celki, 1. dudaklardaki yahut gözkapaklarındaki çatlaklar, sivilceler 2. dudaklarında yahut gözkapaklarında bu gibi çatlaklar ve sivilceler bulunan kimse.
celmaya = celmayan.
celmayan, yürük deve; hecin devesi.
celmooguz, 1. cadaloz karı; 2. mec. obur.
celötkö = celetke.
celp. taklitlik söz (onomatopee); celp degiz: hafifçe dalgalandırmak, sallamak.
celpint-. havalandirmak suretiyle serinlendirmek, havalandirmak (hava aldirmak); colborston keçim captirip, ceteletip, celpintip folk.: ati kaplan derisinden çula örttürerek, onu sürerek ve serinleştirerek.
celpirüün, 1. yelpaze; celpirüün tabak 1) yelpaze işini dahi görebilecek olan ince tepsi; 2) un kepçesi; 2. hububati silkmek suretiyle temizlemeye, ayiklamaya yarayan kap.
celpit-,et. celpi- ii den.
celt, taklitlik söz (onomatopee); bütkön boyu celt etti: bütün vücudu ürperdi, titredi.
cem, yem, hububattan yem; cemçöp- hububattan, ottan olan yem: cem saldi kil- 1) yemle beslemek; 2) rüsvetle avlamak; ak cem: suda birakilan et (suda birakilarak islatilan ettir ki avci kuslari,semirmesin diye, bununla beslerler); cem çaç-: yiyecegi kusmak (alici kus hakkinda); kam-cem albay: dinlenmeden.
cemçil, hububattan olan yemi seven (hayvan hakkinda).
cemde-, hububattan olan yemle beslemek; cemdep bakkan at çidamduu bolot: hububattan olan yemle beslenen at dayanikli oluyor.
centek, sağ yağdan yahut yağli kavuttan ibaret bir aştir, ki çocuk doğduktan yahut deve doğurduktan sonra ikram edilir.
centekte-, gidip yeni doğan çocuğun ve annesinin hâlini sormak.
ceper = ceber.
cer, 1. arz, yer; mahal; cer kaymaktap bütköndö bk. kaymakta; cerin karap kaçkan: vatanina kaçmiş; men ani cerine cetkirem: ben ona gösteririm, ben ona kim olduğumu bildiririm; bir cerine cetken kedey: son derece fakir; cer kara bk. kara ii; cer-ceber bk. ceber; cer cemiş bk. cemiş; 2. cercerde: muhtelif yerlerde, ötede beride; cer-cerlerde: yerli yerinde; cer menen cer kilip koy-: yerle bir kilmak; cer menen cer bolup kal-: yerle yeksan olmak; munun eç bir arsarsiy turgan ceri cok: bunun hiç bir şüpheyi mucip olacak yeri yok; cerge kal-: boşuna mahvolmak; erge kilgan cakşilik cerge kalbayt ats.: mert kişiye yapilan iyilik boşuna gitmez; bir cerge 1) bir mahalle: 2) bir yere; barip turgan ceri: bir şeyin en yüksek derecesi; cer baspay turgan kezinde: kuvveti ve refahi yerinde iken; cer baspay turgan at: hizli yürüyen, yeğni bacakli at; ani men külüp turgan cerinen çakirdim: ben onu tam gülüp durduğu zaman çağirdim; salgan cerden yahut çukul cerden: ansizin, birden bire: hiçbir sebep yokken: cer-suu 1) yersu (üzerinde çîftçilik yahut davarcilik ilemeşgul olunabilecek olan toprak ve şartlar); 2) mit. toprak-su ilâhi (fena ruh); cersuu tayi-: yer-su ilâhina (merhamet dileyip) kurban kesmek; vermek; 2. mesafe; beş kündük cer: beş günlük yer, mesafe.
cerçil, doğduğu yahut uzun zaman yaşadiği yere temayül eden (diyelim, hep eski sahibine gitmeyi düşünen köpek hakkinda).
cerde-, yaşamak, oturmak (ikamet etmek); tekesti cerdedik: tekste yaşadik; cerdegen ceri talas: ikamet ettiği yer - talas’tir.
cerdeşi, hemşeri.
cerdeş- ii, birlikte ikamet etmek.
cerdik, 1. yabanî (ehlî olmayan); cerdik kuş: vahşî kuş; 2. kendi kabilesinden yahut avulundan uzaklara göçüp giden kimse; insanlardan uzakta yaşayan adam.
cerdiktüü, yerli, mahallî.
cerdöö, ikamet
cerdööçü, ikamet eden, oturan.
cerdüü, 1. toprağa malik olan; arazi sahibi; 2. = cerdiktüü; cerdüü kizmatçi: yerli hizmetçi.
cerge, 1. sira; 2. hanin karargahi, sarayi: askerdi arbin baştapsiz, cetim tul katin, cergenğdi karan taştapsiz folk: büyük ordu sevk ettin; öksüzleri, dul kadinlari ve karargahini bakimsiz biraktin.
cergele-, siraya dizilmek; cergeley kon-: sira sira olarak konmak, yerleşmek.
cergelet-, siraya dizmek; sira düzmek; cergelete kondu: siralar teşkil ederek oturdular yahut kondular (halk, kuşlar vs. hakkinda)
cergesiz, soyu sopu belli olmayan; cergesiz cetim debesenğ, cetilsem seni bagamin folk.: eğer soyu sopu belirsiz yetim demezsen, büyüyünce ben sana bakarim.
cergilik, mahallî; aslî.
cergilikteş-, yerlileşmek; (diyelim, resmi işlerde) yerli ahalinin diline geçmek; yerli ahalinin mümessilleri memuriyete alinmak.
cergilikteştir-, yerlileştirmek; (diyelim, resmî işlerde) yerli halkin lisanini tatbik eylemek; mahalli halkin oruntaklarini memuriyet kadrolarina almak.
cergilikteştirüü, yerlileştirme; aparatti cergilikteştirüü: idare cihazini yerlileştirme.
ceri-, 1. yadlaşmak, yadirgamak; 2. kendi yavrusunu kendine yaklaştirmamak; koy kozusun cerip ketti: koyun kuzusunu kendine yaklaştirmadi (kuzulayinca onu kabul etmedi).
ceris-, müs. ceri-den.
cerit-, et. ceri-den.
cerlik, yerli; (su veya bu) bölgeye ait olan; osol cerlik: o yerin ahalisinden; biz hemserileriz.
cersi-, vatanini özlemek, vatanini düsünmek.
cersin-, yeri elverişli saymak ve oraya yerleşmek.
cersiz, topraksız
cersizdik, topraksızlık
cerüşö.=cer üşö (bk. üşö)
cerüşöö, işs. cerüşö-den.
cese-, ortaya çıkmak, hareket etgmek (keşifçiler hakkında); cesekçi cesep kaldı: keşifçiler harakete geçtiler.
cesk, şehir kapısı; kordon; keşif (başlıca, at hırsızlarını gözetleme yahut yakalamak için); cesek at kazdık; kordon kurduk, eşifçiler koyduk; cesek attandı: keşifçiler harekete geçtiler.
cesekçi, keşifçi; kordoncu.
ceset = casat ı
cesir, a. dul kadın (karş. tul ve tul- duu); olco cesir tar. : harp esiri; cesir akı: dul kadın hissesi.
ceş- ıı, müş. ce- ııı ten; deşpe, deşkenden kiyin bok çeşpe ats.: bir işe girişme, girişince de sızlanma! (harfiyen: sözleşme, sözleşince de bok yeme!)
ceşil-, karşılıklıca bilinmeye maruz kalmak (birbirine sürtme yüzünden, diyelim, iki değnek hakkında)
cet-, varmak; ermek; erişmek; ulaşmak; şaarga cettik: şehre vardık; muratka cet-: murada ermek, maksada vasıl olmak; kuup cet-: peşinden yetişmek; cetip ozup ket-: yetişmek ve geçmek; akıl cet- peyt: akıl almıyor, akıl ermiyor; caşka cet- bk. caş 2.; boygo cet-: bk. boy 1; boyum cetpeyt: boyum yetmiyor ( bu iş için benim boyum kısadır); közü cetti 1) göz gezdirdi; 2) kanaat hasıl etti, yakinen bildi; köz cetpeyt: gözükmüyor, göz alamıyor; kekçe cete: akşama kadar, ta akşama kadar; cete okugan: çok okumuş, alim;acalı cetdi: eceli yetmiş; aramdıgınğ öz başınğa cetet: hainliğin kendi başını yedi.
cete, ecdad, dedeler; menşe, kök; cetesi caman: kötü temayüllü; cetenğ caman, kişi bolboysunğ: temayüllerin fenadır, sen adam olmazsın.
cetim , yetim , öksüz; cetim öz kindigin özü keset ats. : öksüz kendi göbeğini kendi keser; cetim kabırga: en kısa kaburga kemikleri; cetim sümbö: kısa , tüfek harbisi.
cetimçilik , = cetimdik.
cetimdik , yetimlik öksüzlük hali.
cetimiş , yetmiş.
cetimsire- , kendini öksüz hissetmek , yetim kalma duygusuna kapılmak.
cetiştik , kifayet; malga cem-çöp cetiştik kılat: hayvanlar için yem kâfi miktarda vardır.
cetiştir- , tedarik etmek , hazırlamak; anıklamak.
cetiştirüü , tedarik , hazırlama.
cetiştüü , her şeyi kâfi miktarda bulunan kimse; temin edilmiş olan; bütün caktan cetiştüü: her hususta temin edilmiş; madaniy küçtör cetiştüü: medeni kuvvetler kâfidir; cetiştüü emes: kâfi gelmiyor , yetişmiyor.
cetkidey , kâfi; cetkidey dayardıgı bar: yetecek kadar hazırlığı vardır.
cetkilenğ , mükemmel; hiçbir kusuru , eksiği olmıyan; gelişgen; cetkilenğ içik: âlâ kürk; cetkilenğ biyik: büyük yükseklik; cetkilenğ kıyın iş: gayet güç iş.
cez , bakır; teneke; cez tırmak bk. tıımak; cez tumşuk bk. tumşuk; cez kempir = cez tumşuk(bk. tumşuk) .
cezde , enişte (büyük kız kardeşin kocası) .
cezdüü , bakırla teçhiz edilmiş;bakıra malik olan; bakırla kaplanmış olan.
cezit , a. (destanda) alçak (adam): yezid.
ceztırmak , bk. tırmak .
ceztumşuk , bk. tumşuk.
cıbanak , (Rad.) kaplan kemikleri; cıbanak saptuu ak kestik (Rad.V) : sapı kaplan kemiğinden olan bıçak.
cıbıcı- , kaynaşmak; kalabalık halinde hareket etmek.
cıbıgız , karakuş nevilerinden birinin adıdır.
cıbılcı- , ağır ağır , gevşek hareket etmek; cıbılcıgan cigit: beceriksiz , delikanlı; cıbılcıp suu agıp atat: su gayet zayıf sızıyor , az ve yavaş akıyor; cıbılcıbay batırak aytsanğçı! : uzatmadan , daha çabuk söylesene!
cıbılıktat- , köz cıbılıktat - : hızlı hızlı göz kırpmak.
cıbınğda- , hızlıca göz seğirmek; gözle işaret etmek.
cıbıra- , durmadan ve hızlıca uğraşmak , kaynaşmak.
cıbıt , 1. = koktu (ancak daha küçük hacimde) ; 2. çayın yatağı.
cıdı- , 1. dökülmek (kıl ve saç hakkında) ; dökülmek (yün , tüy hakkında) çaçı: tazdın başınday cıdıp tüşüp kalgan: saçı kelin saçı gibi dökülmüş; 2. ordo (bk.) oynarken , kaideye riayet etmemesi yüzünden oyundan ayrılmak.
cıdımak , 1. = borbor (yalnız ordo oynarken , bk.) ; cıdımakka sal- (karş. – cıdı- 2) ; oynarken hiyle etmek; 2. çocukların aşık oyununun bir çeşididir.
cıdıt- , et. cıdı-dan.
cıgaç , ağaç; kara cıgaç: kara ağaç; hercai karağaç; sarı cıgaç: amberbaris (bitki , karş. börü karagat: karazat maddesinde) , at cıgaç: değirmen tesisatı kısımlarından binin adıdır; üy cıgaç: keçe ev yapmak için gerekli olan ağaç; cıgaç tüşürdü es. : gelini evine götürmeden 15- 20 gün önce güveyin , gelin köyünün ahalisine çektiği ziyafet.
cıgaççı , marangoz , dülger.
cıgaççılık , marangozluk , dülgerlik zanaatı.
cıgaluu , cıgaluu möör(destanda) hükümdar , han mührü.
cıgıl- , devrilmek , düşmek , yere serilmek; yenilmek; cıgılsanğ nardan cıgıl ats. : mahvolsan da çalgı altında mahvol! ( harfiyen: düşersen , hecin devesinden düş!) ; astına cıgıldı : ayaklarına kapandı; el sözünö cıgıldı folk. : halkın dediğine boyun eğdi; ayıpka cıgıl- bk. ayıp 3.
cıgılış I , cıgıluu; it cıgılış bol- (pehlivanlar hakkında) ; ikisi birden düşmek; it cıgılış bolup kayra turduk ( güreşte) biz ikimiz de birden düştük ve sonra yeniden ayağa kalktık.
cıgılış- II , müş. cıgıl-dan.
cıgılıştuu , kendi kabahatini itiraf etmek; biz sizge cıgılıştuubuz: biz size karşı olan kabahatimizi itiraf ediyoruz.
cıgıluu , düşme , yıkılma.
cıgım , kadın << sarığı>> nın (başörtüsünün) kısımlarından bir tanesinin adıdır.
cık- II , devirmek , yenmek , yere çalmak; suu cık- : suyu akıtmak; aldına cık- : ayaklarına kapanmaya zorlamak; ayıpka cık- bk. ayıp 3.
cıl I , yıl; çarba cılı: üretim (istihsal) yılı; kem cıl : âdî yıl; toluk cıl: << tam yıl>> , kebise yılı; cıldardan cıl ötüp: yıllarca zaman geçti; cıldan cılga: yıldan yıla; kirişteri cıldan cılga ösüüdö: gelirleri yıldan yıla artıyor; bıyılkı cılı: bu yıl; eçen cılı: nice yıllar; birkaç yıl; cılıga yahut cılda: her yıl; cıl alıs folk. : biz yıl aşırı karşılaşıyorduk; 2. hayvan adlarına göre yürütülen takvim (bu devri takvimin yıllarının adları sırasiyle şunlardır: 1) çıçkan : sıçan; 2) uy: sığır; 3) bars: pars; 4) koyon: tavşan; 5) uluu: ejder; 6) cılan: yılan; 7) cılkı: at; 8) koy: koyun; 9) meçin : maymun; 10) took: tavuk; 11) it: köpek; 12) donğuz: domuz , cılınğdı töö kılasınğ: sen artık çok oluyorsun; kendini dev aynasında görüyorsun ( harfiyen: yılını yani doğduğun yılı deve yılı yapıyorsun; hayvan devri takvimi yıllarının adlarında deve adı yoktur; cıl sürüş- : hayvan devri takvimine göre , birbirinin hangi yılda doğduğunu soruşturmak.
cıl- II , hareket etmek , kımıldamak; emeklemek: yere doğru pek fazla eğilerek yürümek; suu cılıp agat: su ağır ve süzülerek akıyor; akırın cılıp barıp konobuz: ağır ağır yürüyeceğiz ve konakta (gece konacak yerde) duracağız.
cılacın , cılaacın , cılalcın , alıcı kuş için çıngırak.
cılan , yılan; cılan cıl: hayvan devri takviminde altıncı yılın adıdır; ak cılan : beyaz yılan; cöö cılan yahut cöölcan yahut , söölcan : yağmur böceği; kara çaar cılan: engerek yılanı; ok cılan : yılanların bir çeşidinin adıdır; çala öltürgön cılanday: ne et ne de balık ( harfiyen yarı öldürülmüş yılan gibi ) ; cılan ordosu: yılan yuvası , yılan ini : cılanday : yılan gibi mahir , çevik; cılkıga cılanday uul carayt ats. : at (gütmek) için yalnız çevik delikanlı yarar; cılan boor 1) kayış örmenin ayrıca bir şekli , 2) mec. : kamçı.