266 rcshn, 67 plâ, terfta; -ve metin AfiDd* is yaprak renfcsâs, I yap h



Yüklə 5,51 Mb.
səhifə90/91
tarix27.12.2018
ölçüsü5,51 Mb.
#86796
1   ...   83   84   85   86   87   88   89   90   91

Yalın ayağında nâfini şimşir Gözleri ahudur bakışları şîr Mercimek aşını aman tez pişir Kapılmadan çırak kavak yeline

Çorba tası eline pek yaraşır Ona bakan bütün gözler kamaşır Hased konu komşu başını kaşır Bakmadan kafasındaki keline

Ahlatın iyisini yirmiş ayı İki ayaklısı bu aşçı dayı O zâlimin elinde arslan payı Vurulsa lâyık celiâd çengeline

AŞÇI İSKAMBİLİ — Bir kâğıt oyunudur, karışık hesapları, ,zekâya dayanan incelikleri olmadığı, herkes tarafından kolaylıkla öğrenildiği ve umumiyetle içşi ve amele ve esnaf kahvehanelerinde oynandığı için İstanbul ağzında bu adı almıştır. Konçina denilen üçlü, dörtlü, beşli ve altılıları çıkarılmış otuz altı kâğıtlık deste ile oynanır; çift yani iki,

dört ve en çok altı kişi oynar; oyuncular ikiden fazla olursa ikişer ikişer veya üçer üçer ortak olurlar; ortaklar yanyana oturamazlar Kâğıtların renk ve şekil üstünlüğü yoktur. Sadece sıra üstünlüğü vardır. En kuvvetliden en zayıf kâğıda göre sıra şudur: Birli, ikili, papaz, kız, oğlan, onlu, dokuzlu, sekizli, yedili Oyunun kazanılmasını temin eden sayılı kâğıtlar şunlardır: Birliler on birer, ikililer onar, papazlar dörder, kızlar üçer ve oğlanlar ikişer sayıdır. Oğlana ekseriya bacak denilir. Bütün sayı tutarı yüz yirmidir. Oyun sonunda alınan kâğıtlardaki sayılar sayılır, kim çok almışsa oyunu o kazanır. Bir oyun bir puvandır; bir parti, kararlaştırmasına bağlı, 3, 5, 7, ve ekseriya 11 puvanda biter. Sayı yarı yarıya alınmış ise «pata» denilir; yenik tarafın, bütün sayı tutan olan yüz yirminin dörtte birinden bir fazla yani otuz bir sayı alması lâzımdır, alamazsa karşı taraf iki gider, yani iki puvan kazanır; yenik taraf hiç kâğıt tutmazsa kaput olur; yani galip taraf üç puvan kazanır; yenik taraf kâğıt tutar da hepsi sayısız kâğıt olursa, karşı taraf yine iki puvan kazanmış olur.

Aşçı iskambili ellere alınan üçer kâğıt ile oynanır; kâğıdı karan, sağındaki oyuncudan başlıyarak üçer kâğıt dağıtır, iki kişi oy-nuyorsa yedinci kâğıdı, dört kişi ise on üçüncü kâğıdı, altı kişi ise on dokuzuncu kâğıdı yere açar ve geri kalan kâğıtları, bir deste halinde yüzleri yere gelmek üzere çaprazlama bu kâğıdın üzerine kapar. Yere açılan kâğıt koz olur; yani onun cinsi, o oyun deva-rnmca diğer üç cins. kâğıtları alır. Oyuna, kâğıdı karıp dağıtanin sağındaki oyuncunun yere bir kâğıt atmasile başlanır; ve herkes yere birer kâğıt atar; oyun, yere atılan ilk • kâğıdı kendi cinsinden üstün sayılı bîr kâğıt yahut bir koz kâğıdı ile tutmaktan ve bu arada sayı kaldırmaktan ibarettir. Yere atılan ilk kâğıdı ancak kendi üstün sayılı kâğıdı yahut bir koz kâğıdı tutup kaldırır. Yere oynanan kâğıtlar, oyunu kaç kişi oynuyorsa, herkes kâğıdını oynadıktan sonra kaldırılır, yani dört kişi ise dört kâğıt olarak, altı kişi ise altı kâğıt yerden alınır veya verilir; buna bir el tâbir edilir. Oyun altı kişi oynanıyorsa bir oyun altı el sürer. Birinci el yerden kalktıktan sonra, yerdeki kâğıtları kim tutmuş ise ondan başlamak üzere herkes sıra Ue yerde-



AŞÇILAR VAK'ASI

— 1142 —


istanbul

ANSİKLOPEDİSİ

1143 —

AŞÇI OYUNU (Karagözde)




ki kapalı desteden birer kâğıt çekerek elindeki kâğıtları yine -üçe tamamlar ve yeni ele de birinci eli tutan başlar; ve bundan sonra her yeni ele, ondan evvelki eli tutan başlar Oyun dört kişi veya altı kişi ise, karşılıklı iki tarafın birer oyun idarecisi vardır; bunlara «usta» denilir; oyuncuların ustanın emrine göre kâğıt oynamaları oyuna zevk ve lezzet verir. Ustaların da sadece hüner sahibi değil neşeli, tatlı dilli kimseler olması gerekir. Oyuncular, ellerindeki kâğıtları karsı tarafa hissettirmiyerek bir işaretle ustaya haber verir: Tek gözü kırpmak «koz birlisi var», çift gözü kırpmak «koz ikilisi yar», çene oynatmak «koz papazı», dil çıkarmak «fcoz kızı var», omuz oynatmak «koz oğlanı var» demektir. Aşçı iskambilinin başlıca ıstılahları, oyun tâbirleri şunlardır:

iskambil, koz iskambili (birliler, ikililer, kozun birlisi, ikisili) — Ver iskambilini!... kozdan gayri kâğıdın, iskambilini oyna) — Bacak kır, kız kır, papaz kır! (kozun bacağını, kızını, papazını oyna). — Geç!., (karşı tarafın oynadığı kozun büyüğünü oyna) — Sayı ver!



  • Boş ver! (Ençok iki sayı, yani bir bacak
    ver...) — Su boş ver!.. ((H'ç sayı verme) —
    Tutulma!., (yerde kozun birlisi veya ikilisi
    yattığına göre bu kâğıdı almak için bir evvel
    ki eli karsı tarafa vermek..) — Tutuluyorum!.

  • İskambil vereceğim!... — Kaputa gitmek

  • İkiye dönmek — Helvacı kâğıdı!., (elimde
    ne koz ne de bir sayılı kâğıt..) — Çektin mi
    haber ver! (kozun birlisini veya ikilisini çe
    kersen haber ver!) — El tutmazsınız — Ge
    lin güvey etmek (karşı tarafın elinde bulu
    nan koz ikilisini kaçırtmayıp koz birlisiyle
    almak) — Pata sürmek (diğer oyunda bir gi
    den iki, iki giden üç puvan saymak).

• . Aşçı iskambili, kalabalık ailelerde kah-
.yehanelerde, bilhassa kış geceleri ve Rama
zan geceleri teravihten sonra oynanır. Or
taklar da değiştirilmez, oyunda acemilikleri
ve ufak tefek ihmalleri, hataları görülse de
bir oyuncu, ertesi akşam ayni ortakları ta
rafından bilhassa davet edilir. Basit olduğu
kadar tatlı oyundur, hele oyuncular neşeli in
sanlar olursa pek hoşça bir zaman geçirilir
Esnaf çırakları, kendi has ustalariyle oyuna
oturmuş ise asla karsı tarafta yer alamaz,
iendisi daha güzel de idare etse oyun usta
lığını da ustasına bırakır. Burhan Olker

