266 rcshn, 67 plâ, terfta; -ve metin AfiDd* is yaprak renfcsâs, I yap h



Yüklə 5,51 Mb.
səhifə89/91
tarix27.12.2018
ölçüsü5,51 Mb.
#86796
1   ...   83   84   85   86   87   88   89   90   91

«Aşçı dükkânları 1908 den sonra hem şeklini değiştirdi, hem de azaldı. Tatlıcıların tavuk ve pilâv, börek boğaca satmaları müşterileri buralara götürdü. İçkili lokantalar ve mezeciler de bu dükkânların bir kısmının yerine geçti. Bu çeşit aşçı dükkânlarının Ta-vukpazarında son kalan örnekleri yerlerini ya meyhaneye, ya lokantaya bıraktılar, Bü-yükşehirde bu çeşit dükkânlardan birkaç tanesi yalnız Tahtakalede kalmıştır; ki buraların en kalabalık günü pazar günüdür ve en esaslı müşterileri de izinli askerlerdir.»

Hafız İlyasın «Vakayii Letaifi Enderuni-ye» adındaki meşhur eserinde Hicrî 1242 (M. 1826) yılı vakayii arasında İkinci Mah-mud devrinin sarayı hümayun aşçıları hakkında şu malûmat vardır:

«Sarayı Hümayunun yemeklerini pişiren Nevşehirli aşçıların , evveldenberi hizmetler! mukabelesinde hiçbir dirlikleri yok idi ise de zaten kendilerinde insaniyet olmayıp gaayet fena bir gürühi mekruh olmalariyle usulü üzere nizamına bakılmanın yolu bulunamıya-rak taamlar için tahsis olunmuş bunca tâyi-nât ağalan arasında taksim olurdu; hatırlı

hırsız nöbetle mutbağa girdikçe insafsızlığı her şeye ettikleri cihetle gelen beylik yemekler yenmez, maazallahü Taalâ haftalarca aç kalsa adam yine yiyemezdi, öylece getirdikleri yemekleri yine takımı ile geri götürürlerdi. Bâzı kere yemeklere bakan zabitler bu taş yürekli adamlara bahşişler vererek: «Aman koğuş ağalarının yemeklerini olsun bir parça düzeltseniz sevabı mizanınıza dokunurdu!» gibi sözleri iz'ansız kulaklarına ezan perde siyle ilkaa ettiler ise de herifler aldırış etmediklerinden maada pervasızca istihza ederlerdi; sebebi Yeniçerilere arka vermeleri olup sarayı hümayunun zâbitanına ve Silâh-dar Ağaya ehemmiyet vermezlerdi. Yeniçerinin zevaline irâdei ilâhiye taallûk ettiği anda güvendikleri dağlara kar yağınca Silâhdar Ağa tâyinât defterlerini calbettirip ve defter-lerdeki tertibata göre taam pişirmelerini em-redüb çıkardıkları çeşitli yemekleri muayene ve evvelki yemeklerle mukayese etti; görüldü ki koğuş ağalarının ve gerek sairlerinin yemeklerini bu harcın dörtte biri idare ettirdikten sonra fazlasından aşçıların ve tab-lakârların aylıklarını fazlasiyle edadan başka o kadar da hazineye kalacaktır. Eski aşçıların hepsini saraydan kovdu ve yerlerine Menegenli aşçılardan lüzumu kadar adam aldı. Meııegenli aşçılar eski aşçılara nisbet yemeğe lezzet verdiler».

AŞÇÎBAŞIÇAMÎİ SOKAĞI — Eyyubun Nişancımustafapaşa mahalesi sokaklarmdan-dır. Aşhane sokağı ile Alacaçeşme sokağı arasında uzanır; Aşhane sokağından yüründüğüne göre soldan Davudağa Kabristanı sokağı ile bir kavşağı vardır; iki araba geçebilecek kadar geniş, kaba taş döşeli ve bozuk bir yoldur; Aşhane sokağı kavşağının sol köşesinde metruk ve harap olmağa mahkûm Aşçıbaşı Mescidi (B.: Aşçıbaşı Mescidi) ve toprağa gömülmüş taşlariyle meydanımsı bir hal almış mezarlık vardır, sağ kenarında da, hemen hepsi mütevazi gelirli ailelere mesken olmuş ikişer katlı üçer katlı ahşap evler sıralanmıştır. Mezarlık mahalle çocuklannm oyun yeridir. Karşı evler, çamaşırlarını buradaki ağaçlara gerdikleri iplere serip kuruturlar (1946).

Bibi.: REK ve Muzaffer Esen, Gezi notu.

AŞÇIBAŞI ÇEŞMESİ — Vefada Taştek-



AŞÇIBAŞI ÇIKMAZI

1136


İSTANBUL

ANSİKLOPEDİSİ

— 1137

AŞCIBAŞININ EVİ





Eyyubda Aşçıbaşı Mescidi
neler sokağında Mollahüsrev Camiinin avlu duvarına bitişiktir. Klâsik üslûpta, yayvan kemerli bir çeşmedir; lülesi çıkarılmış, uzun teknesi, son tamirinde çimento ile doldurularak bir set haline konulmuştur; acımtırak olan suyu, sağ kenarında geniş bir borudan sokak kenarındaki ızgaralı lâğım ağzına durmadan akar. Biri küçük, biri büyük iki kitabesi vardır; üstündeki küçük kitabede:

Ve minel mâi külli §ey'in hay

alttaki büyük kitabede de:

«Bânii sanisi bu mecrayi âbi tilhin (acı suyun) Aşçıbaşı Mehmed Ağadır. Niyeti hem hâlise gullei vakfiyle de Şakir Hoca tamirini etti icra lütfedib ruhuna oku fatiha. Sene 1317, l rebiülevvel» yazılıdır. Civarındaki fabrikalar amelesi, akşam paydosunda bu çeşme başında yıkanırlar, yük arabaları, •kamyonlar geçtiğinde de, ekseriyetle önünde veya yakınındaki köşe başında durup arabacılar ve şoförler çamurlu tekerleklere, yazın hayvanlara kovalarla su çırparlar, mahalleli mevsiminde marul yıkar, civarındaki Bozdoğan Kemeri kovuklarının sahipleri çamaşırlarını (?!) yıkarlar (1946).

Bibi.: İ. H. Tanışık, İstanbul Çeşmeleri; R. E. K. Gezi notu.

AŞÇIBAŞI ÇIKMAZI — Eyyubun Çezeri-kasını mahallesinde, Abdürrahmanşeref cad desi üzerindedir. Bu caddenin Eyyub tarafından yüründüğüne göre sol koldadır. Bir araba geçebilecek kadar geniş; bozuk, kaba taş

döşelidir. Beş altı metre boyunda sağ tarafı bahçe duvarları sol tarafı ahşap evlerle ke-narlanmış olarak devam eder, sonra bir köşe başı yaparak kıvrılır, ufacık bir meydan teş' kil ederek kendi üzerine kapanır. Araba ve otomobil tehlikesinden tamamiyle uzak olan bu meydan yalnız oradaki evlerin değil, hemen bütün mahalle çocuklarının oyun yeridir (1946).

İsmail Ersevim

AŞÇIBAŞI EVLERİ — On altıncı asırda Veznecilerde, adı tarih zaptına geçirilmemiş bir zatın irad evleridir. Hicrî 982 (M. 1574) de İran Şahı Tahmasb Hanın fevkalâde elçisi, Tokmak Han İstambula geldiğinde 'Acemioğ-lanı Meydanı başında (Veznecilerde) bir konağa indirilmiş, maiyeti de bu Aşçıbaşı evlerinde yerleştirilmişti.

AŞÇIBAŞIMEKTEBİ SOKAĞI — Üskü-darm İnadiye semti sokaklanndandır; înadi-yecamii Sokağiyle Divitçiler Caddesi arasında uzanır, ki devamı, Körbakkal Sokağı adı ile Toptaşına çıkar.

Evleri bir, iki veya üç katlı halkı mütevazı gelirli veya orta hallice, iki araba geçebilecek kadar geniş, kaba taş döşeîi ve bozukça bir sokaktır (1946).

