CEMAAT VAKIFLARI TEMSİLCİSİ PANDELİS LAKİS VİNGAS – Müsaade ederseniz bu konuda bir ekleme yapmak istiyorum.
ATİLLA KART (Konya) – Buyurun.
CEMAAT VAKIFLARI TEMSİLCİSİ PANDELİS LAKİS VİNGAS – Benim görevimden dolayı Başbakanlığın vermiş olduğu bir hüviyetim de var ayrıca. Bundan üç ay evvel Başbakanlık binasına girdim ve Sayın Arınç’ın makamıyla görüşmek istedim. Bu hüviyetimi verdim. Hanımefendi telefon etti makama, oradaki özel kaleme dediler ki: “Sizinle bir yabancı görüşmek istiyor.”
Şimdi, bu tabii ki…
MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Ne diyor, onun üstünde ne yazıyor?
“Bir yabancı sizinle görüşmek istiyor.” Yani “TC Başbakanlık” hüviyetini taşıyan… Bu tabii ki çok belki düşünülmesi gereken bir konu, bu eğitimle alakalı bir şey. Bu insanların görünürlüğünün artırılmasıyla, bu ülkenin vatandaşlığıyla… Dolayısıyla “vatandaşlık” kavramı ve ifadesi Anayasa’da bizim için çok önemli. Biz nereden nereye kadar vatandaşız? Tam vatandaş mıyız, az vatandaş mıyız, onu netleştirmek çok çok önemli olacak bizler için.
Arz ediyorum.
GALATASARAY ÜNİVERSİTESİ HUKUK FAKÜLTESİ ÖĞRETİM ÜYESİ DOÇ. DR. EMRE ÖKTEM – Müsaade buyurursanız efendim, belki konunun biraz dışında ama çok sembolik bir gözlemimi aktarmak istiyorum: Azınlık mensubu dostlarımıza yabancı muamelesi yapılması, “yabancı” diye adlandırılmaları, onlara “yabancı” denilmesi bizi çok üzüyor ve ben özellikle bu son çalışmanın içinde yer alırken şunu fark ettim: Patrikhanede çalışan rahipler klasik Türk musikisini benden çok daha iyi biliyorlar, makamlara benden çok daha vakıflar, bestekârları benden çok daha iyi biliyorlar. Ben klasik Türk musikisine onlara göre biraz yabancıyım. Şimdi bu insanlara “yabancı” demek beni üzüyor.
İSTANBUL RUM PATRİĞİ I. BARTHOLOMEOS – Vakıflarımıza “Yabancı vakıflar” demek bizi üzüyor.
OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – Teknik bir terim olarak düşünmek…
GALATASARAY ÜNİVERSİTESİ HUKUK FAKÜLTESİ ÖĞRETİM ÜYESİ DOÇ. DR. EMRE ÖKTEM – Evet, evet ama aşmamız lazım.
MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Ama bu konuda çok önemli mesafeler alındı.
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Benim birkaç sorum var izniniz olursa.
Şimdi, bu Heybeliada Ruhban Okulunun açılmaması meselesini ben tam olarak anlayamadım, daha doğrusu benim daha önceden bildiklerimle buradaki tablo uyuşmadı. Demek ki ben eksik biliyorum.
İSTANBUL RUM PATRİĞİ I. BARTHOLOMEOS – Biz de anlayamıyoruz.
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Benim bildiğime göre, Tevhidi Tedrisat Kanunu’ndan kaynaklanan bir sorun var. Yani bu, tarikatlar, tekkeler ve diğerleri için de aynı şekilde söz konusu. Devlet din eğitiminde, ister Millî Eğitime bağlı olsun yani imam hatip okullarında olsun ister YÖK’e bağlı olsun, müfredatını kendisi belirliyor. Heybeliada Ruhban Okulu açılırsa devletin denetimi olacak mutlaka, her konuda var devletin denetimi ama müfredata müdahaleyi kabul ediyor musunuz? Yani müfredatı Millî Eğitim Bakanlığı mı belirleyecek, YÖK mü belirleyecek, yoksa Hristiyan ilahiyatına göre, Fener Rum Patrikhanesinin bundan önceki ilahiyat anlayışına göre kendi dersleri mi olacak? Dersleri kendi mi koyacak?
İSTANBUL RUM PATRİĞİ I. BARTHOLOMEOS – Biz öğrettiğimiz, okuttuğumuz kitapları gayet tabii ki devletimize gönderebiliriz ancak Hristiyan dinini ve ilahiyatını içeren kitaplar olduğu için zannediyorsam anlaşılması zor olacaktır. Yani gizli bir şey öğretmiyoruz, kitaplar açıktır. Hocalarımızı ve okulun müdürünü her zaman Millî Eğitim Bakanlığı tayin ediyordu, biz Patrikhane olarak öneriyorduk, Bay Lingas, Bay Emre Öktem, ismen belirliyorduk ve tayinini Millî Eğitim Bakanlığı yapıyordu. Yani müdürün ve hocaların tayini her zaman devletçe yapılıyordu.
Müfredat programı yani Ahd-i Cedit, Ahd-i Atik, kilise hukuku, kilise tarihi, Hristiyan arkeolojisi, ne bileyim böyle dersler vardı. Yani müfettişler
dersler vardı. Yani müfettişler geliyordu, sınıflara girmiyorlardı çünkü tedrisat Rumca yapılıyordu. Fakat okulun bütün faaliyetini bu Millî Eğitim Bakanlığı müfettişleri, gerek İstanbul Millî Eğitim Müdürlüğünden gerekse Ankara’dan direkt Bakanlıktan gelen müfettişler her zaman her şeyi kontrol, tetkik edebiliyorlardı ve her zaman muntazam buluyorlardı ve bize teşekkür ve tebrik söylüyorlardı.
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Efendim, ben çok net soruyorum: Mesela -tersinden bir örnek verelim- bir ilahiyat fakültesinde hangi tefsir kitabının okutulacağını, hangi hadis kitabının okutulacağını YÖK’ün denetiminde belirliyorlar. Sizin bu müfredatı kendinizin belirleyip devlete bildirmeniz ayrı bir şey ama devletin size “Siz Hristiyan akaidiyle ilgili, tarihiyle ilgili, kültürüyle ilgili şunları şunları şunları okutabilirsiniz, bunları okutamazsınız.” demesi ayrı bir şey. Böyle bir müdahaleyi kabul ediyor musunuz? Ben mesela bir Müslüman olarak kabul etmiyorum kendi eğitimimde.
İSTANBUL RUM PATRİĞİ I. BARTHOLOMEOS – Nasıl olacak? Bizim tedrisat Rumca oluyor. Şimdi, devlet bize bir Rumca Ahd-i Atik… Yani zor…
ALTAN TAN (Diyarbakır) – İçerik açısından diyorum ben.
CEMAAT VAKIFLARI TEMSİLCİSİ PANDELİS LAKİS VİNGAS – Ama yani o zaman kendi…
İSTANBUL RUM PATRİĞİ I. BARTHOLOMEOS – Dinimizin iç işlerine karışmış olmuyor mu devlet?
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Oluyor bana göre de ben bunu yani öğrenmek istiyorum. Yoksa denetim ayrı bir şey.
İSTANBUL RUM PATRİĞİ I. BARTHOLOMEOS – Şimdiye kadar böyle bir şey olmadı ve düşünülmedi.
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Yani siz belirtiyordunuz, bildiriyordunuz, onlar kabul ediyordu.
ATİLLA KART (Konya) – Şimdiye kadar o anlamda bir müdahale olmadı, öyle anlıyorum.
İSTANBUL RUM PATRİĞİ I. BARTHOLOMEOS – Olmadı hiç.
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Yani açık olduğu dönemlerde, 1971’e kadar olmadı.
İSTANBUL RUM PATRİĞİ I. BARTHOLOMEOS – 71’e kadar olmadı, hiçbir zaman olmadı.
CEMAAT VAKIFLARI TEMSİLCİSİ PANDELİS LAKİS VİNGAS – Bir de bir olay daha var efendim, oradaki Ruhban Okulunda… Ben ruhban değilim, okumadım da orada ancak bir de uygulama tarafı var. Yani bir manastır statüsünde, okul ve manastır. Dolayısıyla, bazen YÖK sistemine uymayacağı aşikâr. Hangi açıdan? Bir uygulama tarafı var. Yani her gün, günde iki kere kiliseye giderler, sabah saat sekizde.
İSTANBUL RUM PATRİĞİ I. BARTHOLOMEOS – Yani ayin nasıl yapılacak? Vaaz nasıl verilecek?
ALTAN TAN (Diyarbakır) – İşte, bunlarda müdahale istemiyorsunuz.
CEMAAT VAKIFLARI TEMSİLCİSİ PANDELİS LAKİS VİNGAS – Yani gelecek olan öğrenci erkek olacak, Ortodoks olacak vesaire.
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Kılık kıyafet olacak.
CEMAAT VAKIFLARI TEMSİLCİSİ PANDELİS LAKİS VİNGAS – Sınırlamalar var yani.
RIZA TÜRMEN (İzmir) – Perhiz dönemleri var değil mi?
İSTANBUL RUM PATRİĞİ I. BARTHOLOMEOS – Perhiz dönemleri var.
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Kılık kıyafeti olacak.
İkinci sorum efendim…
İSTANBUL RUM PATRİĞİ I. BARTHOLOMEOS – Yok, çocuklar kravatlı, sivil. Yalnız kiliseye giderken, ayine giderken cübbeleri giyiyor.
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Ayin yaparken, evet.
Din eğitimi ve yine, ana dille eğitim mevzularında bunu sadece münhasıran azınlıklar için mi düşünüyorsunuz yoksa Türkiye’de yaşayan herkes için mi düşünüyorsunuz yani Müslim, gayrimüslim?
CEMAAT VAKIFLARI TEMSİLCİSİ PANDELİS LAKİS VİNGAS – Efendim, biz bu çalışmayı tabii ki bir anayasa hepimiz için olacaksa, anayasa hepimiz için aynı anayasa olacaksa, tabii ki bizim için istediğimiz hakları herkes için istiyoruz.
GALATASARAY ÜNİVERSİTESİ ÖĞRETİM ÜYESİ DOÇ. DR. EMRE ÖKTEM – Ben efendim, müsaade ederseniz bu sorunuza ilaveten şunu söyleyeyim: Bizim metinde, yanlış hatırlamıyorsam, şeyi göz önünde tutarak, “Bundan sonraki Anayasa’da din eğitimi mecburi mi olacak, yoksa mecburiyeti kaldıracak mı?” ihtimallerine karşı her iki ihtimali de değerlendiren alternatif çözümler sunduğumuzu hatırlıyorum. Yani, takdir Meclisindir, bu tür şeyler yapabilir.
Bir de yine, belki sembolik bir anekdot olarak sizin müsaadenizle şu ilave edilebilir: Yanlış hatırlamıyorsam, Heybeliada Ruhban Okulunda millî güvenlik dersleri de okutulmuş ve bir deniz subayı Heybeliada’ya gelip derse giriyor.
GALATASARAY ÜNİVERSİTESİ ÖĞRETİM ÜYESİ DOÇ. DR. EMRE ÖKTEM – Yani Türk müfredatının hiçbir şekilde dışında değil.
ATİLLA KART (Konya) – Teşekkür ediyoruz.
Rıza Bey, buyurun.
RIZA TÜRMEN (İzmir) – Efendim, ben çok büyük ilgiyle dinledim, çok teşekkür ederim bilgilerinize.
Tüzel kişilikle ilgili benim kafama takılan bir şey var. Tabii, tüzel kişilik çok önemli, mülkiyet hakkı bakımından önemli bir kere her şeyin başında. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin verdiği birtakım kararlar var, siz iyi bileceksiniz; işte, mülkiyetin Patrikhaneye iadesi konusunda.
İSTANBUL RUM PATRİĞİ I. BARTHOLOMEOS – Yetimhane meselesi.
Patrikhanenin tüzel kişiliği yoksa kime iade, nasıl iade edilecek yani mülkiyet hakkı nasıl geçecek Patrikhaneye? Bu benim kafamda bir soru her zaman. Yani bu karar nasıl uygulanacak?
İSTANBUL RUM PATRİĞİ I. BARTHOLOMEOS – Hakikaten bir tezat var bu noktada. Şimdi, Patrikhanenin tüzel kişiliği yok resmen fakat Strazburg’un kararından sonra bize iade edilen Büyükada eski Rum Yetimhanesinin tapusunda sahibi “Rum Patrikhanesi” diye geçiyor. Çünkü mahkemelere düşmeden, gerek yurt içinde gerek Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine gitmeden önceki elimizdeki tapu, gerek Osmanlı döneminden, padişahtan gerekse 23’ten sonra, cumhuriyetten sonra bize verilen tapu senedinde Patrikhane gözüküyordu sahip olarak, o binanın sahibi olarak ve Strazburg’un kararından sonra eskisine dönüldü ve bize verilen tapu, sahibi Rum Patrikhanesi diye geçiyor. Şimdi, bir tezat var ortada. Yani hem tüzel kişilik yok hem elimizde şu an en azından bir tane tapu senedi var.
ATİLLA KART (Konya) – Peki, o iade kararı tescil edildi mi efendim?
İSTANBUL RUM PATRİĞİ I. BARTHOLOMEOS – Tabii, tabii.
ATİLLA KART (Konya) – Tescil edildi. Uygulandı yani.
İSTANBUL RUM PATRİĞİ I. BARTHOLOMEOS – Uygulandı ve diyebilirim ki Hükûmetimizin hiçbir problem çıkarmaksızın, aksine çok kolaylaştırıcı bir şekilde…
ATİLLA KART (Konya) – Yani bu tabii, bir anlamda tüzel kişiliğin de zımnen kabulü, fiilen kabulü, gayriresmî olarak kabulü anlamında.
CEMAAT VAKIFLARI TEMSİLCİSİ PANDELİS LAKİS VİNGAS – Ama burada tabii, hukuki…
ATİLLA KART (Konya) – Tabii, bunun bir teminata bağlanması…
CEMAAT VAKIFLARI TEMSİLCİSİ PANDELİS LAKİS VİNGAS – Bu nasıl bir tüzel kişilik, ifade etmek gerekiyor artık.
ATİLLA KART (Konya) – Evet, tabii.
GALATASARAY ÜNİVERSİTESİ ÖĞRETİM ÜYESİ DOÇ. DR. EMRE ÖKTEM – Vaktimiz varsa efendim, birkaç kelimeyle problematiği şöyle ifade edebilirim.
Sayın Türmen’in huzurunda benim haddim değil bunları anlatmak ama Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin içtihadında şöyle bir ilke var: Devlet bir kuruma tüzel kişilik muamelesi yapmışsa yıllardan beri, noter muameleleri yapılmış, elektrik faturası yollanmış, kira sözleşmeleri, mukaveleler var falan…
GALATASARAY ÜNİVERSİTESİ ÖĞRETİM ÜYESİ DOÇ. DR. EMRE ÖKTEM – Teamülün ötesinde, kayıtlara geçmiş fiilî uygulama. Tapuda tescil edilmiş. Strazburg diyor ki: “Devlet buna tüzel kişilik muamelesi yapmıştır. Kendisini tüzel kişilik olarak tanımaması beni bağlamaz. Ben bunu tüzel kişi olarak görüyorum.”
OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – Fiiliyata bakıyor.
GALATASARAY ÜNİVERSİTESİ ÖĞRETİM ÜYESİ DOÇ. DR. EMRE ÖKTEM – Fiiliyata bakıyor. Bunun da çok aslında şeydir, hani, trajikomik bir içtihadı vardır. İlk defa Yunanistan’da bir Katolik kilisesinin başına gelen dertle başlar bu içtihat. Orada da tüzel kişiliği tanımıyor fakat noter muamelesi yapmış, işte, elektrik faturası gönderilmiş. “Bu tüzel kişiliktir.” diyor Strazburg.
ATİLLA KART (Konya) – Efendim, ben biraz daha konuyu açmak adına soruyorum: Şimdi, tabii, Ruhban Okulunun yüksekokul olması, orada bir tartışma var, hâlen orada birtakım ihtirazi kayıtlar var, öyle anlıyorum. Bir an için, tabii, yüksekokul olarak kabul edildiği takdirde de, o takdirde de YÖK’ün kapsamına girmesi noktasında bir tereddüt var mı sizin açınızdan?
İSTANBUL RUM PATRİĞİ I. BARTHOLOMEOS – Şimdiye kadar YÖK’e…
ATİLLA KART (Konya) – Yani lise seviyesinde bir tereddüdün olmadığını görüyoruz, “Milli Eğitim Bakanlığının denetimi tamam.” diyorsunuz, “Orada bir sorun yok.” diyorsunuz. Bir an için yüksekokul statüsünde olduğu takdirde YÖK’ün denetiminde olması noktasındaki düşünceniz nedir?
İSTANBUL RUM PATRİĞİ I. BARTHOLOMEOS – Doğrusunu istiyorsanız Sayın Başkan, bu tarafı düşünmedik. Çünkü okulun yüz yirmi yedi sene boyunca süregelen faaliyetinde hiçbir zaman böyle bir durumla karşılaşmadık. Zaten YÖK yoktu o zaman. Her zaman Millî Eğitim Bakanlığına tabi tutulduk ve bu durumun devam etmesini arzu ediyoruz, mümkünse.
CEMAAT VAKIFLARI TEMSİLCİSİ PANDELİS LAKİS VİNGAS – Ayrıca Sayın Teziç’in de bir tezi vardı.
İSTANBUL RUM PATRİĞİ I. BARTHOLOMEOS – Sayın Teziç YÖK Başkanı olduğu zaman Patrikhanemize teşrif etti ve akabinde konuşurken dedi ki: “Ben bu konuyu teferruatına kadar tetkik ettim. Sizin okulunuz 51 senesindeki yönetmeliğin esasına uygun. Yarın sabah açılabilir. Sizin okulunuz -ben YÖK Başkanı olarak söylüyorum- 51 yönetmeliğine göre, bir virgül bile değiştirmeden, yarın sabah açılabilir.” O yönetmeliği okumuştu. Zaten Türkçesi de var, Ankara’dan tasdik edildi 51 senesinde ve yani bu konuyu çok iyi bilen bir zat olarak Sayın Teziç aynı bu kelimeleri söyledi.
Tekrar hepinize teşekkür ediyoruz. Ben inanıyorum ki bu görüşme her bakımdan yararlı bir görüşmedir. Hem Anayasa çalışmalarımıza katkı sağlamak anlamında hem birtakım hususların, kamuoyunda doğmuş olan tereddütlerin giderilmesi anlamında son derece yararlı bir çalışma olmuştur, görüşme olmuştur. Tekrar teşekkür ediyoruz, saygılar sunuyoruz.
İSTANBUL RUM PATRİĞİ I. BARTHOLOMEOS – Biz de şükranlarımızı arz ediyoruz. Gönderdiğiniz davet için, görüşlerimizi büyük bir titizlik ve hoşgörü ile dinlediğiniz için size müteşekkiriz ve bugünün anısına çok ufak bir hatıra takdim etmek istiyorum.
(İstanbul Rum Patriği I. Bartholomeos tarafından hediye takdiminde bulunuldu)
ATİLLA KART (Konya) – Teşekkür ederiz.
Kapanma Saati: 12.41
İKİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 14.00
--------------- 0 ---------------
ATİLLA KART (Konya) – Saygıdeğer konuklarımız, öncelikle hepiniz hoş geldiniz.
Anayasa Uzlaşma Komisyonu 3 no.lu Alt Komisyon üyeleri olarak, Adalet ve Kalkınma Partisinden Karabük Milletvekili Sayın Mehmet Ali Şahin; Cumhuriyet Halk Partisini temsilen ben, Konya Milletvekili Atilla Kart; Milliyetçi Hareket Partisini temsilen Erzurum Milletvekili Sayın Oktay Öztürk; Barış ve Demokrasi Partisini temsilen Diyarbakır Milletvekili Sayın Altan Tan sizlerle birlikte kırk dakika civarında bir görüşme yapacağız.
Hepinize tekrar hoş geldiniz diyor, saygılar sunuyoruz.
Saygıdeğer konuklarımız, biz tabii, anayasa yapımı sürecinde olabildiğince toplumun her kesiminin sesini, düşüncesini yansıtmak istiyoruz. Bu noktada da yine zamanımızı en iyi şekilde kullanarak doğrudan görüşlerinizi almak istiyoruz. Bu süreçte bizler dinleyici konumundayız, sizleri dinleyeceğiz, sizler görüşlerinizi en özgür şekliyle ifade ediyorsunuz, edeceksiniz. Bu görüşmeler tutanaklara geçiyor, kayıtlara geçiyor. Bunları dışarıda ifade edip etmemek tamamen sizin takdirinizdedir, o sizin bileceğiniz bir konudur. Bizler burada dinleyici konumundayız.
Son beş-on dakikada bir soru-cevap bölümü olabilir bazı konulara, bazı kavramlara açıklık getirmek amacıyla. Bu yarım saatlik, otuz beş dakikalık bölümü tek başınıza da kullanabilirsiniz, bir kişi de kullanabilir, paylaşabilirsiniz de, sizin takdirinizdir.
Buyurun efendim.
AYDINLAR OCAĞI GENEL BAŞKANI PROF. DR. MUSTAFA E. ERKAL – Efendim, ben Prof. Dr. Mustafa Erkal, Aydınlar Ocağı Genel Başkanıyım.
Sözlerimize başlarken özellikle Komisyonumuzun bizi de davet etmesinden, görüşlerimizi almak için buraya çağırmasından çok mutlu olduğumuzu ve başta Sayın Başkana ve Komisyonumuzun değerli üyelerine teşekkürlerimi arz etmeyi görev biliyorum.
Bugün size sunacağımız, arz edeceğimiz metin Aydınlar Ocakları 37’inci Şûrası’nın o şûraya sunulan, tartışılan, görüşülen ve o şûranın sonunda ortak bir metin olarak ortaya çıkan bir çalışmadır, bunu da özellikle arz etmek istiyorum.
Her ne kadar masada arkadaşlarımızın ve benim ismim varsa da ben yine de sağımdan başlayarak arkadaşlarımı takdim etmek isterim: Ernail Koç Bey iş adamıdır, Aydınlar Ocağı Yönetim Kurulu Üyesidir; Prof. Dr. Ahmet Çolak Bey Genel Başkan Yardımcımızdır, tıp ve hukuk, iki tarafı olan bir arkadaşımızdır, Maltepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekanlığından ayrılmıştır; yine onun yanında oturan Avukat Mustafa Özkurt Bey de yine Yönetim Kurulu üyemizdir. Biz böyle 4 kişi geldik, görüşlerimizi ifade etmeyi uygun bulduk.
Efendim, metnimiz, biraz önce de arz ettim, 37’nci Şûra’da ele alınan görüşlerin ışığında değerlendirilmiştir. Şimdi metni arz ediyorum:
1982 Anayasası birçok defa değiştirilmiş ve bazen ihtiyaçlara uygun hâle getirilmeye çalışılmış, bazen de siyasi iradenin baskısıyla değişmelere uğramıştır. Anayasa değişikliğinin yeni Türkiye için yeni anayasa oluşturmak üzere yapıldığı inancını biz kuruluş olarak taşıyoruz yani ülkenin ihtiyaçlarının doğurduğu bir sonuç, bir sürecin sonunda değil ama Türkiye'nin yeni bir Türkiye resmine kavuşturulması için yapılmakta olduğunu düşünüyoruz. Asıl gaye ve konunun arka planı, bize uymayan yeni bir elbisenin Türkiye'ye giydirilmesidir ve Türkiye’yi küresel gücün istekleri doğrultusunda dönüştürmektir. Asıl resmi görmeden, konuya -benim Hocamın da sık sık da belirttiği- Gestaltçı (bütüncül) yaklaşımla bakmadan sadece ilkeler ve sadece maddeler üzerinde tartışma açmak aslında esastan uzaklaşmaktır.
Bugüne kadar seslendirilen ister Büyük Orta Doğu Projesi ister diğer uluslararası projeler olsun -fazla ayrıntıya girmeye gerek yok- bütün bunlarda amaç Orta Doğu'da sınırların ve ülkelerin küresel gücün isteklerine göre şekillendirilmesidir. Bunu özellikle ifade etmeyi uygun buluyoruz çünkü biz anayasa çalışmalarının, yeni bir anayasa hazırlanmasının hangi milletlerarası şartlar altında oluşturulmakta olduğunu ortaya koyduğumuz takdirde bu konuda daha net, daha açık bazı fikirlere sahip olabiliriz.
Yine bu çerçeve içinde son dönemde Türkiye'nin emperyal bir devlet olmaya zorlandığını görüyoruz. Bize millî devlet ve üniter yapıdan uzaklaşmamız, çok kültürlü bir yapı kazanmamız, anayasamızı buna göre yaparak Orta Doğu'da ve İslam âleminde yeni imkânlar kazanabileceğimiz telkin edilmektedir. Yeni Osmanlı ağabeyliği ise çok değişik tuzaklarla doludur. Suriye ve Libya politikasındaki değişmeler ve ortaya çıkan bazı gelişmeler aslında Türkiye'nin ne ölçüde bir kıskaca alınmak istendiğini ortaya koyan örnekler olarak önümüzde durmaktadır.
Bir anayasanın içeriği kadar yapılış usulü de son derece önemlidir. Eğer anayasanın bir toplumsal sözleşme niteliğinde olmasını istiyorsak Türkiye Cumhuriyeti devletinin temel kuruluş felsefesi, kurucu irade ve varoluş gerekçeleriyle ters düşmeden onlara sadakatle bağlı kalarak, ülke ihtiyaçlarını esas alarak bir çalışma yapmanın gerektiğine inanıyoruz.
Anayasa -yine görüşümüz o ki- olabildiğince gereksiz ayrıntılardan uzak olmalıdır, açık ve net hükümler içermelidir ve 1982 Anayasası’nda olduğu gibi terim ve kavram bütünlüğü sağlanmamış bir anayasa modeli önümüze çıkmamalıdır. Yasalarda bulunması gereken madde ve esaslar mutlaka anayasaya taşınacak diye bir kural yoktur. Bunun genelde, zannediyorum, anayasa konusunda çalışan, görüş ifade eden değişik çevrelerin de ortak bir kanaati olarak ortaya çıktığını şahsen düşünüyorum.
Partiler arası uzlaşma komisyonu baskılardan uzak işletilebilmeli ve iş aceleye getirilmemelidir. Bazı anayasa değişikliklerinin yanı sıra yasalarda da bazı değişiklikler yapılmasına ihtiyaç olduğunu düşünüyoruz.
Anayasa toplumdaki marjinal grupların sesi olmamalıdır. Yapılan bütün araştırmalarda yüzde 5 ile yüzde 8 -ki o araştırmalar, son yıllarda yapılan araştırmalar elimizde- arasında değişen bir grubun veya çevrenin terör baskısıyla isteklerini topluma kabul ettirmesinin biz kuruluş olarak demokratikleşme olduğu inancında değiliz.
1982 Anayasası’nın en tartışmalı konularından birisi Anayasa’nın Başlangıç kısmıdır. Bu kısmın, kuruluş olarak biz, fazla tartışılacak bir tarafı olduğuna inanmıyoruz. Yalnız şunu özellikle ifade etmek istiyorum: Özellikle hukukçu arkadaşlarımız şunu vurguluyor bilhassa, Anayasa’nın temel nitelikleri sayılıyor, bu belli -millî, demokratik, laik, hukuk devleti- ama devletin isminin 1982 Anayasası’nda olmadığını görüyoruz. Yani nitelikleri ifade edilen, ortaya konan bir devletin isminin de yeni çalışmalarda hesaba katılması gerektiğini düşünüyoruz.
Devletin adı Türkiye Cumhuriyeti’dir. Anayasa’nın ilk dört maddesi aynen ve mutlaka korunmalıdır. Ülkenin bölünmez bütünlük ilkesinden değişik sebeplerle rahatsız olup bunu farklılıkları dışlama ya da bastırma olarak görmek anlaşılabilir değildir. Böyle bir yaklaşım patolojik izler taşır. Anayasa değişiklikleri devletin ülkesi ve milleti ile bölünmesi ve sonlandırılması amacıyla yapılmaz.
Türk toplumunu milletleşme sürecinden geriye döndürme ve sosyolojik anlamda onu bir kalabalık gibi değerlendirme anlayışı, birliktelikleri dışlama, farklılıkları aşırı kutsallaştırma, ileride ayrı bir devlet kurmak için şimdilik bölgesel özerklik elde etme, anayasa hazırlıklarında bazı çevrelerin temel hedefidir.
Milletleşme, Türkiye’de anlaşılmış bir kavram değildir. Biz kuruluş olarak milletleşmeyi biyolojik bir tasnif olarak görmüyoruz, zaten de değildir. Millî seviyede ortak bir yaşama tarzına kavuşulması, millî mutabakatların geliştirilmesi, millî seviyede ortak kabul ve retlerin, ortak paydaların ortaya çıkmasıdır. Bundan dolayı demokrasi sosyolojik anlamda basit kalabalıkların değil, neden ve niçin bir arada bulunduklarını fark eden milletleşmiş toplumların rejimidir. Millî birliğini kuramamış, mutabakatlarını geliştirememiş, millî devlet olma özelliğini kazanamamış toplumlar demokrasiyi sadece tartışırlar ama yaşatamazlar.
Milletleşme, her türlü etnik, mezhep, aşiret, boy ve bölge taassubunun aşılarak millî seviyede "biz" duygusunun hissedilmesidir. Milletleşme ile demokrasi arasında doğru bir ilişki vardır. Demokrasi milletleşme üzerinde yükselir. Demokrasi ile etnik ırkçılık ve taassup uzlaşmaz, ırkçılığın hiçbir çeşidi uzlaşmaz. Bundan dolayı etnik ırkçılığa teslim olacak bir anayasa hazırlık çalışması da demokratik kabul edilemez. Farklılıklar bütünü zedelemediği ölçüde demokrasi yürüyebilir. Sosyal bütünleşmenin olmadığı, millî devletle kavgalı olunduğu bir yerde demokrasi çok teorik kalır. Millî devlete, millî kimliğe ve milliyete karşı alternatif kimlik ve mahallî egemenlik alanları açmak demokratikleşme değil, hiçbir ciddi devletin kabul edemeyeceği egemenliğe ortak aramak ve egemenlik devri olarak anlaşılmalıdır. Bu sebeple Anayasa’nın egemenliğin Türk milletine ait olduğunu belirten 6’ncı maddesi ve devletin temel amaç ve görevlerinin, bağımsızlığı, bütünlüğü, bölünmezliği korumakla ilgili 5’inci maddesi mutlaka korunmalıdır.