AŞÇILAR VÂK'ASÎ — Hicrî 1000 yılı zilkadesinde (1592 ağustosunda) Büyükşehir-de meraklı dedikodular uyandırmış bir vak'a-dır. Saray aşçılarından biri sarhoşluk halinde bir yoldaşına tabanca çekmiş ve kundağı ile vurmağa başlamış; beriki de tavuk te-mizliyörmüş, elinde bıçağı mütecavize saplayıp öldürmüştü; suç öldürene yüklenip Padişah asılmasını emretmişti; fakat diğer saray aşçıları, adam asılır asılmaz «emir yerine geldi!» diye ipine bıçak çalıp kesmişler, mahkûm baygın bir halde yere düşünce üstüne bir köhne hasır örtüp kaldırmışlar, Aihır-kapıdan bir kayığa koyup güya defnetmek üzere Üsküdara geçirecek olmuşlardı; lâkin kayık daha sahilden ayrılmadan actamda hayat eseri belirmiş, siyasetten geldiği için kayıkçı karşıya geçirmeğe cesaret edememişti Aşçılar ile kayıkçı arasında bir çekişme başlamış, vakıa derhal saraydan duyulmuş, bütün saray mutfakları halkı: Hay meded! Der-dimendin suçu yok idi.. Hak Taalâ hayat verdi!... Affedilmek gerekir!» diye ayaklanmış, bunun üzerine kaatil aşçı tekrar Divanı Hümayuna götürülmüş, divanda yapılan tahkikatta mahkûm asılırken ipin ilmiği yerini bulmadığı, bunun da hile ile kasit eseri olduğu anlaşılarak kısasta İsrar edilmiş ve bu sefer boynu vurularak idam olunmuştu.

AŞÇI OYUNU (Karagözde); KARAGÖZÜN AŞÇILIĞI — Karagöz aşçı Bolulu Me-miş Ustanın yanında aşçı çırağı oluyor. Dükkâna külhanı ile Yahudi malzeme getiriyorlar. Sonra aşçıya gelen müşteriler Mösyö Ka-rolin, Tiryaki, Mestan Ağa ve yaşmaklı bir hanım.

Bir gün bir tesadüf eseri olarak yaşmaklı bir hanım aşçı dükkânına geliyor. Dükkânda -bir hayli muhabbet ettikten sonra, yaş-maklı( hanım Karagözün sanatının maharetine binaen Karagöze tatlı yaptırmak istiyor. Karagöz peki yaparım diyor. Hanım Tatlının evde yapılmasını istiyor. Fakat Karagöz bir türlü razı olmuyor. Hanım güç hal ile Karagözü kandırıyor. Yalnız sizden bir ricam var bizim eve muttassıl bir komşu var fena kalpli bir adam, bizim eve yabancı bir erkeğin girdiğini görürse bin türlü kiylükal eder. Bir takrip kadın kıyafetinde seni eve 'sokarım. Karagöz yine müşkülât çıkarıyor. Fakat sonunda Karagöz yine razı oluyor.

Şimdi (dördüncü perde açıldıkta sahnede Karagöz yaşmaklı kadın kıyafetinde hanımla karşı karşıya gelirler).

Muhavere:

— Hanım Aşçı başı ben size korkacak
bir şey yok demedim mi? Bak işte eve bir şey
kalmadı.

Karagöz — Eve bir şey kalmadı ama dizlerimde duracak hal kalmadı. Titreye üt reye köpek ısıtmasına tutuldum..

Hanım — Her ne ise rica ederim. Bazı talimat vereceğim kusura bakma.

Karagöz — Vay demek, daha atlanacak hendekler var ha! Ben yavaş yavaş feraceyi çıkarayım.

Hanım — Hayır canını korkacak bir şey söylemiyeceğim. Yalnız eve girdiğiniz vakit evvelâ bir kadını taklid edeceksiniz.

(Şarkı ile nâra atarak Bekri Mustafa gelir)

— garkı —

Bir gemim var salıverdim engine Bezirganlar aman tahta vurur dengine Şimdi rağbet güzel iîe zengine

Nakarat


Gel tutu dillim amanı aman sevdada müşiil hal olar Son görüşmemiz ama aman eîbet kiylükal olur

Bekri — Di gidi felek, di gidi felek.. (Nâra atar)

Karagöz — O ne o.. Gök gürlüyor galiba yağmur mu gelecek! Şemsiye de yok.

Hanım — Eyvah aşçıbaşı iş şimdi ber-bad oldu.

Karagöz — Ne gibi sanki biraz ıslanırız Şeker değiliz a..

Bekri — Sende hiç utanma arlanma yok mu* annenden izinsiz sokağa çıkıyorsun..

Karagöz — Bu kim? Yağmurdan evvel fırtına çıktı Allah vere yelken kapatmasına uğramasa idik.

— Hanım A... Ağabeyeiğim. Nasıl izin


siz annam söyledi de ben öyle çıktım.

Bekri — Ne isin var? Ne için çıktın bakayım.

Karagöz — Adamakıllı bir mantar at ikimiz de sıfırı tüketiriz ha..

Hanım — Annem bir aşçı istedi ben de kolcuya gittim bu kadını buldum eve götürüyorum.

Karagöz — Ne halt ettin küçük hanım böyle söyliyeceğine şunu al öldürüver de daha iyi..

Bekri — Mademki öyledir sen git aşçı kadını ben alır getiririm.

Hanım — Pek iyi ağabeyciğim (Hanım gider).

Karagöz — Küçük hanım kuyruğu kurtardı. Kapana biz tutulduk.

Bekri — Ne söyleniyorsun kart karı Un-kapanında bez mi dokuttuk dedin?

Karagöz — Hayır Zeyrek yokuşunda fırtınaya tutulduk dedim.

Bekri — Denizde değilsin ya ayağın karada ne korkuyorsun.

Karagöz — Karada ama ayağım kayar da çirkefe düşerim diye korkuyorum.

Bekri — İster düş, ister kalk.. Şimdi ne yemekler Mirsin onu söyle. Ben adama bedava para vermem.

Karagöz— (Korku ile) yalan bulmalı. akşam âlâ tabana kuvvet kaçamak çorbası.. Yolunu bulursam savuşmak helvası.. Kaça-mazsam döğüşmek yahnisi...

Bekri — Bunlar ne biçim yemekler ben ömrümde böyle yemek ismi işitmedim..

Karagöz — Sen rakıdan başka ne bilirsin.. Bunlara et'ımâi firariye derler..

Bekri — Bu yemekleri Feriköyünde mi yerler!

Karagöz — Hayır, Şişlide kavga ederler.

Bekri — Ben bu kadar kalın sesli öküz gibi bağıran karıya tesadüf etmedim.. Şu yaşmağını aç bakalım.

Karagöz — Ben zaten işin falso olacağını biliyordum. Şimdi ne yapmalı?..

Bekri — Hadi ne duruyorsun açsana!..

Karagöz — (Kadın taklidi ile) A.. Ayol nâmahremim kadın kısmı sakakta yüzünü açar mı, hem üstüme varma iki canlıyım..

Bekri — Dur öyle ise (Bekri zorla yaşmağı alır Karagözün yüzü meydana çıkar) vay Karagöz (Nâra atar)

Karagöz — Benim kabahatim yok tatlı yapmağa giderken işin en acısına rastgeldiik.

Bekri — Ben şimdi seni tatlı tatlı âhire-te yolcu ederim de böyle edebsizlik etmeği öğren..

Karagöz — Vaz geç... Tövbeler olsun bir daha böyle bîr şey yapmam.



AŞCIYAN (Aram)

1144 —


istanbul

ANSİKLOPEDİSİ

— 1145

AŞI BOYASI (Kırmızı)




Bekri — Ulan ben sana soluk aldırmazdım ama bizi temaşaya tenezzül eden zevat huzurunda hakaret etmek haddim değil defol, gözüm görmesin.

(Bekri ve Karagöz)

(Karagöz eski kıyafetiyle Hacıyvadla karşı karşıya gelirler).

Hacıyvad — Karagözüm geçmiş olsun.

Karagöz — Allah miistahakmı) versin (Hacıyvada tokat)

Hacıyvad Yıktın perdeyi eyledin viran. Yine sahibine haber vereyim hemen.

(Hacıyvad).

Karagöz — Her ne kadar sürci lisan ettimse affola.

Nâşid Baylâv

AŞCIYAN (Aram) — Ermeni matbaacı ve gazetecisidir. 1855 de Gedikpaşa'da doğmuş ve 1909 da Kadıköy'de vefat etmiştir.

1878 de Sümbüllü Han'ın zemin katında ve bilâhare Yusufyan Hanında birer matbaa açmıştır. Bir müddet de «Aşçıyan ve şeriki» namı altında Eğya Dındesyan'la birlikde bir matbaa işletmiştir. Tabettiği bir kitaptan ötürü hapse mahkûm olup matbaası da kapatılmıştır. 1896 da Varna'ya gitmiş oradan da Rumanya'ya geçmiştir. Meşrutiyette İstan-bula avdet etmiştir.

Aram Aşçıyan 1882 de «Indanik» (aile) adlı yarım aylık ermenice bir mecmua neş-retmiştir. 1883 — 1888 yılları zarfında neşredilen «Labder Tiokinyan» «Diojen» in feneri) adlı ermenice mizahî haftalık bir gaze tenin de sahip ve müdürü olmuştur.

Kevork Pamukçuyan

AŞCIYAN (Bedros) -— Namlı Ermeni gazinocu ve meyhanecilerden; Çenberli-taştakî küçücük dükkânı bilhassa Basın mensuplarının uğrağı olmuş, Bedros da kalem ve fikir adamlarına hizmeti, kazanç kaygusundan tamamen sıyrılarak kendisine b^r şeref bilmiştir. Hoş sohbet, tatlı dilli, müşterileri arasında bulunan muhitinin ayak takımını ve bilhassa bunların içinde de dikenli, bir iki kadeh içtikten sonra mütecaviz olan hayta güruhunu idare etmesini bilir, müşterilerinin çoğu tarafından adından ziyade «şişman», «şişko» diye hitaba uygun derecede mülâhham, göbekli ve bakarken gözleri daima şehlâlaşır, muhak-

kak ki çok sevimli, mesleğinin ehli adamdır 1891 de Samatyada doğdu. Tokattan gelerek İstanbulda tavattun etmiş Hacı Mak-sud adında bir kundracmın oğludur. Üç se-. ne kadar Türk mahalle mektebine devam etti, askerliğe heves ederek henüz on yaşında iken Meşrutiyetin ilk yılında, 1909 da Yıldızdaki Jandarma Efradı Cedide mektebinin ikinci bölüğüne kayodulundu; 1911 de on iki yaşında bir çocuk nefer olarak Çanakkale •kumandanlığına bağlı Ezine'nin Kösedere karakoluna gönderildi. Trablusgarp harbi, Balkan harbi ve Birinci Cihan harbi yıllarını (1911 1918) Ezine'de, Ankara Jandarma posta karakol kumandanlığı emrinde, Antalyada acemi taburları muallim jandarma neferliğinde, tekrar asıl kıt'ası olan Ezine karakolunda ve Ayvacıkda geçirdi. 1918 mütarekesinin imzalanması üzerine çavuş rütbesiyle tezkere alarak İstanbula geldi; İş hayatına atıldı, evvelâ bir rakı imalâthanesinde çalıştı; İs-tanbuldan işgal kuvvetlerinin çekildiği sırada Florya'da «Türk Yuvası» adı ile bir yer açarak meyhaneciliğe başladı; ancak yaz mevsimleri faaliyette bulunan bu gazino kendisini- tatmini edemediği için kaljabalık bir semti tercih mecburiyetinde kaldı, Kadıkö-yünde iskele civarında «Tokat Lokantası» adıyla içkili bir yer açtı; 1935 de Kalamışta Hulusi Beyin köşkünün altını tuttu, geceleri Şişman Ahmed ve Bahaddin Efendilerin Karagöz ve Kukla oynattıkları bu yeni gazinosu ile keyf erbabı arasında ilk büyük alâkayı topladı; 1936 da, Kalamış gazinosunu işletmekte devam ederek Çen-berlitaşta ikinci bir meyhane açtı ve kısa zamanda «Şişman» İstanbulda şöhret oldu.

1939 da Kala-


mıştaki gazinoyu
başkasına devrede
rek bütün faaliye
tini Çenberjlitaşta-
ki dükkânda top
ladı ve burada Bedros Aşçıyan
1957 yılma ka- (Resim: Nezih)

dar on beş yıl çalıştı. 1957 de Çenberlitaş civarının istimlâkinde dükkânı yıkıldığından açıkta ve işsiz kaldı. 1959 da altmış yedi yaşında ve geçim kaygusu içinde yeniden bir yer bulabilmek için çırpınıp dolaşmakta idi. İstanbul Basın tarihinde unutulmıyacak yerlerden olan Çenberlitaştaki dükkânın âhirete göçmüş müşterileri arasında Ömer Riza, Mah-mud Yesârî, Ali Naci Karacan, Sami Karayel, Senih Muammer, Hüseyin Sehsüvar, Hamami-zade İhsan, Feridun Osman, Hikmet Münif, Jleşad Fevzi, ilk hatıra gelen isimlerdir.