AŞÇIBAŞI MESCİDİ — Sur dışında, Otakçılardan ileride, 1934 Belediye Şehir Rehberine göre Eyyubun Nişancımustafapa-şa mahallesindedir; bu mahallede Aşhane sokağı ile Aşcıbaşıcamii sokağı kavşağı üze rindedir. Hadika-tül-cevamiin kaydına göre ilk banisi Aşçıbaşı Mehmed Ağa isminde bir zat olup kabri mescidinin mihrabı önündedir ve vakfiye tarihi Hicrî 999 (M. 1591) dir.

Zamanımızda görülen bina, dört duvar üzerine -kiremit örtülü bir çatıdan ibaret kagir tıir yapı olup, emsaline nisbetle çok sağlam olduğu halde metruk bir halde bulunuyordu; yalnız pencerelerinin çerçeve ve camları sökülmüş olup. tavandan, çanakları alınmış beş tane çıplak top kandil demiri sallanmakta idi. Mihrap duvarının önündeki kabirler toprağa gömülmüş bir halde idi. Aşhane sokağına bakan sol duvarının yanında dört köşe ve büyük bir kabir taşında müşkülât ile şu kitabe okunmuştur: «Elmer-hum elmağfûr elmebrûr el-âlim el-âmil elfa-zıl Pîr Ali Efendi elmebrûr (?)» bir tarih teşhis edilemedi. Kendi adına nisbetle anılan sokak üzerindeki mezarlığa bakan sağ duvarı önünde de dört kabir mevcud olup, birinin taşı kırıktır; biri Ayvansarayda Hadice Sultan mahalle mektebi hocalarından Seyyid Mehmed Arif Efendi isminde bir zata aittir. Diğer ikisinin kitabelerinden biri türkçe olup şudur;

İtti Davud Ağa rihl«t dünyeden Hoş tuta ukbâda anı ol Cemil El açub Hatif didi tarihini Rahmetini kıl ziyâde yâ CelU

diğeri de arapçadır: kelimei tevhitten sonra:

«Elmerhum Ömer bin Ahmed İmâmüs-sultan Süleyman Han tarihehu sene sittine ve tis'a mia».

Yine o civarda, yere yatmış bir kabir taşnda şu hazin kitabe okunmaktadır:

«Gençliğine doymayan, muradına ermi yen, derdine derman bulmayan, dünya evine girmiyen, validesini hasret koyan çömlekçi merhum ve mağfur Halil Ağanın ruhiyçin fatiha 1225».

Mabedin, Aşhane sokağı üzerindeki avlusunda, abdest almak için konulmuş harap bir taş tekne vardır ki taş levhaların harç ile eklenmesi suretiyle yapılmıştır; içi toprakla

dolmuş, dört cephesindeki dört musluğu da sökülmüştür.

Bina, geçen asır sonlarına aittir; Evkafça ufak ibir masrafla ihyası mümkün, cemaatı az da olsa, Türk ve Müslüman istanbul için yerinde bir iş olur. (1946).

Bibi.: Hâdikatül' cevâmi, I; REK, Muzaffer Esen, Gezi notu.

AŞÇIBAŞI MESCİDİ — Üsküdarda İna-diyede idi; Hadikat-ül-cevamiin kaydına göre Dördüncü Mehmedin devrinde aşçıbaşı olan bir Mehmed Ağa tarafından yaptırıldığı kaydolunmuştur. 1946 da bir sokak duvarı müstesna, mescidden hiçbir eser kalmamıştı. Mahallelinin rivayetine göre, bir ahşap yapıydı, minaresi de ahşap olup çinko kaplıydı; Evkafça kadro harici edilmiş pek harap bir halde bulunurken 1943 de yıktırılmıştır.

Kagir sokak duvarının kemerli kapısı, arkasından yarısına kadar yığılmış toprakla battal edilmiştir; kapının sağında iki, solunda altı pencere vardır; soldaki pencerelerin ortasında bir mermer üzerinde şu kitabe okunmaktadır: «Sabıka Aşçıbaşı merhum ve mağfur Mehmed Ağa ruhiyçin fatiha». Duvarın arkasında birbirine bitişik harap ahşap evlerin kapıları arka sokaktadır.



