ATİLLA KART (Konya) – Anayasa Uzlaşma Alt Komisyonu toplantısını açıyorum.
Değerli konuklarımız hoş geldiniz. Öncelikle geciktiğimiz için özür diliyoruz. Genellikle hafta başı dönüşü olduğu için bunun getirdiği bir aksama oluyor. Onu hoş görünüze sunuyorum.
Efendim, tekrar hoş geldiniz diyorum. Komisyon üyesi arkadaşlarımız Adalet ve Kalkınma Partisinden Karabük Milletvekili Sayın Mehmet Ali Şahin, Milliyetçi Hareket Partisinden Erzurum Milletvekili Sayın Oktay Öztürk, Barış ve Demokrasi Partisinden Diyarbakır Milletvekili Sayın Altan Tan ve Cumhuriyet Halk Partisini temsilen ben Konya Milletvekili Atilla Kart olmak üzere hepinize tekrar hoş geldiniz diyoruz.
Değerli arkadaşlarım, bizim Uzlaşma Komisyonu olarak bu çalışmalarımızda uyguladığımız temel yöntem şu: Geçen hafta içinde kamuoyunda tartışıldığı için onu biraz daha bu vesileyle açmak istiyorum. Burada anayasa yapımı çalışmalarında temel amacımız: Görüş ve düşüncelerini belirten kişi ve kurumların kendilerini baskı altında görmeden, hissetmeden, özgür düşüncelerini, görüşlerini bizimle paylaşmalarını talep ediyoruz. Bu çerçevede de bu yapılacak olan görüşmeler bu yönüyle, bu sebeple gizli nitelikte ve tutanaklara geçiyor. Ama elbette sizler görüş ve düşüncelerinizi kendi kanallarınızdan kamuoyuyla paylaşabilirsiniz. Bunu engelleyen hiçbir yasal, anayasal bir düzenleme söz konusu değil. O sizin takdirinizde olan bir konudur. Çünkü, geldiğimiz süreçte maalesef kamuoyunda, belli bazı kesimlerde şu olguları görüyoruz: Toplumun belirli kesimleri görüş ve düşüncelerini ifade ederken birtakım tereddütler içine giriyorlar. Böyle bir iklimin Türkiye’de hâkim olduğunu, bölüm bölüm, kesim kesim görüyoruz.
Bu tespitlerimizi ifade ettikten sonra düşüncelerinizi ifade etmek üzere sizlere söz veriyoruz. Kırk dakikalık bir süremiz söz konusu. Bunun son beş on dakikasını soru-cevap şeklinde olmak kaydıyla otuz dakika olarak kullanmanız düşünülebilir.
Buyurun efendim.
SİVİL TOPLUM GELİŞTİRME MERKEZİ TEMSİLCİSİ LEVENT KORKUT – Sayın milletvekilleri, Uzlaşma Komisyonunun değerli üyelerini saygıyla selamlarım. Uzlaşma Komisyonunun ve Alt Komisyonun çalışmalarında başarılar diliyoruz. Sivil toplum örgütleri olarak birlikte çalışmaların sürmesinde büyük fayda görüyoruz.
Sunuşumuzu kısaca on beş yirmi dakikada özetlemeye çalışacağım ve ne istiyoruz onun altını çizmeye çalışacağım. İlk başta bir harita vardı. Bu harita dünyadaki demokrasi dağılımının ele alındığı bir çalışma. Demokrasi endeksi uzun bir süredir yıllık olarak rapor yayınlıyor. Bu raporda yeşille görmüş olduğunuz yerler demokrasiler ve yeşilin tonu koyulaştıkça daha nitelikli bir demokrasi anlamına geliyor. Yeşil olanlar için de üç ayrı kategori var. Diğer bir renk sarı. Sarı aslında melez rejimler dediğimiz, demokratik özellikler gösteren, demokrasi olan fakat bu demokrasinin yanında başka özelliklere de sahip olan karma nitelikli, yarı demokrasi denilen ülkeler. Kırmızı ve tonları ise demokratik olmayan ülkeler.
Burada Türkiye’ye baktığımızda sarı renkli ülkeler arasında yer alıyor. Bu konuda iki evrensel endeks yirmi beş yıldır Türkiye’yi düzenli olarak bu grupta değerlendirmiştir, son 1990’dan beri baktığımızda, diğeri de Freedom House tarafından yapılan endeks. Birisi melez sistem olarak değerlendiriyor, diğeri yarı demokrasi olarak değerlendiriyor. Freedom House ayrıca kısmî özgür ülkeler kategorisinde değerlendiriyor. Bu endeksin bir özelliği de ülkelere not vermesi. Burada Türkiye’nin almış olduğu not 10 üzerinden 5.70 küsur. Tabii belli kriterlere göre bunlar yapılıyor, onun detayına girmek istemiyorum ama burada bir tek dikkati çekmek istediğim nokta Türkiye’de klasik demokrasi kurumlarının başarısının daha yüksek olduğu; hükûmet ve performansı ile seçimler ve performansıyla ilgili notların 7 civarında olduğu; buradaki esas faktörün, hükûmet konusunda vesayet mekanizmalarının hâlen sistemde olması nedeniyle hükûmet etkinliğinin zayıf gözüktüğü; bunun kalkması hâlinde, bunun rahatlıkla 10’a çıkabileceği; seçimler ve genel olarak klasik demokrasi kurumlarıyla ilgili konuda ise barajın bu notun biraz düşük olmasında etkili olduğunu söyleyebiliriz. Dolayısıyla bu ilk iki konu aslında Türkiye’nin en başarılı olduğu ve kısa sürede yüksek notlara erişebileceği konular.
Bizim için en endişe verici olan katılım noktası. Günümüz demokrasileri katılımcı demokrasiler ve katılım noktasında Türkiye’nin burada almış olduğu derece oldukça düşük. Bir karşılaştırma yaptığımızda bu notun işte Çin Halk Cumhuriyeti ile Senegal ile Mali ile Nijerya ile eşit olduğunu görüyoruz yani oldukça düşük bir performansa karşılık geliyor. Mesela Sudan daha düşük ama çok da farklı değil. Bu katılımcı demokrasinin bir problem olduğunu söyleyebiliriz.
Sivil haklar alanında hâlâ bir gelişmeye ihtiyaç var, demokrasi kültürü alanında bir gelişmeye ihtiyaç var ama Türkiye’nin en düşük olduğu performans alanının katılımcı demokrasi olduğunu ve notu da bu sayede geriye düştüğünü söylemek mümkün. Bu arada genel totalde 160 ülke arasındaki 89’uncu sırada yer alıyor bu endekste Türkiye.
Demokrasi ve katılımcı demokrasi dolayısıyla işin temelinde ve ekseninde yer alan bir konu. Dünyaya baktığımızda etkili sivil toplum örgütlenmesine sahip ülkelerin ortak özelliğinin demokratik rejimlere sahip olmaları olduğunu görüyoruz. Bir ülke ne kadar demokratikse sivil toplum örgütlenmesi de o kadar güçlü diyebiliriz. Sivil toplum örgütlenmesi için önem taşıyan demokrasiyi bu anlamda rejimin bir ilkesi olarak değil tam da kendisi olarak ifade edilerek vurgulanması gerektiğini düşünüyoruz.
Türkiye’de sayıları -biliyor musunuz bilmiyorum ama- toplam seksen dört bin dernek, altı bin vakıf var, sivil toplum örgütlenmesinin ana gövdesini bunlar oluşturuyor. Bu sayılar aslında diğer ülkelerle karşılaştırdığınızda, özellikle demokratik ülkelerle karşılaştırıldığında çok yüksek değil. Üye sayısı itibarıyla da yedi buçuk milyon civarında da dernek üyesi var Türkiye’de. Toplumun yüzde 10’ununa karşılık geliyor. Hâlbuki mesela Norveç ya da İsveç’e baktığımızda bu ülkelerin nüfusu dört beş milyon olmasına rağmen on beş milyon, yirmi milyon dernek üyesi olduğunu görüyoruz yani bir kişi aslında çok sayıda derneğe üye olduğu için nüfusun beş altı katı dernek üyesi var. Bu açılardan bakıldığında Türkiye’deki dernek, vakıf yapısının henüz istenilen düzeylere ulaştığını söylemek zor. Kaldı ki bu dernek ve vakıflardan özellikle 1990’lı yıllardan sonra kurulanlarının aktif olduğunu ve çağdaş demokrasilerin gereği olan sivil toplum anlayışına sahip olduklarını düşünürsek, çok sayıda dernek ve vakfın da henüz geleneksel çizgileri aşamadığını söyleyebiliriz.
Demokrasi anlamında dolayısıyla bizim öncelikle demokratik bir ortama ihtiyacımız var. Yeni anayasada demokrasinin anayasanın ilk maddesinde ifade edilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Demokrasi bir cumhuriyetin nitelikleri arasında niteliklilik cumhuriyetin kendisi olarak ifade edilmeli. Dolayısıyla burada “Türkiye Devleti demokratik bir cumhuriyettir” şeklindeki bu yazımın demokrasinin rejimin kendisi olduğunu pekiştirecek bir ifade olduğunu düşünüyoruz.
Çoğulculuk bizim sivil toplum örgütleri açısından ikinci üzerinde durduğumuz ilke. Çoğulculuk günümüz demokrasisinin bir başka temel niteliği. Toplumdaki tüm renklerin, grupların, kültürlerin, siyasi süreçlerde dikkate alınması temel hak ve özgürlüklerden etkili bir şekilde yararlanabilmesi, ayrımcılık görmemesi çoğulculuk ilkesinin bir gereği olarak düşünüyoruz.
Burada da mevcut Anayasa’da yer almayan çoğulculuğun rejimin temel niteliklerinden biri olarak bir ilke hâlinde anayasada yer almasının uygun olacağını düşünüyoruz. Bu sivil toplum örgütleri açısından da önemli bir ilkedir çoğulculuk ilkesi.
Benzer şekilde çok kültürlülüğün anayasada yer alması gerektiğini düşünüyoruz. Günümüz sivil toplum örgütlenmesinin renkleri arasında yer alan kültür eksenli sivil toplum örgütlerinin rahat çalışabileceği bir ortamın sağlanabilmesi gerekir. Bunun için toplumdaki farklı kültürlerin teşvik edilmesi, kültüre erişim hakkı, dil eğitimi ve diğer ilgili sosyal ve kültürel haklar anayasada yer alması gereken hak ve ilkeler olarak bizce düşündüğümüz ilkeler arasında.
Katılımcı demokrasi, başta da belirtmiştik, belki Türkiye’de demokrasinin en eksik olduğu alanlardan biri. Çoğulculuğun ve çok kültürlülüğün yanında katılımcılık günümüz demokrasisinin temel niteliklerinden bir diğeri. Katılımcı demokrasi bireylerin ve onlar tarafından yanında katılımcılık günümüz demokrasisinin temel niteliklerinden bir diğeri. Katılımcı demokrasi bireylerin ve onlar tarafından oluşturulmuş siyasi parti, sendika, dernek, vakıf, yurttaş inisiyatifi gibi örgütlenmelerin karar alıcılarla diyaloga geçebildiği, iş birliği yapabildiği, toplumu düzenleyen kuralları birlikte düşünüp kurgulayabildikleri bir ortamı gerekli kılmakta. Şu anda Türkiye’de demokrasinin en önemli sorunlarından birinin katılımcı olmaması olduğu tespitinde bulunuyoruz. Yeni anayasa katılımcı demokrasinin aşağıda sayılan ve çağdaş demokrasiler tarafından benimsenen kurum ve kurallarını benimsemelidir görüşündeyiz. Öncelikle egemenlikle ilgili maddede mevcut Anayasa’daki egemenlik yaklaşımının sivil toplumu ve onun örgütlü yapısını dışlayıcı bir anlayışa sahip olduğunun tespitinde bulunuyoruz. Yeni anayasa egemenliğin halka ait olduğunu kural hâle getirmeli, halkın egemenliğini seçimler, referandumlar ve doğrudan karar alma süreçlerine katılım yoluyla kullanacağı, yasama, yürütme ve yargı organları dışında hiçbir organın halk adına egemenliği kullanamayacağı ilke hâline getirilmelidir diyoruz.
Yerel yönetimlerin güçlendirilmesi yine katılımcı demokrasinin ve sivil toplum örgütlerinin gelişiminin önemli bir boyutu. Yapılan akademik çalışmalar göstermektedir ki sivil toplum örgütlenmesi güçlü olan ülkeler yerel karar alma mekanizmalarının da etkili ve güçlü olduğu siyasi sistemlere sahiptir. Türkiye ise bugüne kadar merkeziyetçiliği güçlü, kararların merkezden alındığı, seçilmişlerin dışında bürokratik vesayet kurumlarının da karar alma süreçlerinde rol oynadığı bir rejimle yönetilmiştir.
Yeni anayasa yerindelik ya da halka yakınlık ilkesine yer vermelidir. Başka anayasal sistemlerde olduğu gibi, devlet örgütlenmesinde ademimerkeziyetçiliğin esas olduğu kuralı kabul edilmelidir ki Fransız Anayasası bunu 2000’li yıllarda kabul etmiştir. Bizim de önem verdiğimiz ve Türkiye’deki idari yapının temellerinin de olduğu Fransız sistemi bu düzenlemeleri 1980’lerden beri yaptı ve 2000’li yıllarda da Anayasasına önemli bir madde, “Yerinden yönetim esasına göre Fransız idaresi çalışır.” diye bir ilke koydu.
Yerel yönetimlerle ilgili düzenlemeler Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı minimum eşik alınarak gerçekleştirilmelidir. Bu şarta konulan çekinceler de kaldırılmalıdır dolayısıyla.
Sivil toplum örgütlerinin karar alma mekanizmalarına doğrudan katılımı bir başka önemli konu bizim için. Günümüz dünyasında sivil toplum örgütleri sadece reaktif faaliyetlerde bulunan kurumlar olmaktan çıkmakta, giderek karar alma süreçlerine katılan aktörler hâline gelmektedir. Çağdaş yönetişim ilkeleri ve Türkiye’nin de üyesi olduğu Avrupa Konseyi belgeleri sivil toplum örgütlerinin aktif katılımının altını çizmektedir. Yeni anayasa gerek merkezi idarenin gerek yerel yönetimlerin yönetişim ilkesi çerçevesinde karar alma süreçlerine vatandaşları ve sivil toplum örgütlerini dâhil etmelerini hüküm altına almalıdır görüşündeyiz.
Vesayet kurumları katılımcı demokrasinin önünde bir engel oluşturdu günümüze kadar. Günümüze kadar sivil toplum örgütlerinin çalışmalarında seçilmişlerden, belediyelerden, merkezî idareden de belki isteksizlik gördük ama bizleri en çok etkileyen geçmişte vesayet kurumlarının etkisiydi çünkü bir vesayet kurumunun almış olduğu bir kural nedeniyle bazı sivil toplum örgütleri yıllardır faaliyet gösteremiyordu. Bünyesinde vesayet mekanizmaları olan bir rejimde vatandaş ve sivil toplum örgütlerinin katılımından bahsetmek mümkün değildir. Aslında böyle bir sistemde klasik demokrasi kurumlarının dahi etkililiği sınırlıdır. Yeni anayasa mevcut Anayasa’da yer verilen tüm vesayet mekanizmalarından arındırılmalıdır. Vesayet amacıyla Anayasa’ya yerleştirilerek anayasal kurum hâline getirilmiş birimler, örnekler var ama daha çoğaltılabilir, Millî Güvenlik Kurulu, YÖK, Diyanet İşleri Başkanlığı, meslek kuruluşları Anayasa dışına taşınarak kanunlarla düzenlenmeli ya da demokratik toplum gereklerine uygun olmayan yapılar hukuk sistemi dışına çıkarılmalıdır.
Anayasa’nın başlangıç kısmı, bir askerî darbe tarafından hazırlanan ve demokratik olmayan bir zihniyetin deklarasyonu niteliğini taşıyan Anayasa’nın başlangıç kısmı tümüyle otoriter, paternalist, çoğulculuk karşıtı değerleri yansıtmaktadır. Böyle bir başlangıç toplumun sivil değerler üzerinde şekillenmesinin önünde bir engeldir. Yeni anayasada bir başlangıç kısmı olacaksa bu kısım “Biz Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları…” şeklinde başlamalı devleti kuran gücün halk olduğu vurgulanmalı ve sivil değerlere yer verilmelidir.
Bu konudaki diğer önemli görüşler karşılaştırmalı anayasa hukukundan elde edilmiş veriler ışığında hazırlanmıştır. Dünyada yeni anayasacılık eğilimine baktığımızda şu kurumların son on beş, yirmi yılda hazırlanan anayasalarda yer aldığını görüyoruz: Örneğin belli sayıdaki vatandaşın, dilekçeyle Meclise yasa teklifi sunabilmesi. Bunu örnekleyebileceğimiz anayasalar var. Mesela Arjantin Anayasası’nda bu konuda ciddi bir düzenleme var. Vatandaş inisiyatifli, doğrudan demokrasi yöntemlerinin ve referandum yönteminin uygulanabilmesi. Vatandaş inisiyatifli bir referandum talebinin belli koşulları karşıladığı takdirde sisteme dâhil edilmesi ve bunun üzerinden bir referandum gerçekleşmesi ki Yeni Zelanda Anayasası’nın önemli bir unsurudur, son yıllarda bu sisteme eklenmiş.
Yerel yönetimler düzeyinde referandum yapılabilmesi. Gerektiğinde yerel yönetimler düzeyinde de halkın görüşüne başvurabilecek bir referandum faaliyetinin gerçekleştirilebilmesine olanak verecek bir üst düzenlemenin Anayasa’da yer alması anlamında bunu kullandık.
Son olarak bağımsız kurul ve kurumlara sivil toplum temsilcilerinin katılımının bir anayasal ilke hâline getirilmesi.
Biz esas olarak sivil toplum örgütleri adına buradayız ancak siyasi partiler ve sendikalar sivil toplum örgütlenmesinin olmazsa olmaz birimleri. Sivil toplum örgütleri diğer bu aktörlerle birlikte çalışarak da faaliyetlerini sürdürüyorlar ve bu aktörler demokrasinin de unsurları. Bu nedenle kısaca onlar hakkında da iki nokta üzerinde durmak istiyorum: Yeni anayasada sivil toplum örgütlenmesinin diğer aktörleri olan siyasi partiler ve sendikalara ilişkin düzenlemeler özgürlükçü bir bakış açısıyla yeniden ele alınmalıdır. Yargı eliyle siyasi partilerin kapatılması rejimi kaldırılmalı ya da şiddete başvuruyla sınırlı olarak devam etmelidir. Tüm sendikalar eşit şekilde toplu sözleşme ve grev hakkını kullanabilmelidir.
Son olarak tüzel kişiliği olmayan toplum örgütlenmeleri üzerinde durmak istiyoruz. Bireyler tarafından oluşturulan inisiyatifler, platformlar, cemaatler, ülkemiz özelinde Alevilere ve diğer din ve mezheplere ait oluşumlar ve benzeri tüzel kişiliğe sahip olmayan sivil toplum yapılanmaları da demokrasi dışı unsurlar olarak değerlendirilmemeli, yasalara aykırı olmayan tüm sivil toplum faaliyetleri demokrasiyi zenginleştiren bir unsur olarak görülmelidir.
Sunuşum benim burada sonlanıyor. Biz bu görüşlerimizi sizlere dağıttığımız sivil toplum örgütleri olarak veriyoruz. Bu belgede 159 sivil toplum örgütü var. Bunlar bugüne kadar anayasa konusunda birlikte çalışma yaptığımız sivil toplum örgütlenmeleri, diğeri ise son çalışmamıza katılan örgütler. Biz bu çalışmalarımızı yaparken özellikle Anadolu’da yer alan sivil toplum örgütlenmeleri üzerinde durduk çünkü STGM’nin misyonu Türkiye’deki sivil toplum örgütlenmesini geliştirmek. Özellikle de küçük olan sivil toplum örgütlenmelerini güçlendirmek ve çalışmalarımızda temel aldığımız esas, toplumun tüm kesimlerinden hangi siyasi görüş veya düşünceye sahip olursa olsun örgütleri kapsayıcı olmak. Burada da arkadaşlarımız bu platforma katılan, bu çalışmalara katılan, faaliyetler gösteren arkadaşlar ve her biri toplumun farklı kesimlerini farklı şekillerde temsil ediyorlar.
Şunu diyebilirim ki biz en çok engelli örgütünü temsil eden yapıyız şu anda galiba. Anayasa çalışmaları açısından bakıldığında pek sesleri çıkmayan bir grup engelli grubu. Yine farklı kültürel gruplar, dinî gruplar, insan hakları grupları, çevreci gruplar, birey hak ve özgürlüklerinin değişik boyutlarını savunan kadın hakları örgütleri gibi, çocuk hakları örgütleri gibi yapılar bizim bünyemizde yer almakta.
STGM’nin buradaki temel işlevi kolaylaştırıcılık, esas görüşleri oluşturan bu örgütlerin bir araya gelmiş birlikteliğidir, bunu da paylaşmak istedim.
Şimdi, kısaca belki arkadaşlarımız sizlere anlattıklarımızı biraz somut dünyadaki karşılıklarını aktaracaklar, biraz da renk katacaklar.
BUCA ENGELLİLER DERNEĞİ BAŞKANI KAMURAN PARILTI – Biz engelli grupları olarak mesela, şimdi, bizler adına bizim hakkımızda bir sürü yasalar konuluyor fakat bizim dışımızda yapılan şeyler. Çok zorlanıyoruz. Zaten yaşadıklarımız, mimari engeller bellidir. Bizlerle birlikte yapılan yasalarda bizler önerilerimizi yani kendi yaşadığımız sıkıntıları biz dile getirirsek daha güzel çözümler olacak ve tekrar tekrar inşa edilmeyecektir bu şeyler. Yani bundan dolayı biz istiyoruz yani bu yasaların içinde olmayı, katılımcı olmayı. Anayasa’ya da katılımcı olmak istiyoruz tabii.
CEZA İNFAZ SİSTEMİNDE SİVİL TOPLUM DERNEĞİ TEMSİLCİSİ ZAFER KIRAÇ – Küçük bir derneğiz ama çok iş yapmaya çalışıyoruz. Benzer şeyleri söyleyeceğim Kamuran Hanım gibi. Örneğin cezaevleri yapılıyor ama sivil topluma sorulmuyor. Kadın cezaevi yapılıyor ki biz Mehmet Ali Bey ile de Bakırköy Kadın Cezaevinde açılış yapmıştık. Çocuk cezaevi yapılıyor çocuk derneklerine sorulmuyor. Yani kamu, sivil toplum kuruluşlarından yararlanmıyor aslında dolayısıyla bir bu serzenişimizi söylemek istedim. İkincisi de toplumda başta bir heyecan vardı anayasa süreciyle ilgili, bu heyecanın neredeyse kaybolduğunu görüyoruz. Yani çocuk, genç, yaşlı, kadın, erkek, engelli, herkesin bu heyecanı yeniden duyması ve katkı sunması için bence yeni baştan bu süreci gözden geçirmemizde yarar var diye düşünüyorum. Özellikle kendi yaptığımız alanla ilgili de yeni anayasada özellikle sivil toplum kuruluşlarının toplumun her alanında bir uzman görüşü alınır gibi, kamunun yaptığı her çalışmada sivil toplum görüşlerinin önerilerine başvurulmalıdır diye söylemek istiyorum.
BUCA ENGELLİLER DERNEĞİ BAŞKANI KAMURAN PARILTI – Ben özür dileyerek, girişte bile biz kaldırımdan gelemedim, Meclisimize bile girerken rampadan çıkamadım, engelli olarak tekerlekli sandalyemle oradan çıkamadım, bunu da dile getirmek istiyorum. Yasaların düzenlenmesini istiyoruz yani her yerde rahat dolaşabilmek istiyoruz.
SİVİL TOPLUM GELİŞTİRME MERKEZİ DERNEĞİ TEMSİLCİSİ ÖZGÜN EMRE SORKUN – Ben birazcık gözlemlerimizden bahsetmek istiyorum: Bu anayasa sürecinin başından beri STGM, sivil toplum örgütlerinin katılımıyla ilgili neler yapılabilir bunları düşünüyor, çeşitli önerileri var, sizlerin de dosyalarında bulunan çeşitli çalışmaları sivil toplum örgütlerinin geniş katılımıyla geliştirmiş durumda. Bizim son dönemde gözlemlediğimiz şey aslında Zafer Beyin belirttiğinden çok farklı değil, bir katılım heyecanının düşmesi var. Biz o kadar basit şeylerle, somut adımlarla bunların artırılabileceğini düşünüyoruz. Web sayfasını, “yenianayasatbmm.gov.tr” sayfasını biz sıklıkla kullanıyoruz. Daha çok insanın, daha çok vatandaşın, daha çok sivil toplum örgütünün görüşlerinin orada yer almasının, sivil toplum örgütünün görüşlerinin alınmasına yönelik çalışmaların halkla daha fazla paylaşılmasının katılımın önünde önemli bir yol açacağı bir adım olacağını düşünüyoruz.
Sayın Cemil Çiçek’in bütün çalışmalarında sivil toplum örgütlerinin, bütün açılışlarda sivil toplum örgütlerinin katılımıyla ilgili çağrıları olduğunu düşünüyoruz, görüyoruz, okuyoruz bunları da ama bu çağrıların yanında bir halkla ilişkiler çalışmasının yapılmasının sivil toplumun, vatandaşların daha yoğun katılması için Anayasa Uzlaşma Komisyonunun inisiyatifinde çalışmalar yapılmasının önemli olduğunu düşünüyoruz. Önümüzde zor bir maraton var ve aslına bakarsanız otuz üç yaşında bir genç olarak ben de çok heyecanlıyım çünkü bu memlekette ilk defa demokratik bir anayasa yapılacak uzun yıllar sonrasında ve bu sürece daha fazla gencin, daha fazla sivil toplum örgütünün katılmasının gerekli olduğunu düşünüyoruz.
Teşekkürler.
MAZLUMDER İZMİR ŞUBESİ TEMSİLCİSİ MEHMET HANİFİ KILINÇ – Biz yeni anayasayla birlikte hiç kimsenin dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din ve mezhep sebebiyle ayrımcılığa maruz kalmaması gerektiğini düşünüyoruz. Ayrımcı uygulamalarla çalışma hakkının, eğitim hakkının, sağlık hakkının, siyasal ve sosyal hakların ve bu hakların kullanılmasının hiçbir şekilde engellenmemesi gerektiğini düşünüyoruz. Yani bu düşüncelerini ifade eden düşüncelerinden dolayı, kılık kıyafetleriyle okullarında eğitim haklarından mahrum bırakılan arkadaşlarımızın gerçekten bu anayasayla birlikte artık bunun söz konusu olmaması gerektiğini, bunun bir daha dile getirilebilir bir mesele olmaması gerektiğini düşünüyorum. Aynı şekilde dil konusunda da farklı dillerde eğitim alabilmelerinin, farklı dillerde kendilerini ifade edebilmelerinin önünde önemli bir engel olduğunu düşünüyorum dil eğitiminin olmamasını. Yeni anayasayla birlikte bu dil eğitiminin verilmesiyle birlikte insanların kendilerini daha iyi ifade edebileceğini düşünüyorum.
SİVİL TOPLUM GELİŞTİRME MERKEZİ TEMSİLCİSİ LEVENT KORKUT – Aslında biz, sivil toplum örgütleriyle birlikte aşağı yukarı bir yıldır bu çalışmaları yürütüyoruz ve galiba sizin yaşadığınız sorunların aynısını biz de yaşıyoruz çünkü biz homojen, aynı görüşten olan sivil toplum örgütlerinin bir araya geldiği bir grup değiliz, toplumdaki bütün renkler bizim içimizde de var ve muhtemelen bizim yaptığımız tartışmaları siz de yapacaksınız ya da yapıyorsunuz. Ama bunlarda biz şunu gördük ki bir araya geldikçe farklar azalıyor, bir araya geldikçe dostluklar çoğalıyor, bir araya geldikçe kaynaşma artıyor. Eğer bu toplumda bir birlik olacaksa, bir bütünlük olacaksa gerçekten bu tartışmalardan ortaya çıkacak. Çalışmalarınızı hiç durdurmamanızı ve hiç kavga etmemenizi, farklı görüşleri birlikte paylaşmanızı, farklılıkları sonuna kadar koruyarak ve birbirinize saygılı olarak bu süreci bitirmenizi diliyorum. Umarım sonuçta başarılı olacaktır çalışmalar ve bir gerçek anayasaya sahip olacak Türkiye.
ATİLLA KART (Konya) – Ben öncelikle sunuşunuz için teşekkür ediyorum. Bu hazırlamış olduğunuz bilgi notundan şahsen yararlanacağımı bilmenizi istiyorum. Gerçekten burada bir emek vererek ve mevzuatın genelini tarayarak yapılan bir çalışmanın olduğunu görüyorum. Bu sebeple bu çalışmayı önemsediğimi bilmenizi istiyorum.
Bir diğer husus değerli arkadaşlarım, bizler burada Uzlaşma Komisyonu üyeleri olarak daha çok dinleyici konumundayız yani bir karşı tez, karşı fikir ifade edip bir tartışma ortamına girmek gibi bir anlayışımız yok, öyle bir yöntem uygulamıyoruz çünkü toplumun tüm kesimlerinin, tüm renklerinin burada ifade edilmesi gerekiyor. Bizler burada bir tartışmaya girmemek durumundayız, bizler şu anda âdeta hakem konumundayız. Toplumun tüm duygularını, düşüncelerini kendi bünyemize alıp bunu ilerleyen aşamalarda değerlendireceğiz.
Burada ifade etmek istediğim bir diğer husus şu, arkadaşlarımın da ayrıca soruları olacaktır: Ceza infaz sistemi konusundaki çalışmaları çok önemsediğimi bilmenizi istiyorum. O konudaki çalışmalarınızı, o konudaki gözlemlerinizi acaba belirli raporlara, tutanaklara bağladınız mı? Varsa onları da bizimle paylaşmanız gereğini ifade etmek istiyorum.
CEZA İNFAZ SİSTEMİNDE SİVİL TOPLUM DERNEĞİ TEMSİLCİSİ ZAFER KIRAÇ – Tamam.
ATİLLA KART (Devamla) – Bunun yanında benim bu aşamada ifade etmek istediğim bir husus yok, arkadaşlarımın değerlendirmeleri varsa buyurun efendim.
MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Ben de Sivil Toplum Geliştirme Merkezi olarak bu merkezin içerisinde yer alan sivil toplum örgütleri adına yapmış olduğunuz bu değerli katkı için çok teşekkür ederim.
Burada 159 sivil toplum örgütünün isminin yazılı olduğu bir liste var. Benim anladığım şu: 159 sivil toplum örgütü olarak, siz Sivil Toplum Geliştirme Merkezi olarak bir anayasa çalıştayı yapmışsınız.
SİVİL TOPLUM GELİŞTİRME MERKEZİ TEMSİLCİSİ LEVENT KORKUT – Birkaç çalıştay…
MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) – Birkaç çalıştay yapmışsınız. Bu, Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından yürütülmekte olan yeni anayasa çalışmalarına çok ciddi bir katkıdır, o bakımdan başta Sayın Korkut’a ve diğer sivil toplum örgütü temsilcilerine teşekkür ediyorum.
Biraz önce bir sunum yaptınız, anayasada size göre bulunması gereken başlıkları ifade ettiniz ve dünya anayasalarıyla ilgili de örnekler vermek suretiyle derli toplu bir bilgiyi bizim önümüze getirdiniz. Biraz önce Sayın Kart’ın da ifade ettiği gibi, biz Anayasa Uzlaşma Komisyonu üyeleri olarak bütün bu önerilerden yararlanacağız ama şimdi, nisan sonuna kadar kamuoyunun, sivil toplum örgütlerinin, hatta vatandaşlarımızın, işte siyasi partilerin, anayasal kuruluşların önerilerini alıyoruz. Bütün bunlar bizim teknik heyetlerimizce bir sistem dâhilinde formüle ediliyor ve bütün bu değerlendirmeleri yeni anayasa yapım sürecinde göz önünde bulundurmaya gayret edeceğiz.
Ben katkılarınız nedeniyle çok teşekkür ediyorum. Ancak son günlerde bu yeni anayasa yapım sürecine ilginin azalmadığını, aksine arttığını söyleyebilirim çünkü bize gelen bu konudaki müracaatların sayısı özellikle son haftalarda daha da arttı ve özellikle şimdi Anadolu’ya da gitmek suretiyle, en son Konya’daydık, sanıyorum önümüzdeki günlerde Diyarbakır’a gideceğiz, başka illere de gideceğiz.
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Edirne’ye de…
MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) – Edirne, İstanbul var. Dolayısıyla bunu daha da canlı tutmak için nisan sonuna kadar gayretli bir çalışma içerisindeyiz.
SİVİL TOPLUM GELİŞTİRME MERKEZİ TEMSİLCİSİ LEVENT KORKUT – TOBB Anayasa Platformu çalışmaları kapsamında sivil toplum ayağıyla ilgili destek veriyoruz.
MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) – Evet, teşekkür ederiz onun için de. O da ayrıca, tabii, vatandaşların bireysel olarak da katılımını öngören bir çalışma. Ben Konya ayağına katılmıştım. Doğrusu o çalışmayı da oldukça beğendiğimi ifade edebilirim. Bundan sonra yapacağımız diğer illerdeki çalışmalarda daha da zenginleşeceğini düşünüyorum.
Çok teşekkür ederim.
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Engellilerle ilgili düzeltilmesini istediğiniz kanun ve mevzuatlarla ilgili eğer bir çalışmanız varsa onu bize iletirseniz hem anayasa çalışmalarımızda hem de diğer şahsi Meclis çalışmalarımızda kanun teklifi verme ve…
BUCA ENGELLİLER DERNEĞİ BAŞKANI KAMURAN PARILTI – Biz bu hususta Birleşmiş Milletler Engelli Hakları Sözleşmesi’nin tamamen yürürlüğe girmesini, tamamen uygulanmasını istiyoruz. Ben bunun adına zaten bakanlıklara, diğer kuruluşlara, hepsine dilekçelerimizi de gönderdim.
ALTAN TAN (Devamla) – Yani bu konuda bize de, Komisyonumuza da bir dosya takdim etme imkânınız olursa biz de memnun oluruz.
Teşekkür ederim.
SİVİL TOPLUM GELİŞTİRME MERKEZİ TEMSİLCİSİ LEVENT KORKUT – Bu konuda bizim başka çalışmalarımız da var. Türkiye’deki mevcut konfederasyonlara anayasa konusunda teknik destek veriyoruz. Onlarla ilgili, onların görüşlerini yansıtan bir şey de elinize geldi ya da yakında gelecek. Birisi hazır değil henüz ama esas orada benim dikkat ettiğim konu şu: Konfederasyonlar 61’inci maddeden rahatsız, 61’inci maddenin ifade tarzından rahatsız ve özellikle de eşitlikle ilgili maddede engellilerin daha belirgin bir şekilde yer almasını istiyorlar. Şundan çok endişe ediyorlar: Biz korumaya muhtaç, toplumun dışladığı kesimler değiliz, biz aktif vatandaş, katılımcı vatandaş olmak istiyoruz ve anayasada buna dikkat edilsin diyorlar. Bunlara ilişkin raporlarını da sunacaklar kendileri ayrıca.
Biz de teşekkür ediyoruz bizi dinlediğiniz için.
ATİLLA KART (Konya) – Biz teşekkür ederiz.
SİVİL TOPLUM GELİŞTİRME MERKEZİ TEMSİLCİSİ LEVENT KORKUT – Umarım çağdaş değerleri yansıtan bir anayasa hedefine hep birlikte ulaşacağız.
Burada son bir söz söylemek istiyorum: Günümüzde “Sivil toplum örgütlenmesinin anayasa boyutu.” dediğimizde sadece ifade özgürlüğü ve örgütlenme özgürlüğü anlaşılmamalı, aslında sivil toplum çok önemli bir yer işgal ediyor demokrasilerde. Onun için biz sunuşumuzdu çoğulculuk, çok kültürlülük, katılımcı demokrasi üzerine kurduk. Bu değerler olmadan sivil toplum yaşayamaz.
ATİLLA KART (Konya) – Teşekkür ediyoruz, sağ olun.
MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Çok da güzel izah ettiniz Levent Hoca, tebrik ediyorum.
SİVİL TOPLUM GELİŞTİRME MERKEZİ TEMSİLCİSİ LEVENT KORKUT – Teşekkür ediyoruz.
Kapanma Saati: 12.23
ATİLLA KART (Konya) – Evet, değerli arkadaşlarımız, hepiniz hoş geldiniz.
Sizleri Milliyetçi Hareket Partisinden Sayın Oktay Öztürk, Erzurum Milletvekili, Barış ve Demokrasi Partisinden Sayın Altan Tan, Diyarbakır Milletvekili ve Cumhuriyet Halk Partisini temsilen ben Konya Milletvekili Atilla Kart olarak saygıyla selamlıyoruz.
Değerli arkadaşlarımız, burada Uzlaşma Komisyonu çalışmalarında uyguladığımız temel kuralların başında bizler bu görüşme esnasında daha çok nötr konumdayız, dinleyici konumundayız. Sizler görüşlerinizi bütün berraklığıyla açıklayabilirsiniz. Bu noktada hiçbir kısıtlama elbette söz konusu olamaz. Bunlar tutanaklara bağlanıyor, tutanaklara geçiyor. Bunları biz, genellikle biz bu görüşmeleri kamuoyuyla paylaşmıyoruz. O yapılan çalışmaların niteliği sebebiyle ama sizler elbette kendi açınızdan bunları istediğiniz gibi değerlendirmek tamamen sizin takdirinizdedir. Kırk dakikalık bir görüşme süremiz var, genellikle otuz dakika civarında bir sunuş yapıyor arkadaşlarımız. Bir kişi ya da aranızda paylaşabilirsiniz, son beş on dakikada arkadaşlarımızın soruları olabilir, o şekilde değerlendirirseniz uygun olur.
Buyurun efendim.
HUKUK VE HAYAT DERNEĞİ YÖNETİM KURULU ÜYESİ MELİK BAYAT – Efendim, Hukuk ve Hayat Derneği olarak şahsım ve Dernek adına sayın heyeti saygılarımla selamlıyorum. Bu fırsatı bize tanıdığınız için öncelikle teşekkürle başlamak istiyorum. Ardından, müsaadeniz olursa, Derneği kısaca tanıtmakla başlayalım.
Efendim, Hukuk ve Hayat Derneği 2003 yılında 7 yönetim kurulu üyesiyle beraber hayata geçmiş ve bugüne gelmiştir. Derneğimizin merkezi Ankara olup şu an 500 avukat üyemiz bulunmaktadır. Derneğimizin kuruluş amacı evrensel gerçeklere uygun, çağdaş, insan haklarına saygılı, demokratik, laik, sosyal hukuk devlet düzeninin inşası ve geliştirilmesi, yargı bağımsızlığının sağlanması ve çağın gereklerine uygun eğitim ile çağdaş birey ve çağdaş topluma ulaşılması yolunda katkıda bulunmak. Bu iddiayla, 7 arkadaşımızla beraber 2003 yılında kurduğumuz Derneğimiz avukatlık mesleğinin gelişimi ve üyelerinin mesleki gelişimine katkıda bulunmuş pek çok ulusal ve uluslararası program ve proje gerçekleştirmiştir.
Derneğimiz hâlihazırda iki Avrupa Birliği projesi gerçekleştirmiştir efendim: Birincisi, “AB Ülkelerindeki Hukuk Uygulamaları” konusunda mesleki eğitim üyelerimize, 50 avukat arkadaşımıza AB’nin değişik ülkelerinde, Belçika’da, Fransa’da, Almanya’da, Hollanda’da uygulamaları yerinde incelemek, duruşma takip etmek, temaslarda bulunmak üzere yaklaşık bir ay süreyle bu program kapsamında eğittik ve sertifikalarını verdik. İkinci olarak “Çocuk Yargılaması” konulu projemizi gerçekleştirdik. Henüz yeni gerçekleştirdiğimiz bir proje. Bu kapsamda da 40 tane avukat üyemizi yine Avrupa Birliği ülkelerinde -dört ayrı ülkede- temaslarda bulunmak üzere bu proje kapsamında gönderdik ve sertifikalarını aldılar. Geçen hafta sözleşmesini imzaladığımız “Anayasa Mahkemesine Bireysel Başvuru Konusunda Sivil Toplumun Desteklenmesi” konulu projemiz de önümüzdeki günlerde hayata geçecektir. Bu proje kapsamında 250 hukukçu, sivil toplum örgütü, yönetici ya da üyesine 2012 yılı eylül ayında yürürlüğe girecek olan Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru konusunda eğitim verilecek, bilgilendirici bir İnternet sitesi kurulacak ve bireysel başvuru konusunda bir el kitabı hazırlanıp dağıtılacaktır.
Hukuk ve Hayat Derneği, üyelerinin mesleki eğitimlerine yönelik de birçok seminer ve sempozyum tertip etmiştir. Yargı reformu, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarının tartışıldığı panel, arabuluculuk ve çapraz sorgu yöntem usullerine ilişkin panelleri de üyelerinin mesleki gelişimi için derneğimizin gerçekleştirmiş olduğu projelerdendir. Bunun yanında, Derneğimiz kurulduğu günden bugüne hukuk fakültesi öğrencilerine burs vermektedir. Geçen yıl 45 öğrenciye burs veriyorduk, bu sene bu bursiyer sayımız 100’e çıktı. Tamamen hukukçulardan oluşan öğrencilere, ayrıyeten 50 tane de stajyer avukat arkadaşımıza bu sene burs veremeye başladık.
Derneğimizin 6’ncı sayısı, takdim ettik efendim, tamamı anayasa değişikliğine ayırdığımız bir sayısı. Daha önce de haricen biz iletmiştik Sayın Komisyona. Tekrar takdim ediyoruz, orada tamamen Anayasa değişikliği sürecinde dört beş sivil toplum örgütünün karşılaştırmalı anayasa teklifleri bulunmakta ve faydalı olacağı mülahazasıyla… 2008 yılında biz bu yayını çıkardık, başucu kitabı âdeta, gittiğimiz bütün kurumlarda faydalı olduğu mülahazası bize iletildi.
Efendim, böyle bir girişten sonra, müsaadenizle, 82 Anayasası’yla ilgili eleştirilerimiz ve görüşlerimizi ilettikten sonra Dernek Eski Başkanımız Erdem Bey, yeni anayasa nasıl olmalıdır, tekliflerimizi ileteceğiz sayın heyete.
Olağanüstü hâl ve ortamlar, “Ülke hep kriz içinde yaşayacak mı?” zihniyetiyle hazırlanan 82 Anayasası yaklaşık yirmi altı yıllık Anayasa’nın yürürlükte kaldığı dönem içerisinde değişik çevrelerce sıkça eleştirilmiştir efendim. Akademisyenler tarafından, hukukçular tarafından daha az demokrasi, daha çok otorite, daha az hukuk daha çok devlet gibi bir bakıma azlar ve çoklar kısır döngüsüne dayanan bir yapıya sahip olduğu belirtilen 82 Anayasası’nın Türkiye gibi birikimli ve girift yapılı bir toplum ve ülkeye dar geldiği ifade edilmektedir. Hiç şüphesiz ki, bu eleştiriler nedeniyle de 82 Anayasası’nın değiştirilmesi gereken bir anayasa olduğu genel kabul hâlini almıştır. Gerek toplumda oluşan bu hava gerek siyasi partilerin seçim vaatleri ve taahhütleri de bunu doğrulamakta ve dönülmez bir yola Türkiye girmiş bulunmaktadır. Demokratik bir devletin belli bir dönemde hazırlayıp yürürlüğe koyduğu anayasayı çağdaş gereksinimler doğrultusunda zaman içerisinde değişikliğe tabi tutması ya da yenilemesi doğaldır. Bu süreç Türkiye için bir zorunluluk hâline gelmiştir. Yapılan değişik anketlerden şunu görmekteyiz efendim: Barış ve Demokrasi Partisi seçmeninin yüzde 77,1’i, AK PARTİ’ye oy veren seçmenlerin yüzde 59,1’i, CHP seçmeninin yüzde 53’ü, MHP seçmeninin ise yüzde 48,2’si 82 Anayasası’nı darbe ürünü ve antidemokratik buluyor ve bulmaktadır.
“Sizce yeni bir anayasa yapılmalı mıdır?” sorusuna verilen cevaplar incelendiğinde ise Barış ve Demokrasi Partisi seçmeninin yüzde 80’i, AK PARTİ seçmeninin yüzde 70,3’ü, MHP seçmenini ise yüzde 47,5’i, CHP seçmeninin yüzde 41,9’unun yeni anayasa istediği anlaşılıyor.
Kutuplaşmaların, ayrışmaların, karşısındakini tehdit olarak gören anlayışın hemen hemen her konuda ve herkes tarafından dillendirildiği bir ortamda, azami ortamda tesis edilecek uzlaşma ile insan haklarına saygılı, hak ve adalet kavramlarını yaşama geçirmiş, hukuk devletinin tüm kurum ve kurallarıyla uygulandığı bir anayasal düzenin kurulması için, başta Anayasa olmak üzere antidemokratik düzenlemelerin yer aldığı yasaların çağa uygun hâle getirilmesi artık elzemdir.
Bu, Türkiye için büyük bir fırsat Sayın Heyet. Seçime katılma oranının yüzde 87’lere ulaştığı, Mecliste temsilin yüzde 96 gibi bir temsil kabiliyetine sahip bir Meclisin bu anayasayı, yeni anayasayı, Türkiye’yi gelecek yüzyıllara götürecek bir anayasayı yapabileceği kanaatindeyiz. Öncelikle bu yolda, bu ulvi yolda sizlere çok iş düştüğünü ve toplumun beklentilerine uygun bir anayasanın sizin çabalarınızın eseri olacağına inancımızı vurguluyor, saygılarımızı sunuyoruz.
Yeni anayasa nasıl olmalı? Erdem Gençay Bey, eski dernek başkanımız, müsaadenizle sözü ona bırakıyorum efendim.
HUKUK VE HAYAT DERNEĞİ ESKİ BAŞKANI ERDEM GENÇAY – Teşekkür ediyorum.
Sayın Komisyon, anayasal yönetim geleneğinin özü, devlet (siyasetçilerin ve bürokratların) iktidarının sınırlanması ve kurallara bağlanmasıdır. İktidarı sınırlayacak olan, birey hak ve özgürlükleridir. Anayasa kendi başına bir amaç değil, araçtır. İnsanların siyasal itaat altına girmeyi kabullenmesi, yani devletin kendisi üzerindeki iktidarına rıza göstermesi, buna bağlıdır. Bu yüzden anayasal yönetimin iki ana unsuru hak ve özgürlüklerin korunması ve temsili yönetimdir. 1982 Anayasası, anayasal yönetim geleneğinin temel ilke ve değerleri açısından tatminkâr bir metin olmaktan uzaktır. Bu Anayasa’yı kelimenin gerçek anlamında anayasa olarak nitelendirmek bile zordur. Çünkü yapılış biçiminden muhtevasına, onu meşruiyet zemininden uzaklaştıran hastalıklarla maluldür. Zorba bir yönetimin hileli yöntemleriyle varlık alanına girmiştir. Yansıttığı ideolojik duruşun demokrasiyle bağdaştırılması imkânsızdır. İnsan hak ve özgürlüklerinin devleti sınırlandırmasını değil, hak ve özgürlüklerin devlet iktidarı lehine sınırlanmasını veya kullanılamaz hale getirilmesini esas almaktadır. Birçok defalar değiştirilmesine rağmen ıslah edilememiş, demokrasinin içine sığdırılabileceği bir anayasa haline getirilememiştir. Bu yüzden, bu anayasanın insan hak ve özgürlüklerini merkeze alan, anayasal yönetim geleneğine lafzen ve ruhen uygun bir metinle değiştirilmesi acil ihtiyaçtır.
Devletin temel yapılarını, yönetim biçimlerini, temel organlarını, bunların birbirleriyle olan ilişkilerini, kişilerin devlete ve devletin kişilere karşı olan hak ve ödevlerini düzenleyen metin olmaları itibarıyla, kabulü sürecinde başta üniversiteler, sivil toplum örgütleri, kamu kurum ve kuruluşları olmak üzere toplumun tüm katmanlarının görüş, katkı ve önerilerinin alınmasını gerektiren, çok uzun ve yoğun çaba gerektiren metinlerdir.
1961 Anayasası’yla anayasacılık terminolojimize dâhil olan ve 1982 Anayasası ile devam ettirilen “Başlangıç” bölüm, söz konusu bölüm resmî ideolojinin manifesto belgesi olarak kullanılmaya devam edilmesi gibi bir risk oluşturacaksa yeni anayasada yer verilmemelidir. Şayet, yeni anayasanın başlangıç kısmı olacaksa, insan hakları, temel özgürlükler, hukukun üstünlüğü, çoğulcu, demokratik sivil bir devlet düzeni konusunda Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (bu bağlamda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararları), BM Medeni ve Siyasal Haklar ile Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar uluslararası sözleşmeler de dikkate alınarak yazılmalıdır.
Çok tartışmaya sebep olan ilk üç maddeye dokunmaya bizce gerek yoktur ancak 2’nci maddede ki “insan haklarına saygılı” ifadesi “insan haklarına dayalı” olarak değiştirilmelidir.
Devletin mutlaka bir resmî dili olmalı ve bu dil Türkçe olmalıdır.
Anayasada değiştirilemez madde olmamalıdır. Olması durumunda hem özgürlükçü ve insan haklarına dayalı bir anayasadan bahsedemeyiz hem de gelecek nesillerin iradesine ipotek koymakla “biz sizden daha akıllıyız” saygısızlığını etmiş oluruz.
Yapılacak yeni anayasada millete ait egemenlik anayasanın öngördüğü organlar eliyle değil de millete ait egemenliğin yasama, yürütme ve yargı eliyle kullanılacağı açıkça belirtilmelidir.
Anayasada hiçbir ırka, dine, inanca, ideolojiye, düşünceye üstünlük sağlayacak ifadeler olmamalıdır. Devlet ve devlet kurumları nezdinde vatandaşlar arasında etnik köken, dil, din, mezhep, cinsiyet, ideolojik düşünce ya da başka bir nedenle ayrım olmamalıdır,
Anayasanın dili mümkün olduğunca sade ve anlaşılır olmalıdır. Gereksiz ifadelere ve maddelere yer verilmemeli, toplumun genelini ilgilendirmeyen maddeler yasalar yoluyla düzenlemesi yapılmalıdır. Anayasanın dili üzerinde özellikle durulmalıdır. Tek kelimenin bile farklı anlamalara sebep olacağı düşünüldüğünde yoruma açık ifadelerden kesinlikle kaçınılmalıdır.
Devletin dini ve inancı olamayacağı gibi herhangi bir dini ve inancı öne çıkartan bir anlayış ve kurum da anayasada yer alamaz. Ayrıca devletin herhangi bir dini ve inancı öğretme gibi bir görevi de yoktur. Laiklik, meşruiyetini insan haklarından alır ve hürriyetlerin teminatıdır. Laiklik, devlete hiçbir şekilde kişilerin inanç, ibadet ve dinî telkin hürriyetini sınırlandırma hakkını vermez, dinî inançlar ve tercihler karşısında tarafsız kalınması ve eşit şekilde hizmet sunulmasını da kapsar. Yeni anayasada temel hak ve özgürlükler demokratik toplumun gereklerine ve ölçülülük ilkelerine uygun olarak ancak kanunla sınırlanabilir. Genel sınırlama nedenleri yerine iyi tanımlanmış ve maddelere özel sınırlama nedenlerine yer verilmelidir. Mesela düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetinin sınırlandırılmasının çerçevesi şiddet içerikli olması veya şiddeti çağrıştırması ile belirlenmelidir.
Devlet okullarında eğitim ve öğretim dili Türkçe olmalıdır. Türkçe dışındaki diller bölgesel özellikler de göz önüne alınarak seçmeli ders olarak okutulmalıdırlar. Özel okullarda ise tüm dillerde eğitim ve öğretim hakkı tanınmalıdır. Devlet ana dilini öğrenmek isteyenlere zorluk çıkartamaz, aksine her türlü kolaylığı yasalarla güvence altına alması gerekmektedir.
Eğitim hakkı konusunda yeni anayasa, hem mevcut eğitim sisteminin vesayetçi zihniyet ve kurumları tasfiye edilerek, özgür birey ve demokratik devlet hedefine varmayı hızlandıracak sivilleşme damarlarını açmak işlevi gören bir hüküm tesis etmek zorundadır. Yeni anayasa bunu, başörtülü giyimi temel anayasal hak olarak gösterecek bir hükümle değil, inançlarının gereği olarak başlarını örtenler dâhil, hiç kimsenin -toplumun ahlaki bulmayacağı tercihler hariç- kılık kıyafeti gerekçe gösterilerek eğitim hakkından yoksun bırakılamayacağı mesajını içeren bir hükümle tesis etmelidir.
2010 yılında gerçekleştirilen anayasa değişikliğiyle elde edilen "toplu sözleşme" hakkının eksik yönü yeni anayasada kamu görevlilerine de grev hakkı verilmesi suretiyle tamamlanmalıdır.
Vatandaşlar için “hak ve ödev” kavramının birlikte kullanılması kabul edilemez. Vatandaşın hakları, devletin ödevleri vardır.
Vatandaşlık etnik temele dayanmaksızın tanımlanmalıdır. Bu husus, demokrasinin pekiştirilmesi, toplumsal dayanışmanın artırılması ve çoğulcu yapının oluşturulması için zorunludur. Buna göre Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı devlet ile bireyler arasındaki hukuki bağı ifade eder. Türkiye Cumhuriyeti’ne vatandaşlık bağı ile bağlı herkes Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıdır.
Parti kapatma, sadece partinin şiddeti benimsemesi ve desteklemesi durumunda olmalıdır. Partinin şiddeti benimsemesi ve desteklemesi partinin yönetim organlarınca yapıldığı takdirde ve mahkeme kararı ile tespit edildiği durumlarda kapatmaya gerekçe olmalıdır. Partinin herhangi bir üyesinin ya da vekilinin beyanları sadece beyanda ve fiilde bulunanı bağlayacaktır.
Milletvekilleri, meclis çalışmalarındaki oy ve sözlerinden dolayı sorumlu tutulamazlar. Ancak vekilin üçüncü kişileri suçlayıcı ve itham altında bırakacak şekilde suç teşkil eden beyanları ile alakalı soruşturma açılmalı ve yargılama yapılmalıdır.
Seçim barajı mutlaka olmalıdır. Türkiye milletvekilliği adı altında 100 milletvekili partilerinin aldığı oy oranına göre seçim barajı olmadan partileri adına Meclise girebilmelidirler.
Meclisin hiçbir şekilde vatandaşın devlete karşı işlediği suçlar dışındaki suçları işleyen vatandaşları affetme yetkisi olmamalıdır.
Savaş, iç savaş ve doğal afetler dışında sıkıyönetim ve olağanüstü hâl ilan edilemez. Olağanüstü dönemlerde çıkarılan ve temel hak ve özgürlüklerin kısıtlanması, hatta durdurulması yönünde düzenlemeler içeren kanun hükmünde kararnamelerin anayasaya aykırılıklarının ileri sürülemeyeceği kuralı da yeni anayasa da olmamalıdır.
Yeni anayasada parlamenter sistem devam etmelidir. Parlamenter sistemde cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesini doğru bulmuyoruz. Ancak cumhurbaşkanının seçilme şeklinin referanduma sunulması ve cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi vatandaş tarafından onaylanması sebebiyle itirazımız olmamaktadır. Fakat ileride yaşanabilme olasılığı bulunan cumhurbaşkanı ile iktidar arasındaki bir güç savaşının ülkeye zarar verebilme ihtimali nedeniyle cumhurbaşkanının yetkilerinin mümkün olduğunca sembolik olması ve temsil yetkisi ile sınırlandırılması gerekmektedir. Millî Güvenlik Kurulu kaldırılmalıdır.
Genel Kurmay Başkanlığı Millî Savunma Bakanlığına bağlanmalıdır. Silahlı kuvvetlerin atama ve terfi usulleri, görev ve yetkileri bu anlamda yeniden düzenlenmelidir.
Yasama dokunulmazlığı dışındaki tüm dokunulmazlıklar kaldırılmalıdır. Her kişi ve kurum yargı denetimine tabi olmalıdır.
Merkezî idarenin bazı yetkileri mahallî idarelere sorumlulukları ile beraber devredilmelidir. Bu sayede Meclis vatandaşın uğrak yeri olmaktan çıkarılarak asli vazifesi olan yasama görevini yapacaktır.
Rektörler ve dekanlar üniversitelerin kendi içinde yapacakları seçimlerde en yüksek oyu alan öğretim görevlisi seçilmelidir. Cumhurbaşkanı sembolik olarak en yüksek oyu almış kişiyi atamalıdır.
Anayasa bireylerle devlet arasındaki temel ilişkileri düzenlediğinden, devletin kendi iç işleyişi ilgili kurumlardan olan üst kuruluşlar, meslek kuruluşları ve Diyanet İşleri Başkanlığı, YAŞ, YÖK, TRT, Türk Tarih Kurum vb. anayasal kurum sıfatıyla koruma altına alınan kurumların hiçbirine yeni anayasada yer verilmemelidir. Askerlerin disiplin suçları ile ilgili davalara bakan askerî disiplin mahkemeleri hariç, Askerî Yüksek İdare Mahkemesi ve askerî mahkemeler kaldırılmalıdır. Askerî Yargıtay da kaldırılmalıdır. Bu görevi Yargıtayın bu konuda uzmanlaşmış yeni kurulacak dairesi üstlenmelidir. Buradaki temel amaç yargıdaki çift başlılığı önlemek ve içtihat birliğini sağlamaktır.
Sayıştayın mali açıdan denetleyemeyeceği hiçbir kamu kurum ve kuruluşu olmamalıdır.
Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun ve Anayasa Mahkemesinin mevcut yapısı korunmalıdır. Anayasa Mahkemesinin şekil denetimi daha net ifadelerle belirtilmeli ve Mahkemenin kararları kesinlikle Meclis iradesine ipotek koyamayacağı gibi yerine de geçmemelidir. Yüce Divan görevi, Yargıtay Ceza Dairesi başkanlarından oluşan bir kurula veya Yargıtay Ceza Genel Kuruluna verilmelidir. Anayasa Mahkemesi üyeleri ceza yargılaması yapacak yeterlilikte değildir.
Vergi, toplumun tüm kesimlerinden tabana yayılarak, adaletli bir şekilde alınmalıdır. Devlet, vatandaştan alacağını almakta gösterdiği hassasiyeti ve kamu gücünü vatandaşa olan borcunu ödemekte de göstermelidir. Olağanüstü dönemler dışındaki hiçbir gerekçe devletin vatandaşa olan borcunu ödemesini geciktiremez. Anayasanın ideolojisi olmamalıdır. Bu sebeple inkılap kanunları ile ilgili maddeler yeni yapılacak anayasada olamaz.
Yeni anayasa mutlaka referandum ile halk oyundan geçmelidir.
Yeni anayasa ile birlikte aşağıya doğru tüm yasalarda aynı felsefeye uygun değişiklikler ivedilikle yapılmalıdır.
Ayrıca, “Söz konusu Anayasa’nın tüm maddeleri kötüdür.” demek de haksızlık olacaktır. Özellikle 12 Eylül Referandumunda halkın oyuna sunulan son değişikliklerin yeni anayasanın ruhuna ve üslubuna uygun bir şekilde kalması taraftarıyız.
Teşekkür ediyorum.
ATİLLA KART (Konya) – Biz teşekkür ediyoruz.
Sizlerin sunuşu olacak mı efendim?
HUKUK VE HAYAT DERNEĞİ YÖNETİM KURULU ÜYESİ MELİK BAYAT – Hayır efendim.
ATİLLA KART (Konya) – Benim bir sorum olacak, arkadaşlarımın soruları var mı bilemiyorum.
Şöyle, şunu ifade ediyorsunuz, “Devletin dini ve inancı olamayacağı gibi herhangi bir dini ve inancı ortaya çıkartan bir anlayış ve kurum anayasada yer alamaz. Ayrıca devletin herhangi bir dini ve inancı öğretme gibi bir görevi de yoktur.” diyorsunuz. Diyanet yapılanması konusunda biraz daha net, somut değerlendirme yapar mısınız? O konudaki görüş ve düşünceleriniz nedir?
HUKUK VE HAYAT DERNEĞİ ESKİ BAŞKANI ERDEM GENÇAY – Teşekkür ederim.
Laiklik ilkesinin ülkemizde şu anda usulüne uygun olarak uygulandığını düşünmüyoruz. Bunu sıkıntıya sokan şeylerden bir tanesi de Diyanet İşler Başkanlığı ve bence, şahsi görüşüm, imam hatip liseleridir. Devletin, bu anlamda, bir vatandaşa özellikle belli bir dini öğretme gibi bir görevi olmaması gerektiğini düşünüyoruz. Ama Diyanet İşleri Başkanlığının, Türkiye’de birçok inancın olduğu düşünüldüğünde, tüm bunları kapsayacak şekilde bir kurum olması daha iyi olacağı kanaatindeyiz ama her hâlükârda anayasada böyle bir kurumun olması bizce uygun değil. Bilmiyorum açıklayabildim mi?
ATİLLA KART (Konya) – Teşekkür ediyorum.
OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – “Devlet okullarında eğitim ve öğretim dili Türkçe olmalıdır. Türkçe dışındaki diller bölgesel özellikler de göz önüne alınarak seçmeli ders olarak okutulmalı.” Burada bu dillerde eğitimden mi bahsediyorsunuz, bu dillerin öğretilmesinden mi bahsediyorsunuz?
HUKUK VE HAYAT DERNEĞİ ESKİ BAŞKANI ERDEM GENÇAY – Öğretimden bahsediyoruz.
OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – Teşekkür ediyorum.
ALTAN TAN (Diyarbakır) – “Seçim barajı mutlaka olmalıdır.” diye bir cümle var orada. Bu, sizce makul olan seçim barajı ne kadardır?
HUKUK VE HAYAT DERNEĞİ ESKİ BAŞKANI ERDEM GENÇAY – Yüzde 7.
ATİLLA KART (Konya) – Evet arkadaşlar, teşekkür ediyoruz.
Konuşmamızın başında da ifade ettiğim gibi bizlerin bir karşı tez, karşı görüş sunmamız söz konusu değil. Bizler burada daha çok dinleyici konumundayız. Sizlerin görüşlerini almak, bunları kayıtlarımıza intikal ettirmek durumundayız.
Görüşleriniz, mutlaka göz önüne alınacak, değerlendirilecektir.
Buyurun.
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Bir soru daha sorabilir miyim?
ATİLLA KART (Konya) – Buyurun.
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Bu yazılı metinde ”özel okullarda ise tüm dillerde eğitim ve öğretim hakkı tanınmalıdır...” Sözlü ifadenizde sadece “öğretim” dediniz. Bu mu, esas söylediğiniz mi?
HUKUK VE HAYAT DERNEĞİ ESKİ BAŞKANI ERDEM GENÇAY – Devlet okullarından bahsettim. Özel okullarda tamamen eğitim ve öğretimden kastım.
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Yani, eğitim de olabilir mi diyorsunuz özel okulda?
HUKUK VE HAYAT DERNEĞİ ESKİ BAŞKANI ERDEM GENÇAY – Tabii, tabii, özel okullarda tamamen serbest bırakılmalı.
HUKUK VE HAYAT DERNEĞİ YÖNETİM KURULU ÜYESİ MELİK BAYAT – Efendim, şu an Fransızca eğitim veren, İngilizce eğitim veren bir sürü eğitim kurumu var.
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Hayır, ben yazılı metinle ifade arasına açıklık getirmek için.
HUKUK VE HAYAT DERNEĞİ ESKİ BAŞKANI ERDEM GENÇAY – Efendim, yazılı metinde “devlet okulları” ve “özel okullar” diye ayırdım.