Yunus Nadi merhum da bir defa, tedavi için Avrupaya son hareketinin arifesinde uğramış, içeride bulunan Ömer Rizaya:


  • Burada olduğunu söylediler, sana ve-
    daa geldim... demiş, Ömer Riza Patronun bu
    kadirşinaslığından fevkalâde mütehassis oİa-
    rak:

  • Niçin zahmet ettiniz, çağırtsaydımz...

Deyince:

— Yo!., demiştir, bu tezgâhın başında


bir katrecik neşe tahsil eden toir fikir ada
mını Yunus Nadi değil, Sultanı Cihan olsa
kaldıramaz!...

Bedros bu* kadeh rakı sunmak istemiş; ona da:

— Sakla, dönüşte, iyileşeyim de...
Demiştir. Bedros, büyük gazetecinin Av-

rupada öldüğünü Cumhuriyet gazetesinde o-kuduğu gün «Sakla., dönüşte!..» iltifadım ha-tırlıyarak hâtırasına hürmeten o gün dükkânım kapamıştır.

AŞCIYAN (Mikayel) — Osmanlı tarihi baklanda birkaç eser bırakmış bir müellif-dir. Ondokuzuncu asrın ortalarında doğmuştur. Patrikhane Tedrisat Heyetinin tavsiyesi üzerine, 1886 da, Ermeni mekteplerinin ihtiyacı için 127 sahifelik bir «Osmanlı Tarihi» adiyle yeni bir eser daha neşretmiştir ki ikinci cildi 1890 da tabedilmiştir. Bu eserin birinci cildinden, Aşçıyan'ın Meclis-i Mearif-i Umumiye'ye âza olduğu anlaşılmaktadır. İkinci tabı 1900 de çıkan 96 sahifelik muhtasar bir Osmanlı tarihi de mevcuddur.

Kevork Pamukçuyan

AŞHANE SOKAĞI — Eyyubun Nişan-eımustâfapaşa mahallesi sökaklarındandır; Ahmedçelebi sokağı ile Abdürrahmanşeref-bey caddesi arasında uzanır. Mukavves dir-

sekli bir sokakta. Ahmedçelebi sokağı kavşağından yüründüğüne göre, sağa kıvrılan mukavves dirseğe kadar kaba taş döşeli bir merdivenli yokuştur. Bu yokuşun tam karşısında 39 uncu İlkokulun yerleştiği büyükçe bir ahşap ev vardır. Onun yanındaki 7 numaralı ahşap ev ise, iki kat üzerine, kutu gibi bir yapıdır ki, İstanbulun en küçük, fakat gayet şirin pitoresk yapılarmdandır; hayatın, tevazu içindeki saadet ve lezzetinin örneğidir, pencereleri saksılarla bezenmiş, karsı bayırlara, daha geride Eyyub sırtlarına harikulade bir nezareti vardır; sahibi Mustafa Kayman da evi kadar şirin, çiçek meraklısı bir zattır. Sokağın bu noktası, artık bir bayır üstüdür: Ahmedçelebi sokağı en az beş metre kadar aşağıda kalır ve Mustafa Kay-man'ın şirin evceğizinin önü oldukça büyük bir arsadır ki, üzerine bir villâ yapılmağa değer. Aşağı vadinin ve karşı bayırın sokak ve bahçelerinde oynaşan ve kendileri görünmeyen çocukların sesleri, hele sümbüli bir havanın akşam garipliği içinde bülbül seslerinden farksızdır (ekim 1946). Aşhane Sokağı bundan sonra, Abdürrahmanşerefbey caddesine kadar, hemen dümdüz devam eder. Yakın mazide pek mamur olduğu aydın olarak görünen bir semtin temiz, sessiz bir sokağıdır; sağ kolda Aşçıbaşı Camii kavşağı köşesinde ve Aşhane sokağına nazaran bir set üstünde Aşçıbaşı Camii vardır; cami geçilince, sağ kol, gözün alabildiğine mezarlıktır; yol kenarında, çatısı çökmüş, içinde bulunan 7 mermer sanduka dağılmış, baş ve ayak taşları ise tamamen yok olmuştur.

Bibi.: REK ve Muzaffer Esen, Gezi notu. AŞI BOYASI (Kırmızı) — Kırmızı ve sarı (ocre rouge, ocre jaune) iki çeşit olup, kırmızı aşı boyası, İstanbulun ahşap yapı devrinde en makbul ev boyası olmuştur; ki bu satırların yazıldığı sırada. Büyükşehrin siması süratle değişirken, aşı boyalı ahşap evler de pek azalmış bulunuyordu. Kırmızı aşı boyasına madenciler türabi olijist (oligiste ter-reux) derler. Kırmızı toz halinde, kısmen kil ile karışıktır. Terkibinde susuz demir üç ok-sid bulunur. Memleketlerimizde Bursa ve Ankara vilâyetlerinde çıkar; -bundan kırmızı yazar kurşun kalemi yapılmaktadır, ayrıca boyacılıkta da kullanılır. Ahşap evlerin dışında kullanılan kırmışı aşı boyasına yumur-

AŞIK (Tahsin)

— 1146 —


İSTANBUL

ANSİKLOPEDİSİ

1147 —

ÂŞIKLARMEYDANI CADDESİ




ta akı, bazan da yumurta sarısı ve tutkal karıştırılır. Evlerin içinde, tavan telvininde kullanılan aşı boyasına da çiy bezir, neft ve üs-tübeç karıştırılır.

Surûri'nin «Hezeliyat» ında aşı boyasî hakkında şu zarif beyit vardır:

Burnu işîerken kanamış idi nakkaş ustanın Surh idüb ol han ile torağı âşu koymuş ad

Naşid Baylav

ÂŞIK (Tahsin) — 1946 şubatında Bey-kozda aşk yüzünden işlenmiş bir cinayetin failidir; bu facia İstanbul gazetlerine şöyle aksetmiştir:

Beykozda «aşk» adına bir cinayet işlenmiş, bir işçi sevgisine mukabele etmiyen namuslu ve evli genç bir kadının kanına girmiştir.

Katil, iki yıl önce doğduğu memleket olan Cidede bulunduğu sırada 19 yaşlarında Fatma adında güzel bir kız görerek münasebet tesisine çalışmış, fakat kızdan bir karşılık görmemiştir; evlenmek maksadiyle Fatmanın ailesine 'başvurmuşsa da bu teklifi de reddedilmiştir.

Bu arada, Fatma evlâdlık olarak yanlarında bulunduğu ailenin çocuğu ile evlendi-rilmiştir. Tahsin, sevdiği kızın artık evlenmiş olduğunu hiç nazarı itibare almadan yine kadınla münasebet tesisine çalışmış; bütün tekliflerinin reddedilmesine rağmen Fatmanın yolunu gözetlemeğe devam etmiştir.

Bir gün, genç kadının geçeceği yeri öğrenen Tahsin Âşık, burada beklemeğe başlamış ve Fatma geçince önlemiştir. Fatma, aşığının tekliflerini yine reddedince Tahsin kızı alıp kaçırmış ve tam beş gün dağlarda gezdirdikten sonra takibine çıkan jandarmalar tarafından yakalanmıştır.

Bu hâdise üzerine. Fatma ve kocası, İs-tanbulda bulunan ve Beykoz Deri Fabrikasında çalışan akrabalarının teklifini kabul ederek Cideden şehrimize gelip Beykoza yerleşmiştir.

Cidede kayıkçılık yapan ve yirmi bir, yirmi iki yaşlarında bulunan Tahsin Âşık, bu ayrılığa daha fazla tahammül edemiyeceğini anlamış o da İstanbula gelmiştir.

Delikanlı, kısa bir araştırmadan sonra Fatmanın Beykozda oturduğunu ve deri fabrikasında isçilik yaptığını anlamış, bir müd-

det sonra kendisi de isçi olarak ayni müesseseye girmeğe muvaffak olmuştur.

Fatma fabrikanın kırk birinci ve Tahsin de otuz üçüncü kısmında çalışmaktadırlar.

Ayni çatı altında bulunan sevgilisi Fat-mayı biran önce görmek için Tahsin derhal faaliyete geçmiş, çok geçmeden sevgilisini bulmuştur.

Bu sırada Fatma,'kocasından ayrı bulunmasına rağmen, Tahsinin bütün tekliflerini yine reddetmiştir.

Karşılık görmeyen askıyle bir mecnuna dönen Tahsin Âşık, bir gün öğle paydosunda havanın güzel oluşundan faydalanarak Beykoz çayırına gitmiştir. Feci akıbetinden habersiz, Fatma da biraz sonra birkaç işçi ar-kadaşiyle birlikte ayni yere gelmiştir.

Tahsin, Fatmayı hemen yanibaşında gülüp eğlenir görünce derya! yaklaşmış ve:

— Fatma, artık bana inan, gel, benim ol!

Diye son bir birleşme teklifinde bulunmuştur; fakat genç ve güzel kadın âşıkına cevap vermeği bile lüzumlu görmemiştir.

Bunun üzerine delikanlı bıçağını çekerek Fatmanın üzerine atlamış, müteaddit yerlerinden vurmuş; kadın pek az sonra ölmüş, firara teşebbüs eden katil de az sonra yakalanmıştır. Bu cinayet o azamanlar Beykozda ve fabrika işçileri arasında büyük heyecan uyandırmıştır.

ÂŞIK (Tektelli Sazşairi Cemal) — Zamanımızın şöhretlerinden bir kalender; halk arasında Aşık Cemal diye tanınmış olup, lâkabını soyadı olarak tescil ettirmiştir. 1875 e doğru îstanbulda doğmuştur; müteaddit zevceleri ve bunlardan doğmuş birçok çocuğu olan Evkaf Baş Mümeyyizi Trabzonlu Kanbur Mustafa Beyin oğludur. Babasını küçük yaşta iken kaybetmiş, üvey ana ve üvey baba elinde klâsik tahsili ihmal edilmiş, serazâd büyümüş, pek genç yasında da Kocamusta-fapaşa civarında Ramazan Efendi dergâhına, intisap etmiş; bu sıralarda da, bir baba dostu olan Selanik Evkaf Muhasebecisi Ahmed Fahreddin Beyin kızı ile evlenmiş, Selâniğe gitmiştir. Henüz on dokuz yaşlarında bulunan Cemal, kaynatasının ısrariyle Mektebi idadiye başlamış, fakat bîr taraftan da yine tekkelerden ayrılamamış, bu arada esrara alışmıştır. Bu hali aile geçimsizliğine sebep

olmuş, kalenderane hürriyetin her türlü elem ve ıztırabını, mazbut aile refah ve saadetine tercih eden genç adam, bir gün bir hiç yüzünden çıkan kavga ile karısını ve küçücük oğlunu terkederek İstanbula dönmüş, îstanbulda da, babasından kendi hissesine düşen mühimce bir mirası tasfiye ederek postunu tekkeye sermiş, esrar tiryakiliğine bir de.ayyaşlık katarak coşkun dalgaların üstünde nereye gittiğinden bihaber bir tahta parçasına dönmüştür. Birgün, şeyhinin Te-pebağı köşkünde, Muzaffer Bey namında bir zat kendisine beş telli bir saz hediye etmiş, ötedenberi saza, âşıklığa hevesi olan Cemal da: «Gönül bir, dost bir, Allah bir!» deyip sazın dört telini çıkarmış, nihayet, tesbit edi-lemiyen hayat fırtınalariyle Büyükşehrin so- , kaklarına düşmüş, omuzunda sazı, göğsünde «Tek telli saz şairi Âşık Cemal» levhası, semt semt, kahvehane kahvehane, üst baş dökük, perişan dolaşmağa başlamıştı; ve bu hal yıllarca, bütün meraretiyle devam etmişti. Bazan muhatablarınm görünüşüne göre, ma'h-fuzatını karıştırıp bozarak, yahut sanat kıymetinden mahrum tuluat yollu şeyler (şiirler?) söylerdi. Aşağıdaki satırlar bunlardan bir örnektir:


Yüklə 5,51 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   83   84   85   86   87   88   89   90   91




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin