A I, taacüp haykırması; taaccüp veya memnuniyetsizlik edasiyle sual; 3



Yüklə 6,96 Mb.
səhifə21/90
tarix29.10.2017
ölçüsü6,96 Mb.
#19558
1   ...   17   18   19   20   21   22   23   24   ...   90

celiş ı, yeliş (at yürüyüşü).

celiş- ıı, hep beraber yelmek.

celke, 1. ense; beygirin yele arkası; celkenin çunğkuru: ense çukuru; üyün celkemdin çunğkuru körsün!: “evini ensemin çukuru görsün!” evine ayak basacak değilim; 2. ense, yele arkası derisi; cegeni celkesinin çıgarılsın!: yediği burnundan gelsin: senin yaptığın (yahut benim yaptığım) iyiliğin hayrını görmesin!: ceen el bolboyt, celke ton bolboyt ats.: ceen (bk). hısım olmaz; yele arkası derisinden kürk olmaz. 3. geri, kıç; arka kısım.; ayıldın celke cagında: avulun (köyün) öte yanında.

celkele-, arkadan yürümek; kırk celdetim cetelep, kırk uvazir celkelep folk.: kırk muhafızım önde, kırk vezirim arkada.

celki, 1. dudaklardaki yahut gözkapaklarındaki çatlaklar, sivilceler 2. dudaklarında yahut gözkapaklarında bu gibi çatlaklar ve sivilceler bulunan kimse.

celmaya = celmayan.

celmayan, yürük deve; hecin devesi.

celmooguz, 1. cadaloz karı; 2. mec. obur.

celötkö = celetke.

celp. taklitlik söz (onomatopee); celp degiz: hafifçe dalgalandırmak, sallamak.

celpi ı, cenğil ı sözünün tekidir.

cepli- ıı, çırpmak, silkmek.

celpilde-, dalgalanmak.

celpildek, her zaman silkinen kimse

celpildeş-. müş. celpilde-den.

celpildet-, et. celpilde-den.

celpin-. silkinmek, çırpınmak.

celpiniş ı, 1. çarpışma, karşılaşma (rad., v); 2. cerdin tübü celpiniş folh.: yerin ucu, kenarı.

celpiniş- ii, müş. ceplin-den.

celpint-. havalandirmak suretiyle serinlendirmek, havalandirmak (hava aldirmak); colborston keçim captirip, ceteletip, celpintip folk.: ati kaplan derisinden çula örttürerek, onu sürerek ve serinleştirerek.

celpirüün, 1. yelpaze; celpirüün tabak 1) yelpaze işini dahi görebilecek olan ince tepsi; 2) un kepçesi; 2. hububati silkmek suretiyle temizlemeye, ayiklamaya yarayan kap.

celpit-, et. celpi- ii den.

celt, taklitlik söz (onomatopee); bütkön boyu celt etti: bütün vücudu ürperdi, titredi.

cem, yem, hububattan yem; cemçöp- hububattan, ottan olan yem: cem saldi kil- 1) yemle beslemek; 2) rüsvetle avlamak; ak cem: suda birakilan et (suda birakilarak islatilan ettir ki avci kuslari, semirmesin diye, bununla beslerler); cem çaç-: yiyecegi kusmak (alici kus hakkinda); kam-cem albay: dinlenmeden.

cemçil, hububattan olan yemi seven (hayvan hakkinda).

cemde-, hububattan olan yemle beslemek; cemdep bakkan at çidamduu bolot: hububattan olan yemle beslenen at dayanikli oluyor.

cemden-, doymak, adamakilli doymak (hayvanlar yahut kuslar hakkinda); hububattan olan yemle beslenmek.

ceme, yahut kör ceme: tehdit, gözdagi; sövme; cemege al-, = cemele.

cemeçil, sövmeyi seven kimse.

cemekey, 1. rüsvetçi; 2. tufeyli, issiz, bosta gezmeyi seven; avare.

cemekeylik, 1. rüsvetçilik; 2. tufeylilik, avarelik.

cemele-, tehdit etmek; sövmek; tekdir etmek, paylamak.

cemelöö, iss. cemele-den.

cemir-, kirmak. yikmak, bozmak.

cemiril-, yikilmak; kazilmak.

cemis, 1. yemis; meyva; cemis bagi: meyve bahçesi; 2. (bu mana ile cer cemis dahi denir): çilekler.

cemisten-, 1. meyve ile örtülmek; 2. meyveli, semereli olmak.

cemistent-, 1. yemis verdirmek; 2. meyvelerle, aslarla teçhiz etmek.

cemistüü, 1. meyveli, çilekli (agaç, çali, bitki hakkinda); 2. mec. semere veren; cemistüü is: semereli is

cemkor, k-f. yemle beslenen hayvan.

cemkorok, k-f. (hayvanlar hakkında) yeme haris olan, obur.

cemsöö, kuş kursağı; kara cemsöö 1) obur; 2) soyguncu: rüşvetçi.

cemsöölük, kara cemsöölük: kendisine tevdi edilen nesne hakkında dürüst harekette bulunmamaklık.

cenaddel, r. es. kadin şubesi.

cenğ- , i. yen, kol; cenğ türüp iş kil-: yenleri, kollari sivayip çalişmak; özenle çalişmak; cenğ içinen yahut cenğ uçunan: gizlice, hafiyyen: cenğ içinen bütüs: her iki tarafin rizasiyla anlaşmak (gizlice, başkalarina haber vermeden); cenğden körün-: meydana çikmak; sakli kalmamak; cenğ cunğ: kalintilar, bakiyeler, kirintilar, artiklar; bir cenğden kolçigar-: «bir yenden kol çikarmak»iyi dostça geçinmek; eteği bütölüp, cengi uzardi bk. bütöl

cenğ- ii, yenmek; akilim cenğip barbadim: akil ettim de gitmedim.

cenğde-, (yalniz geçen zaman gerondifi ile): cumuştun köbün cenğdep taştadim: işin büyük bir kismini bitirdim.

cenğdeş, boyca ve vücudun kuruluşunca denk olan.

cenğdir-, yendirmek; yenilmiş olmak; mukavemet edemez hâle gelmek; boyun eğmek; suukka cenğ dirdi: kendini soğuğa yendirdi; akilga cenğdir-: etraflica düşünmek, makul bir tarzda hareket etmek; mastikka cenğdir-: sarhoş olmak; balalikka cenğdir-: çocukça hareket etmek; oygo cenğdir-: düşünmek, düşünceye dalmak; sözgö cenğdirbeyt: münakaşada altta kalmiyor, söz bulmakta aciz kalmiyor.

censdüü, yenli, kollu.

cenğe, yenge.

cenğey = cenğe (yaşça büyük kadinlara hitap ederken bu kelime kullanilir.)

cenğgetay, (yasça büyük olan kadinlara hitap ederken kullanilan okşama sözüdür); yengecik, gelincik

cenğgetaylik, es. nişanli kizin yaşça büyük akrabasindan olan ve delikanliya nişanlisini gizlice ziyaret etmekte yardim kadina güveyin verdiği hediye.

cenğgis, cenğgisiz.

cenğgisiz, yenilmez.

cenğil i, hafif, yeğni; cenğil cigit: çevik delikanli; cenğil tart-: hafiflemek; oorusu cenğil tartayin dep kaldi: hastanin durumu iyileşti; cenğil barip, oor kel!: hafif git de, yüklü dön! (ağir ganimetle dönmek hususunda îyi dilek); cenğilcelpi: çok hafif, hafifçe.

cenğil- ii, hafiflemek, yeynileşmek.

cenğil-iii, yenilmek; duşmanga cengilbeybiz: düşman karşisinda yenilmeyiz.

cenğilbes, yenilmez.

cenğilbestik, yenilmezlik.

cenğildet-, hafifletmek.

cenğildik, 1. hafiflik, hafifleme; 2. hiffet (hoppalik); taammülsüzlük; cenğildik kilip koydunğ: taammülsüz hareket ettin, aşiri derecede acele ettin; 3. muafiyet; cenğildik ber-: muafiyet bahşetmek.

cenğilgis, yenilmez.

cenğilüü bozgun, hezimet.

cenğiş 1. yenme, zafer; fetih; oktyabr revolutsiyasinin cenğişteri: ilkteşrin devriminin başarilari.

cenğiş- ii, yarişmak, müsabakaya girişmek; birbirini yenmeğe çalişmak.

cenğiştüü, zaferli, muzaffer; cengiştüü cürüş: muzafferce yürüyüş: cenğiştüü türdö: muzafferce muvaffakiyetlice.

cenğüü, zafer, yeniş.

cenğüüçü, muzaffer, yenen.

centek, sağ yağdan yahut yağli kavuttan ibaret bir aştir, ki çocuk doğduktan yahut deve doğurduktan sonra ikram edilir.

centekte-, gidip yeni doğan çocuğun ve annesinin hâlini sormak.

ceper = ceber.

cer, 1. arz, yer; mahal; cer kaymaktap bütköndö bk. kaymakta; cerin karap kaçkan: vatanina kaçmiş; men ani cerine cetkirem: ben ona gösteririm, ben ona kim olduğumu bildiririm; bir cerine cetken kedey: son derece fakir; cer kara bk. kara ii; cer-ceber bk. ceber; cer cemiş bk. cemiş; 2. cercerde: muhtelif yerlerde, ötede beride; cer-cerlerde: yerli yerinde; cer menen cer kilip koy-: yerle bir kilmak; cer menen cer bolup kal-: yerle yeksan olmak; munun eç bir arsarsiy turgan ceri cok: bunun hiç bir şüpheyi mucip olacak yeri yok; cerge kal-: boşuna mahvolmak; erge kilgan cakşilik cerge kalbayt ats.: mert kişiye yapilan iyilik boşuna gitmez; bir cerge 1) bir mahalle: 2) bir yere; barip turgan ceri: bir şeyin en yüksek derecesi; cer baspay turgan kezinde: kuvveti ve refahi yerinde iken; cer baspay turgan at: hizli yürüyen, yeğni bacakli at; ani men külüp turgan cerinen çakirdim: ben onu tam gülüp durduğu zaman çağirdim; salgan cerden yahut çukul cerden: ansizin, birden bire: hiçbir sebep yokken: cer-suu 1) yersu (üzerinde çîftçilik yahut davarcilik ile meşgul olunabilecek olan toprak ve şartlar); 2) mit. toprak-su ilâhi (fena ruh); cersuu tayi-: yer-su ilâhina (merhamet dileyip) kurban kesmek; vermek; 2. mesafe; beş kündük cer: beş günlük yer, mesafe.

cerçil, doğduğu yahut uzun zaman yaşadiği yere temayül eden (diyelim, hep eski sahibine gitmeyi düşünen köpek hakkinda).

cerde-, yaşamak, oturmak (ikamet etmek); tekesti cerdedik: tekste yaşadik; cerdegen ceri talas: ikamet ettiği yer - talas’tir.

cerdeş i, hemşeri.

cerdeş- ii, birlikte ikamet etmek.

cerdik, 1. yabanî (ehlî olmayan); cerdik kuş: vahşî kuş; 2. kendi kabilesinden yahut avulundan uzaklara göçüp giden kimse; insanlardan uzakta yaşayan adam.

cerdiktüü, yerli, mahallî.

cerdöö, ikamet

cerdööçü, ikamet eden, oturan.

cerdüü, 1. toprağa malik olan; arazi sahibi; 2. = cerdiktüü; cerdüü kizmatçi: yerli hizmetçi.

cerge, 1. sira; 2. hanin karargahi, sarayi: askerdi arbin baştapsiz, cetim tul katin, cergenğdi karan taştapsiz folk: büyük ordu sevk ettin; öksüzleri, dul kadinlari ve karargahini bakimsiz biraktin.

cergele-, siraya dizilmek; cergeley kon-: sira sira olarak konmak, yerleşmek.

cergelet-, siraya dizmek; sira düzmek; cergelete kondu: siralar teşkil ederek oturdular yahut kondular (halk, kuşlar vs. hakkinda)

cergesiz, soyu sopu belli olmayan; cergesiz cetim debesenğ, cetilsem seni bagamin folk.: eğer soyu sopu belirsiz yetim demezsen, büyüyünce ben sana bakarim.

cergilik, mahallî; aslî.

cergilikteş-, yerlileşmek; (diyelim, resmi işlerde) yerli ahalinin diline geçmek; yerli ahalinin mümessilleri memuriyete alinmak.

cergilikteştir-, yerlileştirmek; (diyelim, resmî işlerde) yerli halkin lisanini tatbik eylemek; mahalli halkin oruntaklarini memuriyet kadrolarina almak.

cergilikteştirüü, yerlileştirme; aparatti cergilikteştirüü: idare cihazini yerlileştirme.

cergiliktüü = cerdiktüü; cergiliktüü el: yerli ahali; cergilik tüü komitet: mahallî komite.

ceri-, 1. yadlaşmak, yadirgamak; 2. kendi yavrusunu kendine yaklaştirmamak; koy kozusun cerip ketti: koyun kuzusunu kendine yaklaştirmadi (kuzulayinca onu kabul etmedi).

ceris-, müs. ceri-den.

cerit-, et. ceri-den.

cerlik, yerli; (su veya bu) bölgeye ait olan; osol cerlik: o yerin ahalisinden; biz hemserileriz.

cersi-, vatanini özlemek, vatanini düsünmek.

cersin-, yeri elverişli saymak ve oraya yerleşmek.

cersiz, topraksız

cersizdik, topraksızlık

cerüşö.=cer üşö (bk. üşö)

cerüşöö, işs. cerüşö-den.

cese-, ortaya çıkmak, hareket etgmek (keşifçiler hakkında); cesekçi cesep kaldı: keşifçiler harakete geçtiler.

cesk, şehir kapısı; kordon; keşif (başlıca, at hırsızlarını gözetleme yahut yakalamak için); cesek at kazdık; kordon kurduk, eşifçiler koyduk; cesek attandı: keşifçiler harekete geçtiler.

cesekçi, keşifçi; kordoncu.

ceset = casat ı

cesir, a. dul kadın (karş. tul ve tul- duu); olco cesir tar. : harp esiri; cesir akı: dul kadın hissesi.

ceş ı, tenavül etme, alıp yeme içme; içiş ceş kerek: yemeli içmeli.

ceş- ıı, müş. ce- ııı ten; deşpe, deşkenden kiyin bok çeşpe ats.: bir işe girişme, girişince de sızlanma! (harfiyen: sözleşme, sözleşince de bok yeme!)

ceşil-, karşılıklıca bilinmeye maruz kalmak (birbirine sürtme yüzünden, diyelim, iki değnek hakkında)

cet-, varmak; ermek; erişmek; ulaşmak; şaarga cettik: şehre vardık; muratka cet-: murada ermek, maksada vasıl olmak; kuup cet-: peşinden yetişmek; cetip ozup ket-: yetişmek ve geçmek; akıl cet- peyt: akıl almıyor, akıl ermiyor; caşka cet- bk. caş 2.; boygo cet-: bk. boy 1; boyum cetpeyt: boyum yetmiyor ( bu iş için benim boyum kısadır); közü cetti 1) göz gezdirdi; 2) kanaat hasıl etti, yakinen bildi; köz cetpeyt: gözükmüyor, göz alamıyor; kekçe cete: akşama kadar, ta akşama kadar; cete okugan: çok okumuş, alim;acalı cetdi: eceli yetmiş; aramdıgınğ öz başınğa cetet: hainliğin kendi başını yedi.

cete, ecdad, dedeler; menşe, kök; cetesi caman: kötü temayüllü; cetenğ caman, kişi bolboysunğ: temayüllerin fenadır, sen adam olmazsın.

cetek, 1. yedeğe alınmış; cetekke cürböyt: yedekte yürümüyor; 2. rehberlik, sevk, idare.

ceteçi, rehber, şef, rehberlik eden; cetekçi kızmatçılar: rehner işçiler; cetekçi organdar: rehber kurumlar.

cetekçilik, yönetim (sevk, idare); güdüm; şeflik; cetekciliği astında: rehberliği altında.

cetele, yedeklemek, yedeğe almak.

ceteleme, yedek, yedeğe alınmış; azır men ceteleme taylakmın folk.; ben henüz yedeğe alınmış bir poduğum (yani küçük müstakil olmayan bir adamım).

cetelen-, mut. cetele-den.

ceteleş-, yedeğe aldırmak; ayırmaçka tanğılıp ceteletken bala: bir çocuk ki (at üzerinde) eğere bağlı olarak duruyor ve atı da yedekde götürülüyor.

cetelöö, 1. yedeğe alma; 2. rehberlik; güdüm.

cetelüü , ( Rad. ,V ) kılıçlı , kılıca malik olan.

ceterdik , yetecek kadar.

ceterlik = ceterdik.

cetesiz , 1. soyu sopu belirsiz; 2. bakımsız; enesi cok kız , atası cok uul –cetesiz ats. : anasız kız , babasız oğul – bakımsızdırlar.

ceti , 1. yedi; ceti tündö bk. tün; 2. hafta.

cetigen , yediger; Dübbüekber ( yıldız topu) ; 2. Kırgız kabilelerinden birinin adıdır.

cetik , 1. yetecek kadar; 2. elverişli; ahılı cetik: fikren olgun; 3. uzağı gören; akıllı (hakim) .

cetiktik , 1. kifayet; 2. elverirlik.

cetiktüü = cetkilenğ.

cetil- , 1.varılmak; 2. olmak , yetişmek; 3. kurulmak; çapsa , bolot ketilet; çarıkka karmasa , cetilet ats. : çaldıklarında kılıç gedikleniyor; bileği çarkına tutulursa yeniden keskinleşiyor.

cetilik , yedilik.

cetilt- ,et. cetil-den.

cetim , yetim , öksüz; cetim öz kindigin özü keset ats. : öksüz kendi göbeğini kendi keser; cetim kabırga: en kısa kaburga kemikleri; cetim sümbö: kısa , tüfek harbisi.

cetimçilik , = cetimdik.

cetimdik , yetimlik öksüzlük hali.

cetimiş , yetmiş.

cetimsire- , kendini öksüz hissetmek , yetim kalma duygusuna kapılmak.

cetimsiret- , et. cetimsire-den; balanı cetimsiretpey cakşı bak! : çocuğa kendinin yetimliğini hissettirmeden iyi bak!

cetin- , tatmin edilmek , iktifa etmek; tamakka , kiyimge cetinip kaldık: yiyecekle ve giyecekle tamamiyle temin edildik; cetine albay : sevinerek , mütehassis olarak.

cetinçi , yedinci.

cetinğkire- , muayyen bir derecede ermek; bir dereceye kadar kâfi gelmek; citinğkirebey turat: bir parça yetişmiyor; biraz erişmiyor.

cetiş- , hep birlikte yetişmek , ermek , 2. kâfi gelmek , yetecek miktarda bulunmak; at cetişpeyt: at yetişmiyor.

cetişerlik , yeterlik;cetişerlik bilimi bar: kâfi derecede bilgisi var.

cetişkendik , 1. yetişme erme; cetişkendikteribiz: bizim ele geçirdiklerimiz; 2. liyakat , ehliyet.

cetişpegendik , eksiklik; noksan; hesap eksikliği; yetişmeme.

cetişpöölük ­= cetişpegendik.

cetişsiz , kâfi gelmeyen , yetişmeyecek miktarda bulunma.

cetişsizdik , 1. kifayetsizlik; bütçe eksikliği; hesap eksikliği; kusur; ihmâl; 2. zaruret , ihtiyaç; kündölük cetişsizdikter:günlük ihtiyaçlar.

cetiştik , kifayet; malga cem-çöp cetiştik kılat: hayvanlar için yem kâfi miktarda vardır.

cetiştir- , tedarik etmek , hazırlamak; anıklamak.

cetiştirüü , tedarik , hazırlama.

cetiştüü , her şeyi kâfi miktarda bulunan kimse; temin edilmiş olan; bütün caktan cetiştüü: her hususta temin edilmiş; madaniy küçtör cetiştüü: medeni kuvvetler kâfidir; cetiştüü emes: kâfi gelmiyor , yetişmiyor.

cetkidey , kâfi; cetkidey dayardıgı bar: yetecek kadar hazırlığı vardır.

cetkilenğ , mükemmel; hiçbir kusuru , eksiği olmıyan; gelişgen; cetkilenğ içik: âlâ kürk; cetkilenğ biyik: büyük yükseklik; cetkilenğ kıyın iş: gayet güç iş.

cetkilenğdik , kemal , gelişim.

cetkililksiz , kâfi gelmiyen , kâfi gelmez; barlık şaymanı cetkiliksiz: bütün teçhizatı noksandır.

cetkinçek , genç nesil , yetişmekte olan nesil.

cetkir , I , atik; uzun sözdün kıskası , cel sözdün cetkir ustası: uzun sözün kısası , boş sözün ustası.

cetkir- II , 1. tedarik etmek , yetiştirmek; çakkan öltüröt , maktagan cetkiret ats. : yeren öldürüyor; öven (maksada) yetiştiriyor; tayak tayga cetkiret , tay atka cetkiret ats. : << on paradan lira birikir >> (harfyien : asâ taya ulaştırır , tay ise , ata ulaştırır) ; 2. kendine yetişmeye müsaade etmek.

cetkirt- , et. cetkir- II den; ketemin degeninğdi elge cetkirttim: gideceğim dediğini halka ulaştırttım , bildirttim.

cetkis , el ermez , yetişilmez; akıl cetkis: akıl ermez; esep cetkis: hesapsız , hesaba gelmiyecek kadar çok.

cetkisiz = cetkis.

cetkiz I = cetkis , but cetkiz cerde: insan ayağı basmıyacak yerde.

cetkiz-II = cetkir- II; bul kabardı kolxozgo me cetkizdim: bu haberi kolkoxa ben yetiştirdim.

cetkizüü , yetiştirme.

cetmiş =cetimiş.

cetöö , yedi tane.

ceyren , 1. = ceerde; ceyren sakal: kızıl sakallı; 2. ceylan.

cez , bakır; teneke; cez tırmak bk. tıımak; cez tumşuk bk. tumşuk; cez kempir ­= cez tumşuk(bk. tumşuk) .

cezde , enişte (büyük kız kardeşin kocası) .

cezdüü , bakırla teçhiz edilmiş;bakıra malik olan; bakırla kaplanmış olan.

cezit , a. (destanda) alçak (adam): yezid.

ceztırmak , bk. tırmak .

ceztumşuk , bk. tumşuk.

cıbanak , (Rad.) kaplan kemikleri; cıbanak saptuu ak kestik (Rad.V) : sapı kaplan kemiğinden olan bıçak.

cıbıcı- , kaynaşmak; kalabalık halinde hareket etmek.

cıbıgız , karakuş nevilerinden birinin adıdır.

cıbılcı- , ağır ağır , gevşek hareket etmek; cıbılcıgan cigit: beceriksiz , delikanlı; cıbılcıp suu agıp atat: su gayet zayıf sızıyor , az ve yavaş akıyor; cıbılcıbay batırak aytsanğçı! : uzatmadan , daha çabuk söylesene!

cıbılıktat- , köz cıbılıktat - : hızlı hızlı göz kırpmak.

cıbınğda- , hızlıca göz seğirmek; gözle işaret etmek.

cıbır , ( su üzerindeki) pürüzler , kışıklar; cıbır- cıbır: fısıltı: ıbır- cıbır bk. ıbır.

cıbıra- , durmadan ve hızlıca uğraşmak , kaynaşmak.

cıbıt , 1. = koktu (ancak daha küçük hacimde) ; 2. çayın yatağı.

cıdı- , 1. dökülmek (kıl ve saç hakkında) ; dökülmek (yün , tüy hakkında) çaçı: tazdın başınday cıdıp tüşüp kalgan: saçı kelin saçı gibi dökülmüş; 2. ordo (bk.) oynarken , kaideye riayet etmemesi yüzünden oyundan ayrılmak.

cıdımak , 1. = borbor (yalnız ordo oynarken , bk.) ; cıdımakka sal- (karş. – cıdı- 2) ; oynarken hiyle etmek; 2. çocukların aşık oyununun bir çeşididir.

cıdıt- , et. cıdı-dan.

cıgaç , ağaç; kara cıgaç: kara ağaç; hercai karağaç; sarı cıgaç: amberbaris (bitki , karş. börü karagat: karazat maddesinde) , at cıgaç: değirmen tesisatı kısımlarından binin adıdır; üy cıgaç: keçe ev yapmak için gerekli olan ağaç; cıgaç tüşürdü es. : gelini evine götürmeden 15- 20 gün önce güveyin , gelin köyünün ahalisine çektiği ziyafet.

cıgaççı , marangoz , dülger.

cıgaççılık , marangozluk , dülgerlik zanaatı.

cıgaluu , cıgaluu möör(destanda) hükümdar , han mührü.

cıgıl- , devrilmek , düşmek , yere serilmek; yenilmek; cıgılsanğ nardan cıgıl ats. : mahvolsan da çalgı altında mahvol! ( harfiyen: düşersen , hecin devesinden düş!) ; astına cıgıldı : ayaklarına kapandı; el sözünö cıgıldı folk. : halkın dediğine boyun eğdi; ayıpka cıgıl- bk. ayıp 3.

cıgılış I , cıgıluu; it cıgılış bol- (pehlivanlar hakkında) ; ikisi birden düşmek; it cıgılış bolup kayra turduk ( güreşte) biz ikimiz de birden düştük ve sonra yeniden ayağa kalktık.

cıgılış- II , müş. cıgıl-dan.

cıgılıştuu , kendi kabahatini itiraf etmek; biz sizge cıgılıştuubuz: biz size karşı olan kabahatimizi itiraf ediyoruz.

cıgıluu , düşme , yıkılma.

cıgım , kadın << sarığı>> nın (başörtüsünün) kısımlarından bir tanesinin adıdır.

cıgın- , << sarığı>> arkaya kıvırmak (kadınlar hakkında) .

cık I , cık toldu : ağzına kadar doldu.

cık- II , devirmek , yenmek , yere çalmak; suu cık- : suyu akıtmak; aldına cık- : ayaklarına kapanmaya zorlamak; ayıpka cık- bk. ayıp 3.

cıl I , yıl; çarba cılı: üretim (istihsal) yılı; kem cıl : âdî yıl; toluk cıl: << tam yıl>> , kebise yılı; cıldardan cıl ötüp: yıllarca zaman geçti; cıldan cılga: yıldan yıla; kirişteri cıldan cılga ösüüdö: gelirleri yıldan yıla artıyor; bıyılkı cılı: bu yıl; eçen cılı: nice yıllar; birkaç yıl; cılıga yahut cılda: her yıl; cıl alıs folk. : biz yıl aşırı karşılaşıyorduk; 2. hayvan adlarına göre yürütülen takvim (bu devri takvimin yıllarının adları sırasiyle şunlardır: 1) çıçkan : sıçan; 2) uy: sığır; 3) bars: pars; 4) koyon: tavşan; 5) uluu: ejder; 6) cılan: yılan; 7) cılkı: at; 8) koy: koyun; 9) meçin : maymun; 10) took: tavuk; 11) it: köpek; 12) donğuz: domuz , cılınğdı töö kılasınğ: sen artık çok oluyorsun; kendini dev aynasında görüyorsun ( harfiyen: yılını yani doğduğun yılı deve yılı yapıyorsun; hayvan devri takvimi yıllarının adlarında deve adı yoktur; cıl sürüş- : hayvan devri takvimine göre , birbirinin hangi yılda doğduğunu soruşturmak.

cıl- II , hareket etmek , kımıldamak; emeklemek: yere doğru pek fazla eğilerek yürümek; suu cılıp agat: su ağır ve süzülerek akıyor; akırın cılıp barıp konobuz: ağır ağır yürüyeceğiz ve konakta (gece konacak yerde) duracağız.

cılacın , cılaacın , cılalcın , alıcı kuş için çıngırak.

cılan , yılan; cılan cıl: hayvan devri takviminde altıncı yılın adıdır; ak cılan : beyaz yılan; cöö cılan yahut cöölcan yahut , söölcan : yağmur böceği; kara çaar cılan: engerek yılanı; ok cılan : yılanların bir çeşidinin adıdır; çala öltürgön cılanday: ne et ne de balık ( harfiyen yarı öldürülmüş yılan gibi ) ; cılan ordosu: yılan yuvası , yılan ini : cılanday : yılan gibi mahir , çevik; cılkıga cılanday uul carayt ats. : at (gütmek) için yalnız çevik delikanlı yarar; cılan boor 1) kayış örmenin ayrıca bir şekli , 2) mec. : kamçı.

Yüklə 6,96 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   17   18   19   20   21   22   23   24   ...   90




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin