, daha sonra da Halıcıoğlunda hâlâ duran binaya götürülmüştür.

Bu devirlerde Hendese, bizde matematiğin umumî adı olduğu için bu bilgiyi öğreten mekteplere «Mühendishane» adı verilmiştir.

İstanbulda bu mektepler açılıp talebe yetiştirmeğe başlandıktan sonra Mısır Valisi Mehmed Ali istiklâl sevdası ile bir çok yeniliklere bas vurduğu sırada bu mekteplerin bir eşini Mısırda da açmış olduğu gibi henüz İstanbulda açılamamış olan meslek mekteplerini de kendi vilâyetinde açmıştı Tıbbiye ve Harbiye mektepleri bu suretle îs-tanbuldan önce Mehmed Ali Paşanın Mısırda açmış olduğu meslek mekteplerindendir.

Bundan dolayıdır ki Mısırda açıldıktan bir sene sonra hicrî 1242, milâdî 1826. da îstanbulda askerî mahiyette «Tıbhânei Amire» ve «Çerrahhânei Mamure» adlarındaki mektepler Şehzadebaşmda Eski Odalar denilen Yeniçeri kışlasının tulumbacı başı konağı kısmında açılmıştır. Bu mekteplerde harpte

yaralanacak erlerle subayları tedavi edecek cerrahlarla tabipler yetiştirilecekti.

Mısır valisi, piyade zabiti yetiştirmek üzere hicrî 1232 milâdî 1806 da «Harbiye Mektebi» ni açmış ve buna hicrî 1241, milâdî 1823 de «Erkânı Harbiye» sınıflarını da ekliye-rek Miralay Sev adında (ki sonraları Süleyman Paşa adını almıştır) bir fransız zabitinin himmeti ile yetiştirmiş olduğu kültürlü zabitlerin idaresindeki ordusunu- Padişahın ordusu üzerine saldırtmış ve mağlûbiyetten mağlûbiyete uğratmıştı; son defa olmak üzere hicrî 1249, milâdî 1824 de Kütahyaya kadar gelerek orada Osmanlı imparatorluğunun merkezi olan îstanibula gidip Osmanlı hanedanını da devirmek üzere iken Sultan Mah-mudun Rusyadan istimdad ettiğini gören ingiliz ve Fransız hükümetlerinin müdahalesi neticesinde durdurulmuş olması o zamanki hükümet adamlarının dikkatini Mısır ordusu üzerine çekerek piyade zabiti yetiştirmek için de bir mektep açılmasına karar verilmiş ve şimdi «Harp Okulu» .dediğimiz Mektebi Ulûmi Harbiye hicrî 1250 ve milâdî 1834 de açılmıştır. Şu halde İstanbul harbiyesi Mısır-dakinden 18 sene sonra açılabilmiştir.

İstanbul Harbiyesi ilkin Üsküdarda Selimiye kışlasında açılmış, sonra Beşiktaş Sarayı içindeki Çinili Odalara taşınmış, oradan Maçka kışlasına (Şimdiki Silâhhâne binasına) nakledilmiş ve en sonra da Pangaltıdaki binaya götürülüp orada yerleşmiştir.

Harbiye açıldığı sene içindedir ki Muzi-kai Hümayun Mektebi açılarak asırlardan beri devam edegelen Mehter muzikası terk edilmiş ve bu mektebin idaresi, çoğu İtalyan olan garblı muallim ve mütehassıslara bırakılmıştır. Bu mekteplerin açıldığı tarihlerden bugüne kadar takip ettikleri terakki ve tekâmül safhalarını burada bahis mevzuu etmi-yeceğiz (B.: Deniz Harp Okulu; Harbiye Mektebi).


Yüklə 5,51 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   80   81   82   83   84   85   86   87   ...   91




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin