bıcıldat- , et. bıcılda-dan.
bıcına = bıcılda-.
bıcıra- , cıvıldamak ; torgoy sayrap bıcırap folk. : tarla kuşları ötüyorlar ve cıvıldıyorlar.
bıcırakay- , kıvırcık (sakal hakkında).
bıcıray- , kıvırcıklanmak.
bıcırayt- , et. bıcıray-dan ; köz bıcı-
bıç- , 1. biçmek , kesmek ; kölökögö karap , ton bıçpayt ats. : gölgeye bakarak , giyim biçmezler ; kenğ bıçkan kiyim cırtılbayt ats. : bol biçilen giyim yırtılmaz ; 2. iğdiş etmek , burmak , enemek ; 3. noktası noktasına tayin etmek ; kalınğ bıç : tar. kalın (mihr ,ağırlık) takdir , tayin etmek.
bıçak , bıçak ; bıçak ur- : bıçak saplamak ; özünğö bıçak ur , oorubasakişige ur ats. : bıçağı kendine sapla da , acımazsa başkasına sapla ! ;men anı menen kırdı bıçak : ben onunla bıçak bıçağa gelmişim.
bıçakta- , bıçak saplamak , bıçaklamak , bıçakla yaralamak.
biçaktaş- , hep beraber bıçak saplamak , karşılıklıca bıçakla yaralamak , bıçaklaşmak.
bıçaktaşuu , işs. bıçaktaş-dan.
bıçaktat- , et. bıçakta-dan.
bıçaktoo , bıçakla yaralama.
bıçıl- , 1. biçilmek , kırpılmak ; 2. burulmak , enemek , iğdiş edilmek ; sın bıçıldınğbı ? : sen yoksa erkek değil misin ? 3. takdir edilmek.
bıçın , 1. biçim ; 2. şekil ,endam.
bıçmal , iğdiş olmuş ; bıçmal oopaz : iki yaşına basmış olan enenmiş tosun.
bıçuu , 1. biçme , kırpma , biçki ; 2. iğdiş etme , eneme ; 3. noktası noktasına tayin , takdir etme.
bıdı , bodur , pürüzlü.
bıdıra- , çatırdamak (diyelim , makineli tüfek hakkında)
bıdıraş- , müş, bıdıra-dan.
bık I , bık-bık et- = bıkılda-.
bık- II , 1. hafifçe kaynamak ; 2. sessizce kaynamak ; samoor bıkıldayt : semaver fıkır fıkır kaynıyor.
bıkısı- , fena koku çıkarmak ; tütün bıkısıp letti : adamakıllı duman yayıldı.
bıksıt- , pis koku çıkmak , fena koku yayılmak.
bıkşı- = bıksı.
bıktır- , sessizce kaynamak.
bılanğke- , kon. = blank.
bılbıra- , pek fazla yumuşamak , sölpümek , yumuşayıp cıvık bir hale gelmek ; ekşimek.
bılbırat- , et. bılbıra-dan.
bılcı- , tahammür etmek ; bılcıgan carma : keskinleşmemiş , tahammur etmiş olan carma (bk.carma 2)
bılcıra- 1. yarım mayi halinde ; vıcık vıcık ; 2. yarı mayi ; cıvık ; bıcırak topurak : yapışkan , cıvık toprak ; bılcırak kamır : cıvık , yapışkan hamur, 3. mec. beceriksiz , miskin.
bılcırat- , et. bılcıra-dan.
bılç , bılç-bılç çayna- : dudaklarını şapırdatarak yemek , çiğnemek.
bılçıgıy = bılçıygan (bk. bılçıy).
bılçılda- , 1. cıvıklanmak , bir çaynasanğ , may çayna - - bıçıldasın oozunğda ats. : bir çiğnesen de yağ çiğne , ki ağzında cıvıklansın ; 2. saçma sapan şeyler söylemek ; bılçıldaba ! : saçmalama ! , masal anlatma !
bılçıldat- , et. bılçılda-dan.
bılçıy- , yassılanmak , ezilmek (herhangi bir küre şeklinde olan nesne hakkında) ; bılçıyıp otur- : biçimsiz bir oturuşla outrmak ; bılçıygan : yassı ve kalın yüzlü (kimse).
bılçıyt- , et. bılçıy-dan ; bılçıyta bas- : basarak ezmek , yufka şekline getirmek.
bıldıra- , 1. = bırkıra ; 2. = buldura.
bılga- = bulga- 2.
bılık I , 1. bozuk ; çirkin ; necaset ; mundarlık , pislik 2. sürünceme (iş hakkında).
bılık- II , 1. intisamsız , karmakarışık olmak ; üydün içi bılıkıp ketti : evin içi altüst oldu ; 2. çörçöple dolmak , tıkanmak.
bılıktır- , intizamsız bir hale komak , karıştırmak.
bılıktıruu , işs. bılıktır-dan.
bılk , bılk etpey turdum : kımıldamadan durdum ; bılk ettirbedi : kımıldamaya müsaade etmedi , kımıldatmadı ; başka capsa , bılk etkis : (aldırmayan) adam.
bılkak = bulkak.
bılkı , bılkı-bılkı : titriyen , dalgalanan , sallanan.
bılkılda- , silkinmek , titremek (diyelim , bataklık hakkında)
bılkıldaş- , müş. bılkılda-dan.
bılkıldat- , titremek , sallamak.
bılkırat- = bırkırat-.
bılpılda- , yumuşamak
bıltır , geçen sene , bıldır ; geçen senede.
bıltırkı , geçen seneki.
bır , ufak toz (hububatta , elbisede ve s.) ; bırı-çırı çıktı : kırılıp parça parça edildi ; bırı-çırı çıgıp üzüldü : yırıtılıp paralandı.
bırbıgıy , ağlamalı ve buruşuk şekilde bulunmak (yüz hakkında).
bırbınğda- , ağlar gibi buruşmak (yüz hakkında) ; ağlamalı olmak , boyuna sızlanıp durmak.
bırbınğdat- , et. bırbınğda-dan.
bırbıy- , ağlamalı ve buruşmuş şekilde bulunmak (yüz hakkında).
bırbıyt- et. bırbıy-dan.
brılda - , burun çekmek.
bırıldak , boyuna burnunu çeken.
bırıldat , et. bırkılda-dan.
bırınığda- , dilenir gibi yalvarmak , sırnaşmak , sırnaşıklık etmek.
bırınğdat- , et. bırınığda-dan.
bırış I , 1. buruuk (isim olarak) ; betine bırış kirip kalgan : yüzünde buruşuklar belirdi ; 2. kırışık (isim olarak) ; köynöktün bırıştarı : (ütüsü bozulmuş) giyimin kırışıkları.
bırış- II , 1. buruşmak , kırışmak (giyim hakkında) 2. yüz buruşmak.
bırk , bırk-bırk etip kaynay : şarkı şarkı kaynıyor.
bırkılda- = bıkılda.
bırkıldat- , et. bırkılda-dan.
bırkıra- , kırılarak paralanmak , kırılıp bin parça olmak ; tuyagına tiygen taş taruuday bolup bırkırap folk. : tuynağı (tırnağı) altına tasgelen taşlar , darı gibi , parça parça oluyorlardı.
bırkıran- , (manaca) = bırkıra-.
bırkırat- , kırıp parça parça etmek.
bırkıratuu , işs. bırkıra-dan.
bırpıra- , 1. titremek ; 2. fırfır açmak , pır diye uçmak (kuş) ; 3. fışıldamak ; hışırdamak ; tersktinğ başı bırpırap , candınğ baarı kıbırap folk. : kavağın tepesi hışırdadı , bütün canlılar kımıldadı.
bırs = mış ; bırs etip külüp ciberdi : sü püfler gibi birden gülüverdi : püskürdü.
bırtıgıy , minnacık , küçücük (çocuk hakkında) ; çocukcağız , yavrucuk.
bısmıl , büyük , onulmayan yara.
bısmılda ! a. Allah’ın adiyle! : bismillah!
bış I , sık sık burundan soluk alma ; bış debeyt yahut bış etpeyt : hiç aldırmıyor ; ona göre hava hoş ; al cumuşunğa bış etpeyt : senin bu işin ona hiçbirşey değil (o , bunu bir çırpıda yapar).
bış- II , olmak (olgunlaşmak) ; (meyve pişmek) ; aş pişmek kavrulmak ; berbestin aşı bışpas ats. : vermek istemiyenin yemeği uzun zaman pişmez ; denesi bışkın : vücudu pişmiş , sağlamlaşmış.
bış- III , (kımızı) bişşek ile çalkalamak , karıtırmak ; may bış- : yağ çalkalamak , dövmek ; bıçak menen kursakka bışıp aldı : karnına bıçak sapladı.
bışakta- , sık sık burundan solumak ; boyuna burnunu çekmek ; hıçkırmak.
bışalak , bışalak sarı 1) soluk sarı ; 2) açık sarışın.
bışanğ I , sızlanma ; hıçkırma ; bışanğ ıyladı : hıçkırarak ağladı.
bışanğ II , 1. atın burnunun aşağı kısmında kesmek suretile yapılan damga ; 2. atın yanağında yakmak suretile yapılan damga.
bışanğda- , boyuna sızlanıp durmak ; hıçkırmak.
bışanğdat- , et. bışanğda-dan
bışar- , ağarmak vebüzülmek (diyelim , ılık suya batırılan deri hakkında)
başıguu , işs. bışık II den ; Stalindik bışıduu kişileri : Stalince pişkin kimseler.
bışık I 1. sağlam , dayanıklı ; 2. çevik ; hareketlerinde mahir ; gayretli (enerji) ; bışık kişi : çevik , sağlam (seciye yönünden) ; adam ; ookatka bışık bk. ookat ; bışık cip : dayanıklı iplik , oynoboy bışık sırınğdı ayt ! : şaka etme , iç sırrını söyle ! 3. şüphesiz , muhakkak.
bışık- II , pişmek (sağlamlaşmak) , muhkemleşmek ; cumuşka bışıkkan bala : işe alışık çocuk ; anın beti suukka da , ısıkka da abdan bışıkkan : onun yüzü hem soğuğa , hem sıcağa alışmştır.
bışıkçılık , ekinlerin ve yemişlerin olma çağı.
bışıksın- , gayretli olmıya çalışmak.
bışıkta , 1. sağlam , dayanıklı ,sebatlı yapmak ; noktası noktasına takdir eylemek ; sabak bıkışta- : ders hazırlamak ; kelerinğdi bışıkta ! : gelip gelemiyeceğini kati olarak söyle ! ; 2. teyit , tekidetmek.
bışıktal , sağlam , dayanıklı yapılmak ; noktası noktasına tayin , takdir edilmek.
bışıktat- , et. bışıkta-dan.
bışıktık , 1. sağlamlık ; muayyeniyet ; sebat ; 2. çeviklik.
bışıktır- , et. bışık II den ; deneni bışıktır- : vücudu gereği gibi sağlamlaştırmak.
bışıktıruu , işs bışıktırdan.
bışıktoo , sağlama ; gereği gibi pişirme (sağlamlaştırma) ; işti bışıktoo kerek : işi adamakıllı yapmalı (ki hiçbir ilişecek yeri kalmasın).
bışılda- , sık sık burundan solumak ; boyuna burnunu çekmek ; bışıldapıyla : hıçkırarak ve burnunu çekerek ağlamak.
bışıldaş- , müş. bışılda-dan.
bışıldoo , brunundan soluma , boyuna burnunu çekme.
bışıluu , pişmiş , olgun ; bışıluu tamaktın küyütü caman ats. : hazır yemeği bırakıp gitmek insana ağır geliyor ; asıluu kazan , bışıluu aş ats. : kazan asılmış , demek yiyecek hazr.
bışım , yetişme , olma (olgunlaşma) ; aş bışım (zaman ölçüsü) : yemek pişecek kadar zaman ; iki üç saat ; aş bışımga kün caadı , anan açılıp ketti , cark etip folk. : iki üç saat yağmur yağdı , sonra hava açtı.
bışır- , 1. pişirmek ; kavurmak ; hazırlamak ; tokoç bışır- : (yağda) ekmek , çörek , pişirmek ; iç bışır- : bıktırmak , sıkıntı vermek ; 2. (kerpiçi) pişirmek , yakmak.
bışırış- , müş. bışır-dan.
bışırt- , pişirtmek yahut kavurtmak ; boorsok bışırtıp aldı : kendisine boorsok (bk. boorsok) pişirtip aldı.
bışıruu , pişirme ; kavurma.
bışıruuçu , pişirici ; kavurucu ; iç bışıruuçu : bıktırıcı.
bışkar- = bışıkta-.
bışkaruu , sabah bışkaruu : ders hazırlama.
bışkır- , (beygir) aksırmak ; murdunğa çenep bıkır ats. : yorganına göre ayağını uzat ! (harfiyen : burnuna göre aksır ! )
bışkırık , (beygir) aksırması.
bışkırış- , müş. bışkır-dan.
bışkırt- , hayvanı veya insanı aksırtmak.
bışma , bişekle dövme.
bışman = buşman.
bıştak , kaynamış sütten alınan bir nevi kesmik ; bıştaktay yahut baştaktay sarı : kızıl saçlı (insan hakkında).
bıştan , eyerin minderini tutan kayış.
bıştay- , (saç) sarı , kızıl olmak ; bıştangay sarı kişi : kızıl saçlı adam.
bıştı , dört yaşına basan hayvan ; dört yaşına basan at.
bıştır- , et. bış-III ten ; kımız bıştır- : kımız çalkatmak.
bıştıruu , işs. bıştır-dan.
bıt , bıt-çıt : param parça ; külü savrulmuş ; bıt-çıt kılıp tarat- : her yana dağıtmak , saçmak ; bıt-çıt bol- : külü savrulmak ; kırılıp parça parça olmak ; bıt .ıtı çaktı : yağma edilerek perişan edilmiş.
bıtıkı , bıtıkı-çıtıkı : intizamsız , karışık , içinden çıkılmaz hal.
bıtılda- , cıvıldamak ; titrek bir sesle uzun boylu ötmek ; bıtıldap kaynayt : fıkır fıkır kaynıyor (koyu bir nesne hakkında)
bıtıldaş- , müş. bıtılda-dan.
bıtıldat- , et. bıtılda-dan ; bıtıldatıp kaynat- : fıkır fıkır kaynatmak (koyu bir şey hakkında)
bıtıra I , saçma , (küçücük kurşun taneleri).
bıtıra- II , 1. saçılmak , darma dağınık olmak ; 2. parçalanmak ; azalar birbirinden ayrılmak.
bıtırat- , et. bıtıra-II den.
bıtıratuuu , 1. saçma (dağıtma) ; 2. parçalama ; azaları birbirinden ayırma.
bıtıray- , kısa ve kalın , kısa ve şişkin olmak.
bıtkıl = butkul.
bıtmıy , 1. bulaşkan , cıvık (fazla pişmiş cıvık pilav , aşırı koyu erişte ve s.) 2. beceriksiz , sölpük.
bıtpıldık , bıldırcın sesinin taklidi ; bödönönün üyü cok , kayda barsa “bıtpıldık” ats. : bıldırcının evi yok , nereye giderse orada “bıtpıldık” diye ötüyor.
bıyak , bu yan , bu cihet : bıyakısı 1) bu yanı , tarafı ; 2) onlardan bu.
bıyba = pıyba.
bıyıl , bu yıl , bu yılda.
bıyılkı , bu seneki , bu yılın ; bıyılkı cılı : bu senede ; bıyılkı cıldın cazında : bu sene yazın , bu yılın yazında.
bıykıy , maske.
bıypıgıy = bıypık.
bıypık , yassı ve basık burunlu , küçücük ve yukarı kıvrılmış burunlu.
bıypıske , r. kon. = 1. vıveska ; 2. (bir vesikadan) çıkarılan nüsha , kopya.
bi , bk. bı.
biçik , (destanda) Kalmıkların mukaddes kitabı.
bikir , a. fikir , düşünce ; bikir alışuu : fikir teatisi , mübahese.
bikirdeş I , fikirdeş , hemfikir.
bikirdeş- II , fikir alışmak ; müşavere etmek.
bikirdeştik , düşüncelerin , görüşlerin tevafuk etmesi ; fikirdeşlik.
bil I , a. fil.
bil- II , 1. bilmek ; anlamak ; bilbegen uu içet ats. : bilmiyen ağu (zehir) içer ; kim bilsin ! : bilinmez ki ; bilip aytasınğbı , cön elebi ? : bilerek mi söylüyorsun , yoksa tahmin ile mi ? ; suuktu suuk bilbey : soğuğa ehemmiyet vermeyip ; soğuğa aldırmayıp ; 2. güç yetmek ; muktedir olmak ; 3. idare etmek ; tasarruf eylemek ; özünğ bil ! : bildiğin gibi yap!
bilbegendik , bilmezlik , habersizlik.
bilbestik , bilmeme , haberi olmama.
bildir- , bildirmek , haber vermek ; bildirbey : sezdirmeden , gizlice.
bildirme , ilam.
bildirüü , ilan ; ihbar ; malumat verme.
bilek , 1. dirsekle el arasındaki kısım ; bilek ; bilimi toluk minğdi cıgat , bilegi coon birdi cıgat ats. : bilgisi kamil olan bini yıkar , kolu kalın olan tek bir taneyi yıkar ; uuktun bilegi bk. uuk I ; bilek söögü : bileği teşkil eden iki kemiğin küçüğü ; 2. hayvan ayağının aşağı kısmı ; kalbır öpkö , cez bilek folk. : ciğer elek gibidir , bacakları bakırdandır (sık sık destanda bahadırın atı böyle tasvir edilmektedir ki koşuda hafifliği ve yorulmazlığı ifade eder.)
bilerik , 1. bilezik ; 2. altın ayaklarındaki arzani (enine) siyah daireler.
bilermen , bilen , bilgiç ; curt bilermenderi yahut el bilermenderi : cemiyette itibar ve nüfuz sahibi olanlar ; bir üydün bilermeni : bir evde baş rolü oynıyan kimse.
bilgensi- , bilgiçlik taslamak ; bilen gibi gözükmeye çalışmak.
bilgi = bilgiç ; cön bilgi bk. cön 3
bilgiç , 1. haberdar ; bilgiç ; akıllı ; hakim ; 2. kılavuz , rehber.
bilgiçsin- , bilgiçlik taslamak.
bilgiçtik , akıllılık ; bilgi.
bilgilik = bilgiçtik.
bilgir = bilgiç 2
bilgiz- , 1. bildirmek ; haberdar etmek ; öğretmek ; 2. tabi kılmak , hakimiyeti altına vermek ; kılt ettirbey bilgiz : birisinin tam ve kayıtsız şartsız tabiyetine vermek.
bilgiziş- , müş. bilgiz-den.
bilgizlüü = bildirüü.
bilik , (mumun , lambanın) fitili /8/
bilim , bilgi , ilim.
bilimdüü , bilgili ; haberdar ; alim , tahsil görmüş ; biilmdüünün bilimi cugat , bilimsizdin irinği cugat ats. : bilgi sahibinin bilgisi geçer (sirayet eder) bilgisizin pisliği geçer.
bilimdüülük , bilim sahibi olma , alimlik.
bilimdüüsün- , bilgiçlik , alimlik taslamak.
bilimot , kon. = pulemyot.
bilimotçu , kon. = pulemyotçu.
bilim poz, k-f. Âlim ; ilim adamı.
bilimsiz, bilgisiz, cahil , bilmez; habersiz.
bilimsizdik, cehalet; bilgisizlik, tahsilsizlik.
bilin-, bilinmek: aydınlanmak; meydana çıkmak; kişi camani kirip çıkıca bilinet, öz camanı ölgönçö bilinbeyt ats. : başkasının pisliği derhal biliniyor; kendi pisliği ise ölünceye kadar bilinmiyor.
bilint-, ilâm etmek, bildirmek; bilintpey kılat : gizlice, bildirmeksizin yapıyor.
iliş I, 1. belli, malûm ; birge taanış bolgonço, minğge biliş bol ats. : bir tek kişiyle tanışmaktansa, bin kişi tarafından tanınmış ol!; bir körgön --- biliş, eski körgön taanış ats. : bir defa gördün --- bildik oldun; korkok biliş kılıp al- : korkutarak, kendine itaat bettirmek; 2 bilgi ; becerme.
biliş- II, müş. bil II den.
bilmeksen, (malûmat edinmek maksadiyle) bilmezlikten gelen; bilmez gibi gözüken ; bilmeksen bol- : bilmezlikten gelmek; bilgen iş dagu bilmeksenge aylandı : malûm şey bir daha meçhule döndü.
bilte, f. fitil.
bilüü, bilme, tanıma; bilüünğçö kıl : bildiğin gibi yap! : bilüümçö: benim bildiğime göre.
bint, r. sargı.
biologia, r. biyoloji.
bir I, bir; birisi; bir defa; bir som: bir ruble; biri kalbastan : hiç biri kalmaksızın; bir şaarda: bir şehirde; filanca şehirde; bir künü : bir kere ; bir zaman; birinen biri ötüp : birbirini geçerek ; biribiz : aramızdan biri, birimiz; birbiribizdi : birbirimizi; birileri yahut birderi: onlardan bazıları; birderi barabız, birderi barbaybız deşet : bazıları gideceğiz, bazıları gitmiyeceğiz diyorlar; bir da biri kaytpas ele : onlardan kimse dönmezdi ; birin tapsa, biri çok : birini bulursa, ötekisi yok ;bir künü kelerbiz: günün birinde geliriz ; eköönün birin kılabız: ikisinden birini yaparız; biri yahut birisi : onlardan biri; seninğ bu kılıgınğ birdi körsötöt (yahut bir cerge alıp barat) : senin bu yaptığın hayra götürmez (alacağın olsun!) ; al birdi kılan: o, bir haltedecek ; birme- bir : biricik; tanğ atkanın oşondo bir bildik : şafak söktüğünü yalnız işte o zaman bildik, farkına vardık; birdin biri: bu neviden biricik, yegâne; birin eki bk. birin; bir da birin bk. da; bir …. bir yahut birde…. birde : kâh….kâh bir köböyüp, bir azayıp : kâh çoğalarak, kâh azalarak; birde kelse , birde kelbeyt : kâh geliyor; kâh gelmiyor; közdörü birde cumulup, birde açılar ele: gözleri kâh açılıyor, kâh kapanıyordu; birde biri yahut bir da (ondan sonra gelen menfi şekil ile birlikte) : hiçbiri; hiçbir zaman; asla; bir da kelbeyt : hiçbir zaman, asla gelmiyor; bir da can cok : kimseler yok; hiçbir diri varlık yok; bir az : biraz, bir parça; bir-ok = birok; eç bir: hiçbir; birdi-carım : birisi, şu veya bu, herhangi birisi, bir iki; birin serin bk. birin; bir nesre yahut bir neme = birdeme.
bir II, f. es. ruhanî üstat, ruhanî rehber; efendi (hâmi).
biratala, tamamen, büsbütün; nihaî surette.
birde, bk. bir I.
birdeke = birdeme; birdeke degen boldu : bir şey söyler gibi oldu.
birdemele, bir nesne, bir şeyler.
birdemele-, müphem bir iş yapmak veya söylemek; baldırap özü bilbey birdemeleyt : ne olduğu belirsiz bir şeyler söylüyor.
birdeş-, birleşmek.
birdeştir-, birleştirtmek.
birdeştirüü = birigiştirüü.
birdey, aynen, aynı, tıpkısı.
birdik, 1. birlik; ölçöö birdigi : ölçü birliği, vahidi kıyasî 2. teklik; 3. birleşme, birlik (ittihat).
birdiktüü, birleşik ; birlikte iş gören ; birdiktüü plâtforma; birleşik esaslar, umdeler.
birdiktüülük, birlik; biz özübüzdün birdiktüülügübüz menen çınğbız : biz birliğimizle sağlamız.
birerde, bir zaman; bazan ; arasıra.
birge, beraber, birlikte ; anı menen birge bk. al II; birgem : özüm, öz adamım (folklorda sık sık karı kocasını yahut koca karısını böyle tesmiye eder) ; menin tilim al, birgem folk. : sözümü dinle canım.
birgele- , birgelep : hep beraber, birlikte; birgelep cürünğüz : birlikte yürüyünüz!
birgeleş- , birleşmek, karışmak.
birgeleşme, birleşik, kolektif.
birgeleştir- ,birleştirmek, karıştırmak.
birgeleştirüü, işs. birgeleştir-den.
birgeleşüü, işs. birgeleş-ten.
biriçke, r. <> : bir nevi araba.
birigada = brigada.
birigiş I, birleşme, uzlaşma.
birigiş- II birleşmek,bağlanmak; birigişken : birleşmiş, birleşik.
birigiştir- , birleştirmek.
birigiştirüü, birleştirme (insanları).
birigişüü, işs. birigiş II den.
birik- , birleşmek.
birikme, birleşme, birleşik, kollektif; birikme çarba : kollektif iğelik; birikme süylöm gram. dökme (grift) cümle.
birikmeleş- , birleşmek, kollektif kurmak, kollektifleştirmek.
birikmeleştir- , birleştirmek.
birikmeleştirüü, kollektifleştirme.
birikmeleşüü = birigiştirüü.
birikteş-, birleşmek.
birikteştir- , birleştirmek.
birikteştiril- , birleştirilmek.
birikteştirüü, birleştirme (bir vetire olmak üzere).
birikteşüü = birigişüü.
biriktir I, kaya koruğu (Latincesi : sedum acre, M.) (kemik kırıldığında ilaç olarak kullanılan bir bitki).
biriktir II = birikteştir; oozz biriktir bk. ooz 1.
biriktiril- , birleştirilmek.
biriktirilüü, işs. biriktiril-den.
biriktirüü = birigiştirüü.
biriltik, 1. birlik, vahit yerini tutan (bk. ekiltilik) ; bir çükö’ ye muadil (bk. çükö) ; 2. müstakil, başkasına tâbi olmıyan ; keldinğ emi kezinğe, boluuga tırış biriltik folk. : artık büyük oldun, müstakil olmıya çalış!
birimdik, birlik, koalisyon.
birin (bir <>in ), birin- serin : tek tük, seyrek; bizdikine birin – serin kişi kelgilep turat : bize bazan, nadiren gelenler oluyor; sakalında birin- serin agı bar : sakalında tek tük beyaz kıllar var ; birin – eki : bir şeyler ; bazı kimseler ; ötede beride ; birin – eki malım bar : bir iki hayvanım var; 16- ıncı cılı el birin – eki maldan kol cuudu. 16 ncı yılda
(yani kıyam yılı olan 1916- da) halk son hayvanlarını kaybetti.
birinçi, birinci.
birinçilik, birincilik.
birinde- , muhtelif birliklere ayrılmak; birindegen çarbalar : dağınık iğelikler; birindebey çoguu oturgula : toplu oturun, dağılmayın! ; birindep – serindep : tedricen; azar azar bir bir, birer birer; çok seyrek vukua gelerek.
birindeek = birindek.
birindek, ayrılmış, münferit; ayrı ; nadir; birindek sakal : seyrek sakal.
birindet- , bir şeyin teşekkülüne giren cüzleri ; ayrı ayrı birliklere bölmek; birindete ayt- : tâfsilatiyle anlatmak.
biristetil, r. kon. <
> : reis, başkan.
birja, r. borsa; emgek birjası es. : emek borsası.
birikarol, kon. = prokuror.
birkez, r. kon. <
> : emir.
birok, fakat, lâkin; maamafih.
birotolo = biratala.
birönöbük, kon. = bronevik.
biröö, bir tane, bir tek; birisi; biröönün özü baatır, biröönün sözü baatır, ats. : birinin kendi cesûr, birinin ise sözü cesûr; biröö - carım : herhangi birisi, şu veya bu; ar biröö: onlardan her biri; eç biröönö: hiç birine.
birtike, küçük, minnacık, bir parça.
birtke = birtike.
birtököl, kon. = protokol; birtököl kıl- : <
>, mazbata tanzim eylemek.
Bişkek, kımız karıştırmak için kullanılan değnek, bişek, bişşek.
bit, kehle, bit; biti bitine batpayt: sevinç içinde; tarifi kabil olmıyacak derecede seviniyor; bittin açuusun sirkeden atlat ats. : bittin acısını sirkeden çıkarıyor; bitey : küçücük, minnacık; bitteyinen : tâ çocukluğundan beri ; biteyimden : tâ küçüklüğümden beri; bilbegeni bit : bilmediği yok ; bitin sıgıp, kanın calagan : cimri, aşırı hasis.
bite, bite karın bk. karım.
bitediyinen = bitteyinen (bk. bit).
bitir, a. 1. orucun sonu; 2. orucun bitmesi dolayısıyla verilen sadaka, fitre.
bitkor, k-f. bitli .
bitre- , hasislik etmek; nekes olmak; bitregen bikir cigit : cimri, hasis.
bitte- I, biti çoğalmak.
bitte- II, iğdiş etmek, enemek, burmak.
bittel- , iğdiş edilmek, enenmiş olmak.
bittet- , et. bitte- II den.
bittibek, bittüü = bitkor.
bittöö, işs. bitte- I, II den.
biy I, raks, dans, oyun.
biy II, 1. Kırgız veya Kazak halk hâkimi (inkılâptan önce) ; buga cokto torpok biy ats. : koyunun bulunmadığı yerde keçiye Abrurrahman çelebi derler (herfiyen: boğanın bulunmadığı yerde tosunda biy sayılır) ; 2. arifane cünbüşü tertip eden.
biyaban, f. ıssız çöl, beyaban.
biyba = pıyba.
biyçi, oynayıcı erkek; oynayıcı kadın, dansöz.
biygöbör, r. kon. tekdir; tevbih.
biyik, yüksek (hem sıfat, hem zarf mânalarına olarak).
biyiksin- , yükselmek, sivrilmek.
biyikte- , yükselmek; çıkmak; köönü biyikteyt : ruhî hâleti yükseliyor.
biyiktel- , yükselmek, çıkmak.
biyiktet- , yükseltmek.
biyiktik, yükseklik.
biyke = biykeç : katın biyke : baldız.
biykeç, kızcağız; es. hanım kız, madmazel.
bilye- I, oynamak, dansetmek.
biyele- II, idare etmek, tasarruf etmek., emretmek.
biylegensi- , emreder gibi ve buna hakkı var gibi görünmek, âmirlik taslamak.
biyleş- , müş. bilye-den.
biylik, 1. hâkimiyet; öz biyligi menen : kendi selahiyetiyle; 2. es. diktatörlük; 3. tar. biy vaziyrti yahut vazifesi (bk. biy II) ; biylik al- : tar. adlî aracılık, mahkemede bir davaya bakmak mukabilinde ücret almak.
biyliksiz, emirsiz; menden biyliksiz: benim emrim olmaksızın.
biylöö, 1. oyun, dans (bir vetire olmak üzere).
biylöö, 2. idare, hüküm sürme; el biylöö iretinde : idari yolla; el biylöö bölümü : idarî kısım, şube.
biylööçü I, 1. hükümdar, hükümran; 2. diktatör.
biylööçü II = biyçi.
biylööçülük, idare etme, hüküm sürme.
biyna =vino, biyna açıtuuçu : şarap imal eden.
biysi- , kendini biy gibi tutmak (bk. biy II); biylik taslamak.
biz, (söyliyen ile arkadaşlarını ifade eden zamirdir, M.) : biz.
bizdik, bizimki; bizdik bolup süylödü: bizim lehimize, bizden yana söyledi.
bizdiki, bizimki; bizim ev; bizim aile; bizdiki caka barıp keleli : bize gidelim; bizdikinde : bizde, bizim evde, bizim evimizde.
blank, r. <> : başlıklı kâğıt.
blok, r. <> birleşim; kommunistterdin cana partiyada coktordun blogu : komünistlerle bitarafların bloku.
bloknot, r. bloknot yaprağı.
boburek, r. <> : kunduz.
bocolusta = bacalısta.
bocomol, tahmin; tahmîni hesap, tarif.
bocomoldo-, tartmak (iyice mülâhaza etmek); yeniden hatırlamak; göz önüne getirmek, tasavvur etmek, tevehhüm eylemek.
bocu, r. <<vojji>> : arabacının kullandığı uzun dizgin .
boçke, r. <> : fıçı.
boçto, boçtoo, kon. = poçta
boçtoçu, boçtooçu , kon. poçtaçı.
bodo, bodo mal : iri sığır hayvanı.
bodosu- , kendini kuvvetli saymak; cesaret taslamak.
bodur, bodur - bodur = budur - budur (bk. budur).
boduray- = buduray-.
bogok, 1. guşa (bazı yerlerde insanların boyunlarında hasıl olan büyük ur); guşalı; 2. çene altında peyda olan ikinci çene; 3. apiyimdin bogogu : haşhaş çiçeğinin ke’ si (çanağı).
bogokyuu, 1. guşalı; 2. ilave çeneli, ör. bk. bozlan.
bogoo, bukağı, pranga.
bogoolo-, 1. bukağı vurmak; 2. köle etmek.
bogoolon- , 1. bukağı vurulmak; 2. köle haline konulmak.
bogooluu, 1. bukağı vurulmuş, zincirlenmiş; 2. köle haline konmuş.
bok. avm. gait; bok-cin bk. cin II; bok kuy- : tezek yapmak; bok murun 1) sümüklü 2)Kırgız destanı kahramanlarından birinin adıdır; bok ooz : pis ağız, ağzı bozuk, küfürbaz; bokton onğoy : en kolay şey , en basit; bok ce- : mânasız, ahmakça söz söylemek yahut iş yapmak; bok cebe! mânasız (ahmakça) söz söyleme yahut iş yapma! ; uruştun başı -- <> ats. : dövüşün başı - sövmedir ; cebegeni bok boldu folk. : yapmadığı mânasızlık kalmadı; bokko carabayt : hiçbir işe yaramıyor; çoyundun bogu yahut temirdin bogu : cüruf, demirboku.
bokço, bohça, çıkın; küçük çanta; bokçosun tint- mec. : (birisinden yahut birisi hakkında) sırrı, gizli düşünceleri öğrenmeye çalışmak.
bokoçogoy, tıknazve kısa boylu.
bokçonğdo- , hareketlerinde tıknaz adama benzemek.
bokçoy- , bohça, çıkın şeklinde olmak; kısılmak.
bokçu, avm. aptesane temizleyici; sagıskan eldin cokçusu, karga eldin bokcusu folk. : saksağan halkın yoklayıcısı, karga ise – halkın aptesane temizleyicisidir; bokçu karga : ekin veya tohum kargası denilen büyük karga.
bokok, (rad.) = bogok.
bokono, yalancı kaburgalar (adlani kâzıbe); bokonosu katpagan : henüz pekleşmemiş; bokonosu kaktan : pekleşmiş ( büyümüş, kuvvetlenmiş, pişmiş); bokono kem (insan hakkında): beden kuvvetine malik olmıyan.
bokto- , sövmek, küfretmek.
boktoo, sövme, küfür.
boktooçu, söven, küfürbaz.
boktoş- , birbirine sövmek, sövüşmek.
boktot- , et. bokto-dan.
boktu, avm. gaitle pislenmiş, boklu; anı boktu tayak menen kuup çıktı : onu gürültü ile, terzil ederek koğdu.
bol- , 1. olmak; olmaya başlamak; dönmek (bir halden diğer bir hale tahavvül etmek); vuku bulmak; husule gelmek, yapılmak; sen kayda boldunğ? : sen nerde idin? ; kim bolot? : kim oluyor?; saga emne boldu? : sana ne oldu?; dos bol- : ahbap olmak, dost olmak; ketkenine beç kün boldu : gideli beş gün oldu; bolso bolsun : peki, haydi öle olsun; bolso bolor : olabilir, bunda şaşılacak bir şey yok; siz men bolup : siz ve ben (biz ikimiz); okutuuçu bolup bir top bala : öğretmen bir çocukla beraber; direktor bolup iştegen : direktör, müdür sıfatiyle, müdür olarak çalıştı; kanday da bolso : nasıl olsa da; ne pahasına olursa olsun; kim da bolso : kim olursa olsun; kanday gana col menen bolbosun : ne gibi vasıta ile olursa olsun; ne pahasına olursa olsun; bolboso: eğer olmazsa, aksi takdirde; bolsonğ bolgondoy bol, bolbosonğ – koy! : yapacaksan yap, yapmıyacaksan, bırak! (girişme!); mununğ adam bolboyt : bunun adam olacağı yok; adam bolboy kal! : halbuki kendisi insan adı taşıyor! bolor iş boldu : olacak iş oldu (hiçbir çare yok); bolboy koyboyt : mutlaka olacak, behemehal vukua gelecen; emneni oylop oturat boldu? : acaba, ne hakkında düşünüyor? ; emneden ciyirkendi boldu? : acaba neden iğrendi?; anğgıça bolbodu : bu ise vâki olmadı; henüz bu vukua gelmemişken….; 2. maksada uygun, kâfi olmak; boldu! : yeter!, muvafık, mutabık!; bolot,ertenğ keleyin : olur, yarın geleyim; bolbogon : uygunsuz, yolsuz, söz dinlemez; bolor ceri : son fiat; nihaî şart; bolor ceri – otuz som : son fiat – otuz rubledir; 3. şu veya bu kılıkta, şekilde gözükmek; körbögön bolup : görmezlikten gelerek; uktagan bolup : uyumuş gibi görünerek; 4. bitirmek, sonuna kadar ermek; okup boldunğbu? : okuyup bitirdin mi? ; üşüp boldum : adam akıllı üşüdüm; 5. muvaffakiyetli olmak; bolbodu : olmadı, çıkmadı; bolor bolbos nesre üçün barganım cok : olur olmaz şey için gitmedim; boş yere kendimi yormak istemedim; bolor bolbos işke taarınat : olur olmaz şeylerden güceniyor, alınıyor; bolor muzoo bogunan ats. : kendisinden bir mâna çıkacak buzağı, tersinden belli olur; 6. sebep olmak; uruştu küçötkön sen boldunğ : dövüşün şiddetlenmesine sen sebep oldun; 7. muvafakat etmek; aga bolbodu : buna kapılmadı, muvafakat etmedi, buna uymadı; zorlugunğa bolboymun : sen beni zorlukla ele alamazsın; 8. bol! : çabuk, tez!; 9. bolo! (önde gelen mahrutî şekille beraber) : ne iyi olurdu, (daha iyi olurdu) ; barsanğ bolo! : gidersen iyi olur; 10. mak / mek eklerile bol fiili lüzum – gereklilik yahut niyet, kast ifade eder : kelmek boldu : gelmeye karar verdi; biz bermek bolduk : biz vermeye karar verdik; iş bolmok boldu : işin muvaffak olacağı anlaşılıyor; 11. uçu uuçu ekleriyle ve üçüncü şahsın hal ve istikbal zamanlariyle birlikte bol- fiili subjonctif ( iltizamî siyga ) şekli yapar; kelet boluçu : o gelirdi ; alat boluçumun : gelirdim; kelbeyt boluçu : gelmezdi.
bolco- , tahmin etmek; tahminen tayin ve tarif etmek; öncedeb tahmin ve tarif eylemek; bolcogonum bolgondoy keldi : ben nasıl tahmin ettiysem, öyle çıktı; talaadagını üydö bolcobo ats. : kırdakiyi evde (oturarak) oranlama : <>.
bolcogus, bolcoguz, takribî tarifi ve tayini bile kabil olmıyan ; ölçülemiyen.
bolcol. 1. tayin edilen müddet, vâde; keler bolcolu boldu : gelecek zamanı oldu; geleceği zaman hulûl etti; 2. tarif, tayin; ölçü; bolcolu cok çonğ : kocaman, muazzam; bolcol kıl- : tarif ve tayin eylemek; hesap etmek.
bolcolduu, önceden tayin edilmiş, önceden tesbit olunmuş.
bolcolsuz, ölçüsüz; ölçülmez; bolcolsuz tezdik : ölçüsüz sürat, tezlik; mutemel olmıyan tezlik.
bolcon- , mut. bolco-dan.
bolcoş- , görüşme zamanı yahut yeri hakkında sözleşmek; bolcoşkon cerge kelişti : sözleşilen yere geldiler.
bolçonğdo- , kendisinin hareketlerinde kocaman ve şişmana benzemek.
bolçonğdot- , et. bolçonğdo-dan.
bolçoy- , kocaman ve yoğun kılığa malik olmak; bolçoyup karap turat : koskoca nesne duruyor ve bakıyor.
bolçoyt- , et. bolçoy-dan.
boldomoçu = poldomoçun.
boldur- , 1. = boltur 2. kuvvetten düşmek; atım boldurup kaldı : atım kuvvetten düştü.
bolgonsu- , tamamlanmış, vukua gelmiş gibi gözükmek.
bolgus, aytıp bolgus : sözle ifade edilmesi, söylenilmesi kabil, caiz olmıyan,söylenilmez, ifade edilmez.
bolk, bolk et- : titremek; çalkanmak; cürögü bolk ete tüştü : yüreği titredi, çarptı; bolk dedirip yahut bolk dedire : had bir şekilde, sertçe, şiddetle.
bolkulda- , titremek; çalkalanmak.
bolkuldat- , et. bolkulda-dan.
bolmuş, oluş.
bolo, bk. bol 9.
boloçok, olacak; istikbal; olacak, vukua gelecek şey, iş.
bolokcot, torunun çocuğunun çocuğu ( kız tarafından dördüncü nesil).
bolokto- , boloktop ıyla- : bol bol göz yaşı dökerek ağlamak.
bolot, f. çelik, pulat; bolot kılıç : pulat kılıç.
bolotnay, r. (<
>) : madapolam denilen bez.
bolpoç, şişmanca; bolpoç bala : gürbüz çocuk.
bolponğdo- , hareketlerinde, deve, kocamana, şişmana benzemek; bürkütbolponğdop uçup geldi : kocaman kara kuş uçup geldi.
bolpoy- , şekil itabariyle kocaman, şişman fakat gevşek olmak; bolpoyup kelip kalıptır : o (kocaman nesne) yaklaştı.
bolşevik , bolşevik; parti yada bar cana partiyada cok bolşevikter : fırkaya mensup olmıyan Bolşevikler.
bolşevikçe, bolşevikvari.
bolşeviktik, bolşeviliğe mensup, ait, müteallik; ör. bk. ookattuu.
boltogoy, kalın; şişman; tıknaz.
boltulda- , (karş. bulanğda) : deprenmek, oynamak (yumuşak, fakat tüysüz nesne hakkında).
boltuldat- , et. boltulda-dan.
boltuldatuu, işs. boltuldat-tan.
boltur- , varlığa getirmek; bolturbaska kerek : varlığa gelmesine müsaade etmemeli.
boluk, yoğun, şişman (insan hakkında); gürbüz (çocuk hakkında) ; boluk tart- : şişmanlamak, hafifçe toplamak; boluk cigit : güçlü kuvvetli, sağlam delikanlı.
boluke = bölkö.
bolukşu- , gevşemek; tatlı bir rehavet duymak.
bolum, oluş; hazır bulunuş; dubandan izdep tappadım, tügöngür, sendey bolumdu folk. : bütün kazada aradım ve senin gibisini bulamadım.
bolumduu, iyi, uygun, elverişli.
bolumsuz, hiçbir işe yaramıyan; yaramaz.
bolumsuzduk, hiçbir işe yaramazlık.
bolun- , olmak, yapılmak; kamsız bolundu : kendini temin etti, temin edildi.
boluskey, r. beyaz maden (Rusça <
> söziyle ilgili olacak , M.)
boluş I , r. tar. 1. <> : nahiye; 2. nahiye müdürü; 3. kom. nahiye icra komitesi reisi.
boluş- II , yardım etmek; taraftar olmak; sağa boluşpaymın : seni tutmıyacağım.
boluşçaak, yardımsever; merhametli, şevkatli ; enesi boluşçaaktın kızı ıylaak, atası boluşçaaktın uulu ıylaak ats. : anası merhametli olanın kızı ağlayık; babası şevkatli olanın oğlu ağlayık.
boluştas, tar. aynı << volost>> a (nahiyeye) mensubolan, nahiyedeş.
boluştuk, tar. << volost>> a –nahiyeye mensup ait,müteallik.
bombo, r. bomba.
bombolo- , bombalamak, bombardıman etmek.
boo I, 1. bağ, bağ (demet) ; kınnap; eşik boo : keçe, evin kapını bağlamıya mahsus ip; üzük boo üzük’ ü (bk.) bağlamak için kullanılan ip; tuurduk boo bk. tuurduk ; cel boo : tündük’ ten ( bk. tündük 3) aşağıya doğru inen ve keçe evi yel zamanında pekitmeye yarıyan (iki) ip : baş boo : dört tane iptir, ki bunlarla üzük, tündük’e (bk.) ; keregeye (bk.) ve kırçoo’ ya (bk. kırçoo1) bağlanır; orto boo; keçe evde baş boo’ dan aşağıya doğru inen dört tane ip; etek boo : türkü üzük’ ten (bk. üzük) keçe evin önüne dpğru inen ipler; batinğke booloru : kundura bağları; bel boo : kuşak; oymok boo= oymok booç (bk. booç) ; çolok boo : alıcı kuş için kullanılan köstek, ayak bağı; 2. ekin demeti, külte; boo bola - : demet bağlamak.
boo II, mal boo tüştü : hayvan kırıldı, helâk oldu; boo tüşür- : imha etmek, felâk etmek.
boo III, bk. bul I.
booç = booçu; oymok booç : bir ipliktir, ki onunla yüksek parmağa bağlanır; parmak booç : Kırgız nakışlarından birinin adıdır; kazık booç : gevşek düğüm.
booçu, 1. her nevi bağlar; ufak koşum parçalrı (kolan, üzengi kayışları ve s.) ; köz booçu bk. köz; üydün booçusu : evi bağlımaya yarayan her şey (ipşer, şeritler ve s.); 2. ekin demetleri bağlayan; 3. ekin demeti (külte) bağlayan âlat, makine.
boolgolo- , tahmin etmek, tahminen söylemek; sırın anık baamdabasa da, bolgolodu : sırrını hakkiyle bilmese de, tahminen farkına vardı.
boola- , demet bağlamak.
boolan- , demet şeklinde bağlanmak.
boolaş- , hep beraber demet bağlamak.
boolat- , et. boolo –dan.
boolattır- , et. boolat- tan.
booluk, 1. bağ (demetleri bağlamak için kullanılan bağ); 2. herhangi bir ilmiktir ki bir nesneyi bağlarken, ipin, ipliğin ve s.nin ucu onun içinden geçirilir.
booluu, bağlı, kınnapalı; booluu kuş : şeritli, bağlı kuş.
boor, 1. karaciğer ; kök boor: dalak; boor tolgo = boortolgo ; booru ker : nezaketli : yardıma hazır; iyi; merhametli, şefkatli; booru kerdik; yardıma hazırladık sıfatı; iyilik; booru taş yahut taş boor : katı yürek, taş yürekli; boor ooru : canı acımak; aga boorum ordu : ona acıdım; boor oorusanğ bolboydu? folk. onun haline acısan olmaz midi? ; booru açıldı bk. açı 2; sen ücün boorum ezilip ketti : senin için canım acıdı; boor tart- : havırhahlık etmek; teveccühünü bildirmek; kayırmak; aga sen emne üçün boor tartasınğ? : niçin onu kayırıyorsun, ona acıyorsun? ; boorgo tart- : kendi tarafına çekmek, kendinene meylettirmek; ani men boruma tarttım : ben onu kendi tarafıma çektim, kendime meylettirdim; boor kurt: ‘ ufak hayvanlar hastalığı adıdır; kara boor : bağrı kara çil; 2. kan kardeşi ( bu mâna ile yalnız ölü için ağlarken kullanılmalıdır); 3. dağ yamacı.
boordoş, akraba, hısım akraba.
boordoşuu, kardeş olma.
boorduştuk, 1. kardeşlik, uhuvvet; 2.kan kardeşliği.
boorlo- , boordo- , boorlop cür, boordop cür- : dağ yamacı boyunca yürümek.
boorloş = boordoş.
boorsok = bavursak ( yağda kavrulan kuşbaşı hamur parçaları); çiğ boorsok yahut kırtıldak boorsok : ufak ve gereği gibi, süt, yağ ve yumurta ile yuğurulmuş ( kıtırdayan) gevrek bavursak; açıktan boorsok : mayalı hamurdan yapılan bavursak; boorsoktoy çaçalıp catat : bavursak gibi saçılmış halde yatıyor.
boortko = boorutka.
boortokto- , karın ve göğüs üzerine yatmak, yüzüstü, yüzü koyun yatmak.
boortoktot- , et. bortokto- dan; balanı boortoktotup catkızıp koydum : çocuğu karnı üzerine yatırdım.
boortolgo, boortolga bolup berdi : istemiyerek, tereddüt ederek verdi; boortolgonğ bolso, kayta al : eğer acıyorsan, geri al!
boortorgolon- , kararsızlık yahut memnuniyetsizlik hissi duymak.
booruker = booru ker (bk. boor I).
boorukerdik = booru kerdik (bk. boor I).
boorutka, beşikteki çocuğun ellerini bağlamak için kullanılan iki tane bağ, sargı (kol boorutka); ayaklarını bağlamak için olanına ayak boorutka denir.
booz, gebe.
boozu- , gebe kalmak; kız bozup, enesin korkutat ats. : kendi suçunu başkasına isnat ediyor (harfiyen : kız gebe kalarak, annesini korkutuyor.)
bop I, r. <
> : papaz.
bop II, <<bo>> ile başlıyan kelimeleri takviye için katılır : bop-boz : tam boz renkli.
bopolonğ, r. (<<popolam>>) kon. : birlikte, beraberce; haklarda müsavı olarak; cerdi bopolonğ ottoylu : otlaktan hep beraber istifade edelim!
boporoz, r. kon. <
> : cigara ; boporoz tart- : cigara içmek.
bopu = böpü; borum; çocukcağazım.
bopuza, f. korkutma, tehdit; bopuzanğdı koy : tehdidinden vazgeç!
bor I , tebeşir.
bor II , hayvanı kesmek için besiye komak; borgo bayla- : besiye komak.
bor III , bor-bor kayna- : şakır şakır kaynamak; çalkanmak.
borbaş = bor baş (bk. baş 1).
borbor, 1. <> (bk. ordo 3) oyununda dairenin merkezidir, ki oraya <> yuvarlatı ve aşıklar konulur; 2. merkez; tegerek borboru mat. dairenin merkezi; 3. başşehir, payitaht.
borbordoş- , merkezileşmek, temerküz etmek.
borbordoştur- , merkezileştirmek, temerküz ettirmek.
borbordoşturul- , mut. borbordoştur- dan.
borbordoşturuu, merkezileştirme, centralisation.
borborduk, merkezî, merkezlik; borborduk komiteti : merkezî komite; borborduk maydan : merkezî cephe.
borbuy, kasık; borboyu kötürülp kalıptır : büyüdü, artık büyük oldu; borbuyun kötörüp algan sonğ : boy attıktan, büyüdükten sonra.
borbuyla- , kasığına vurmak ( başlıca, atın kasığına kamçı ile vurmak)
borcok, 1. kabarma; 2. kabaran köpük.
borcokto- , 1. kabarmak; 2. barcakta- (ancak büyük kafalı ve şişkin yüzlü insan hakkında).
borcoy- = bucuray- ; borcoygon kişi : yüzü sivilceli olan kimse.
borç = boruç.
borço, büyük parça; etti borço –borço kılıp sal : eti parça parça ederek koy; kara borco öskön bala : sıcağa, soğuğa alışmış ve emek ve hayat meşakkatleri içinde büyümüş olan çocuk.
borçolo- , iri parçalar şeklinde doğramak (başlıca, kemiksiz eti); borçologon et : parçalanmış et; etti borçolop sal : eti doğrayıp koy!
borçton- = boruçtan- .
borçuk, 1. dağ sırtındaki sivri kaya ; 2. çopur, çiçekbozuğu (yüz hakkında).
borçuktuu, kayalı.
bordo- I , ağartmak.
bordo- II , hayvanı, kesmek maksadiyle besiye koymak.
bordoku, kesmek için besiye konmuş yahut bu maksatla semirtilmiş olan.
bordol- I , kesmek için semirtilmek.
bordol- II , mut. bordo- I den.
bordot- , et. bordo- I , II den.
borguldan- , bol bol terlemek, ter dökmek.
borguldant- , et. borguldan-dan ; borguldantıp terdet- : bol bol terletmek.
bork, bork bork kayna- = borkuldap kayna- (bk. borkulda-) .
borkok I, 1. çocuk göğüslüğü ; 2. buzağı burunsanlığı.
borkok II , sütten rakı çıkardıktan sonra kalan kesmeyimsi çöküntü, tortu; taş borkok : içine kzıgın ufak taşlar atmak suretiyle kaynatılan süt.
borkulda- , <<bork-bork>> diye ses çıkarkmak; borkuldap kayna- : şakır şakır kaynamak.
borkuldan- , mut. borkulda- dan ; borkuldanıp terdep ketti : adam akıllı ter döktü.
borkura- = borkulda-.
boro I , borodoy : kocaman, büyük ; murdu borodoy : burnu kocamandır.
boro- , II, tipi yapmak.
boroko = borkok II.
boronğ, kara boronğ et : yağsız, yaven et (semiz hayvandan olsa dahi) ; iyi, fakat yağsız et.
boroon, tipi, kar kasırgası ; kara boroon : karsız, şiddetli kasırga.
boroondo- , dönmek (yel hakkında); tipi yapmak.
boroonduu, tipili.
boros, (rad.) : evlenmemiş (krş.boroz III).
borostoy, r. kon. <
> : sade; ehemmiyetsiz; borostoy ele cüröt : şöyle böyle giyinmiş.
boroşo, kar kasırgası.
boroşolo- , kasırga yapmak.
boroşolot- , et. boroşolo-dan; karlı boroşolotup sogup bergen boroon : karı döndüren tipi; boroon kardı boroşoloto baştadı : tipi karı döndürmeye başladı.
boroşoluu, tipili ; kasırgalı; boroşoluu cel: tipili yel.
boroşonduu = boroşoluu.
boroylo- burguyla.
boroz I, 1. r. <<borozda>> : saban çizgisi; 2. çizgi yap! çizgiden yürü!(yer sürerken).
boroz II, r. (koz, atı olmıyan) bayağı kâğıt.
boroz III, kanı kaynıyan kimse (karşı Sibirya Ruslarındaki poroz).
borponğ, sölpük ve gevşek; borponğ topurak : yumuşak toprak, toz.
borpoşo = bortoşo.
bors, bors-bors ür- : kesik kesik havlamak; bors-bors kül- : kahkaha ile gülmek.
borsogoy, değirmece; şişmanca; şişko.
borsonğdo- , hareketleriyle bir şişkoya benzemek.
borsonğdot- , et. borsonğdo-dan.
borsoy- , hafifçe öne doğru çıkmak (karın hakkında).
borsu- , pis kokmak; sasımak.
borsulda- , yavaş, kesik sesler çıkarmak.
borsut- , et. borsu-dan.
bort I , kesik kesik çatırdıyı taklit : bort kekir : yüksek sesle geğirmek.
bort II , r. <> : güverte.
bortmexanik, r. gemi makinisti.
bortoşo, az miktarda olan et; içinde az et bulunan çorba.
boruç, borç.
boruçta- , borçlanmak; boruçtap ookat kıl-: borçlanarak yaşamak.
boruçcan- , (mânâ itibariyle) = boruçta.
bozuk, iki yaşında olan koç.
borukşu- = bolukşu; borukşup terde- : ter dökmek.
borukşut- = bolukşut- .
borum, kon. form, şekil ; borumu Kırgız boz üydöy folk. : şekilce Kırgız obasına benziyor; 2. moda; şıklık; parlak.
borumda- , kon. şekil vermek, şekle, kalıba göre yapmak; güzel yapmak.
borumdat- , kon. et. borumda- dan.
borumdu, kon. şık; endamlı; borumdu cigit : şık delikanlı.
bos I = boz I .
bos II , r. kon. <
> : nokta (başlıca, sınır boylarında).
bosogo, kapı çerçevesi; kapı söğesi; eşik; cer bosogo : kapı söğesinin alt kısmı, eşik; baş bosogo : kapı söğesinin üst kısmı; bosogo tayak : kapı söğesinin bütün dört parçası.
bostek, sülüm kuşunun dişisi.
bostok, üstökö sözünün tekidir.
boş, 1. hali, boş, serbest; tutulmamış; konokko aş koy, eki kolun boş koy ats. : konuğun önüne yemek koy, iki e’ini boş bırak; kolum boş : serbestim (meşgul değilim) ; kolum boş emes : vaktim yok , meşgulüm; boşko ketti : beyhude gitti; boş kıyal : boş hayal, olmayacak rüya; 2. zayıf.
boşçuluk, boşluk, meşguliyetsizlik.
boşo-, 1. boşalmak, serbest kalmak; 2. gevşemek; muunum boşodu : gevşedim ; kendimi çok gevşemiş hissediyorum.
boşon-, boş kalmak; kurtulmak.
boşonğ, gevşekçe, hafifçe gevşemiş olan.
boşonğdo- , gevşemek.
boşonğdot- , gevşetmek.
boşonğdut, gevşeklik, rehavet.
boşonğku = boşonğ; boşonğku munduu ün : zayıf, hazin ses.
boşoş- , gevşemek, rehavet kesbetmek.
boşoştur- , gevşetmek.
boşoşturuu, gevşetme.
boşoşuu, gevşeme.
boşot-, boşaltmak, serbest bırakmak.
boşottur- , et. boşot-tan.
boşotul-, mut. boşot-tan.
boşotuu, serbest bırakma, boşaltma; gevşetme.
boşto, kon. = poçta.
boşton, 1. serbest bırakma, serbesti, hürriyet; başına boşton berdi emi folk. : şimdi onu serbest bıraktı; 2. boşuna; işsiz, maksatsız; boşton cürot : boşta geziyor, işsiz dolaşıyor.
boştonçuluk, işsiz zaman, işsizlik hali, meşguliyetsizlik, boş vak vakit.
boştonduk, hürriyet; söz boştonduğu : söz hürriyeti.
boştuk, zaaf; belli boştuk : seciyesizlik.
botagarı, avcı kuşun kösteğinin altındaki yumuşak sergi.
botala, bulanık, boz ; çamura veya toza bulanmış.
botonik, r. bitkiler uzmanı : botanist.
botanika; r. bitkilik, botanik.
botko, 1. darı, bulgur ve benzerleri pilâvı; 2. mec. saçma sapan ; boş lâkırdı .
botkok = bogok; apiyimdin botkogu : haşhaş çiçeğinin ke’ si çanağı.
botkolon- , bulanık, kirli olmak (su hakkında).
boto I, 1. bir yaşında olan deve yavrusu, süt emen deve yavrusu; boto köz : büyük ve mahmur gözler; boto közdü : büyük ve mahmur gözlü (dilberin mutat vasfıdır); 2. okşama veya taaccüp ifade etmek için kullanılan sözdür : o botom! : ah, babam!
boto II , a. yahut boto kur : boyundaki sargı; boto salın mec. : tam bir itaat göstermek; merhamet dilemek.
botoçuk, küçül. boto I 1. den.
botolkö = bötölkö.
botolo- , 1. dişi veya doğurmak; 2. boto diye çağırmak (okşama suretiyle).
botoluu, poduklu.
boy, 1. (bedenin uzunluğu ve yüksekliği); boy; boyu uzun : uzun boylu; boyu kıska : kısa boylu; kişi boyu : insan boyu; boyum cetpeyt : boyum yetmiyor (bunun için benim boyum kısa gelir) ; boy veyahut boygo cet- : bülûğa ermiş kız, gelinlik kız; kızı boy tartıp kalıptır : kızı olgunlaşmıştır 2. endam, boy bos; göğde; tulku boyu yahut kara boyu : endam; göğde; boy koş- 1) yaklaşmak; bitişmek; 2) mec. karı, zevce olmak; boy kotör- : burun şişirmek (kibirlenmek ) ; kendine fazla ehemmiyet vermek : kurulmak, gururlanmak; boy kötörüü : kurulma, gururlanma; boy taşta – boy kötörün karşıtıdır; boy tartkan kız : işveli kız; boyun kaçırat : (güreşte) kaçınıyor. sakınıyor; büt boydon yahut bütkül boydon : bütünü, tamamı ; baştan sonuna kadar ; büt cana toluk boydon : tamamiyle ve kâmilen; dayar boydon : hazır halde; kalınbındagı boydon : temiz halde; kalıbındagı – boydon koldolunbayt : temiz halde kullanılmıyor; kekte boydon daynı cok : gittiği günden beri onun hakkında haber yoktur; öz boyuna dos bolsun : kuvvetinden emin olsun, kuvveti kafi gelsin ; boy ber- : yenilmek, dayanamamak; boy berbe! : yenilme! : boy salışı tireş- : kıyasıya tutuşmak; boy cıydır- : ihtiyarına bırakma; imkân verme; boyunda bar : boyunda var : gebe; boyuna bolgon yahut boyuna bütkön : gebe kaldı; boydon tüş- : vuku bulmak (çocuk düşürmek hakkında) çocuk düşürmek; boydon tüşkön bala : düşük çocuk; boydon tüşürüü : ( sun’ î surette) çocuk düşürme; boydon boşon - : boydon boşanmak (doğurmak); boyunan ketip kalıptır; düş azdı, ihtilâm olmuş; 3. imdidat; col boyu : imtidadınca, seyahat esnasında; yolda; üç cıl boyu : üc yıl imtidadınca; ömür boyu : bütün ömür boyunca; tünü boyu : bütün gece; suu boyu 1) nehir boyunca; 2) nehrin kıyısı; suu boyunda : nehir kıyısında; 4. bir, tek : evlenmemiş; boy cigit : bekâr delikanlı; boy keldim : yalnız (kadınsız, ailesiz) geldim.
boyboy! vay vay! ; boyboyuna koyboston, atın aldım : bütün itirazlarına (vaveylasına) bakmaksızın atını aldım.
bovbozdo- , ulumak; hıçkırmıya başlamak; gürlemek; böğürmek; ızgaar boybozdop turuptur : soğuk şiddetini artırıyor.
boybozdot- , et. boybozdo-dan.
boykot, r. boykotaj.
boylo- , derinliğini boyunu ölçmek; boyunca gitmek; suu boylop : ırmak boyunca; boylobodu : dibine kadar eremedi.
boyloo, işs. boylo- dan.
boyluk, calgız (boyluk : yalnızlık).
boyluuu, uzun boy, uzun boylu; kıska boyluu : kısa boylu.
boyo- , boyamak; köz boyo- : aldatmak, göz boyamak.
boyok, 1. boya; 2. boya otu.
boyokçu, boyacı.
boyokçuluk, boyacılık mesleği.
boyol- , boyanmak.
boyolmo, boyanmış, yeni boyanıp bitirilmiş.
boyoluş- , müş. boyol-dan.
boyomo, 1. boyanmış; 2. sahte; 3. boyama; köz boyomo : göz boyama.
boyoo, 1. boyama; 2. = boyok 2.
boyot, et. boyo-dan.
boyponğdo- , 1. yaranmak; yaltaklanmak; 2. tek durmayıp, boyuna zıplamak, hoplamak.
boyponğdoş- , müş. boyponğdo-dan.
boyponğdot- , et. boyponğdo-dan.
boypoy- , boypoygon bala : sâkin, rahat oturan (gürbüz) çocuk.
boyro, f. sazdan yapılmış hasır.
boysun- , boyun eğmek, itaat etmek.
boysunbooçuluk, boyun eğmeme, itaatsizlik.
boysundur- , boyun eğdirmek; itaat ettirmek, ram etmek.
boytonğ, çocuğa, küçüğe mahsus hareketler.
boytonğdo- , hareketlerinde küçüğe benzemek; kımıldamak, yürümek (küçük çocuklar hakkında).
boyunça, 1. göre; tevfikan; çakıruu boyunça : davete göre; 2. bütün (hudutları içinde); respublika bıyunça; bütün cumhuriyette; rayon boyunça ; bütün bölgede.
boyuz, r. kon. <
> : tiren, katar.
boz I, 1. beyaz; açık kuşunî; kır; ak boz : açık kurşunî; boz at : kır at; boz ala bk. ala 1. ; boz bala : genç çocuk; boz baldar yahut boz baş baldar : taze gençlik; boz ton 1) kurşunî kürk; 2) mec. çok giyilmiş, eskitilmiş kürk; boz kıroo = bozkıroo; 2. havadaki karanlık (gayet sıcak günde); 3. el değmemiş toprak, bâkir toprak.
boz- II 1. (ebediyen ) kaçmak ; arkasına bakmadan koşmak; kaçkan bozgondor : kaçkınlar, kaçaklar; 2. nefret etmek.
bozdo- , 1. bağırmak, bozlamak (dişi deve, deve yavrusu hakkında); 2. elem ve kederle ağlamak ; botodoy bozdop ıylan olturat : poduk gibi bozlayıp ağlıyor; boy bozdo = boybozdo.
bozdok, bağırma (deve hakkında) ; botosu ölgön ingendin bozdogu : poduğu ölen dişi devenin bozlaması.
bozdok, bağırma (deve hakkında).
bozdoş- , müş. bozdo-dan.
bozdot- , elem ve kederle ağlatmak; boy bozdot bk. boybozdot.
bozdotuu, işs. bozdo-dan.
bozgun, 1. kaçış; 2. muhaceret.
bozgunçu, 1. kaçak (mülteci); 2. muhacir.
bozkıroo, 1. kırağı (güzün) ; 2. Songüz.
bozlan, genç oğlan; kısrak calduu kaldı, kız emçektüü kaldı, bozlan bogoktuu kaldı, boz toktu kaldı folk. (kişi teşyi ederken söylenilen şarkı) : kısırak yelesiyle kaldı (bk. cal I), kız memeleriyle kaldı, oğlan ilâve çenesiyle kaldı, kül renkli kuzu kuyruğiyle kaldı (kışın şiddetine rağmen).
bozo, boza (hububattan yapılan bir çeşit alkollü içki).
bozoçu, bozacı.
bozogo = bosogo.
bozokor, k-f. 1. = bozoçu; 2. boza içen.
bozomtuk, yüzün solukluğu, yüz renginin solması; bozomtuk tart- : yüzün rengi solmak.
bozonğ, küçük tepe, tepecik; bozonğgo çıgıp oturduk : tepeye çıkıp oturduk.
bozor- , yüzün rengi solmak, kül rengine girmek; bir kubarıp, bir bozorup : (korkudan) kâh solarak, kâh kül rengine girerek.
bozort-, et. bozor-dan.
bozorrunğku, solukça; kül rengine mail, bozca.
bozoruu, bozarma, kül rengine girme.
bozoy, genç oğlan, delikanlı.
bozum, iki yaşında olan karakuş.
böbök, 1. bebek (büyük erkek kardeşine nisbetten); 2. meme emen çocuk.
böcök, yahut koyondun böcöğü : tavşan yavrusu.
böcöy- , ürpermek; böcöyüp otur- : ürperip oturmak.
böcü- , çabuk ve şaşırmadan koşmak (yorga hakkında).
böcük- , saklanmak, gizlenmek; böcükkön bödönödöy : saklanmış bıldırcın.
böcürö- , sâkin, kendi halinde olmak; böcüröp cür- : sâkin, mütevazi olmak.
böcüt- , et. böcü-den.
bödönö, bıldırcın.
bödöt, r. tar. <
> : vergi.
bödröt, r. <
> : müteahitlik.
bödrötçü, mütahit.
bödüröy- = büdüröy- .
böf!, (iki dudağın iştirakiyle çıkarılan f-dir) fi! (nefret ifade eden interjection’ dur).
bögö I, aşığın sırtı; bögö tüş- : bögösü (sırtı) yukarıya düşmek; bögösünün böktü deyt folk. : kavis gibi büktü.
bögö II, 1. suyun önüne set çekmek; 2. yolu kapatmak; engel olmak.
bögöcüktö- = mögdö-.
bögönök, sarımtırak renkli sinek.
bögööl = bögöt I.
bögööldö- , yolu kapatmak; arkuru gitmek.
bögöş-, müş. bögö II den.
bögöt I. bent, set, engel, mania.
bögöt II, et. bögö- II den.
bögü, güçlü kuvvetli; töödön bögü çaar ingen, çaar ingendi bergin, alayın, ata folk. : benekli dişi deve, develerin en kuvvetlisidir; benekli dişi deveyi ver, ben (onu) alırım, baba!
Dostları ilə paylaş: |