1-Osmanlı Devleti'nin Genel Özellikleri :Osmanlı tarihi, Anadolu Türkiye tarihinin 4. dönemini oluşturur. Türk devletleri içinde en uzun süre yaşayan ve en geniş sınırlara ulaşanıdır. Türk Devletleri içinde merkezi otoritesi en güçlü olanıdır. Kültür ve uygarlık alanında en çok ilerleyen Türk Devleti'dir. Mutlak egemenlik haklarını hükümdar kullanır. Ancak, I. Ahmet dönemine kadar veraset yasası belirgin değildir. Şeriat hukuku ile yönetildiğinden Teokratik, mutlak egemenlik haklarını hükümdar kullandığından Monarşik devlet yapısı görülür. Fetih temeline dayandığından askeri, etnik yapı çeşitli olduğundan çok uluslu bri imparatorluktur. Fetih politikası, dinsel (cihat) ve ekonomik (ganimet) amaçlı olmuştur.
2-Osmanlıların Kökeni : 1243 Kösedağ Savaşı'ndan sonra Anadolu'da Moğol hakimiyeti başladı. Bu tarihten önce Kayı Boyu, Anadolu Selçuklu Sultanı I. Alaaddin Keykubat zamanında Anadolu'ya gelmişti. Kayı Boyu Anadolu'ya ilk geldiğinde başında Ertuğrul Gazi bulunmaktaydı. Anadolu Selçuklu Sultanı tarafından Kayı Boyu'na Söğüt ve Domaniç kışlak olarak verildi.
3-Kuruluş Sırasında Anadolu ve Çevresi : Kayı boyu Söğüte geldiğinde Anadolu'da Beylikler dönemi başlamıştı. Anadolu Selçuklu Devleti henüz yıkılmamış fakat İlhanlı Devleti'nin egemenliği altına girmişti. IV. Haçlı seferi sırasında İstanbul'dan kaçan Rumlar Karadeniz Bölgesi'nde Trabzon Rum Devleti'ni kurmuştu. Batı Anadolu ve Marmara Bölgesi Bizans hakimiyetindeydi. Moğol istilası nedeniyle Anadolu'ya Türkmen akını başlamıştı. Türkmen göçleri sonunda Anadolu'daki Hristiyan nüfus azaldı, Hristiyanlar şehirlere yerleşti. Türkmenler Selçuklu etkisinden kurtardıkları mistik liderleriyle tarikatlar kurmuştu. Zanaat loncaları yani ahiler zamanla güçlenerek, halkı askeri ve siyasal kargaşaya karşı korumuştu. Türkmenlerin çoğu köylere yerleşerek tarım ve hayvancılıkla uğraşmıştı. Göçebe yaşamı sürdüren boylar daha çok Güney Anadolu'da, Toroslar'ın eteklerine ve Çukurova'ya yerleşmişti. Ege, Marmara ve Doğu Karadeniz'de Rumlar, Kayseri ve Sivas'ta Moğollar, Çukurova ve Doğu Anadolu'da Ermeniler yaşamaktaydı. Anadolu'nun Kuzey Doğu'sunda Altınordu Devleti hüküm sürmekteydi. Doğu Anadolu ve İran Bölgesi'nde İlhanlılar bulunmaktaydı. Trakya Bölgesi ve Marmara'nın güneyi ile Batı Anadolu'da Bizans egemendi. Yakın Doğu'da en önemli siyasi güç Memlük Devleti idi. Balkanlar'da derebeylik rejimi ile yönetilen, Sırp Krallığı, Bulgar Krallığı, Arnavut Beyliği, Macar Krallığı, Eflak ve Boğdan Beylikleri, Mora Despotluğu, Bosna ve Hersek Beylikleri, Erdel Beyliği bulunmaktaydı.
4-Osmanlı Devleti'nin Büyüme Nedenleri :İslam dini ve İslam dininin öngördüğü cihat inancı. Türkmen desteğinin alınması ve beyliklerle iyi geçinilmesi. Anadolu'ya gelen Türkmenlerin fethedilen yerlere yerleştirilmesi yani düzenli iskan politikası Balkanlardaki düzensiz siyasi birlik ve Bizans'taki taht kavgaları. Yetenekli ve deneyimli yöneticilerin iş başına geçmesi. Merkezi otoritenin güçlü olması. Fethedilen bölgelerde halka karşı adil davranılması ve dinsel hoşgörünün olması.
1-Osman Bey Dönemi (1299-1326) :Ertuğrul Gazi'nin 1281 yılında ölümü üzerine boyun başına Osman Bey geçti. 1299 tarihinde Osmanlı Beyliği'nin bağımsızlığını ilan etti. Bu tarih Osmanlı Devleti'nin kuruluş tarihi olarak kabul edilir. Osmanbey, Ahi teşkilatı ile iyi geçindi. 1302 Koyunhisar savaşında bizansı yendi. Birlik politikası izlemiştir. Harmankaya tekfuru Köse Mihalin osmanbeye yakınlığı ve Osmanlı devletine hizmeti oldu.Osman Bey, Yenişehir, Karacahisar, Yarhisar, Bilecik, Mudurnu ve İnegöl'ü aldı. Osman Bey'e en büyük desteği Anadolu ahileri ve Türk beyleri sağladı. Bölgede bulunan Bizans tekfurlarına karşı büyük başarılar kazandı. 1308 tarihinde Koyunhisarı'nda Bizans ile ilk savaş yapıldı ve başarı sağlandı. 1308'de Anadolu Selçukluları'nın yıkılışı üzerine Osman Bey İlhanlılar'a bağlılığını bildirdi. Bu dönemde ilk defa para basıldı. 1281 yılında Karacahisar'ı ele geçirdi. 1320 tarihinden itibaren ordunun başına Orhan Bey geçti. Orhan Bey 1326'da Bursa'yı kuşattı. Şehir ele geçirildiği gün Osman Bey öldü.
2-Orhan Bey Dönemi (1326-1362) :Orhan Bey 1324 tarihinde Osmanlı Beyliği'nin başına geçti. Bursa şehir alınarak başkent yapıldı. 1329'da İznik üzerine yürüdü ve Bizans ile yapılan Maltepe(Palenakon) Savaşı'nda İznik ele geçirildi. Kocaeli Yarımadası'nın fethi tamamlandı. 1342'de Ulubat ve Mihaliç Kaleleri alınarak Karesioğulları ile komşu olundu. Karesioğulları Beyliğine son verildi. Edirne önlerine kadar gelindi. Bizans’a yardım karşılığında Çimpe kalesi alındı. Ankara ve çevresi alındı. İlk medrese İznik’te açıldı. İlk Osmanlı donanması bu dönemde kuruldu. İlk defa 1353 tarhinde Rumeli'ye geçildi. Marmara'nın kuzey ve batı kesimlerinin fethi tamamlandı. Gelibolu'nun tamamı, Malkara ve Keşan ele geçirildi. İlk defa divan teşkilatı kuruldu. İlk vezir de bu dönemde atandı. İlk Kaptan-ı Derya (Karamürsel Paşa) bu dönemde atandı.
3-I. Murat Dönemi (1362-1389) :I. Murat kardeşlerini öldürerek tahta geçen ilk Osmanlı padişahıdır. 1362 yılında Sazlıdere Savaşı ile Bizans ordularını yenerek Edirne'yi fethetti. Gümülcine ve Filibe alınarak Bizans'ın Balkanlarla olan bağlantısını kesildi. Bu durum Balkan uluslarının Osmanlı'ya karşı birleşik haçlı ordusu oluşturmalarına sebep oldu. 1364 yılında oluşturulan bu Haçlı ordusu tarihte Osmanlı Devleti'ne karşı oluşturulan ilk Haçlı ordusudur. 1364 tarihinde Sırp Sındığı savaşı ile Haçlı ordusu bozguna uğratılarak yukarı Bulgaristan alındı. 1366 sırplarla çirmen savaşını Osmanlı kazandı. Bu savaş ile Balkanlar'da Macar etkisi kırıldı. 1371'de Sırplarla Çirmen Savaşı yapıldı ve Sırplar bozguna uğratıldı. 1389 tarihinde ikinci bir Haçlı ordusu Osmanlı Devleti'ne saldırdı. 1389 tarihinde Kosova Savaşı ile Haçlı orduları ikinci kez yenildi. Bu savaş sonunda, muhafızlara rağmen I. Murat'ı hançerledi. Sırplı hemen oracıkta paramparça edildi. Anadolu'da Germiyanoğulları'ndan Kütahya, Simav ve Tavşanlı çeyiz olarak alındı(Yıldırım Beyazıt için). Hamitoğlu hüseyinbeyden; Akşehir, Seydişehir, Beyşehir ve Karaağaç satın alındı. Ankara geri alındı. Çandarlı Halil'in teklifi ile Yeniçeri Ocağı'nın ve kapıkolu örgütlerinin temeli atıldı. İlk defa devşirme sistemi uygulanmaya başlandı. Tımar sistemi oluşturuldu. Rumeli Beylerbeyliği kurularak, merkeze bağlı eyalet sistemi oluşturuldu. Balkan halklarının sempatisi kazanıldı.
4-I. Bayezit (Yıldırım) Dönemi (1389-1402) :Beyliklerler mücadele ederek Anadolu'nun siyasi birliğini sağladı. İlk kez Anadolu’da Türk Birliği sağlandı. İstanbul iki kez kuşatıldı fakat başarı sağlanamadı. İlk kuşatmada Bizans Avrupa'dan yardım istedi ve Haçlı ordusu harekete geçti. 1396 Niğbolu Savaşı ile Haçlı ordusu bozguna uğratıldı. Bu savaş sonunda Mısır'da bulunan Abbasi Halifesi I. Mütevekkil, Yıldırım Bayezit'e gönderdiği mektupta ona "Sultan-ı İklim Rum" diye hitap etmiştir. Bu savaşla Bulgaristan ele geçirildi, Eflak ve Bosna Osmanlı Himayesine girdi. İkinci İstanbul kuşatması sırasında Boğaz'ın Anadolu yakasına Güzelcehisar da denilen Anadolu Hisarı inşa edildi. Bu kuşatma Timur'un Anadolu topraklarına girdiği haberi üzerine kaldırıldı.
Ankara Savaşı'nın Nedenleri :1. Timur'un cihan hakimi olma amacıyla büyük bir imparatorluk kurmak istemesi 2. Timur'un, Çin'e yapacağı seferde Batı'da güçlü bir devlet bırakmak istememesi. 3. Ahmet Celayir ve Kara Yusuf'un Osmanlı Devleti'ne sığınması 4. Türkmen Beylerinin Timur'a sığınması ve Beylerin Timur'u kışkırtması. 5-Beyazıt’ın doğuya yayılma siyaseti.
Ankara Savaşı (1402) :Timur, 1402 yılında Anadolu'ya girerek, Sivas'ı aldı. Yıldırım Bayezit ve Timur Çubuk Ovası'nda karşılaştı. 1402 yılında meydana gelen Ankara Savaşı'nda Osmanlı ordusu yenildi ve Yıldırım Bayezit esir düştü.
Ankara Savaşı'nın Sonuçları :1. Yıldırm Bayezit Timur'a esir düştü ve esaret altında öldü. 2. Anadolu'da Türk birliği bozuldu ve beylikler yeniden kuruldu. 3. Batı'ya olan Türk ilerleyişi yavaşladı ve İstanbul'un fethi gecikti. 4. Bizans İmparatorluğu geçici bir süre de olsa kendini toparlama fırsatı buldu. 5. Fetret Dönemi başladı.
Fetret Devri (1402-1413) :I. Bayezit'in oğullarından Süleyman Rumeli'de, Musa Bursa'da, İsa Balıkesir'de ve Mehmet de Amasya'da hükümdarlığını ilan etti. Kardeşler arasında taht kavgası başladı ve Anadolu'nun siyasi birliği sarsıldı. Mehmet Çelebi 1413'te kardeşlerini ortadan kaldırarak Osmanlı tahtına geçti. Osmanlı Devleti, 11 yıl süren Fetret Devri'nde, sağlam devlet örgütü ve yerleşmiş sosyal kurumlar sayesinde yıkılmaktan kurtuldu. Fetret Devri'nde Musa Çelebi İstanbul'u kuşattı.
5-I. Mehmet (Çelebi) Dönemi (1413-1421) : Anadolu'da siyasi birliği yeniden sağladı. (Osmanlı devletinin ikinci kurucusu) Aydınoğlu Beyliği'nden İzmir'i aldı. Karamanoğlu Beyliği'nden Akşehir ve Beyşehir'i geri aldı. Candaroğlu Beyliği'ni de ortadan kadırdı. Eflak Beyi'ni yenerek bu beyliği hakimiyeti altına aldı. Fetret Devri'nde Osmanlı Devleti'nin Balkanlar'da toprak kaybetmemesinin nedeni Balkanlar'da izlediği hoşgörü politikasıdır. Çanakkale abluka altına almıştır. Venedikle ilk deniz savaşı yapılmıştır. Batınilik mezhebini yaymaya çalışan Şeyh Bedrettin Mahmut'un müritlerinden Börklüce Mustafa ve Torlak Kemal ile birlikte isyan etti. Fakat isyan bastırıldı. 1420'de Mustafa Çelebi isyan etti.
6-II. Murat Dönemi (1421-1451):Bizans'ın desteklediği Mustafa Çelebi hükümdarlığını ilan etti fakat 1422 yılında yakalanarak öldürüldü. İstanbul'u kuşattı fakat kardeşi Çelebi Mustafa'nın isyanı sonucu, kuşatma yarım bırakıldı. Menteşoğulları, Candaroğulları, Aydınoğulları ve Taceddinoğulları Beyliklerine son verdi. Germiyanoğlu Yakup Bey, oğlu olmadığı için topraklarını Osmanlı Devleti'ne vasiyet etti. Selanik, teselya, yanya alındı. Arnavutluk, Osmanlı himayesine girdi.
Osmanlı-Venedik Savaşı (1425-1430) :Ankara Savaşı'nı fırsat bilen Bizanslılar, Eflaklar, Arnavutlar ve Sırplar, Osmanlı aleyhine harekete geçmişti. Osmanlı Devleti'nin Adriyatik ve Ege'nin Batı kıyılarına sarkması, Venediklilerin işine gelmiyordu. Osmanlı Devleti de Balkanlar'da daha güvenli ilerleyebilmek için Venediklilerin elinden Selanik'i geri almak istiyordu. 1425-1430 yılları arasında meydan gelen savaşta Osmanlı Devleti Selanik, Yanya ve Serez'i ele geçirdi. Orta ve Güney Arnavutluk'ta Osmanlı egemenliği sağlanmış oldu. 1444 yılında Osmanlı ordusu Haçlılara karşı yenilgiler aldı. Osmanlı Devleti, 1444 yılında kendi lehine olmayan Edirne Segedin Antlaşması'nı imzaladı. 2.Mehmetin 12 yaşında tahta çıkmasından istifade etmek isteyen haçlılar Osmanlıya saldırdı. 1444 varna savaşında 2.Murat haçlı ordusunu bozguna uğrattı.
II. Kosova Savaşı (1448) :1444 Varna yenilgisinden sonra intikam için yeni bir haçlı ordusu oluşturuldu. Jan Hunyad önderliğindeki Haçlı ordusu Mora seferine çıkmış bulunan II. Murat'ın ordusuna saldırdı. 1448 tarihinde meydana gelen Kosova Savaşı'nda Haçlı Ordusu bozguna uğratıldı. Balkanlardaki Osmanlı hakimiyeti kesin olarak sağlanmış oldu. Bu tarihten itibaren, Avrupalılar, Osmanlı Devleti'ne karşı bir daha Haçlı ordusu oluşturma cesareti bulamadı. Bu tarihten sonra Avrupalılar 1683 yılına kadar sürekli savunmada kalmış, Osmanlı saldıran taraf olmuştur.
XIV. ve XVI. Yüzyıl Osmanlı Kültür ve Uygarlığı
Osmanlı Devletinde merkezi bir yönetim vardı. 2.Mehmet kardeş katlini yasallaştırmıştır. 1.Ahmet döneminde “ekber-i erşet” sistemi getirildi. Böylece, şehzadelerin sancaklara çıkma esasını kaldırarak “kafes sistemi” geldi.
Devlet Yönetimi
Padişah : Osmanlı Devleti'nin yönetimine Al-i Osman diye adlandırılan Osmanlı ailesi dışında başka bir sülaleden hükümdar getirilmemiştir. Devletin ve milletin devamı ilkesine uyularak, bir isyan çıkmasının önüne geçmek amacıyla diğer şehzadeler öldürülürdü. Bu nedenle yıkılışına kadar, Osmanlı Devleti'nde Roma ve Bizans'ta olduğu gibi bir çok sülale iş başına geçmemiştir. I. Ahmet Dönemi'nden itibaren, kardeş katli kaldırılarak, oda hapsi uygulaması başlamıştır. Padişah, törelere göre, bütün güç ve kudreti elinde bulunduran ve memleketin sahibi sayılırdı. Padişah, şer'i hukuka aykırı olmamak şartıyla, birtakım hükümler verir, bunlar örf olarak adlandırılırdı.
Padişahlar aynı zamanda ordunun başkomutanı idi. XVI. yüzyıla kadar padişahlar, şehzadelikleri döneminde savaşlara katılır, ülke idaresi ve savaş teknikleri konusunda tecrübe kazanırlardı. Padişahlar, dini anlamda yetkilere de sahiptiler. Bu yetki Yavuz Sultan Selim'in, Mısır'ı alması ile Halife-i Müslimin, yani Müslümanların halifesi sanı ile belirtilmişti.
Padişah çocuklarına, çelebi veya şehzade denir, şehzadeler, babalarının sağlığında büyük bir sancağa tayin edilirdi. Buralarda, başlarında da "Lala" denilen devlet adamları olmak üzere, devlet yönetimi konusunda yetiştirilirlerdi. Her şehzade hükümdar olma hakkına sahipti. Tahta çıkma konusunda herhangi bir veraset sistemi yoktu. Osman Bey ve Orhan Bey döneminde padişahlık hakkı hanedanın bütün erkek üyelerine aitti.
Ancak, I. Murat döneminden itibaren padişahlık, padişah ve oğullarına bırakılmış, bu durum şehzadeler arasında zaman zaman taht kavgalarına sebep olmuştu. Fatih Kanunnamesi'nde bu durum; "şehzadelerin hangisine saltanat nasip olursa onun tahta geçeceği" şeklinde belirtilmiş, böylece bu kanunname ile kardeş katli yasallaşmıştır. I. Ahmet dönemi ile birlikte, ekber ve erşad yani en akıllı ve en yaşlı kişinin tahta geçmesi kuralı getirilerek veraset sistemi belirgin bir duruma gelmişti.
Osmanlı padişahları Halifelik yetkilerini ilk defa 1774'te imzalanan Küçük Kaynarca Antlaşması'nda Kırım Müslümanlarını dini açıdan kendilerine bağlıyarak kullanmışlardır.
Merkez Yönetimi
Saray :XV. yüzyılla birlikte Osmanlı Devleti giderek gelişmiş ve büyümüş, buna paralel padişahların oturduğu saraylar da büyümüş ve ihtişamı artmıştı. Bursa'nın başkent olduğu dönemlerde, burada bir saray yapılmış, ardından Edirne'nin alınması ile buraya da saraylar yapılmaya başlanmıştı. Fatih'in İstanbul'u fethi ile, önce bugünkü İstanbul Üniversitesi'nin bulunduğu alana, Saray-ı Amire yani "büyük saray" diye bilinen bir saray yapılmış, zamanla bu sarayın yetersiz kaldığına inanılarak, yine Fatih döneminde Topkapı Sarayı'nın yapımına başlanmıştı. Dört tarafı duvarlarla çevrili olan bu saray,değirmenleriyle, fırını ve bostanıyla, silah depolarıyla, ahırlarıyla, mescidleriyle adeta bir kasabayı andırmaktaydı. Bu dönemde saray, padişahın ailelerine ayrılan harem, devşirmelerden ve savaşlarda esir alınıp yetiştirilen gençler ve gönüllülerden oluşan Enderun ile sarayın dış hizmetlerine bakanlar için ayrılan Birun olmak üzere üç ana bölümden oluşurdu.
Birun :Osmanlı Devleti'nin zamanla gelişip büyümesi sonucu, başlangıçta basit ve sade olan saray teşkilatı yetersiz kalmış, sınırların hızla büyümesi ile devlet memurlarının sayısı artmıştı. Bu durum saraya da yansımış, saray görevlilerinin sayıları da artmıştı. Bu durumda iki terim ortaya çıkmıştı; Enderun ve Birun. Farsça bir kelime olan ve "dış" analamına gelen Birun, Osmanlı sarayında dış hizmetlere bakan, sarayda yatıp kalkmak zorunda olmayan padişah hocası, hekimbaşı, cerrahbaşı, hünkar imamı gibi kişilerin bağlı olduğu kısımdı. Bu insanlara "Birun Halkı" ya da "Dış Halkı" denirdi. Birun Halkı, Enderun Halkı'na göre daha üst seviyede idi. Birun terimi Tanzimat'ın ilanı ile kullanılmamaya başlanmıştı.
Enderun : Farsça bir kelime olan Enderun "iç" anlamına gelir. Enderun ve Enderun'a mensup halk, devşirme denilen hristiyan çocukları ile savaşlarda esir alınıp yetiştirilen gençler ve gönüllülerden oluşurdu. Devşirme kanununa göre sekiz ve on sekiz yaşları arasında toplanan ve daha sonra boy, gösteriş, ahlak ve zeka olarak seçilen bu gençler, önce Edirne Sarayı, Galat Sarayı ve İbrahim Paşa Sarayı gibi saraylarda Türk-İslam adet ve geleneklerine göre yetiştirilir, ardından Enderun'daki ihtiyaca göre buraya alınıp, kendilerine birer oda tahsis edilir, saray adabını öğrendikten sonra, yeteneklerine göre devlet memurluklarına atanırlardı. Bu odaların en önemlisine Hasoda denirdi. Kısaca Enderun, Osmanlı Devleti'ne, devlet memuru yetiştiren bir yüksek okuldu. 2.Mehmet İstanbulda sanh-ı seman medresesi, kanuni de süleymaniye medresesini açmıştır. Devlet halkın eğitimi ile ilgilenmemiştir.
Harem :Arapça'da girilmesi yasak ve kutsal olan yer anlamına gelen harem, Osmanlı saray yapısında önemli bir yer tutar. Harem-i Humayun veya Harem Dairesi adı verilen bu kısım da tamamen padişah kadınlarına ayrılmıştı. Haremde bulunan kadınlar, Harem Ağası denilen, erkekliği yok edilmiş kişilerin kontrolündeydiler. Hareme alınacak kadınlar itina ile seçilir, bunlar ya değişik ırklardan seçme güzel kadınlar, ya da padişaha bazı devlet adamlarının göndermiş olduğu kadınlardan oluşurdu. Bununla birlikte bir takım cariyeler, yani savaşlarda esir alınan kadınlar da, Harem Ağası'nın seçimi ile hareme girebilirlerdi.
Harem-i Humayun aynı zamanda bilinenin aksine, padişahın giyim ve kuşamı dahil tüm özel işlerinin düzenlendiği bir kurumdu.
İstanbul Yönetimi : İstanbul, Osmanlı Devleti için kuruluş yıllarından itibaren hem siyasi hem de ticari açıdan önemini korumuştu. 1453 yılında İstanbul'un fethi ile, Osmanlı Devleti'ne başkentlik yapmaya başlayan şehir, Osmanlı tarihinde "payı taht-ı saltanat", yani "saltanatın başkenti" olarak anılmıştır.
İstanbul, ülke yönetiminde özel bir yere sahipti. Bütün merkez teşkilatının bulunduğu İstanbul'a özel memurluklar vardı. Bunlardan bazıları; İstanbul Ağası, İstanbul Kadısı, Şehremini idi.
Yeniçeri Ağası'nın bir görevi de İstanbul'un güvenliğini sağlamaktı. İstanbul Kadısı, şehirdeki şer'iyye mahkemelerinin başında bulunan, yani adalet işleri ile uğraşan kişi idi. Bu arada şehirde bulunan saray ve hükümete ait binaların onarım ve tamir işlerine bakan kişiye "Şehremini" denirdi. Şehremini (şehir emini) İstanbul belediye başkanı. Sadece istanbulda belediye var.
Divan-ı Hümayun :Osmanlı Devleti'nde bugünkü anlamda Bakanlar Kurulu, Danıştay, Yargıtay, Anayasa Mahkemesi gibi devlet kurumlarının görevlerini yerine getiren ve bizzat padişahın başkanlık yaptığı, birinci derecede devlet işlerinin görüşüldüğü divana Divan-ı Hümayun denir. En yüksek yargı organıdır. Selçuklu, İlhanlı gibi Türk Devletlerinden örnek alarak oluşturulan Divan Teşkilatı ilk defa Orhan Bey zamanında kurulmuştu (Divan 2.Mahmut döneminde kaldırılmıştır.). Fatih Sultan Mehmet'e kadar divana padişahlar başkanlık ederken, Fatih'ten sonra divana sadrazamlar başkanlık etmeye başlamıştı. Divan, padişah nerde ise orda kurulurdu. Fatih devrine kadar Divana padişahlar başkanlık ederken, bu tarihten itibaren Vezir-i Azamlar başkanlık yapmış, padişah divan toplantılarını kafes arkasından dinlemişti.
Divan toplantılarında, birinci veya ikinci derecede siyasi, idari, askeri, örfi, şer'i, adli, mali işlerle birlikte, halkın şikayetleri ve davaları görüşülüp karara bağlanırdı. Divan hangi din ve mezhepten olursa olsun herkese açıktı. Divan üyelerinin başında, asli üye olarak kabul edilen; Vezir-i Azam, Vezirler, Kadıaskerler, Defterdarlar ve Nişancı sayılabilir. Bunlardan başka, Rei'sü'l Küttab, Kaptan-ı Derya, Yeniçeri Ağası da toplantılara katılırdı. Şeyhülislam Divan üyesi değildi.
Ayak divanı: Padişahın halk ve askerle görüştüğü divandır.
Galebe divanı: Yabancı elçilerin kabul edildiği divandır.
Seyfiyye :Divanda padişaha ait yetkileri kullanmak üzere görevlendirilen sınıflardan biri olan Seyfiyye (ehl-i Örf), yürütme gücünü elinde bulunduran sınıftı. Seyfiyye; Sadrazamdan, en alt rütbedeki kapıkulu ve tımarlı sipahiye kadar uzunan bir sınıftı. Bu sınıfın Divan-ı Hümayun'daki temsilcileri vezirlerdi.
Sadrazam :Bugünkü anlamda başbakana eş olan Vezir-i Azam, Osmanlı Devleti'nin başlangıçta sayısı bir olan vezirlerin giderek sayısının artması üzerine, birinci vezire verilen addır. Vezir-i Azam, diğer Vezirler ve devlet ileri gelenlerinin başı ve hepsinin en ulusu sayılırdı. Vezir-i Azam, padişahın da mutlak vekiliydi. Vekilliğin işareti ise padişah tarafından kendisine verilen mühür, yani Mühr-ü Hümayun idi. Fatih devri ile birlikte divana başkanlık etmeye başlayan Vezir-i Azamlar, padişah savaşa gitmediği zamanlarda da ordu komutanı olarak sefere çıkar ve Serdar-ı Ekrem ünvanı alırdı. Vezir-i Azamlar XVI. yüzyılla birlikte, en büyük vezir anlamına gelen Sadr-ı Azam diye anılmaya başlanmış, sadrazamların yönetimdeki ağırlığı XVII. yüzyılla birlikte giderek artmıştı. Bu dönemde sadrazamlar devlet işlerini kendi saraylarında yönetir olmuş, bu nedenle sadrazam sarayı, "yüksek kapı" anlamında olan "Bab-ı Ali" denmeye başlanmıştı.
Vezirler :Osmanlı Devleti'nin kuruluş yıllarında vezir sayısı birdi. Zamanla vezirlerin sayıları artarak, Orhan Bey döneminde iki, Fatih döneminde dört, Kanuni döneminde yedi olmuştur. Vezir sayısının çoğalması ile birinci vezire Vezir-i Azam denmiştir. Kaynaklara göre ilk Vezir-i Azam, Çandarlı Halil Hayrettin Paşa'dır. Vezirler Divan-ı Hümayun'da Kubbe Altı'nda toplanıp kendilerine verilen görevlerle uğraştıkları için, Kubbe Veziri veya Kubbenişin diye de adlandırılmışlardır. Divanın doğal üyeleri olan Vezirler, üç tuğ taşır, maaş yerine kendisine tahsis edilen Has gelirlerinden faydalanırlardı.
Kaptan-ı Derya :Osmanlı Devleti'nde donanmanın başında bulunan kişiye (Donanma Komutanı) Kaptan-ı Derya denirdi. Kaptan-ı Derya, divan üyesi olmakla birlikte, sadece İstanbul'da olduğu zamanlarda toplantılara katılırdı. Osmanlı Devleti, kuruluş yıllarında sınırları denizlere ulaşıp, denzi ötesi fetihlere başlanınca, gemiler yapmak ihtiyacı doğmuş, yapılan gemilerin her birine de "reis" ünvanı ile birer kaptan atanmıştı. Bu resilerin başındaki kişiye de "Derya Beyi" denmişti. Donanma büyüdükçe, donanmanın başında bulunan komutana Kapan-ı Derya denmeye başlanmıştı. Osmanlı Devleti'nde ilk Kaptan-ı Derya, Orhan Bey zamanında atanmış, bu göreve ilk gelen kişi de Karasioğulları kökenli, "Karamürsel Paşa" olmuştu. Kaptan-ı derya vezir rütbesinde. Kanuni döneminde divan üyesi olmuştur. Tanzimat'ın ilanı ile birlikte Kaptan-ı Derya, Bahriye Nazırı olarak anılmaya başlandı.
Yeniçeri Ağası :Divan üyelerinden biri olan Yeniçeri Ağası, Yeniçeri Ocağı'nın en üst kademedeki komutanıydı. Yeniçeri Ağası, hem Yeniçeri Ocağı hem de Acemi Ocağı işlerinden sorumluydu. Ayrıca İstanbul'un asayişinden de sorumlu olan Yeniçeri Ağası, padişahın Cuma Selamlığı'na çıkışında, emrindeki Yeniçeriler ile namaz çıkışında selamlıkta bulunurlardı. Savaşlarda padişahın koruyucusu ve en yakın askeri olan Yeniçeri Ağası, Yeniçeri Ocağı'nın komutanı olması ve padiaşhın tahtta kalmasının çoğu zaman Yeniçerilerin elinde olması nedeniyle, padişahın bir numaralı adamı idi. 1826 yılında Yeniçeri Ocağı'nın kaldırılması ile Yeniçeri Ağalığı da tarihe karışmıştır. Yeniçeriler, “orta” denilen taburlar halinde teşkilatlandırılmışlardır.
İlmiyye :Divanda padişaha ait yetkileri kullanmak üzere görevlendirilen diğer bir sınıftı. Ehl-i Şer olarak da bilinen İlmiyye sınıfı, medrese eğitimi almış alimlerden oluşurdu. Bu sınıfın devlet içindeki görevleri; tedris (bilgi aktarma), kaza (İslam hukukuna göre hüküm verme) ve ifta (yapılan işlerin şeriata uygun olup olmadığını kontrol etme) idi. İlmiyye sınıfının Divan-ı Hümayun'daki temsilcisi Şeyhülislam yani müftüydü.
Şeyhülislam :Şeyhülislam; kendisine sorulan genel veya özel konulardaki şeriata veya hukuka ait noktalara, Hanefi Mezhebi'ne göre cevap veren kişiydi. Verdiği bu cevaba da "fetva" denirdi. Şeyhülislam'ın ilk defa ne zaman görevlendirildiği bilinmemektedir. Bazı kaynaklara göre şeyhülislam veya müftü tabiri ilk defa II. Murat zamanında kullanılmaya başlanmıştır. Yine kaynaklarda geçen ilk şeyhülislam, II. Murat dönemindeki Molla Şemseddin Fenari'dir. Osmanlı Devleti'nde, 1920'de bu göreve getirilen son Şeyhülislam, Medeni Mehmet Nuri Efendi'ye kadar toplam 129 kişi bu makama geçmiştir. Osmanlı tarihinde birçok Şeyhülislamın padişaha ters düştüğü veya ona sert söz söylediği görülmüştür.
Örneğin, Şeyhülislam Zenbilli Ali Efendi, kendisine görüşme teklif eden II. Bayezit'in teklifini reddetmişti. XVIII. yüzyıl ile birlikte bir ülkeye savaş ilan edilip edilmemesi Şeyhülislam'ın fetvasına göre belli olmaya başlamıştı. Önceleri Divan üyesi olmayan Şeyhülislamlar, XVI. yüzyıl ile birlikte Divan'a katılmaya başlamışlar, protokolde Kazaskerlerden sonra gelmişlerdi. Kanuni sultan döneminde divan üyesi oldu. 1.Mahmut zamanında şeyh-ül İslam adını aldı.
Dostları ilə paylaş: |