Din özgürlüğü üzerinde çeşitli önerilerde bulunduk. Aslında -tabii, bir hatam varsa değerli dostlarımız beni düzeltebilirler- ibadet noktasında ciddi bir sıkıntıyla karşılaşıldığını sanmıyorum ama tabii, din özgürlüğü, bugünkü insan hakları hukuku bağlamında -Sayın Türmen’in huzurunda bana fazla söz söylemek düşmez, haddim değil ama hepimizin bildiği şeyleri tekrarlıyorum- din özgürlüğü aynı zamanda dini tüzel kişiliğe sahip olmak, bu tüzel kişiliklerin mallara sahip olması,
sahip olması, mallarının korunması, özerkçe kendi içinde örgütlenebilmeleri, ibadetlerini bu şekilde sürdürebilmeleri, eğitim faaliyetlerini serbestçe, tabii devletin denetimi altında ama özgürce sürdürmeleri gibi başka dinî boyutları da beraberinde getirmektedir.
Hem bağımsız olarak hem muhtelif madde teklifleri arasında ısrarla üzerinde durduğumuz bir husus da bu “nefret suçları” ve “nefret söylemi” denilen -günümüz insan hakları hukukunda husus oldu. Bu konuda aslında kanunlarımız gayet iyi, gayet de memnunuz fakat bizim özellikle belirtmek istediğimiz husus şu oldu: Nefret söyleminin sadece kanunen engellenmesi yetmiyor, aynı zamanda fiilen, gerçek hayatta, sokakta ama okulda da engellenmesi gerekiyor. Bu noktada hem mevcut eğitim sisteminde çeşitli dinî gruplara karşı, azınlık gruplarına karşı veyahut her türlü farklılık taşıyabilecek gruba karşı nefret söylemi içeren unsurların eğitimden çıkarılması. Bunlar var mıdır? Var, maalesef var, belki çok yok ama var ve hepimizin bildiği çok üzücü sonuçları da doğurabiliyorlar. Bunların çıkarılması eğitimden ve aksine, bizim eğitim müfredatımızın Türkiye’de çoğulculuğu, toplum içinde bütünleşmeyi teşvik edici, nefret söylemini yasaklayıcı, engelleyici bir eğitime dönüştürülmesi. Yani öğrencilerimize, çocuklarımıza, kardeşlerimize bu eğitimin Millî Eğitim vasıtasıyla verilmesi ve bu şekilde hem bütün Türk toplumunun huzuruna ve barışına katkısı olacak bir adımın atılmış olması hem de münhasıran Türkiye’deki dinî azınlıkların bu noktadaki sıkıntılarını giderecek bazı tedbirlerin böylece alınmış olması.
Kamu hizmetlerine girme hakkı ve eşitlik noktası üzerinde durduk. Anayasa’mızın 10’uncu maddesi bu hakkı fazlasıyla koruyor, son derece güçlü bir koruma getiriyor. Muhtelif kanun hükümlerinde ve Anayasa’nın başka maddelerinde de her türlü eşitliği koruyan hükümler var fakat bunların yine fiiliyatta, gerçek hayatta uygulanması noktasında bildiğimiz sıkıntılar yaşanabiliyor. Burada da hukuki şekilciliğin, teorinin ötesinde gerçek bir eşitliğin sağlanabilmesi noktasında bazı öneriler getirmeye çalıştık.
Patrik Hazretlerinin ifade ettikleri mesela çeşitli azınlık ibadethanelerinin yaşadıkları sıkıntılar var, bina olarak, kurum olarak yaşadıkları sıkıntılar var, azınlıkların eğitim kurumlarında yaşadıkları sıkıntılar var. Bunların da giderilmesi noktasında hem azınlık dinî kurumlarının, ibadet kurumlarının, kiliselerin, sinagogların ve diğer dinî kurumların hem de azınlıkların özellikle eğitim kurumlarının kamu kaynaklarından eşitlik esası üzerine yararlanmaları noktasında bazı öneriler getirmeye çalıştık.
Keza, yine, azınlık vakıflarının kendi aralarında örgütlenebilmeleri, hem bir düzenlenme açısından hem de gerektiğinde kaynakların karşılıklı transfer yapılabilmesi açısından bunu kolaylaştırıcı bazı hükümler, hatta birbirine gönderme yapan, mevcut Anayasa hükümlerimizi esas alarak birbirine gönderme yapan bazı önerilerde bulunduk.
Tabii, efendim, en hassas ve en kritik mesele tüzel kişilik meselesi. Burada bazı öneriler getirdik. Tabii, yine takdir yüce Meclisimizindir, bunlar sadece hukukun önerebileceği muhtelif çözümlerdir. Bizim de bu çözüm sürecinde naçizane bir katkımız olsun adına böyle önerilerde bulunduk.
Genel olarak Türkiye’de insan haklarının iyileştirilmesi ama özel olarak yine dinî azınlıkların hakları bakımından da önemli bir gelişme kaydetmiş olan Anayasa’mızın 90’ıncı maddesine yani uluslararası anlaşmaların statüsünü düzenleyen Anayasa’mızın 90’ıncı maddesine uluslararası teamül kurallarını da dâhil edecek şekilde ve mevcut metinde “Temel hak ve özgürlüklere” diye geçen ifadenin “İnsan hakları” diye kısaca değiştirilmesi yönünde bazı teklif önerilerinde bulunduk.
Burada yine ısrarla üzerinde durmak istediğimiz bir husus şu oldu: Özellikle uluslararası yargı organları önünde başımızı epeyce ağrıtan hususlardan biri mütekabiliyet, karşılıklılık meselesidir.
Yine hukuken -burada bilgi vermek benim haddime düşmez ama- mütekabiliyet, günümüzde karşılıklılık uluslararası insan hakları hukukunun kesinlikle reddettiği bir husustur. Bu konuda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin içtihadı son derece açıktır. Biz mahkemenin yetkisinİ tanımış durumdayız ve Türkiye bu yetkiyi tanımıştır. O yüzden mütekabiliyetin uluslararası hukukun meşru olarak, cevaz verdiği, tanıdığı sınırlar dışında insan haklarına temas eden noktalarda kullanılmaması, devreye girmemesi noktasında bazı önerilerde bulunduk. Uluslararası hukukta mütekabiliyet şüphesiz vardır, bir devlet kendisine zarar verildiğinde tabii ki buna meşru olarak kendi nefsini müdafaa etmek üzere karşı tedbirlerle cevap verebilir ama işte, bu mütekabiliyetin sınırı da insan hakları oluyor ve tabii ki -konumuz değil ama- savaş hukukunda da mütekabiliyet uluslararası hukukun kabul ettiği bir husus değildir.
Bizim naçizane önerilerimiz bu noktalarda yoğunlaşmaktadır. Daha teferruatlarını, sorularınızı imkânlarım ölçüsünde cevaplandırmaktan mutluluk duyarım.
Çok teşekkür ederim efendim.
ATİLLA KART (Konya) – Biz teşekkür ediyoruz.
Başka konuşmak isteyen arkadaşımız var mı? Buyurun.
CEMAAT VAKIFLARI TEMSİLCİSİ PANDELİS LAKİS VİNGAS – Efendim, bendeniz Lakis Vindas, iş adamıyım, Türkiye’de yetiştim, Türk eğitim sistemiyle geliştim. Üniversite mezunuyum, makine mühendisiyim fakat yirmi beş yıldan beri, hatta yirmi altı yıl oldu, cemaat işleriyle ilgileniyorum. Kültürel işlerden başladık, bugün artık vakıf işlerine geldik. Son kanunla da, 2008 Vakıflar Kanunu ile birlikte oluşturulan yeni meclisteki cemaat vakıflarının bir temsilciyle temsil edilmesi hususunda da ilk görev alan yöneticiyim, ilk görev alan meclis üyesiyim. O açıdan da çok büyük onur duyuyorum. Cumhuriyet tarihinde çok önemli bir gelişme olarak da bunu hep birlikte paylaşıyoruz.
İSTANBUL RUM PATRİĞİ I. BARTHOLOMEOS – Aralık ayında ikinci defa seçildi.
CEMAAT VAKIFLARI TEMSİLCİSİ PANDELİS LAKİS VİNGAS – İkinci defa bütün cemaatimizin…
ATİLLA KART (Konya) – Kutlarız.
CEMAAT VAKIFLARI TEMSİLCİSİ PANDELİS LAKİS VİNGAS – Sağ olun.
165’e yakın, 164 tane, bir iki tane daha olacak muhtemelen, hukuki neticeleri bekliyoruz, 165 tane cemaat vakfımız var Türkiye’nin her tarafında.
Şimdi, ben, müsaadenizle, hukuk hocamız kadar hukuki bir lisanla konuşmayacağım, biraz daha fazla şantiyenin getirdiği, şartların getirdiği lisanla konuşacağım, örnekler göstereceğim.
Son yıllarda çok büyük bir gelişme sağladık insan haklarıyla ilgili, cemaat ve azınlık haklarıyla ilgili, farklı inanç gruplarının varlıklarıyla, öz güvenleriyle, iletişimiyle, empatisiyle, bütün bunlarla çok çok önemli, çok değerli gelişmeler sağlanmıştır. Bunun temelinde tabii ki aşağı yukarı seksen, doksan yıllık bir geleneğin oluşmuş olması hafızalarda… Hem cemaat mensuplarında bu gelenek oluşmuştur, devamlı defansif bir yapıya bürünmüşlerdir hem de bürokraside de böyle bir anlayış söz konusu olmuştur. Devamlı farklı ve yabancı bir anlayışla gözlemlemeye, nitelendirmeye, uygulamalarda devamlı bir yabancıyla çalışılıyormuş gibi, onlara bir haklar, bir lütuflar, bir tahammül anlayışıyla hareket edeceğiz şartlarıyla böyle bir gelenek oluştu. Bu geleneği değiştirmek kolay değil. Hepimiz bu ülkenin vatandaşlarıyız ve bunu yaşıyoruz. Ancak bu son yıllarda yapılan gelişmelerle ve sağlanan haklarla tabii ki bir öz güven geldi ve siz de medyada görüyorsunuz, farklı inanç gruplarının temsilcilerini çok daha fazla gündemde görüyorsunuz, çok daha fazla ortak faaliyetler yapıyoruz, devletin aldığı inisiyatiflerle birlikte bazı etkinlikler yapıyoruz ve bunlar da bize güç veriyor ve geleceğimiz için de umut veriyor.
Cemaatlerimizin yani azınlıklarımızın, tabii ki bir Rum cemaatinin mensubu olarak bulunduğum yerden de tek arzuladığımız şey kendi ülkemizde geleceğimizi hedefleyebilmek, o umudu taşımak. Yani o umudu, geleceğimizle ilgili umudumuzu kendi topraklarımızda hissedebilmek. Bu, çok önemli bir şey. Yalnız, zannediyorum ki bu yalnız siyasi temayülle olmuyor, bu, yılların gelişmesiyle olacak. Bu temayülün tabii ki hukuken de bir garanti altına alınmış olması bizim için çok çok önemlidir, çocuklarımız için çok önemlidir çünkü babalarımız ve dedelerimiz maalesef bu güzel gelişmeleri yaşamamışlardır.
Şimdi, efendim, Anayasa konusunda hep dedik ki bu son yıllarda: “Bu Anayasa bizim de anayasamız olsun.” Onun için de, sizin, millet iradesinin tecelli ettiği en önemli çatının altında bizleri de davet etmiş olmanızdan dolayı çok büyük onur duyuyoruz, çok büyük gurur duyuyoruz. Bizim de küçük bir ifademizle veya bir önerimizle Anayasa’da bizim de bir katkımız olacaksa bizim de anayasamız olması açısından çokça önemlidir. Biz böyle bir çalışma içine girdik, cemaat vakıflarıyla, yöneticileriyle, ruhani reislerle ortak bir platform oluşturduk. Problemlerimizin, ihtiyaçlarımızın yüzde 95’i aynı; ufak tefek değişiklikler, artılar, eksiler olabilir. Fakat bu metin böyle bir metin. Biz şu anda Rum cemaatini temsilen buradayız, bütün cemaatleri temsilen burada değiliz ancak metin bir ortak konsensüsle çıkmış, ve belki ufak tefek artıları, eksileri olabilecek, başka değerlerle karşılaşabileceğiniz bir ortam olabilir.
Görünürlüğü artırma meselesi çok çok önemli. Görünürlüğü artırırken yani gayrimüslim veya farklı inanç gruplarının temsilcileri, kurumlarının çoğulcu bir demokrasi içinde çok ses getiren, yine eski bir Türkiye’yi oluşturacak bir empatiyle düşünürsek, onların yani bizlerin görünürlüğümüzün artırılması fakat yalnız siyaseten değil, kültürel olarak da, ortak etkinlikler olarak da, devletin üst makamlarıyla veya başka partilerle veya başka kurumlarıyla ortak etkinlikler yaparak zannedersem milletimize bunu aşılayabiliriz. O da eğitimden başlayacak. Eğitim çok önemli bir temeldir, her şey orada formüle ediliyor, her şey orada oluşturuluyor yani orada cemaatlerin farklı, yabancı ve onların geçmişinde, geçmişten kalan, Osmanlı İmparatorluğu’ndan kalan ufak tefek bazı sıkıntıları, devamlı eğitim yoluyla genç nesillere bunları alıştırmak, aşılamak bence çok büyük bir haksızlıktır çünkü cumhuriyet tarihinde en sakin, en saygılı, en vatanına ve milletine bağlı olan toplumlardan olduğumuzu zannediyorum.
Müsaadenizle ben bu siyasi temayülün ve iradenin hukuken de garanti altına alınması hususundaki ricamı tekrar arz ediyorum, çok çok önemli çünkü bürokraside hâlâ, bugün bile, bütün bu uğraşılara rağmen, bütün bu çabalarımıza rağmen bazen Lozan farklı yorumlanabiliyor, farklı yorumlar getirilebiliyor. Ben şimdi bir kamu kurumunda, çok önemli bir kamu kurumunda görev alıyorum, bizzat yaşıyorum. Yani kurumun en üst makamıyla alt makamı arasında çok farklı şeyler var. En üst makamın, en üst mekanizmanın vermiş olduğu irade alt makamlarca bazen kabul görmüyor ve farklı yönlendirmelerde bulunuyor ve üst iradenin hiçbir mesuliyeti yok burada. Yani burada Lozan’ın yorumlanması… Bazen bürokraside diyorlar ki, bildiği hâlde yani hukuka karşı veya şartlara karşı geldiğini bildiği hâlde bürokrat diyor ki: “Zararı yok, mahkemeye gitsin, iki sene daha kaybetsin. Mahkeme iki üç sene de kazandıracak bize, o zaman bakarız.” Ve mahkeme yoluyla bütün bu kurumların aleyhine bittiği hâlde, rücu mekanizması olmadığı için o bürokrat yaptığıyla kalıyor ve bunun bedelini de devlet ve millet olarak hepimiz ödüyoruz.
OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – Somutlaştırabilir misiniz? Olayı somutlaştırabilir misiniz, örnek olması açısından?
CEMAAT VAKIFLARI TEMSİLCİSİ PANDELİS LAKİS VİNGAS – Tabii ki “somut” derken, örnek vereceğim ama şahıs veya konu vermeyeceğim.
ATİLLA KART (Konya) – Olay olarak…
CEMAAT VAKIFLARI TEMSİLCİSİ PANDELİS LAKİS VİNGAS – Olay olarak…
Mesela, vakıflarda bir olay oluyor ve mevzuata uygun olmuyor, yapılmıyor. Örneğin, vakıflardaki bir yerel seçimle ilgili size örnek göstereyim. Seçimle ilgili mevzuata uygun olmuyor, yapılmıyor.
Normal bir şekilde şikâyetler gidiyor, adaylar şikâyetlerini seçim sürecinden önce ihbar ediyorlar noter vasıtasıyla, müdürlüğe söylüyorlar, şu bu falan, bu şekilde bitiyor olay yani oradaki iradenin, o küçük iradenin anlayışıyla bitiyor, sonra da mahkemeye gidiyorsunuz. Mahkeme iki senede bitiyor, Vakıflar Genel Müdürlüğünün veya başka bir devlet kurumunun aleyhine bitiyor. Problem değil, yine hak iade ediliyor belki bu haksızlığa uğramış insanlara ama iki üç sene geçiyor. O iki üç sene boyunca zıtlaşmalar, sıkıntılar, aradaki kavgalar ve toplum içindeki ayrışmalar pekiştiriliyor ve bu sefer ne oluyor? Tekrar, hukuk yerini düzeltiyor ama bu sefer de zararla, ziyanla dönüyor ve rücu mekanizması olmadığı için oradaki memurun veya bürokrat arkadaşın yaptığı kalıyor nasıl olsa hukuk halleder diye. Böyle çok örnekler var maalesef. Bunu da ben arz etmek istiyorum.
Tabii ki Sayın Patrik Hazretleri ve Hocamız vakıflarda “Vakıflar federasyon veya konfederasyon yapamıyorlar.” dediler dolayısıyla vakıflar meclis üyesi olarak ben buna bir açıklama getireyim: Vakıflar Kanunu’muzun eksikleri var ama Vakıflar Kanunu 2003’ten beri devamlı geliştirilen bir kanun olduğu için… Eksiklikleri de yeni bir Vakıflar Kanun’uyla geliştirileceğinden eminim, o konuda hiçbir şüphem yok. Bu, doğrudur, bir eksikliktir, bizzat yaşadığım bir eksikliktir çünkü bizim vakıflarımızın tüzüğü yoktur, tüzüğü olmayan vakıflardır. Tüzüğümüz olmadığı için, bizim tek tüzüğümüz 1936 Beyannamesi olduğu için, Vakıflar Kanunu buna karşı değil ama diyor ki: “Tüzüğünde varsa.” “Tüzüğünde varsa.” kelimesiyle bu sefer bloke oluyoruz çünkü bizim tüzüğümüz yok. Eskiden biz bankada hesap da açamıyorduk çünkü modern bankacılık sisteminde tüzük istiyor. “Yok” diyoruz anlatamıyorduk genç avukatlara, banka yöneticilerine. Dolayısıyla burada Vakıflar Kanunu bunu men etmiyor ama var olan kanunda “Tüzüğünde varsa yurt dışıyla, ne bileyim ben, ortak faaliyet yapabilir, yurt dışındaki bir vakıfla ortaklık yapabilir.” Ama tüzüğümüz yok. Bu, yeni Vakıflar Kanunu’yla mutlaka geliştirilecektir. O konuda da bir şüphem yok çünkü şu andaki Vakıflar Genel Müdürlüğünün iradesi hep çözüm yolundadır. Dolayısıyla fiilî eşitliği sağlarsak çok çok önemli. Cemaat vakıflarımızın ve mensuplarımızın bu konudaki duruşunu da zaten her gün görüyorsunuzdur, herkes, yurt dışına gidenler de zamanında belli şartların gereksinimi ve zorlamasıyla, bazıları geri dönmek istiyor. Yani bu barış ortamı, tekrar insanların doğdukları topraklarla barışma sevdası her gün artıyor.
Ben de size hayırlı çalışmalar dileyeceğim, Allah yardımcınız olsun, çok önemli bir görev ifa ediyorsunuz. Türkiye’nin artık bir anayasa deneyimi oluşmuştur, Türkiye Cumhuriyeti olgunluk döneminde, bu şu anda yapacağı Anayasayla zannediyorum hepimizi eşit bir yurttaş olarak kucaklayacaktır.
Teşekkür ederim.
ATİLLA KART (Konya) – Biz teşekkür ediyoruz.
Zannediyorum konuşmak isteyen başka arkadaşımız yok.
Şunu öncelikle ifade etmek istiyorum: Çalışmalarınızı son derece önemsiyoruz, bunu bilmenizi istiyoruz. Bundan mutlaka yararlanacağız, mutlaka değerlendirmesini yapacağız.
Ben arkadaşlarımın soruları varsa önce onları…
Sayın Şahin, buyurun.
MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Ben de bu değerli sunumlar için çok teşekkür ederim.
Heybeliada Rum Okulunun açılması talebinin uzun süredir gündemde olduğunu biliyoruz. Biraz önce Sayın Patrik de açıklama yaptı. Açılmaması yönündeki engeli öğrenmek için soruyorum: Şimdi, size göre bu lise ayarında, lise düzeyinde bir okul mudur? Acaba…
İSTANBUL RUM PATRİĞİ I. BARTHOLOMEOS – Liseden sonra biz dört sene ilahiyat okuyorduk. Bunun dini bir meslek okulu olmasını talep ediyoruz, rica ediyoruz. Yani eski durum iade edilebilirse sorun…
MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Millî Eğitim Bakanlığının…
İSTANBUL RUM PATRİĞİ I. BARTHOLOMEOS – Tabii, devletin denetiminde…
MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Millî Eğitim Bakanlığının izniyle açılacak bir okul mu, yoksa Yükseköğretim Kurumunun görev alanına giren ve girecek olan bir okul mu?
İSTANBUL RUM PATRİĞİ I. BARTHOLOMEOS – Millî Eğitim Bakanlığının denetiminde bir meslek okulu, ruhani ve ilahiyatçı yetiştiren bir meslek okulu.
MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Ama liseden sonra da eğitimi var?
İSTANBUL RUM PATRİĞİ I. BARTHOLOMEOS – Evet.
MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – O zaman YÖK Yasası kapsamına girmez mi?
İSTANBUL RUM PATRİĞİ I. BARTHOLOMEOS – Ama 1971’e kadar…
MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Sanıyorum ihtilaf oradan kaynaklanıyor biraz. Yani siz ortaöğretim düzeyinde bir okul olarak açılmasını arzu ediyorsunuz, herhâlde devletin ilgili kurumları da YÖK bağlamında olaya bakıyor. Yanlış mı Emre Bey?
GALATASARAY ÜNİVERSİTESİ HUKUK FAKÜLTESİ ÖĞRETİM ÜYESİ DOÇ. DR. EMRE ÖKTEM – Ben de öyle biliyorum efendim.
MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Konu oradan kaynaklanıyor gibi geliyor.
İSTANBUL RUM PATRİĞİ I. BARTHOLOMEOS – Siyasi irade varsa çözüm bulunur.
MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Anladım.
Yani ülkemizde Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak yaşayan Ortodoks Rum vatandaşlarımızın eğer din adamına ihtiyacı varsa, kendilerini dinî bakımdan da aydınlatacak insanlara ihtiyacı varsa böyle bir müessesenin varlığı konusunda prensip olarak kimse itiraz etmez. Sanıyorum, Millî Eğitim mi, YÖK mü bağlamından kaynaklanan bir sorun yaşandığını tahmin ediyorum.
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Bir katkı sunmak istiyorum efendim.
MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Sayın Vingas öyle midir?
CEMAAT VAKIFLARI TEMSİLCİSİ PANDELİS LAKİS VİNGAS – Efendim, doğrudur, yani 1951’de yapılan son okul mevzuatıyla ilgili, 1951’de yapılan son okul tüzüğüyle ilgili bir çalışma var Millî Eğitim Bakanlığının. 1951’de tabii ki YÖK yoktu, o zaman YÖK diye bir müessese yoktu, 1982’den sonra oluşturulmuş bir müessese. Doğrudur fakat Sayın Bakanım, buradaki bütün bunlar, yani bu bahsettiğiniz nokta çok önemli olmakla birlikte, bizim de bilgimiz dâhilinde olmakla birlikte, hiçbir zaman doğrudan bir diyalog olmamıştır. Yani sıkıntı buradadır. Yani “Biz devlet olarak bu formatı size sunuyoruz. Bu şekilde çözebilir miyiz?, Bunun içine girebilir mi?” gibi açık bir diyalog olmadı, hep nezaket şartları içinde ve iyi niyet kaideleri içinde çözüm arayışı oluşturuldu.
MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Anladım.
CEMAAT VAKIFLARI TEMSİLCİSİ PANDELİS LAKİS VİNGAS – Bugüne kadar, bir, iki, üç, “Bunlar Anayasa çerçevesi içinde çözülebilir.” veya “Lozan’dan kaynaklanan haklarınız dâhilinde bunlar vardır.” vesaire gibi, böyle bir formatta bir diyalog olmadığını da bizzat biliyorum.
İSTANBUL RUM PATRİĞİ I. BARTHOLOMEOS – Zatıaliniz beni kabul ettiğiniz zaman dönemin Millî Eğitim Bakanı olan Sayın Hüseyin Çelik de beni kabul etti ve bu konuyu açtık gayet tabii, dedi ki: “Bana kalırsa okulunuzu yarın açabilirim, açmak istiyorum.” Fakat nedense bürokrasi içinde bazı zorluklar çıkıyor. Kendilerine şunu söyledim: “Bu okul 1844’te açıldı, Osmanlı döneminde, 1923’te cumhuriyet geldi, Atatürk kapatmadı; İnönü kapatmadı; Menderes kapatmadı; nedense 1971’de kapatıldı. Bizim isteğimiz, sadece ve sadece, din adamlarımızı, ilahiyatçılarımızı yetiştirebilmek. “
Şimdi, bunun formülünü, dediğim gibi, siyasi irade varsa devlet gayet kolay bulabilir.
MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Bunun bir anayasal sorun olduğu kanaatinde değilim, bunun bir idari tasarrufla çözülebileceği düşüncesindeyim.
İSTANBUL RUM PATRİĞİ I. BARTHOLOMEOS – Tabii, tabii.
MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Ama benim edindiğim intiba- çünkü hükûmetlerde daha önce de görev yapmıştım- hükûmetin, tabii devlet erkini kullanan hükûmetin bu konuya sıcak baktığını, bu okulun açılmasını arzu ettiğini biliyorum. Niçin şu ana kadar açılamadığı konusunu en azından sorgulamak ve biraz daha deşmek için bu soruları sorma gereğini duydum.
İSTANBUL RUM PATRİĞİ I. BARTHOLOMEOS – Ben Sayın Millî Eğitim Bakanımıza o zaman bir öneride bulundum: “Mümkünse Bakanlıktan ve Patrikhanemizden bir müşterek komisyon kuralım ve bütün bu konunun teferruatını konuşsun.” Fakat istemedi Sayın Hüseyin Çelik, dedi ki: “Bu komisyonlar, müşterek komisyonlar yabancılar içindir, biz aileyiz burada.” Olmadı.
Şunun altını da çizmek istiyorum: Bazı medya temsilcileri arada sırada diyorlar ki: “Patrikhane devletin denetiminden bağımsız bir ruhban okulu istiyor.” Bu doğru değildir, okulumuz her zaman Millî Eğitim Bakanlığı vasıtasıyla devletin denetiminde faaliyet göstermiştir ve bu denetimden hiçbir zaman kaçınmadık.
MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Mülk edinmeyle ilgili, tabii, 2003’ten itibaren vakıflar mevzuatında yapılan değişiklerle önemli mesafeler alındı.
CEMAAT VAKIFLARI TEMSİLCİSİ PANDELİS LAKİS VİNGAS – Doğrudur efendim. Şu anda, vakıflardan soruyorsanız, mülk edinme hususunda bir sıkıntı yok.
MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Bildiğim kadarıyla kendi tasarrufunuzda bulunan yerlerle ilgili 2003 yılından itibaren onların mülkiyetini alma konusunda mesafe alındı.
MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Ama hazinenin sattığı üçüncü şahısların elinde bulunan taşınmazlarla ilgili durum nedir şu anda?
CEMAAT VAKIFLARI TEMSİLCİSİ PANDELİS LAKİS VİNGAS – Oraya da tazminat getiriliyor. Şu anda burada sıkıntı olabilecek, uzun vadede sıkıntı olabilecek iki konu var. Bir tanesi mazbut vakıflardır, ikincisi de Vakıflar Genel Müdürlüğünde kök vakfa geçmiş, bazı Osmanlı vakıflarına geçmiş olan mülklerle ilgili bir tasarruf yok şu andaki kanunlarda, uzun vadede bu olabilir. Ama şu anda zaten çok yoğun bir şekilde Vakıflar Genel Müdürlüğü olarak bu talepleri bekliyoruz, istiyoruz, teşvik ediyoruz. Talepler gerektiği kadar hızla gelmedi bugüne kadar, daha sınırlı bir şekilde geldi ancak mülkiyet konusunda böyle bir sorun yok.
Tabii ki burada ülkede bürokraside ciddi bir açılım var. Yani Gökçeada’da bile bir Türk vatandaşı mal mülk edinemiyordu, o da sınırlı edinilebiliyordu, bugün, 2011 yılında. Yani Gökçeada’da bir yabancı geliyor alıyor, bir Türk vatandaşı Rum vatandaş almakta sıkıntı yaşıyor. Bunu bizzat yaşadım. Orada da ufak bir gelişme sağlandığını söyleyebilirim.
MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Teşekkür ederim verdiğiniz bilgiler için.
Benim bitti efendim.
ATİLLA KART (Konya) – Oktay Bey…
OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – Bu “vatandaşlık” tanımı biraz enteresan geldi, bir açabilir misiniz?
GALATASARAY ÜNİVERSİTESİ HUKUK FAKÜLTESİ ÖĞRETİM ÜYESİ DOÇ. DR. EMRE ÖKTEM – Şimdi, efendim, bu 66’ncı madde “Türk devletine vatandaşlık bağıyla bağlı olan herkes Türk’tür.” ifadesini taşıyor. Bu da bizim zaten hukuk derslerinde ilk derslerden itibaren anlattığımız Anayasa hükümlerinden biridir. Burada yine temel kaygımız şuydu bu önerileri getirirken: Burada Türk vatandaşları arasında eşitliğin sadece hukuki bir eşitlik değil, fiilî eşitliğe dönüşmesi, bu şekilde algılanması ve burada hiçbir ayırımın gözetilmemesi. Yani bu aslında 66’ncı madde ile 10’uncu madde arasında köprü kuran, 10’uncu maddedeki ifadeleri bir kez daha 66’ncı maddede taşıyan bir öneri oldu. Arkasından da “Türklük bütün Türk vatandaşlarının beraberce varlığının ve dayanışmasının ifadesidir.” Yani bu ulusal bütünleşmeyi kuvvetlendirici ve farklı unsurları da bütün bu birleşme içinde buluşturan bir öneri olarak getirdik sadece. Tabii, kelimeler üzerinde tekrar düşünülebilir, formül üzerinde tekrar düşünülebilir. Temel aklımızdaki fikirler bunlardı.