Bibi.: Hâdikatül cevâmi, II; REK Gezi notu.

AŞCIBAŞÎNIN EVİ — Üçüncü Selimin sırkâtibi Ahmed Efendinin aşçıbaşısı olup adı tesbit edilemiyen zatın evi ki, Bozdoğan-kemeri altında idi; Vak'ai Selimiyede bu hükümdarın bendegânı öldürülmek üzere tâkib edilirken Ahmed Efendi bu evde saklanmıştı; ev ihtilâlciler tarafından basıldığında da, Ahmed Efendi dama çıkmış, karşıki evin damına atlayıp kaçmak isterken etekleri takılıp sokağa düşmüş, vücudu hurdahaş olup ölmek üzere iken bir, acemi oğlanı tarafından başı kesilmişti. Üçüncü Selimin muhaliflerinden Vakanüvis Âsim Efendi, Osmanlı Tarih Encümeni mecmuasında neşredilmiş olan evrakı metrûkesinde vakayı şöylece tasvir eder: «Damın kenarına gelip yalancı pehlivan gibi birkaç kere ellerini birbirine çarpıp ve bir kere dahi yâ Hak çağırıp karşıki dama pertab edeyim derken etekleri yelkuvan tahtasına ilişip sokağın ortasına düştükte bir acemi oğlanı neferi:

Buldum ey ınâh seni gökte ararken yerde

AŞÇI DEDENİN HÂTIRALARI

1138 —


istanbul

ANSİKLOPEDİSİ

— 1139

ASCI DEDENİN HÂTIRALARI




müdafile murdar olmasın deyu derhal bıçak yetiştirip seri maktui yevmi mezburda meydana irsal ve lâşei kelbiyesi ayağına ip takıp yahud ve nasârâya süründürerek Şehzadeba-şında Kavaflar pişgâhında birkaç saat (bırakıp) ve andan yine ayağından sürüyerek meydanı dilâverana nakletmişlerdir».

ASCI DEDENİN HÂTIRALARI — Aşçı

Dede lâkabiyle mâruf Kandillili Hacı ibrahim Bey adında bir İstanbullunun, cemiyet ilmi ve tarih bakımından fevkalâde kıymetli, has mânada orijinal hâtıra defterleridir ki, İs-tanbul Üniversitesi kütüphanesinde Türkçe yazmalar arasındadır; biri noksan olmak üzere iki nüshadır (B.: İbrahim Bey, Aşçı Dede); İstanbul Ansiklopedisinin en kıymetli mehazlarındandır. Bu Ansiklopedinin müellifi Resad Ekrem Koçu, bu defterlerin bir hülâsasını Haber gazetesinde «Bir Mevlevi-nin Hâtıraları» başlığı altında neşretmiştir. Üniversite veya Tarih Kurumu tarafından notlar ilâvesi ile kitap halinde yayınlanması millî kütüphanemize zengin bir kaynak kazandıracak olan bu eserden, aşağıya nakledilen satırlar, bir kıymet belirtmek için alınmıştır:

Süleymaniye Mektebi Rüşdiyesi — 1257 (M. 1841) tarihinde Süleymaniyede vâki Mektebi Rüşdiyeye girdim. 01 tarihte Dersaadet te iki Rüşdiye vardı. Birisi Sultanahmet camii şerifi ittisalinde, diğeri Süleymaniye camii şerifi ittisalinde. Bunların nazırı meşhur îmamzâde merhum idi. Ders ve yazı hocalan mükemmel ve müteaddit idiler. Lâkin Sultanahmet mektebinin maaşı olmayıp ancak yeşil oda, sarı oda, mavi oda namlariyle müteaddit odalar olup lâikile imtihan verenler öyle odalara naklolunurlardı. Ve hem de bu mektepte olan şakirdan paşazade, beyzade olup öyle pek çok derse çalışmazlardı. Süleymaniye mektebi ise bir büyücek kubbeli taş mektep olup Sultanahmet mektebi gibi müteaddit odaları olmayıp ancak birinci hocaya mahsus bir ufak oda var idi. Hem de mektebin dört tarafında bulunan uzun rahlelere mahsus maaş vardı. Bu raflelerin her birini bir sınıf addederek sınıfı râbi ve sâlis ve sâni derlerdi. Meselâ mülâzimlerden ledel imtihan sınıfı râbia geçse onbeş kuruş maaş alır ve sâlis olsa yirmi kuruş alur ve sâni olsa yirmi beş kuruş maaş alur. Buradan ancak

kaleme çırak buyurulurdu. Birinci hocamız meşhur Gürcü Numan efendi idi ki müşarünileyh İmamzâdenin damadı idi; ve gayet âlim, fazıl, mütteki bir zat idi. Beher hafta Salı günleri İmamzâde Efendi mektebe teşrif edüp çocukları imtihan ederdi. İşte leylü ne-har efkârı derslere verüp.bir de sofuluk gelip geceleri namaz ve niyaz ve derse bakmak-lık ile meşgul olurdum.

«Nihayet dersimiz izhar'a çıkıp fakirde on beş kuruş maaş olan sınıfa çıktım, Artık para hevesi de bir başka şeydir. Geceleri saat beşe ve altıya kadar derse bakıp sabahlan dersten evvel arkadaşlarımıza müzakerecilik ederdim. Yani onlara derslerini okutup hoca efendi gibi ders takrir ederdim; işte bu da bir başka meraktır. O kadar değilse de he^ men aşka yakın gaayet tatlı bir şeydir.

«Geçenlerde Adana valisi olup vefat eden meşhur Ziya Paşa merhum, zaten Kandillili olup Kandilli mahalle mektebinde dahi birlikte okumuş idik, işte bu zât de ol vakit Süleymaniye mektebinde idi ve hem de konakları oraya civar idi. Hemşehrilik bu ya, fakiri ziyadesile severlerdi. 01 tarihte hemsin idik, yani on dört, on beş yaşlarında idik... Lâkin o, ol kadar zekî ve ol derece fa-tin idi ki âdeta sual ve cevapta birinci hoca Numan efendiyi durdururdu; binaenaleyh Numan efendinin ziyadesile sevgili bir dâne-siydi. Hattâ bir gün İmamzâde efendi mektepte imtihan ederken bizim dersimize nöbet gelüp; İzharcılar! deyü çağırdılar. İmtihana giderken Ziya Bey yanıma gelüp: İbrahim! Sen kapunun önüne otur, ben perdenin arkasından sana söylerim, imtihan verirsin! Yirmi kuruşluk sınıfa çıkarsın! dedi.

«Fakır de canıma minnet memnun oldum ve öyle yaptım. Çocukların cevap vermediklerine cevap vermeğe başladım. İmamzâde memnun olup; aferin oğlum! deyüp öbürlerinin yüzüne tükürürdü. Sonra bir başka defa dahi sual olup her nasılsa mîrimümâi-leyh sesini biraz ziyâdece çıkarmakla İmamzâde işidüp derhal Numan efendiye hitaben: Perdenin arkasında birisi var, çabuk şu ha-bîsi tutup bana getirin! demesile havfımdan az kaldı'ki pantolona salıvereyim. Numan efendi dışarıya çıkıp sual etti. Anladı ki Ziya Beydir, ele vermemek için: Kimse yok imiş! dedi. îmamzâde: Hayır efendim, ben işitiyo-

rum! dedi.. Tekrar çıkup: Efendim Ziya Bey bendeniz imiş! dedi. İmamzâde: Getirin şu hınzırı! dedi. Zarurî içeriye getirdiler. Falakayı getürüp Numan efendi önüne yatu-rup biçâre Numan efendi, elleri titriyerek yavaşça bir iki değnek urup oradan İmamzâdenin eteğini öpüp: Kulunuza bağışlayın' demesile af edüp falakadan kaldırdılar.

«Sonra İmamzâde fakîre hitaben: Seni sarı çiyan!, işte

«Ders cihetinden Süleyınaniyeliler, yazı cihetinden Sultanahmetliler birinci idi ama bizim içimizde hüsni gibi hattı güzel Ziya Bey var idi...»

Abdülmecid'in son yıllarında kalem hayatı — İmtihandan sonra hangi kaleme gitmek arzu edersiniz diye herkese sordular Fakîre de sordular. Gönlüme ciheti askeriye geldi; çünkü askerlik Cenabı Hakka giden iki yoldan biridir. Seraskerlik kalemlerinden birine çırağ buyurulmamı niyaz eyledim. Beni müsteşar beyefendiye gönderdiler. O da beni o zaman ordular ruznamçe kalemi tâbir olunur kaleme gönderdiler, müdürü Nazmi Efendiydi; doğruca gidüp eteğini öptüm. O da beni İstanbul ordusu mümeyyizi Muhtar efendinin maiyetine verdiler. Mektepten imtihan ile gelmiş olduğum cihetle diğerlerinden fark ve temyiz için yerdeki olan mindere oturtmayıp yukarıda olan minder üzerine oturttular. Şâir mektep arkadaşlarımızın ekserisi Babıâliye gittiler. Ezcümle Ziya Bey dahi Babıâliye çırağ buyurulmuştur. Ziya Bey Babıâliye bir başka ziya ve feyz bahsetmiştir vesselam.

Seraskerlik levazim kaleminde müdürümüz Nazmi Efendiydi. Bu zat Üçüncü Orduyu Hümayun muhasebecisi oldu. 1272 (M. 1856 senesi Rusya muharebesinde Serdarı-ekrem Ömer Paşa merhuma ziyadesile mensubiyet kesbederek âdeta serdar, Nazmi Efendi demek derecesine varmıştı. Bu kalem, İstanbul Hassa ordusile Anadolu ve Ru-

meli ve Arabistan ordularının elbise ve le-vazımatı şâire hesaplarının görülmesine mahsus olup her ordunun bir mümeyyizi ve beş altı maiyet efendisi vardı. Beni İstanbul ordusu mümeyyizi Muhtar efendinin maiyetine verdiler. O zamanlar, eniştem Beşir Ağanın Şehzadefoaşındaki konağı daha satılmamıştı, hepimiz orada oturuyorduk. Mektebi Rüşdiye-de «Mollacâmi» ye kadar ders görmüş ve oldukça lezzet almış olduğumdan dersi terk etmemek için Bayazıd Çamiişerifinde Kara Halil Efendi demekle meşhur fâzıl ve âlim bir zâtin dersine oturup «İzhar» okumağa başladım, İşte sabahları orada ders okuduktan sonra doğruca Seraskerlik kapusundaki kalemime gelirdim. Görmüş olduğum arabî kuvvetile kalemde pek çabuk iş öğrenüp görmeğe başladım. Muhtar Efendi beni fevkalâde sevdi. Müdürümüz Nazmi Efendi de ziyadesile severdi. Rüşdiye mektebinden imtihanla çırağ buyurulduğumdan şâir efendilere tercih ederlerdi. Maaş cîhetile de hatırlıydım. Birkaç seneler bu hal ile geçti. Büyük efendiler sırasına geçtim. Zaten sofu meş-reb olduğumdan sakal salıvermiştim. Bunun asıl sebebi, kalemce âdeta mümeyyiz refiki gibi islere bakardım. Hattâ her mümeyyizin birer «derdest» torbası vardı ki evrak bunun içindedir. Her sabah efendiler sandıktan çıkarıp mümeyyizlerin önüne koyarlar Mümeyyizler açıp kâğıtları efendilere dağıtırlar. Bizim mümeyyiz Muhtar efendi derdest torbasını bana havale etmişti. Gerçi Muhtar efendinin refiki Aksaraylı «Yeniçeri Ağası» tabir olunur Mehmed Efendi namında sakalını boyar bir efendi idiyse de, biçâre hiçbir şeyden haberdar olmadığından, enıekdar-lığı hasebile öyle bir köşede otururdu; ara-sıra derkenar ederdi.

Günlerden bir gün, Müsteşar beyin ağası, beraberinde Osman Bey namında bir çocuğu kaleme getirip müdür Nazmi Efendiye: — Bunu Beyefendi size kaleme çırağ buyurdu! diye bırakıp gitti. Müdürümüz dahi bem çağırıp:

r- İşte Osman Beyi sizin orduya verdim, yer gösterin de otursun! dedi. Ben de önümdeki erkân minderinde yer gösterdim; otur du. Osman Beye şöyle bir nazar ettim, bir şey değil, âdi bir kopil çocuktur. Fakat yazısı zararsızdı. Bir müddet sonra kâğıtları .der

ASCI DEDENİN HÂTIRALARI

— 1140


İSTANBUL

ANSÎKLOPEDİSÎ

— 1141

AŞÇI İSKAMBİLİ




kenar etmeğe başladı. Ben de bütün bütün mümeyyiz refiki gibi oldum. Bazı sual ve cevap için istanbul ordusu meclisine girerdim. Nizamiye muhasebecisi Emin Efendi, müsteşar Nâfi Efendi ve sair kalem müdürleri iş için ekseriya çağırırlardı. Muhtar Efendi yalnız çubuğunu yakıp: — Benim elim ayağım ibrahim Efendidir, Cenabı Hak senden razı olsun oğlum! diyerek çok çok dua ederdi. Adetâ baba oğul gibi olmuştuk. Konağı Üsküdar-da Nuhkuyusunda idi. Ayni zamanda tekke idi, pederi şeyhti. Sonra vefat ederek Muhtar efendi yerine postnişin olmuşsa da kendisi kalemde mümeyyiz olduğundan yerine bir vekil tayin etmiştir. Tekkenin ismine «Kartal-baba Tekkesi»" derlerdi. İşte beni yazın, ekseriya cuma geceleri alıp götürürdü. Cuma günleri de beraber kırlarda dolaşırdık. Cumartesi günü de beraberce kaleme gelirdik. Yukarıda kaleme çirağ edildiğini söylediğim Osman Bey, beş altı ay içinde ma-aşallah birdenbire serpildi; boy bos ve bir başka güzellik peyda etti. Bir Yusufi Sâni oldu. Çocukluk arkadaşım Revânicizâde Meh-med Cemaleddini hatırlardım. Kalem mahalle mektebi değildi. Kalem odasındaki, efendilerin her birinin deryayı aşkta sekiz on kıt'a sefineleri vardı. Osman Beyi kendime yardımcı olarak yanıma aldım. Her gün sabahtan akşama kadar dizimin dibinde oturur, akran 've emsallerinin hiçbirile ülfet ve muhabbet etmezdi. Kendisi o vakit Saffetpa-şa Tekkesinde bulunan şeyh efendiye mensup olup Nakşiye tarikatından idi. Ben henüz bir tarikata dahil olmadığımdan, Osman Bey bana Nakşiye tarikatının ahvalinden bahsederdi. Onu mest ve hayran dinlerdim. Onun sözleri beni tarîkate girmeğe şevketti. Bu aralık Kandillide oturuyorduk. Kayık parası gibi masarifi zaide oluyor, hem de vak-tile kaleme gelemiyorum diyerek o zaman maaşım da idareye kâfi olmağla Lâleli Cami-işerifi karşısında çıkmaz sokak içinde bir ev kiraladım. Yalnız validemle beraber oraya taşındım. Halimde yine bir perişanlık başladı. Dostların İsrarı ile bir şeyhe intisap etmeğe karar verdik.

Tekke hayatı •— O zaman kürsü şeyhi Hasan Efendi Hazretleri, Halveti tarikati şeyhlerinden ve fudalâdan bir zât olup hanesi Lâlelide meşhur Saatçi Emin Efendinin

dükkânının bitişiğinde, bakkalın üzerinde caddeye nazır idi. Saatçi Emin Efendi de Şeyh Efendinin akrabâsmdandı. Evimin yakınlığı hasebile geceleri oraya devama başlamıştım. Her gece ders müzakere eder, ancak pazartesi ve cuma geceleri cemiyeti küb-râ ile evinde mukabelei şerife icra olunurdu. Şeyhe intisap ile aşkımız sükûnet bulacak yerde zikrüllâhm harareti lâteşbih, afyona cila vermek için tiryakilerin şeker yemesine döndü. Saatçi Emin Efendinin Edhem Efendi namında ve benimle yaşıt bir oğlu vardı. Maliye hazinei celilesine devam ederdi. Bana da benzerdi, yani sarı sakallıydı. Lâkin Edhem Efendi tariki nazeninde gaayetle âşı-kı sâdık, âlim, f âdil, söz bilir bir zat idi/Kalender meşreb idi. Beni çok sever, saatlerce yanma alıp muhabbet ederdi. İsmimi «Derviş İbrahim» koymuştu: — Derviş ibrahim.. Âşık!.. Nasılsın gel bakalım biraz aşktan dem vuralım!., diye Saatçizâde ile saatlerce sohbet ve muhabbet ederdik ki, bir dakika bile gelmezdi. İsta bu Edhem Efendinin sohbet ve muhabbetinden mânevi pek çok ahval zuhur edüp Şeyhimize karşı olan aşkımız o dereceye vardı ki bir gün evden yatağımı Hazreti Şeyhin hanesine naklettirdi...

Evden yatağı Hazreti Şeyhin hanesine nakletmiştik ya... Kalemden doğruca Şeyhin hanesine gelip hemen setre pantolonu çıkanp bir uzun entari üzerinde hırka, başımda arâkiye, üzerinde yemeni, ayağımda pabuç, yalınayak dergâha lüzumu olan şeyleri satın almak üzre Lâleli Caddesinde mecnun gibi girip gelirdim. Kalem efendileri görüp ahvay lime taaccüp edüp hayran ve sergerdan kalırlardı. Ben asla aldırış etmezdim. Kendimi bir dilenci şekline koymuştum. Aşk gönlümü o kadar alçaltmıştı ki büyüklük've kibir değil, kendimi insandan bile addetmezdim. Bir şahi-âlicenabın kapusunun kıtmiri olmak isterdim Âkibet yine, gönlümün arzusu üzre oldu.

Gündüz bu hal ile.. Geceleri ise, o dergâhın âdeta hademesi gibi ihvanın hizmet-lerile meşgul idim. Hattâ o derecede hizmet ederdim ki abdesthânelere varmaya kadar temizlerdim. Osman Bey sureta Şeyh Efendiyle görüşmek ve asıl maksadı beni görmek için bâzı cuma günleri mezkûr haneye gelirdi. O geldiği zaman hizmetim bir kat daha artardı».

AŞÇI GÜZELİ — Son yeniçerilerden halk şâiri ve Çardak Yeniçeri Kolluğu çorbacısı Galatalı Hüseyin Ağanın şehrengiz yollu yazdığı destan mecmuasında güzelliğini övdüğü bir esnaf civanıdır. Şâir yirmi dört kıt'alık bu destanında güzelliği ile İstanbulda zamanının şöhreti olmuş ibu gencin adını vermiyor, sâdece çıraklık etdiği aşçı dükkânının Uzun Çarşı boyunda olduğunu kaydederek Alemdar Mustafa Paşanın idam etdirdiği namlı yeniçeri zorbalarından Kahvecioğlu Burunsuz Mustafanın bir vak'asmı naklediyor (B.: Hüseyin Ağa, Çardak Çorbacısı Galata-lı; Mustafa, Kahvecioğlu Burunsuz). destanın Aşçı Güzelini tasvir eden parçaları şunlar dır:

Dükkânlar kurulmuş karşı be karşı Güzeller pazarı bu Uzun Çarşı Bin derde devadır toprağı taşı Gönül verdim* bir aşçı güzeline

Kanarya kuşudur dükkânı kafes İsmi şerifini unutmuş herkes Kimi ipek diyor kimi de canfes Şehzadeler su dökemez eline

Yeni basmış ondört onbeş yaşına Sırma çekmiş iki keman kaşına Tacı şâhî keçe külah başına Nola berdâr olsam kâkül teline

Fildişi üstünde hilâli gömlek Ak dimi çağşırla o misli melek" Gümüş mü biîîur mu o iki bilek Al futayı bağlamışlar beline


Yüklə 5,51 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   83   84   85   86   87   88   89   90   91




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin